HÂTİF-İ İSFAHÂNÎ VE TERCİİBENDİ

Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi
Sosyal Bilimler Dergisi Journal of Social Sciences
Sayı/Number 57, Aralık/December 2016, 113-126
Gönderim Tarihi: 29.09.2016 Kabul Tarihi: 01.11.2016
HÂTİF-İ İSFAHÂNÎ VE TERCİİBENDİ
Hatef of Isfahân And His Tarjı-Band
Yasemin YAYLALI
Öz
Hâtif-i İsfahânî, Fars edebiyatının
meşhur şairlerindendir. Hz. Hüseyin’in
soyundan gelen ailesi Safevîler zamanında
Azerbaycan’dan göç ederek İsfahan’a
yerleşmiştir. Matematik, tıp ve felsefe
ilimlerini tahsil eden Hâtif, Mîr
Abdülvehhâb Mûsevî’nin topladığı şiir
meclislerinde bulunmuştur. O dönemde
yaygın olan Hint üslûbuna rağbet
etmeyerek, Hâfız ve Sa‘dî başta olmak
üzere eski söz ustalarının yolunu
izlemiştir. Hâtif’in Divân’ı yaklaşık iki bin
beyittir. Ona asıl ününü kazandıran ve
isminin büyük şairler arasında yer
almasını sağlayan meşhur terciibendi
olmuştur. Hâtif terciibendinde akıcı bir dil
kullanmış; karmaşık ve anlaşılmaz
ifadelerden kaçınmıştır. Bu terciibend, beş
bendden oluşmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Hâtif-i İsfahânî,
Terciibend ve Divân.

Abstract
Hatef of Isfahân, is one of the famous
poets of Persian literature. His family that
descended from holliness Hussein (Imam
Hussein) is settled in Isfahan after emigrating
from Azerbaijan in Safawid period. Hatef,
who studied Mathematics, philosophy and
medicine, participated in poetry event held
up by Mir Abdulvahhab Musevi. At that
time, the sabk-e Hendi was widespread but
he followed the path of the old masters,
especially Hafez and Saadi. Diwan of Hatef
consists of about two thousand verses. The
main reason behind his reputation and
becoming famous among the great poets is
his famous tarjı-band. Hatef has used fluent
language in his poems and he has avoided
complicated and incomprehensible phrases.
This tarjı-band consists of five bands.
Key Words: Hatef of İsfahân, Tarji-band and
Diwan.





Yrd. Doç. Dr. Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Fars Dili ve Edebiyatı Bölümü,
yasemin_yaylali@hotmail.com.
114 SBD
57 Yasemin YAYLALI
GİRİŞ
Fars edebiyatının ünlü şairlerinden Seyyid Ahmed Hâtif-i İsfahânî XII.(XVIII)
yüzyılın ilk yarısında İsfahân’da doğmuştur (Karaismailoğlu, 1997: 467). Hz. Hüseyin’in
soyundan gelmektedir (Bîgdilî, 1337 hş: 423). Ailesi Safevîler zamanında Azerbaycan
Urdûbâd şehrinden göç ederek İsfahân’a yerleşmiştir (Terbiyet, 1377 hş: 565-566).
Matematik, tıp ve felsefe ilimlerini öğrenen Hâtif, tıp ilminde hekim Muhammed Nâsir-i
İsfahânî’den ders almıştır (İsfahânî, 1378 hş., 18). Hâtif’in kendi zamanın ünlü
şairlerinden Lutf Ali Beg Âzer, Süleyman Sabâhî ve Muhammed Taki Sahba ile
öğrencilik yıllarından başlayan dostluğu ömrünün sonuna kadar sürmüştür (Şafak, 1352
hş: 580).
Kerim Han Zend’in İsfahan valisi Mîr Abdülvehhâb Mûsevî’nin topladığı şiir
meclislerinde bulunan Hâtif, o dönemde yaygın olan Hint üslûbuna rağbet etmeyerek
Horasan üslubuna geri dönüş akımının öncüsü Ali Müştâk’ın çevresinde yer almış ve
Hâfız ve Sa‘dî başta olmak üzere eski büyük şairlerin yolunu takip etmiştir. Hâtif’in oğlu
Muhammed Sehâb ve kızı Reşha da şairdir (Karaismailoğlu, 1997: 467). Kaside, gazel,
kıta, rubai, terci ve Arapça şiirlerinden oluşan yaklaşık iki bin beyitlik bir Dîvân’ı
bulunmaktadır (Terbiyet, 1377 hş: 566). Kasidelerinde Enverî’nin (Bîgdilî, 1337 hş: 423),
gazellerinde Hâfız ve Sa‘dî’nin etkisi görülmektedir (Şafak, 1352 hş: 579).
Kıtalarında çoğunlukla devlet büyüklerinin ya da dostlarının ölümlerine tarih
düşürmüştür (Karaismailoğlu, 1997: 467). O, Fars edebiyatında en güzel terciibend
kabul edilen şiiriyle meşhur olmuştur (Fesâî, 1372hş: 639). Onun beş bendden oluşan
tercibendi vahdet-i vücûd telakkisini anlatan XII. yüzyılda yazılmış en güzel Farsça
tasavvufî şiir kabul edilmektedir (Browne, 1953: IV, 221). Dîvân’ından anlaşıldığı üzere
Hâtif, ömrünün son yıllarını İsfahân, Kâşân ve Kum şehirlerinde geçirmiş (Hâtif-i
İsfahânî, 1378 hş: 19) ve 1198/1784 yılında Kum şehrinde vefat etmiştir (Hidâyet, 1340:
VI, 1175).
Terciibent, vezinde aynı, kafiyede farklı birkaç gazelden oluşan şiirdir. Eğer bu
gazeller aynı beyitle bağlanırsa terciibent; farklı beyitle birbirine bağlanırsa terkibibent
adını alır. Terciibent ya da terkibibendin farklı bölümlerine bent veya hâne; terciibentte
bentleri birleştiren ve aynen tekrar edilen beyitlere ise bend-i terci veya bend-i gerdan
denilmektedir (Değirmençay, 2014: 41-42). Hâtif’in meşhur terciibendi, bend sayıları
birbirinden farklı beş bendden oluşmaktadır. Bu bendlerin ilki yirmi iki, ikincisi on dört,
üçüncüsü on sekiz, dördüncüsü on beş ve beşincisi on sekiz olmak üzere vasıta
beyitleriyle birlikte toplam 92 beyittir. Aruzun fâilâtün/ mefâilün/ feilün (fe’ lün)
vezninde ve hafif bahrinde yazılmıştır. Vahdet-i vücûdun anlatıldığı ve vasfedildiği
terciibendin bend-i gerdan yani aynen tekrar edilen beyitlerinde yinelenen “O tektir,
O’ndan başka hiçbir şey yoktur”, “Vahdehu lâ ilahe illâ Hû” ifadesiyle bu konu
özetlenmektedir. Vahdet-i vücûd, Allah’tan başka varlık olmadığının idrak ve şuuruna
sahip olmaktır (Uludağ, 2012: 371). Yani âlemin tamamının bir varlıktan başka bir şey
olmamasıdır ve bu varlık da Allah’tır (Seccâdî, 1381 hş: 782). Ve tüm mevcudat ve eşya
bir işaret ve görüntüden fazlası değildir. Vahdet-i vücûd zevkle elde edilir (Keremî, 1389
hş: 1) ve onu zevkle elde eden sâlik, gerçek varlığın bir tane olduğunu, bunun da
Hâtif-İ İsfahânî ve Terciibendi
SBD 57 115
Hakk’ın varlığından ibaret olduğunu, Hak ve O’nun tecellilerinden başka hiçbir şeyin
gerçek varlığı olmadığını bilir. Her şey, O bir’in çeşitli görünüşlerinden, tecellilerinden
ibarettir (Cebecioğlu, 2014: 512-513).
Vahdet-i vücûd mevzusu ve onun açıklanması irfani şiirlerin konularından biri
olmuş ve çeşitli kalıplarda açıklanmıştır. Bu kalıplardan biri de terciibend olmuştur.
Konusu vahdet-i vücûd olan ve hafif bahrinde terciibend söyleyen şairler Hicri altıncı
yüzyıldan Fahreddin-i Irâkî (ö. 688/1289) ile başlamış, Evhadî-yi Merâğî (ö. 738/1338),
Hâcû-yi Kirmânî (ö. 753/1352), Selmân-i Sâvecî (ö. 778/1376), Ni’metullâh-i Velî (ö.
834/1431), Câmî (ö. 898/1492), Ehlî-i Şirâzî (ö. 942/1535) vb. şairlerle Hâtif’e ulaşmış ve
ondan sonra da bazı şairlerce devam ettirilmiştir. Hâtif’in terciibendiyle aynı vezinde
yani hafif bahrinde yazılmış vahdet konusunu işleyen terciibendler, Hicri yedinci
yüzyıldan başlamış ve on ikinci yüzyıla kadar sürmüştür. Hâtif şüphesiz kendinden önce
yazılan bu terciibendleri okumuş hatta onların seçkin kelimelerinden etkilenmiştir.
Ancak Hâtif’ın terciibendini bu kadar hoş ve ünlü kılan şey kuşkusuz onun latif, samimi
ve külfetten uzak dili; güzel lafız ve mazmunları olmuştur (Keremî, 1389 hş: 1,17).
Hâtif’in terciibendi arifane olan asıl şiir düşüncesi ve şiir atmosferiyle birlikte bütünüyle
irfanîdir. Şair bendinde o dönemde yaygın olan aşk, şevk, vasl, vahdet, ezeli şahit, vecd,
sema’, tecelli, taleb, ayne’l-yakîn gibi birkaç sade irfanî ıstılaha yer vermiştir. Dili akıcı ve
samimidir. Karmaşık ve anlaşılmaz ifadelerden uzaktır. Şair bazen Kur’ân’da geçen
birkaç tabir ve Arapça terkibe yer vermiştir. Tasvirleri bir şekilde hem ahenkli hem de
içteki vahdeti şiire dökmüştür (Yûsufî, 1367: 320, 323).
Hâtif terciibendinde farklı adlarla anılsa ve farklı şekillerde anılsa da aslında
yaratanın bir ve eşsiz olduğunu; Allah’ın cemalinin her yerde ve her şeyde her zaman
cilvelenişine dair irfanî hakikati yani vahdet-i vücudu anlatmaktadır (Şafak, 1352 hş:
473). Fars edebiyatının şaheserlerinden olan Hâtif’in terciibendinin ilk bendi deyr-i
muğanın mahallesinde, ikincisi sâlikin Hıristiyan kızla sohbet ettiği kilisede, başka bir
irfanî hakikati içeren üçüncü bend ise şarap satıcısı pîrin mahallesinde geçmektedir.
(Mu’în, 1326 hş: 529). Birinci bend ilahi sevgili olan Allah’a dua ile başlar. Var olan her
şey ondandır. Ona gönlünü veren herkes canını uğrunda feda etmeye hazırdır. Bu yolun
gerçek âşığına düşen tam bir teslimiyettir. Terciibendin ilk bendinin devamında salikinin
seyr-i sülûkunun ilk sahnesi kem gözlerden uzakta, yanan ateşlerle değil, Hakk’ın
nuruyla aydınlanmış bir Zerdüşt tapınağına ulaşıncaya kadar ilahi aşkın coşkusuyla ve
şevkiyle o yana bu yana koşuşturup durduğu bir gecedir. Bu ateş Hz. Musa’nın Tûr-i
Sinâ’da gördüğü ateşe1
teşbih edilmiştir. Arayış içindeki sâlik bu meclistekilerin tanrıya
tapınışlarındaki şevki görünce kendi ihlasından utanır. Bu meclisteki her şey ateşten bir
renge sahiptir. Saki ateş ellidir, ona içirdikleri Hakkın aşk şarabından bir kadeh de

1 Hz. Musa, Hz. Şuayb’a verdiği söz üzere ona on yıl hizmet ettikten sonra, kızıyla evlenir.
Ailesiyle birlikte Mısır’a gitmek için yola çıktığı bir gece Tûr-i Sinâ’ya yaklaştıklarında şiddetli bir
rüzgâr ve fırtınayla karşı karşıya kalır (Şemîsâ, 1385 hş: 630). O esnada uzakta bir ateş görür;
onu alıp getirmek için yanına doğru gider. Ateşe yaklaştığında onun bir ağacın üzerinde
olduğunu görür. Korkarak geri dönmeye niyetlenmişken ağaç tarafından “Ey Musa, Ben senin
Rabbinim” diye nida gelir (Pala, 2002: 348).
116 SBD
57 Yasemin YAYLALI
bizzat yakıcı ateştir. Öyle ki zahirî perdeleri yakar ve onu mest eder. Allah aşkından
mest olmuş halde sâlik, tüm azalarından o yüce vahdet sözünü işitir: “O tektir, O’ndan
başka hiçbir şey yoktur”, “Vahdehu lâ ilahe illâ Hû” (Yûsufî, 1367hş: 311).
Birinci bend:
ای فدددددددددددد ای مدددددددددددد دددددددددددد دددددددددددد دددددددددددد
فدددددددددددد ای مدددددددددددد دددددددددددد مدددددددددددد دددددددددددد
ر نددددددددددددددد ددددددددددددددد مددددددددددددددد ددددددددددددددد
راه صدددددددددددددددددددددد مدددددددددددددددددددددد راه دددددددددددددددددددددد
بندددددددددددددددد ن ددددددددددددددددد بددددددددددددددددد ددددددددددددددددد
دددددددددددددد دددددددددددددد صدددددددددددددد اری ا ندددددددددددددد
ش ا شدددددددددددد ر و دددددددددددد بدددددددددددد شدددددددددددد
خددددددددددددددددددد ددددددددددددددددددد ر شددددددددددددددددددد ددددددددددددددددددد ار
ددددددددددددددددد بددددددددددددددددد ر خ ددددددددددددددددد م ددددددددددددددددد
ددددددددد طددددددددد ی ددددددددد م ددددددددد ددددددددد شددددددددد
ددددددددددددد ی نوددددددددددددد بددددددددددددد مددددددددددددد افددددددددددددد ی
مددددددددددد ددددددددددد م وددددددددددد ار ددددددددددد رخ ددددددددددد ر
ودددددددددددد ندددددددددددد ندددددددددددد ی بدددددددددددد ب
ددددددددددددددد ن ددددددددددددددد ه ر ی ددددددددددددددد ددددددددددددددد ی
ددددددددددددددب ددددددددددددددب ا ه بدددددددددددددد دددددددددددددد ر
دددددددددددددددددددددددد شدددددددددددددددددددددددد ن ه ا دددددددددددددددددددددددد م ن
: دددددددددددد دددددددددددد دددددددددددد ا دددددددددددد ندددددددددددد
دددددددددد ش دددددددددد دددددددددد ش ا دددددددددد ندددددددددد
دددددددددددد ن مدددددددددددد دددددددددددد مدددددددددددد دددددددددددد
دددددد دددددد ندددددد وقدددددد ندددددد ندددددد دددددد ش
ددددددددددددددددددددد اف ددددددددددددددددددددد ر ددددددددددددددددددددد
ا دددددددددددد دددددددددددد دددددددددددد شددددددددددددن ا او دددددددددددد
ی نثددددددددددد ر ر ددددددددددد ددددددددددد ا ددددددددددد ددددددددددد
ددددددددد نثددددددددد ر مددددددددد ددددددددد مددددددددد نددددددددد
دددددددددد ف دددددددددد ن بدددددددددد دددددددددد ی مدددددددددد دددددددددد
ر و دددددددددددددد مدددددددددددددد ر بدددددددددددددد ر دددددددددددددد
ددددددددد بددددددددد ددددددددد ددددددددد ش بددددددددد ف ددددددددد
ر ددددددددددددد نددددددددددددد اری ا نددددددددددددد ددددددددددددد
دددددددددددد طدددددددددددد ی دددددددددددد شدددددددددددد ف دددددددددددد ا
ددددددددددددد ی ددددددددددددد ددددددددددددد ددددددددددددد ونددددددددددددد
ر شدددددددددد ا ندددددددددد ر دددددددددد ندددددددددد ا ن دددددددددد ا
دددددددددددددددد ر طدددددددددددددددد ر دددددددددددددددد ومدددددددددددددددد ا
بددددددددددددددددد ا ددددددددددددددددد ددددددددددددددددد ددددددددددددددددد
مددددددددددد شددددددددددد بددددددددددد منددددددددددد ددددددددددد
شددددددددددمگ نقدددددددددد دددددددددد دددددددددد ر دددددددددد
طدددددددددد ب دددددددددد دددددددددد ی خدددددددددد ش ا دددددددددد
خدددددددددددددددد را ممددددددددددددددددد ب دددددددددددددددد ددددددددددددددددد
شددددددددددد ددددددددددد بدددددددددددد شددددددددددد ای ن دددددددددددد
و شدددددددددددددددق بددددددددددددددد نددددددددددددددد ار ددددددددددددددد ا
ددددددددددد ن خ انددددددددددد ه ب شددددددددددد ا ددددددددددد مددددددددددد
ر دددددددددددددد ر دددددددددددددد مدددددددددددددد دددددددددددددد ا
دددددددددد خ دددددددددد دددددددددد ا ا دددددددددد ا مدددددددددد
بدددددددددددد بددددددددددددد ن ددددددددددددد شددددددددددددد ن ددددددددددددد ا
مدددددددددددددددد دددددددددددددددد ا ر دددددددددددددددد ا دددددددددددددددد
ددددددددد ددددددددد ددددددددد ددددددددد ن ددددددددد ددددددددد ا
دددددددددددددددددددددددددددددددددد ه ا دددددددددددددددددددددددددددددددددد ا دددددددددددددددددددددددددددددددددد
Hâtif-İ İsfahânî ve Terciibendi
SBD 57 117
Ey hem gönlün hem de canın sana feda olduğu ve ey hem bunun hem de onun
senin yoluna kurban olduğu!
Gönül sana feda; çünkü sensin dilber, can sana kurban; çünkü sensin canan,
Gönlü senin elinden kurtarmak zor, canı senin ayağına feda etmek kolay,
Senin vuslat yolun meşakkatlerle dolu bir yol, senin aşk derdin dermansız bir dert,
Can ve gönlümü eline teslim eden bir köleyim, gözüm hükmünde ve kulağım
fermanında.
Barış istersen işte gönül ve savaş ilan edersen işte can!
Dün gece aşkın coşkusu ve şevkin cazibesinden hayran her tarafa
koşturuyordum.
Sonunda sevgilinin coşkusu, deyr-i muğana doğru atımı çekip götürdü.
Kötü gözden uzak, bir halvetgâh gördüm. Hakkın nuruyla aydınlık, ateşlerden değil!
Her tarafta o gece İmran oğlu Musa’nın Tûr’da gördüğü gibi bir ateş gördüm.
Orada bir pîr ateş yakmakta, edep gereği muğbeççeler pîrin etrafında.
Hepsi beyaz yüzlü, kırmızı yanaklı, hepsi tatlı dilli, küçük ağızlı,
Ud, çeng, ney, def ve barbut; mum, çerez, gül, şarap ve reyhan,
Ay yüzlü, misk saçlı saki, latifeci ve hoş sesli bir mutrip,
Muğ, muğzâde, mubed, destûr hepsi onun hizmetine girmiş,
Müslümanlığımdan utanan ben orada bir köşeye gizlendim.
Pîr sordu: Bu kimdir? Dediler: Sabırsız ve derbeder bir âşık.
Dedi: Ona bir kadeh saf şarap veriniz, her ne kadar bu misafir davet edilmemiş
olsa da!
Ateş elli ateşperest saki, kadehe yakıcı ateş döktü.
İçtiğimde ne akıl kaldı ne idrak, onla küfür de yandı iman da!
Mest oldum ve o mestlik halinde onun şerh edilemeyeceği bir dille,
Bu sözü işittim azalarımdan, hatta bütün damarlarımdan:
“O tektir, O’ndan başka hiçbir şey yoktur”, “Vahdehu lâ ilahe illâ Hû” (İsfahânî,
1378 hş: 47-48)
İkinci bendin matlaında âşık, ilahî sevgiliye seslenir. Âşık, aşkı tatmadığından
aklınca ona nasihat eden babaya bunun beyhude bir iş olduğunu söyler; zira ilahi aşkla
tüm varlığı dolan ve bu aşkla yanan âşığın, akılla da öğütle de işi yoktur. Aslında burada
âşık ile nasihat veren baba ile aşk ve akıl mücadelesi ortaya konmaktadır. Bu bendin
118 SBD
57 Yasemin YAYLALI
beşinci beyti ilahî iradeye ve aşka teslimiyettir. Sâlik ve Hıristiyan kız arasında vahdete
engel gördüğü teslis inancı tartışılır. Hıristiyan kız ise ezeli şahidin üç aynada tecelli
etmesinin vahdete engel olmadığını örnek vererek açıklar, bu sırada kilisenin çalından
vahdet sözü duyulur. Üçüncü bendde farklı bir mekâna geçilir ve şarap satıcısının
mahallesi, şarap içenler, onların meclisi ve şarap vasfedilir.
İrfanî şiirde geçtiği üzere iki önemli unsur aşk ve sarhoşluk ve bu münasebetle
şarap ve onunla alakalı şeyler işlenmektedir. Elbette ki bu şarap ilahi aşk şarabı, şarap
satıcısı mürşit, şarap içenler de bu ilahî şarabı içip cezbe ve coşkuya kapılan müritlerdir.
Devamında pîr ile pîrin nazarında ham olan âşığın sohbetinde ve âşıklığın ortaya
çıkarılmasında ikinci bendde de bahsi geçen zahirî gören, hesapçı ve temkinli akıl ile
özü gören, her şeyi bir kenara bırakıp canını bile hiçe sayan aşk mukayesesine dair
başka bir sahne tasvir edilmektedir (Yûsufî, 1367hş: 312-314).
İkinci bend:
ا مددددددددددد ای ددددددددددد ن ددددددددددد نددددددددددد
ا ددددددد ار ا بددددددد ددددددد صددددددد دددددددد
ای دددددددددددد ر ندددددددددددد دددددددددددد ه ا و ددددددددددددق
نددددددددد نددددددددد نددددددددد خ ددددددددد ای ددددددددد ش
دددددددددددددد ره دددددددددددددد ی و ف دددددددددددددد اندددددددددددددد
ر ددددددددددددد بددددددددددددد ددددددددددددد ی م ددددددددددددد
ای دددددددددددد ار بدددددددددددد مدددددددددددد ر ندددددددددددد ر
ره بدددددددددد دددددددددد ن دددددددددد ف مدددددددددد دددددددددد
نددددددددددد ددددددددددد نددددددددددد ددددددددددد شددددددددددد
دددددد شدددددد ددددددد بدددددد دددددد ددددددد
ددددددددد ددددددددد ا ددددددددد ددددددددد ددددددددد
ر دددددددددددددد نددددددددددددددد شددددددددددددددد ا ددددددددددددددد
ددددددددددددددددد ن ددددددددددددددددد ب ددددددددددددددددد ار ا را
دددددد ر ا دددددد دددددد دددددد ا دددددد دددددد
ر بدددددددددد مدددددددددد ب ندددددددددد بندددددددددد ا بندددددددددد
ددددددددددددد مددددددددددددد نددددددددددددد شددددددددددددد خن
ددددددد ن ا ددددددد شددددددد ا ددددددد ا ددددددد ف نددددددد
ددددددد و ددددددد مددددددد ددددددد نددددددد نددددددد
دددددددددد ددددددددددن ف دددددددددد ه ا بدددددددددد مندددددددددد
دددددددد ش ای دددددددد بدددددددد ا مدددددددد ر بندددددددد
دددددددد دددددددد دددددددد ی دددددددد دددددددد ا ندددددددد
نندددددددد مث ددددددددث بدددددددد دددددددد مدددددددد ندددددددد
ددددددددد ا ابددددددددد ر نددددددددد ن نددددددددد
شدددددددددد خن ر دددددددددد ا دددددددددد نندددددددددد
م مدددددددددد دددددددددد ف ی بدددددددددد دددددددددد ددددددددددن
مدددددددددددددددد ا ر ی م بندددددددددددددددد اف ندددددددددددددددد
ن دددددددددد خدددددددددد ان دددددددددد ندددددددددد
شدددددددددد ندددددددددد ن ا دددددددددد م اندددددددددد ب ندددددددددد
دددددد ددددددد دددددد ددددددد ن دددددد ددددددد ا
ددددددددددددددددددددددددددد ه ا ددددددددددددددددددددددددددد ا ددددددددددددددددددددددددددد
Hâtif-İ İsfahânî ve Terciibendi
SBD 57 119
Ey dost senden bağımı koparmam, kılıçla bağımı bağımdan kesseler de!
El hâk bizden bin can layık olur senin dudağının tatlı tebessümüne,
Ey peder bana aşka dair az öğüt ver; çünkü bu oğul ehil olmayacak!
Ah keşke onlar senin aşkına dair bana öğüt vereceklerine halka nasihat etseler!
Ben esenlik mahallesinin yolunu bilirim, ne yapayım ki kementle yakalanmışım.
Kilisede Hıristiyan bir dilbere şöyle dedim: Ey canın senin tuzağına yakalandığı!
Ey ki senin zünnarının atkısında saçımın her telinin ayrı bağlandığı!
Vahdete yol bulamamak ne zamana kadar? Teslis ayıbı bizim için ne zamana
kadar?
Eşsiz Allah’ın ismini baba, oğul ve kutsal ruha takmaları nasıl mümkün olur?
Tatlı dudağını açtı ve benimle konuştu, şeker dudaktan tebessüm saçarak:
Eğer vahdet sırrından haberdarsan, kâfirlik suçlamasını bize yakıştırma!
Üç aynada ezeli şâhit, parlak yüzünden ışık saçtı.
Eğer ona perniyân, saf ipek ve harîr de desen ipek üç farklı şeye dönüşmez.
Biz bunu konuşurken o taraftan çandan bu ses yükseldi:
“O tektir, O’ndan başka hiçbir şey yoktur”, “Vahdehu lâ ilahe illâ Hû” (İsfahânî,
1378 hş: 48-49).
Üçüncü bend:
ش رفدددددددد بدددددددد دددددددد ی بدددددددد ه فدددددددد ش
و دددددددددددد ن دددددددددددد دددددددددددد ر شدددددددددددد
ددددددددد ا ا ددددددددد ه صددددددددد ر صددددددددد
ددددددد ر صددددددد ر ددددددد ددددددد ددددددد ش
ددددددددددد ن بددددددددددد نددددددددددد ر صددددددددددد ف
مددددددددددددددددددد را ا ون ددددددددددددددددددد ا ددددددددددددددددددد
ددددددددددددد ا ددددددددددددد بددددددددددددد ن ددددددددددددد
دددددد ش بدددددد ندددددد دددددد بدددددد دددددد
:بددددددددددددد ا ددددددددددددد رفددددددددددددد ددددددددددددد
و شدددددددددددددددددق ر نددددددددددددددددد منددددددددددددددددد
مددددد و ددددد بددددد ددددد ش خددددد ش
ددددددددد بددددددددد ددددددددد بددددددددد ه فددددددددد ش
بددددددددد ه خددددددددد را ن ددددددددد ش بددددددددد ش
دددددددد ره ای دددددددد دددددددد ره ای دددددددد ش
دددددددددد ا دددددددددد دددددددددد خدددددددددد ش
ددددددد ددددددد بددددددد ددددددد ش را ن ددددددد ش
ددددددد بددددددد ا ددددددد ددددددد بددددددد نددددددد ش
ر ی دددددددددددددددددددددددد ر دددددددددددددددددددددددد ش
ای مدددددددددددددد را ن ار دددددددددددددد ه دددددددددددددد ش
ر ددددددد بن ددددددد بددددددد ر ددددددد ددددددد ش
120 SBD
57 Yasemin YAYLALI
: دددددد خندددددد ا بدددددد طندددددد بدددددد دددددد دددددد
مددددددد وددددددد ددددددد وددددددد ددددددد ا شددددددد
ددددددددددد م ددددددددددد خ ددددددددددد ن بددددددددددد ه
ش ددددددددددد ددددددددددد خ ا ا ددددددددددد مددددددددددد
ددددددد خنددددددد ا ددددددد ددددددد ددددددد ب ددددددد
وددددددددددددددد ای ر ددددددددددددددد ددددددددددددددد
ددددددد بددددددد ددددددد ش ددددددد ددددددد ددددددد
ن دددددددددددددددد ر صدددددددددددددددد ا گ دددددددددددددددد
ای مدددددد را دددددد وقدددددد قدددددد بدددددد دددددد ش
خ ددددددددددد ر ن ددددددددددد ب ندددددددددددگ ددددددددددد ش
مدددددددددد دددددددددد ف ن دددددددددد ا دددددددددد ش
ه ا ددددددددددد ا ددددددددددد بددددددددددد ددددددددددد ش
ددددددددد ددددددددد ددددددددد ددددددددد ه نددددددددد ش
فدددددد رج ا رنددددددو وقدددددد ندددددد دددددد ش
دددددددددد بق را مدددددددددد خطدددددددددد ط نقدددددددددد ش
ا دددددد دددددد ث دددددد ش دددددد بدددددد دددددد ش
دددددد ددددددد دددددد ددددددد ن دددددد ددددددد ا
ددددددددددددددددددددددددددد ه ا ددددددددددددددددددددددددددد ا ددددددددددددددددددددددددددد
Dün gece şarap satıcısının mahallesine gittim, aşk ateşinden gönlümün heyecan
ve coşkusuyla.
Güzel ve aydınlık bir meclis gördüm, o meclisin emiri şarap satıcısı pîr.
Hizmetçiler sıra sıra durmuş, şarap içenler omuz omuza oturmuş,
Pîr başköşede ve şarap içenler onun etrafında, bir kısmı mest bir kısmı baygın,
Sine kinsiz ve gönül tertemiz, gönül sohbet dolu ve dudak suskun.
Hepsinin ezeli ihsandan doğruyu gören gözü ve sırrı duyan kulağı var.
Bunun sözü ona “sana afiyet olsun”, onun cevabı buna “sana afiyet olsun”
Kulak çenkte ve göz kadehte, iki dünyanın arzusu gönülde,
Edeple huzura gittim ve dedim: “Ey gönlü Surûş’un
2
karargâhı olan!
Âşığım, dertli ve muhtacım, derdimi gör ve dermana çalış!
Pîr gülerek ve şakayla bana dedi: “Ey akıl pîrinin sana köle olduğu!

2
Surûş: Bendde iki kez geçen Surûş, geç dönem Mezdiyesna edebiyatında Tanrı ile kulları
arasında elçilik yapan, ilahi mesaj taşıyan mesaj meleği olarak kabul edilmiştir. Avesta’da bu
melekten tanrının ulağı olarak birçok yerde bahsedilmiştir. İslami kültürün ardından Fars
edebiyatında Cebrail ile benzeştirilmiştir. Surûş, eski İran’da tasavvuf ehlinin arzu ve hayallerini
harekete geçirmiş; iyi ve iyilikleri korumak için şeytan ve kötülerle savaşan bir savaşçı olarak
tasvir edilmiştir. Bu nedenle de bazı kaynaklarda mürşid-i kâmil olarak nitelenmiştir (Yıldırım,
2008: 643-644).
Hâtif-İ İsfahânî ve Terciibendi
SBD 57 121
Sen nere biz nere ki senin utancından asma kızı peçe örtüp oturmuş.
Ona dedim: “Canım yandı bir su ver de coşku ateşimi söndür!”
Dün gece bu ateşten yanıyordum, ah eğer bu gecem de dün gece gibi olursa!
Gülerek dedi: “İşte kadeh al!” Aldım, dedi: “Sakın çok içme!”
Bir yudum içtim, akıl eziyetinden ve idrak sıkıntısından kurtuldum.
Kendime gelince biri gördüm, ondan başka her ne varsa yazılar ve nakışlardan
ibaret.
Ansızın meleklerin mabedinde, Surûş kulağıma bu sözü söyledi:
“O tektir, O’ndan başka hiçbir şey yoktur”, “Vahdehu lâ ilahe illâ Hû” (İsfahânî,
1378 hş: 49-50)
Hâtif dördüncü bendde aşka derinlemesine bir bakışa ve ondan hisse almaya
davet ederek asıl sonuca ulaşır. Aşk ülkesine yüzünü dönen yani gönlünü aşka açan
sâlikin, tüm ufukları gül bahçesi gibi göreceğini söyler. Yaratılan her şeyin özünde
aslında yaratanın kendisi olduğunu ve bunu görmek içinde gönül gözünü3
açmak
gerektiğini ifade eder. Yani Hâtif’ın amaçladığı basiret gözüne sahip olarak derin
mefhumları ve hakikati görmenin: aşkın ışığında yaratana ve yarattıklarına bakmanın
insanı zahirlerin darlığından kurtararak ona başka bir âlemin kapılarını açacağını, onu
Allah’a ulaştıracağını ve vahdetin aşkla hâsıl olacağını göstermektir (Yûsufî, 1367: 317).
Son bendde ise dünyayı ilahî hakikatin mazharı bilen ve bir dışında hiçbir şey
olmadığını; marifet ve basiret gözüyle engel olan perdeler ve kesretlerin ötesinin
görülebildiğini beyan eden irfanî akide nakledilmektedir (Şafak, 1352 hş: 580).
Âşık, ilahî sevgilinin kapı ve duvarda tecelli ettiğini görür. Yolun sâliklerinin
kendi karanlıklarından kurtulmak için hakikati isteme ve tanıma coşkusuna sahip olmayı
işin şartı bilmesi ve aşk ışığının yolu aydınlatması gerekmektedir. Kalp gözü açılınca gül
bahçesi, gül ve dikende suyun cilvelenişi yani her şeyde ilahî yaratıcının zuhur ettiği
görülebilir ve daha yüce bir âleme ulaşılabilir yani Cebrail’in giriş izninin olmadığı ve
sadece Peygamber efendimizin girebildiği Sidre makamına4
giriş izni alınabilir (Yûsufî,
1367: 320-321).

3 Gönül gözü: Batıl ve hakikati görmekten kinayedir. Gönül gözünü açmak ise sırlara vakıf olmak
ve gizli sırları elde etmek demektir (Afîfî,1372 hş: I, s. 645-646).
4
Sidretu’l-Muntehâ: Miraç gecesi Cebrail, peygamber efendimizle birlikte yolculuk etmiş; ancak
bir yere geldiklerinde oradan öteye geçmesine izin olmadığından Peygamber efendimiz, oradan
itibaren tek başına yolculuk etmiş ve onun dışında kimse oradan ötesine geçememiştir. Bu sınıra
Sidretu’l-Müntehâ denir ve o arşın sağ tarafında göğün yedinci katında bir ağaçtır (Şemîsâ, 1385
hş: 231). Bu ağacın yapraklarının filin kulağı, meyvesinin ise testi gibi olduğu rivayet edilmiştir
(Yâhakkî, 1386 hş: 453).Tasavvufta bu ağacın zahirî anlamının olmadığına; bütünüyle batınî
özellikler taşıdığına inanılır ve salikin ulaşacağı son noktayı sembolize eder. Kurân’da geçtiği
122 SBD
57 Yasemin YAYLALI
Dördüncü bend:
ددددددد بددددددد ددددددد ددددددد ددددددد ب نددددددد
ددددددددددد بددددددددددد ان ددددددددددد و ددددددددددد ر ی ری
بددددددد مددددددد ا ددددددد ددددددد بددددددد ددددددد ا
ن ددددددددد ب نددددددددد ددددددددد مددددددددد خ ا ددددددددد
بددددددددد ددددددددد ددددددددد ددددددددد ای ددددددددد را
ددددددددددد ر ددددددددددد ب نددددددددددد نددددددددددد را
دددددددددد ر دددددددددد ب ندددددددددد م دددددددددد را
ددددددددد ه ددددددددد دددددددددم ددددددددد ددددددددد را
دددددددددددددددد ره را دددددددددددددددد ب دددددددددددددددد ف
دددددددد اری ا دددددددد بدددددددد و دددددددد دددددددد
ددددددد ددددددد ا ی ا ددددددد بددددددد مددددددد و ددددددد
ا دددددددددددددددد دددددددددددددددد ر دددددددددددددددد ری
ن ددددددددددد ن دددددددددددن ه ددددددددددد ش شدددددددددددن ی
مددددددد بددددددد ددددددد ر ددددددد ن ددددددد ددددددد
بددددددددد ددددددددد و ددددددددد ر ا ددددددددد
ن دددددددددددد ن دددددددددددد ن ا دددددددددددد ب ندددددددددددد
مددددددددددددددد فددددددددددددددد ددددددددددددددد ب نددددددددددددددد
دددددددددددددددددد ش ر ددددددددددددددددددم ب ندددددددددددددددددد
ان دددددددد خ ا دددددددد دددددددد مدددددددد ب ندددددددد
ددددددد بددددددد ددددددد ددددددد ددددددد ا ب نددددددد
دددددددددد ی بدددددددددد فدددددددددد ف ندددددددددد ا ب ندددددددددد
بددددددددد ددددددددد ا وددددددددد ش ددددددددد ب نددددددددد
بددددددددد ددددددددد ددددددددد ف ددددددددد ب نددددددددد
ف دددددددددددددددددددد ب ر دددددددددددددددددددد ب ندددددددددددددددددددد
دددددددددد ف دددددددددد دددددددددد ی دددددددددد ب ندددددددددد
و دددددددددددد را م دددددددددددد ی دددددددددددد ب ندددددددددددد
ددددددددددددد ددددددددددددد ددددددددددددد ب نددددددددددددد
ان دددددددددددد ن ددددددددددددد ه دددددددددددد ب نددددددددددددد
ا دددددددددددددددددد ن دددددددددددددددددد ب ندددددددددددددددددد
مدددددددد بدددددددد ودددددددد ا قدددددددد و دددددددد ب ندددددددد
دددددد ددددددد دددددد ددددددد ن دددددد ددددددد ا
ددددددددددددددددددددددددددد ه ا ددددددددددددددددددددددددددد ا ددددددددددددددددددددددددددد
Gönül gözünü aç da canı göresin, görülmeyen şeyi göresin.
Eğer aşk ülkesine yüzünü dönersen, tüm ufukları gül bahçesi görürsün,
O ülkenin tüm ahalisinin istekle gökyüzünün etrafında döndüğünü görürsün,
Gördüğün şeyi gönlün bizzat ister, gönlünün istediği şeyi de bizzat görürsün.
O yerin güçsüz dilencisinin başının, dünya mülküne aldırış etmediğini görürsün.
Hem ayağı yalın insanların ayağını, orada iki yıldızın başı üzerinde görürsün,

üzere peygamber efendimiz Miraç gecesi dışında Allah’ı gönül gözüyle bir de bu ağacın yanında
görmüştür (Yıldırım, 2008: 619-620). Hz. Peygamberin Miraç hadisesine telmih yapılmıştır.
Hâtif-İ İsfahânî ve Terciibendi
SBD 57 123
Hem de başı çıplak insanların başının üzerinde arşın gölge saldığını görürsün.
Vecd ve sema’ zamanı onların her birini iki cihandan vazgeçmiş görürsün,
Her bir zerrenin gönlünü yararsan, ortasında bir güneş görürüsün,
Eğer sahip olduğun her şeyi aşka verdiğinde bir arpa kadar zarar görürsen, ben kâfirim!
Aşk ateşiyle canı eritirsen, aşkı can kimyası görürsün,
Dünyanın darlığından geçersen, mekânsız mülkün genişliğini görürsün,
Kulağının duymadığı şeyi işitirsin, gözünün görmediği şeyi görürsün,
Seni öyle bir yere ulaştıracak ki, cihandan ve cihandakilerden sadece birini görürsün,
Sadece tek ve eşsiz olanın aşkına gönülden bağlanırsan, sonunda ayne’l-yakîni
açık görürsün,
“O tektir, O’ndan başka hiçbir şey yoktur”, “Vahdehu lâ ilahe illâ Hû” (İsfahânî,
1378 hş: 50-51).
Beşinci bend:
دددددددددددد ر بدددددددددددد دددددددددددد ه ا ر دددددددددددد ار
شددددددددددددددمگ دددددددددددددد ف دددددددددددددد ب ندددددددددددددد
دددددددد مدددددددد خدددددددد ر دددددددد ب نددددددددد
دددددددددددد ر ش ن ئدددددددددددد و دددددددددددد ط دددددددددددد
ددددددددد ب ددددددددد بددددددددد ددددددددد ب ددددددددد
بدددددد رندددددد صدددددد دددددد ارا رندددددد
ددددددددد بددددددددد راه ط ددددددددد نددددددددد ا و ددددددددد
شدددددددد دددددددد و دددددددد دددددددد ری ندددددددد
ددددددددددددد ر ددددددددددددد ب ددددددددددددد ا صددددددددددددد
صدددددددد ر دددددددد دددددددد م اندددددددد ار ندددددددد
مدددددد بدددددد دددددد ر دددددد دددددد دددددد ن دددددد
بدددددددد ر دددددددد ب بدددددددد دددددددد دددددددد دددددددد
ا ددددددددددددددددددد ره ا راه ندددددددددددددددددددد
ر نددددددددد ای ددددددددد راه ددددددددد ددددددددد ا
دددددددد م اربدددددددد فدددددددد دددددددد دددددددد
ر مو ددددددد ا ددددددد ددددددد ا ددددددد ا ب ددددددد ر
ر بددددددو ر شدددددد مدددددد ر شدددددد مدددددد ر
مدددددددددددددد ودددددددددددددد دددددددددددددد ر اندددددددددددددد ار
ب ددددددددددد ا ددددددددددد راه ر شددددددددددد مددددددددددد ار
دددددددددد ه صدددددددددد ی ر دددددددددد خدددددددددد ر
ددددددددد ددددددددد ن ددددددددد ر ا ددددددددد ددددددددد ار
ب ددددددددددد ا ددددددددددد راه م شددددددددددد ای بددددددددددد ار
ددددددد بددددددد ددددددد وقددددددد بدددددددو شددددددد ار
ددددددددددددد ر ددددددددددددد ب ددددددددددددد ا ب ددددددددددددد ر
بددددددددددددد ار ددددددددددددد ه بددددددددددددد ددددددددددددد ار
دددددددددددددد ی ا دددددددددددددد دددددددددددددد ه اف دددددددددددددد ر
ئ دددددددددددددد ا دددددددددددددد ندددددددددددددد ار بدددددددددددددد ر
دددددددددد را دددددددددد ا دددددددددد ب دددددددددد ب دددددددددد ر
دددد ر دددد دددد ی دددد دددد دددد خدددد ر
دددددددددد خ انن شدددددددددد دددددددددد دددددددددد ر
124 SBD
57 Yasemin YAYLALI
ا ددددددددد ددددددددد طددددددددد ددددددددد ن
ن ددددددد ا ددددددد ن ددددددد ا ددددددد اری ا ددددددد
ددددددد بددددددد ی ددددددد بددددددد را شددددددد انددددددد
ا دددددددددددب ددددددددددد شددددددددددد نددددددددددد ر
ددددددددد بددددددددد ا مددددددددد ننددددددددد ددددددددد ه ا ددددددددد ر
ددددددددد مددددددددد ا ددددددددد ددددددددد ا ددددددددد ار
دددددد ددددددد دددددد ددددددد ن دددددد ددددددد ا
ددددددددددددددددددددددددددد ه ا ددددددددددددددددددددددددددد ا ددددددددددددددددددددددددددد
Sevgili örtüsüz kapı ve duvarda tecellidedir, ey basiret sahipleri!
Mum ararsın ama güneş yükselmiş, gündüz çok aydınlık; ama sen karanlık
gecedesin.
Eğer kendi karanlığından kurtulursan, bütün âlemi ışıklar saçan yerler olarak
görürsün,
Aydınlık ve düzgün bu yol için körler gibi lider ve asa istersin,
Gözünü aç gül bahçesine ve gör! Gül ve dikende berrak suyun cilvelenişini!
Renksiz sudan yüz binlerce renk, lale ve gül bak bu gül bahçesinde!
Ayağı istek yoluna koy ve aşktan bu yol için bir azık taşı!
Aklın yanında çok zor olan birkaç iş aşkla kolaylaşır.
Sabah akşam yâr yâr de! Sabah akşam yâri ara!
Eğer sana yüz yolda “Len terânî” derlerse, yine sevgiliyi bekle!
Sonunda vehim ayağının ve düşünce gözünün ulaşmadığı bir yere varırsın,
Cebrail’in bile giriş izninin olmadığı o meclise
5
giriş izni alırsın.
Bu yol; o yolun azığı ve o menzil, yolun adamıysan gel ve getir!
Ve eğer yolun adamı değilsen başkaları gibi yâr yâr dersin ve başının arkasını
kaşırsın!
Hâtif, marifet ehlinin bazen mest bazen aklı başında olarak dedikleri:
Şaraptan, kadehten, mutripten, sakiden, muğdan, deyrden, şâhitten ve
zünnârdan,
Onların kastı bazen işaretle ima ettikleri bir gizli sırdır,
Eğer onların sırrını anlarsan bilirsin ki sırların sırrı budur:

Hâtif-İ İsfahânî ve Terciibendi
SBD 57 125
“O tektir, O’ndan başka hiçbir şey yoktur”, “Vahdehu lâ ilahe illâ Hû” (İsfahânî,
1378 hş: 51).
SONUÇ
Beş bendden oluşan doksan iki beyitlik terciibendde âlemin tamamının bir
varlıktan yani Allah’tan ibaren olduğu; vahdet-i vücûd mevzusu açıklanmış ve tasvir
edilmiştir. İlk sahne bir Zerdüşt tapınağında, ikinci sahne Hıristiyan kilisesinde, üçüncü
sahne ise şarap satıcısı pîrin mahallesinde geçer. Mekânlar ve tapınma şekilleri değişse
de aslında tapılan aynıdır. Aşkın büyüklüğüne ve gücüne vurgu yapılan dördüncü
bendde ise aşkla ulaşılan yüce âlem ve oraya ulaşabilenler anlatılır. Son bendde aşk
vurgusu devam eder ve ilahî aşkla yanan ve bu ateşle pişen kişinin artık gören göze ve
işiten kulağa sahip olacağı ve dünyayı başka bir gözle görmeye ve anlamaya çalışacağı
tasvir edilir. Onun gözü bu dünyanın ötesinde daha yüce bir âleme açılacaktır. Bu
sayede kesretten kurtulup vahdete ulaşacaktır.

KAYNAKLAR
Browne, E. G., A Literary History of Persia, Cambridge 1953.
Ca’fer-i Seccâdî Ferheng-i Istılâhât-i Ta‘bîrât-i İrfânî, Tahran 1381 hş.
Değirmençay, Veyis, Fünûn-i Belâgat Ve Sınâât-ı Edebî, Ankara 2014.
Gulâm Huseyn-i Yûsufî, Çeşme-i Rûşen, Tahran 1367 hş.
Hâtıf-ı İsfahânî, Dîvân-ı Hâtif-i İsfahânî (Tsh. Vahîd-i Destgirdî), Tahran 1378 hş.
Karaismailoğlu, Adnan, “Hâtif-i İsfahânî”. DİA. İstanbul 1997, XVI, s.467-468.
Keremî, M. H., “Yekî Hest Ve Hîç Nîst Coz Û”. Metn Şenâsî-yi Edeb-i Fârsî (Mecelle-i
Dânişkede-i Edebiyyât Ve Ulûm-i İnsânî-yi İsfahân), İsfahân 1389 hş., S.1, s.1-20
Lutf Alî Beg Âzer-i Bîgdilî, Âteşkede-yi Azer, Tahran 1337 hş.
Mansûr-i Restigâr Fesâyî, Envâ‘-i Şi‘r-i Fârsî. Şiraz1372hş.
Muhammed Alî-yi Terbiyet, Dânişmendân-i Azerbâycân, Tahran 1377 hş.
Muhammed Ca’fer-i Yâhakkî, Ferheng-i Esâtîr ve Dâstânvârehâ der Edebiyyât-i Fârsî,
Tahran 1386 hş.
Muhammed-i Mu‘în, Mezdiyesnâ Ve Te’sir-i Ân Der Edebiyyât-i Pârsî, Tahran 1326 hş.
126 SBD
57 Yasemin YAYLALI
Pala, İskender, Ansiklopedik Divan Şiiri Sözlüğü, İstanbul 2002.
Rahîm-i Afîfî, Ferhengnâme-i Şi’rî, Tahran 1372 hş.
Rıza Kulî Hân Hidâyet, Mecma‘u’l-fusehâ, Tahran 1340 hş.
Rızâzâde-yi Şafak, Târîh-i Edebiyât-i Îrân, Tahran 1352 hş.
Sîrûs-i Şemîsâ, Ferheng-i Telmîhât, Tahran 1386 hş.
Yıldırım, Nimet, Fars Mitolojisi Sözlüğü, İstanbul 2008.

Konular