ÖMER FERİT KAM’IN AFGAN KRALI EMÂNULLAH HAN’A METHİYESİ VE HÂKÂNÎ-Yİ ŞİRVÂNÎ’NİN EYVÂN-I MEDÂYİN ADLI KASİDESİNE NAZİRESİ

Özet: Bu makalede, Ömer Ferit Kam’ın, Afgan kralı Emânullah Han’a, 29 Mayıs 1928’de İstanbul’da Dârülfünun’u ziyareti münase­betiyle yazıp okuduğu; içinde hem kralı hem de onun yakın arkadaşı Mustafa Kemal Atatürk’ü övdüğü 49 beyitlik Farsça methiyesi ile Hâkânî-yi Şirvânî’nin meşhur kasidesi Eyvân-ı Medâyin’e naziresi olan 16 beyitlik yine Farsça bir kasidesi Türkçeye tercüme edildi. Ömer Ferit Kam, Türk, Arap, Fars ve Fransız dillerini, edebiyatlarını ve felsefelerini bilen, çalışmalarını din, tasavvuf, felsefe, edebiyat ve kısmen tarih alanlarında yoğunlaştıran, Türk dili ve edebiyatının, dü­şünce tarihinin büyük ustalarından olan araştırmacı, düşünür, öğre­tim üyesi, yazar ve aynı zamanda Türkçe ve Farsça şiirler de yazan bir şairdir.
Anahtar Kelimeler: Ömer Ferit Kam, Afgan Kralı Emânullah Han, Methiye, Nazire, Hâkânî-yi Şirvânî.

Ömer Ferit Kam’s Panegyric to Amânullah Khan, Who is the King of Afghan and His Imitation to Khâqânî of Shirwân’s Qasi­das Named Madâin Ayvân
Summary: In this study, a 49 couplet Persian eulogy (mathiya) in which both Amânullah Khan, the king of Afghan and his closer friend Atatürk were praised was written by Ömer Ferit Kam on the occa­sion of his visit to Darulfunun in Istanbul in 29 May 1928. Then a 16 couplet eulogy (qasida), Kam’s pastiche to Khâqânî of Shirwân’s, was translated into Turkish. Ömer Ferit Kam, one of the big masters of Turkish language and literature, was fluent in Turkish, Arabic, Persian, and French languages as well as literatures; and focused his researches on religion, philosophy, literature, Sufism, and partially on history. He was a researcher, thinker, teacher, and writer. He was also a poet who wrote in Turkish and in Persian.
Keywords: Ömer Ferit Kam, King of Afghan Amânullah Khan, Panegyric, Imitation, Khâqânî of Shirwân.



Ömer Ferit Kam
1 Şaban 1280’de (11 Ocak 1864) İstanbul Beylerbeyi’nde dünyaya geldi. Babası, Çankırılı Deli Kurtoğulları’ndan Sadık Efendi’nin oğlu, ilk doktor­lardan Gazi Ahmed Muhtar Paşa’dır. Annesi, yine Çankırılı Molla Kuzu ailesinden Emin Efendi’nin kızı Fatma Fıtnat Hanım’dır.i
Ferit Kam, ilkokuldan sonra Beylerbeyi Rüşdiyesi’ni bitirince babasının isteğiyle Mekteb-i Mülkiyye-yi Şâhâne’ye kaydoldu; fakat bir yıl sonra ayrı­larak Hukuk Mektebi’ne girdi. Babasının ölümü üzerine ikinci sınıfta öğre­nimini yarıda bıraktı. Özel hocalardan dersler aldı. Fehmi Efendi’den Arapça, Polanyalı Hayreddin Efendi’den Fransızca, İskender Efendi’den Farsça öğrendi. 1890’da Fahri Bey’in kızı Fatma Rukiye hanımla evlendi. İki kız bir oğlan üç çocuğu oldu.
1887’de Bâbıâli Tercüme Odası’nda mütercim olarak göreve başladı. 1888’de Beylerbeyi Rüştiyesi’nde Fransızca muallimliği yaptı. Ayrıca cami derslerine de katılarak 1905’te Mustafa Âsım Efendi’den icazet aldı. Aynı yıl İran’ın İstanbul elçisi Rızâ Dâniş Han’ın Lahey Barış Konferansı hak­kında yazdığı şiiri Türkçeye çevirdiği için İran hükümeti tarafından kendi­sine Şîr-i Hurşîd nişanı verildi. 1914’te Dârülfünun’da Türk edebiyatı mü­derrisliğine, 1917’de Süleymaniye Medresesi’nde Felsefe-i umumiye tarihi müderrisliğine, 1919’da Dârü’l-hikmeti’l-İslâmiyye üyeliğine atandı. Bir yıl sonra İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi metinler şerhi müderrisi oldu. Bir ara açıkta kaldı. Sonra 1924’te Dârülfünun İran edebiyatı müderrisliğine atandı ve 1933’te bu görevden uzaklaştırıldı. 1936-1941 yıllarında Maarif Vekaleti Kütüphaneleri Tasnif Komisyonu üyesi olarak çalıştı. 1943’te An­kara Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi İran edebiyatı öğretim üyeliğine tayin edildi. 22 Mayıs 1944’de vefat etti. Ankara’da Cebeci Asrî Mezarlığı’na defnedildi.
Küçük yaştan itibaren eski divanları okuyan, klâsik kaynakları inceleyen; eski simya ve kimyadan astroloji ve astronomiye, mitolojiden tarihe, kelâm­dan tasavvufa kadar birçok alanda bilgi sahibi olan Ferit Kam, çalışmalarını din, tasavvuf, felsefe, edebiyat ve kısmen tarih alanlarında yoğunlaştırdı. Türk ve Fars edebiyatları alanındaki çalışmaları ve birikimi yanında Fransız edebiyatını ve şiirini de yakından tanıdı. O, Türk, Arap, Fars ve Fransız dillerini, edebiyatlarını ve felsefelerini bilen usta bir araştırmacı, düşünür, öğretim üyesi, yazar ve aynı zamanda Türkçe ve Farsça şiirler de yazan bir şairdir.
Ferit Kam, Mehmet Âkif’in yakın dostu ve Sırat-ı Müstakim’in yazarla­rındandı. Onun ilgilenmediği konu, dalmadığı problem yok gibidir. Öğ­renme hırsı ve düşünme alışkanlığı kendisini fikri tatminsizliğe ve şüpheye, dolayısıyla fikir buhranına kadar götürdü. Onu bu cendereden felsefe sis­temleri ve filozoflar kurtaramadı; ama Mevlânâ ve Mesnevi’si şüphe deni­zinde boğulmaktan kurtardı; sonra akla ve fikre ağırlık verdi. Devrinin bir­çok aydını ve düşünürü gibi çeşitli felsefî meseleler üzerine eğildi. Ateizm, nihilizm ve panteizmin, vahdet-i vücudun ve materyalizmin kaynakları, do­ğurduğu problemler, karamsarlık, kadercilik ve determinizmin ahlâki yön­den olumsuz tesirleri, ölüm, ruh ve imanla ilgili meseleler; aklın gücü; mil­liyet şuurunun fert ve toplum üzerindeki etkileri, inkârın psikolojisi, insan hürriyeti ve daha birçok konularla meşgul oldu.
Şiirlerinde Ferîd mahlasını kullanan Kam, Türkçe şiirlerinden başka, Farsça şiirler de kaleme aldı. Bunlar, Afgan kralına yazdığı 49 beyitlik mes­nevi ve Fars edebiyatının ünlü şairi Hâkânî-yi Şirvânî’nin (520-595/1126-1199) meşhur kasidesi Eyvân-ı Medâyin’e nazire olarak ilk mısraını da tazmin ettiği 16 beyitlik şaheser bir kaside yanında 12 ve 9 beyitlik iki gazel ve yine 8 beyitlik Mevlânâ ‘Âşır Efendi adına bir başka gazel; 11 kıta ve 2 rubaiden oluşan şiirlerdir.ii
Eserleri: Türrehat (İlk şiirleri), Şiir Defteri, Âsâr-ı Edebiyye Tetkîkatı Dersleri, Şerh-i Mütûn Ders Notları, İran Edebiyatı Tarihi, Afgan Şairleri, Felsefe Lugatçesi, Dini Felsefî Musahabeler, Vahdet-i Vücûd, Eski İran’da Felsefe, Hall-i Mesele-i Tabiat ve Emile Boirac’tan çevirileri Mebâdi-i Fel­sefeden İlm-i Ahlak ve İlm-i Mâba‘de’t-tabîa.
Ferit Kam’ın adı geçen şiirlerinden ilk ikisi ve Türkçe çevirisi
1. Afgan Kralı Emânullah Han’a Methiye
Şehnâme vezninde yazılan ve 49 beyitten ibaret olan bu şiir, Afgan kralı Emânullah Han’ın 29 Mayıs 1928 tarihine rastlayan Çarşamba günü İstan­bul’da Dârülfünun’u ziyareti sırasında Ferit Kam tarafından okunmuştur.iii
Şiir, mesnevi türünde ve hafif bahrinin feûlün, feûlün, feûlün, feûl vez­ninde kaleme alınmış olup, 1928 yılında kenarı matbu tezhipli olarak kitap şeklinde basılmıştır.iv
Bu şiirin yazılış sebebini Tahir Olgun şöyle anlatır: “…Afganistan hü­kümdarı Emânullah Han’ın İstanbul’a geleceği ve Dârülfünun’u ziyaret ede­ceği işitilmişti. O vakit orada Fârisî edebiyatı tarihi kürsüsüne şeref veren Ferit Bey, hükümdarın ziyareti esnasında okumak üzere Şehnâme vezninde uzunca bir mesnevi nazmetmişti. Senin anlayışına itimadım vardır, şunu dinle diyerek o garrâ manzumeyi bendenize okudu. Eser, bizim çıkışamaya­cağımız bir yükseklikte idi. Edâ itibariyle acemice değil, tam Acemce ol­duğu gibi, müeddâ itibariyle de Firdevsî’yi kıskandıracak âhenk ve rengi hâizdi. Üstadın inşâdını dinlerken hatırıma gelen ve Şehnâme şairinin bir mısraını tanzim eden,
ملک گفت احسنت ملک گفت زه


کلامی نباشد ازين هيچ به

Bundan daha üstün hiçbir söz yoktur; (çünkü) melek de ne güzel dedi, felek de ne güzel dedi beytini kıratın hitâmında okudum. Pek hoşuna gitti ve bunu doğru olarak söylediğimi yemin ile tekit ettirdi. Sonra o manzumeyi bir risale şeklinde bastırmak istedi. O vakit Şehzâde Camii’nin medresele­rinden birinde işleyen bir Evkaf Matbaası vardı. Orada kitâbeli ve renkli olarak basılmış kâğıtlar bulunuyor ve isteyenlere okka ile satılıyordu. Eserin bu kâğıtlara basılmasını tavsiye ettim. Öylece nefis bir surette basıldı. Hü­kümdar’ın Dârülfünun’u ziyaretinde merhum tarafından kudûmiyye olmak üzere okundu. Lakin Han, galiba nasıl mukabele edeceğini bilemediğinden bu ihtirâma karşı bir şey söylemeksizin yürüyüverdi. Şu kadirşinaslık çok haklı ve pek tabii olarak Ferit’i müteessir etti. O teessür esnasında benim bir sözümü hatırlamış, ona yanlış bir mâna verip bana darılmış. O söz şu idi: Ben yukarıdaki beyti okuduktan sonra, Allah vere de bu garrâ manzume mahalline masrûf olsa, yani adamcağız onun yüksek meâlini anlayabilseydi demiştim. Adem-i iltifatın verdiği teessür geçip de muhâkemesi avdet edince maksadımın halis bir temenniden ibaret olduğunu anlamıştı.”v
Agâh Sırrı Levend, bu manzumenin Londra Üniversitesi’nde İran edebi­yatı uzmanı bir kişi tarafından tenkit edilip, manzume hakkındaki düşünce­lerinin bir mektupla okul müdürüne bildirildiğini ve İngilizce bir kopyasının da imzasız olarak Ferit Kam’a gönderildiğini yazar. Levend, “Adını bildir­meyen tenkitçi, manzumenin, bazı kelimeleri değiştirilmek suretiyle Firdevsî’den alındığını ve orijinal bir tarafı bulunmadığını kaydederek eser hakkında fena hükmünü veriyor” şeklinde eleştirmenin görüşünü aktardık­tan sonra, “Tenkitçinin yanlış olarak kaydettiği noktaların hemen hiçbiri esasta yanlış sayılamaz” der ve eleştirilen hususlardan birkaçını aktarır. Eleştirmene göre meselâ,vi
"سزد گر بنازد بتو روزگار"


تويی آن حکيم پسنديده کار

beytinde ilk mısra Arap kefi olan (kâr), ikinci mısra Acem kefi olan (gâr) ile kafiye yapılmış. Sonra,
ز آسيب يزدان کنادش امين


بسان بهشتست افغان زمين

beytinin ikinci mısraındaki “zi âsîb” kelimesinin sonu kesre ile okunduğu taktirde anlam, okunmadığı taktirde ise vezin bozulmaktadır. Yine meselâ,
دو دست موالات فيروزتر


دو دادر بداديد با يکدگر

beytindeki “dâder”, çok az kullanılan bir kelimedir ve manzumede zorlukla anlaşılmaktadır. Sonra,
کمال جهان و جهان کمال


همين بود مطلب بدان بيهمال

beytindeki “hemîn” kelimesinden önce bir “in” kullanmak lazımdır. Niha­yet,
ز بند بلا داد ما را رها


بنيروی تيغ و بنور دها

beytinin birinci mısraındaki “hedâ (?)” kelimesi “kabir” anlamına geldiği halde manzumenin sahibi tarafından hikmet ve basiret anlamına kullanıl­mıştır.
Levend, “Bu itirazların ne kadar yersiz olduğu kolayca anlaşılabilir” de­dikten sonra, Ferit Kam’ın tenkitçinin bu ve bu beyitler hakkında verdiği yanlış hükümleri, Vakit gazetesine gönderdiği iki yazıda, İran şairlerinden örnekler getirmek suretiyle birer birer çürüttüğünü yazar (Vakit gazetesi, 7-8 Ağustos 1928).vii Levend’in de ifade ettiği gibi İran edebiyatı uzmanının söz konusu beyitlerdeki tespitleri doğru değildir; nitekim Ferit Kam, bunları zik­redildiği gibi İran şairlerinden örnekler getirerek çürütmüştür; ancak Levend’in aktardığı son beyitteki kelime “heda” ve anlamı “kabir” değer­lendirmesinde bir yanlışlık olsa gerektir; çünkü kendisinin aynı yerde Farsça olarak yazdığı beyitte ve de manzumenin İstanbul Evkaf Matbaası’ndaki neşrinde kelime “heda” değil “deha”dır ve anlamı da “deha” olmalıdır.
Söz konusu şiirin adına yazılmış olduğu hükümdar hakkında bilgi vere­cek olursak, Emânullah Han (1892-1960), 28 şubat 1919’da Afgan tahtına geçmiş ve bir müddet sonra da İngilizlere karşı Afganistan’ın bağımsızlığını ilan etmiş Afgan hükümdarıdır. O, 1 mart 1921’de Türkiye Büyük Millet Meclisi hükümetiyle dostluk ve işbirliği antlaşması imzaladı. Türkiye’den ülkesine subay, doktor ve eğitimce davet etti. Atatürk’ün inkılaplarını örnek alarak bu elemanların yardımıyla büyük reformlara girişti. Aralık 1927’de çıktığı Hindistan, Avrupa, Sovyetler Birliği ve Türkiye seyahatinden Tem­muz 1928’de döndükten sonra modernleşme hareketine hız verdi. Ancak bu hareketi muhafazakar zümrelerin ve bazı kabilelerin kendisine karşı ayak­lanmasına yol açtı. Beççe-i Saka adlı bir eşkıya Kâbil’i kuşattı (Ocak 1929). Emânullah Han Kandehar’a kaçtı. 24 Ocak 1929’da tahtını ele geçirmek üzere harekâta girişti ise de Rusya ve İngiltere’den gerekli yardımı alama­yınca harekâtını yarıda bırakmak zorunda kaldı ve 23 Mayıs 1929’da Hin­distan’a kaçtı. 22 Haziran’da Bombay’dan Roma’ya gitti. 26 Nisan 1960’ta İtalya’da veya İsviçre’nin Zürih şehrinde vefat etti. Cenazesi ülkesine geti­rilerek Celâlâbâd’da toprağa verildi.viii
بخاکپای اعليحضرت پادشاه افغان امان الله خان خلدالله ملکهix
امين خدا و امان اله
"سزد گر بنازد بتو روزگار"
خداوند راد و خداوند زاد
دل آسوده هستند افغانيان
ز آسيب يزدان کنادش امين
ازين لطف خرّم شد اين مرز و بوم
زهی ميهمان و زهی ميزبان
دو دست موالات فيروزتر
کمال جهان و جهان کمال
عديلش نديده ست چشم زمان
ز بند بلا داد ما را رها
بکيوان رسانيد ماه علم
دهد هر دو را زندگانی دراز
بعزّ حضورت کنم عرض حال
درست ار نگويد بگردد وبال
کلاغ سيه گشت باز سفيد
صفيرم همينست ای دادگر
درين گر تأمّل کند اندکی
نه اينست اين و نه آنست آن
زمان خصم جهلست بس بی امان
کليد تصرّف بدست بشر
گهرهای پرمايهء حکمتش
نه من گفته ام گفت ايزد چنين
همو هست گنجور گنج نهان
دم اندر ستاند ز خاور پيام
ز اقصای عالم صدا بشنود
به سير براقش چه غرب و چه شرق
چو ماهئ يونس رود در بناب
چه معنيست معنئ طی مکان
چه فحويست فحوئ طی زمان
نه بل قدرﺓ الله که اسمش علوم
اگر زاولی و اگر غزنوی
بجانت که باشد وجودش بلا
نبايد که باشد به ملکت مقيم
در او چون ستوراست کردار و خوی
ولی مغز دارد که نايد بکار
که عقلش پژوليده رای ابتراست
بجهل اندرونست محنتکشی
سلامت بجز راه دانش مبين
بفرمود هم در حديثش نبی
برو تا بدانجا و دانش بچين
ازان رو نگرداند الا جهول
که شهنامه اش هست گنج عروس
نه فرزند ناصر ولی رادمن
ز گفتار بيمايه ام در گذار
نمانده ست تاب و دليری مرا
که چنگش شکسته ست و بی زير و بم
ترا و به آل و تبارت دعا
بزی سالها ای شه کامکار
از مدرسان دارالفنون ترکيه فريد استانبولی







ايا پادشاه معاليپناه
تويی آن حکيم پسنديده کار
تويی آن خداوند والا نژاد
که در عهدت ای خسرو کاردان
بسان بهشتست افغان زمين
بفرمودی ارزان چو يمن قدوم
بمنجئ ملت شدی ميهمان
دو دادر بداديد با يکدگر
همين بود مطلب بدان بيهمال
بلی او جهانست اندر جهان
بنيروی تيغ و بنور دها
بيکدست سيف و بديگر قلم
ز ايزد مرا هست هر دم نياز
همی خواهم ای شاه فرخنده فال
سپنجی سرا در چو من پيرزال
شمار سنينم بپايان رسيد
چو هر مرغ دارد صفير دگر
هر آنکس که روشندل است و ذکی
ببيند که حالی دگر شد جهان
دگر شد زمين و دگر شد زمان
بداده ست آن خالق خير و شر
نموده ست در وی خدا قدرتش
مسخّر بدو گشت گوی زمين
بشر هست دانای راز کهان
خودش باختر در گزيند مقام
نه گامی زند خود نه جايی رود
گرزمان نورداست مانند برق
ببال براقش بدرّد سحاب
ببين اين خوارق که بينی دران
ببين اين بدايع که دانی همان
خزانه ست اينها طلسمش علوم
هرانکس که باشد عدوی نوی
مکن زينهارش حمايت شها
که فکرش سقيمش و رايش عقيم
چه گر ناخنش پهن و بيموست روی
چه گر پای او چون ستوران نه چار
ز هر بد چنين آدمی بدتراست
بدانش بود مملکت در خوشی
تو دانی که علمست نور مبين
بسی امرها آمد اندر نُبی
که گر علم باشد در اقصای چين
همينست امر خدا و رسول
حکيم معلا لقب پير طوس
شدم پيرو آن امير سخن
پريشان بگفتم ايا شهريار
گريبان گرفته ست پيری مرا
نه نغز آيد آهنگ پير دژم
ببايد کزين پس بگويم شها
به اولاد و احفاد و آل و تبار


Afgan Kralı Emânullah Han –Allah, saltanatını dâim kılsın- Hazretlerinin Teşrifine Dair:
Ey büyüklerin kendisine sığındığı padişah!
Allah’ın emini, Tanrı (kullarının) sığınağı!
Sensin o işi makbul bilge,
“Seninle zaman övünürse değer.”
Sensin o soylu hükümdar,
Cömert padişah, âlicenap hükümdar.
Çünkü senin zamanında, ey işinin ehli hükümdar!
Afganlıların içi rahat, gönülleri huzurludur.
Afgan ülkesi cennet gibidir;
Tanrı onu âfetten korusun.
Kutlu gelişinle ihsanda bulundun;
Bu lütfundan mutlu oldu bu ülke.
Milleti kurtarmak için misafir oldun;
Ne güzel misafir, ne güzel ev sahibi!
İki kardeş birbirinize verdiniz
Daha muzaffer iki dostluk eli.
O eşsiz ile ilgili husus bizzat buydu:
Dünyanın Kemâl’i, Kemâl’in dünyası.
Evet o, dünya içinde dünyadır;
Benzerini görmemiştir zamanın gözü.
Kılıç gücüyle ve deha ışığıyla,
Bela tuzağından kurtardı bizi.
Bir elinde kılıç, bir elinde kalem,
Bayrağın hilâlini Zühal yıldızına çıkardı.
Ben, her an Tanrı’dan niyaz ediyorum:
Her ikisine de uzun ömür versin.
Ey mutlu şah! Hep istiyorum,
Yüce huzurunda arzuhal edeyim.
Benim gibi bir ihtiyar bu dünyada,
Doğru söylemezse eğer vebal olur.
Yıllarımın sayısı sona erdi (ömrüm tükendi);
Siyah karga beyaz şahin oldu (saçlarım ağardı).
Gerçi her kuşun başka bir ötüşü vardır; ama
Benim ötüşüm (de) böyledir ey âdil hükümdar!
Aydın ve zeki olan herkes,
Bu hususta biraz düşünürse eğer,
Dünyanın bir başka hal aldığını görür;
Ne bu budur ve ne o odur.
Yeryüzü değişti, zaman da değişti.
Zaman, cehaletin acımasız düşmanıdır.
O hayrın ve şerrin Tanrısı vermiştir,
Hükümranlık anahtarını insanoğlunun eline.
Allah’ın kudreti göstermiştir onda,
Değerli hikmet mücevherleri.
Yeryüzü onunla fethedildi;
Ben söylemedim; Tanrı böyle söyledi.
İnsanoğlu dünyanın sırrını bilir.
Gizli hazinenin muhafızı da odur.
Kendisi batıda ikamet eder,
Her an doğudan haber alır.
Kendisi ne bir adım atar, ne bir yere gider;
(Fakat) âlemin en uzak yerinden ses(ler) duyar.
Şimşek gibi arş-ı âlâda yol almıştır,
Burak’ının gidişi karşısında ne batı (dayanır) ne doğu.
Burak’ının kanadıyla bulutu yarar (geçer),
Yûnus balığı gibi suyun içinde (yüzer) gider.
Bu harikalara bak; çünkü onlarda görürsün,
Tayy-i mekanın anlamı nasıl bir anlamdır.
Bu yeni şeylere bak; çünkü bilirsin onlarla,
Tayy-i zamanın içeriği nasıl bir içeriktir.
Bunlar hazinedir, tılsımı ilimler;
Hayır, Allah’ın kudretidir ki, ismi ilimler.
Yeniliğin düşmanı olan kimse,
İster Zâvüllü olsun, ister Gazneli,
Sakın onu himaye etme, ey şah!
Canına yemin olsun ki varlığı belâdır.
Çünkü düşüncesi yanlış, görüşü yetersizdir;
Ülkende yaşamaması gerekir.
Gerçi tırnağı geniş ve yüzü tüysüzdür;
Ama huyu ve tabiatı hayvan gibidir.
Gerçi ayağı dört ayaklı hayvanlar gibi değildir;
Fakat işe yaramayan bir beyni vardır.
Böyle bir insan her kötüden daha kötüdür;
Çünkü aklı karışık, düşüncesi eksiktir.
Bilgiyle memleket güzel olur.
Cehalette sıkıntı çekilir.
Sen bilirsin ki ilim apaçık (aydınlatan) bir ışıktır.
Esenliği bilgi yolundan başka bir yolda arama.
Kur’an’da birçok emir geldi,
Peygamber de hadisinde buyurdu:
İlim en uzak yer Çin’de bile olsa,
Oraya kadar git ve ilim tahsil et.
Allah’ın ve elçisinin emri bizzat böyledir.
Ondan ancak cahil yüz çevirir.
Ulu lakaplı Tûs piri bilge ki,
Şehnâme’si gelin çeyizi gibidir.
O söz sultanına tabi oldum;
Yardımcı bir evlat değil; fakat cömert.
Dağınık söyledim ey hükümdar!
Asılsız sözlerimden dolayı beni bağışla.
İhtiyarlık benim yakamı tutmuştur;
Bende güç ve cesaret kalmamıştır.
Üzgün ihtiyarın makamı güzel değildir;
Çünkü çengi kırılmıştır, (ses) telleri yoktur.
Bundan sonra okumalıyım ey şah!
Sana, ailene ve soyuna dua.
Çocuklarınla, torunlarınla, ailenle ve soyunla
Yıllarca yaşa, ey mutlu hükümdar!
Türkiye Dârülfünun Müderrislerinden Ferîd-i İstanbûlî.
Ferit Kam, bu şiirinde hem Afgan hükümdarı Emânullah Han’ı, hem de onun yakın dostu Mustafa Kemal Atatürk’ü övmüştür.
Ona göre, Afgan hükümdarı, büyüklerin kendisine sığındığı, Allah’ın emini ve kullarının sığınağı; soylu, cömert, âlicenap, işinin ehli bir hükümdar ve işi makbul bir bilgedir. Onun sayesinde Afgan ülkesi cennet gibi olmuştur; onunla Afganlıların içi rahat, gönülleri huzurludur (1-5. beyitler). Uğurlu ayağıyla Türkiye’ye teşrif etmiş, lütufta bulunmuş ve bu nedenle bu ile ülke mutlu olmuştur. O, milletini kurtarmak için Türkiye’ye misafir olmuştur (6-7. beyitler).
Ferit Kam, 8. beyitten itibaren Mustafa Kemal Atatürk’ü (1881-1938) de anar ve Emânullah Han ile birlikte iki kardeş gibi el ele verdiklerini ve dost olduklarını ifade eder. Ona göre Atatürk eşsizdir; dünyanın Kemâl’idir ve Emânullah Han da Mustafa Kemâl’in dünyası ve dostudur. Atatürk, dünya içinde dünyadır. Dünya onun bir benzerini görmemiştir. Kılıç gücüyle ve deha ışığıyla, Anadolu’yu ve Türk milletini bela tuzağından, esaretten kurtarmış; bir elinde kılıç, bir elinde kalem, ülke bayrağını göklere çıkarmıştır. Bu arada Ferit Kam, her iki memduhu için de Allah’tan uzun ömür vermesini diler (8-13. beyitler).
Ferit Kam, durumunu hükümdarın huzurunda arz etmek ister. İhtiyarlamıştır; ömrü sona ermiş, saçları ağarmıştır; doğru söylemezse vebal olur. Herkes farklı sözler söyler; onun sözleri de farklıdır (14-17. beyitler).
Aydın ve zeki olan herkes, biraz düşünse dünyanın bir başka hal aldığını görür. Ne bu budur ve ne o odur. Yeryüzü de, zaman da değişmiştir. Zaman, cehaletin acımasız düşmanıdır (18-20. beyitler).
Hayrın ve şerrin Tanrısı hükümranlık anahtarını insanoğlunun eline vermiştir. Allah’ın kudreti onda değerli hikmet mücevherleri göstermiş ve onunla yeryüzü fethedilmiştir. İnsanoğlu dünyanın sırrını bilir; gizli hazinenin muhafızı da odur (21-24. beyitler). Kendisi batıda ikamet eder; ama her an doğudan haber alır. Kendisi ne bir adım atar, ne bir yere gider; fakat âlemin en uzak yerinden sesleri duyar. Şimşek gibi arş-ı âlâda yol almıştır. Burak’ının gidişi karşısında ne batı dayanır ne doğu. Burak’ının kanadıyla bulutu yarar geçer. Yûnus balığı gibi suyun içinde yüzer gider (25-28. beyitler).
Ferit Kam, “Bu harikalara bak; çünkü onlarda tayy-i mekanın anlamının nasıl bir anlam olduğunu görürsün. Bu yeni şeylere bak; çünkü onlarla, tayy-i zamanın içeriğinin nasıl bir içerik olduğunu bilirsin. Bunlar hazinedir, tılsımı ilimler; hayır, Allah’ın ismi ilimler olan kudretidir” dedikten sonra, hükümdarın yapmakta olduğu ve yapacağı yeniliklerle ilgili bir çeşit giriş yapar (29-31. beyitler) ve öğütlerde bulunur:
Yeniliğin düşmanı olan hiçbir kimseyi, ister Zâvüllü olsun, ister Gazneli, asla himaye etmemesini; onun varlığının bela, düşüncesinin yanlış ve görüşünün yetersiz olduğunu; ülkesinde yaşatmaması gerektiğini; çünkü huyunda ve mizacında hayvan huyu ve mizacı bulunduğunu; dört ayaklı olmasa da işe yaramayan bir beyninin olduğunu ifade eder ve “Böyle bir insan her kötüden daha kötüdür; çünkü aklı karışık, düşüncesi eksiktir” der. Sonra bilgiye değinir ve bilgiyle memleketin güzelleştiğini, cehalette sıkıntı çekildiğini; ilmin aydınlatan bir ışık olup esenliği bilgi yolundan başka bir yolda aramamak gerektiğini söyler. Bu hususta Kur’an’da birçok emir geldiğini ve Peygamber’in de bir hadisinde, “ilim Çin’de bile olsa alın” buyurduğunu; Allah’ın ve elçisinin emrinin bizzat böyle olup ondan ancak cahilin yüz çevirdiğini anlatır (32-42. beyitler).
Bu arada, bilge ve söz ustası Tûslu büyük Firdevsi’yi, Şehnâme’sini gelin çeyizine benzeterek över ve onu takip ettiğini söyler. Nitekim bu şiirini Şehnâme ile aynı vezinde ve aynı nazım türünde yazmıştır (43-44. beyitler).
Ferit Kam, bundan sonra dağınık sözler söylediğini, bu asılsız sözlerinden dolayı hükümdardan kendisini bağışlamasını ister. Çünkü ihtiyarlık yakasından tutmuş; gücü ve cesareti kalmamıştır. Makamı da güzel değildir; çengi kırılmış, ses telleri kopmuştur (45-47. beyitler).
Ferit Kam, son iki beyitte hükümdara, ailesine ve soyuna dua eder; çocukları, torunları, ailesi ve soyuyla birlikte yıllarca mutlu olarak yaşamasını diler (48-49. beyitler).
2. Hâkânî-yi Şirvânî’nin Eyvân-ı Medâyin Adlı Kasidesine Nazire
Ferit Kam’ın ele aldığımız ikinci şiiri, Hâkânî-yi Şirvânî’nin meşhur kasidesi Eyvân-ı Medâyin’e naziredir. Aynı vezin ve kafiyede, yani hezec bahrinin mef‘ûlü mefâîlün mef‘ûlü mefâîlün vezninde ve (ان) ân kafiyesinde kaleme alınmıştır.
Hâkânî-yi Şirvânî’nin kasidesinin ilk beyti:
ايوان مداين را آيينهء عبرت دان


هان ای دل عبرت بين از ديده نظر کن هان

“Bak, ey ibret alan gönül, gözünle bir bak!
Medâyin Sarayı’nı ibret aynası bil.” x
Ferit Kam’ın kasidesi:
آبادئ عالم را خود عين خرابی دان
امريست محال آنجا آرام دل و وجدان
هر حال در او مکر و هر کار در او دستان
دعويست بسی باطل زنهار مکن ايمان
زنجير زنند آخر در گردن آزادان
ليکن همگی تزوير آری همگی بدران
گم گشته شود آخر در هاويهء خرّان
اظلم شده اند آخر از جمله ستمکاران
روزی که شود مقبل بينيش يکی ثعبان
آيين جهان اينست بيهوده مشو نالان
کاخی که شد آبادان صد خانه شود ويران
خون دل بدبختان آبست دران بستان
در تيه عنا هم بين صد گرسنهء عريان
بر دوش فقيرانست انبان تهی از نان
آواره دلی کانرا فرصت ندهد دوران
آهسته دوان اسبت تنگست ترا ميدان


"هان ای دل عبرت بين از ديده نظر کن هان"
عالم که در او چيزی برسان عدالت نيست
اين کهنه جهان يکسر بازيچهء دونان است
آزادئ ملت را لافند بهر مجلس
آنان که همی گويند اين طرفه سخنها را
اين سفسطه ها يکسر مسحور کند دلها
آن کس که کند باور اين طرفه سخنها را
آنان که شدند اول بيزار ستم پيوست
آن کرمک مدبر کو در مزبلها گردی
جمعی ببهشت اندر ديگر بجهنم در
رويی که چو شد خندان صد ديده شود گريان
بستان توانگر بين سرسبز و تری هرگاه
در صدر غنا بينی بس خواجهء اطلس پوش
هميان توانگر خود لبريز زر و سيم است
بيچاره کسی کانرا طالع نکند ياری
هرچند درين وادی فرزانهء ميدانی

Bak, ey ibret alan gönül, gözünle bir bak!
Dünyanın bayındır yerlerini yıkılmış bil.
Adalete uygun bir şeyin yapılmadığı dünyada,
Gönül huzurunun ve vicdanın olması imkansızdır.
Bu köhne dünya baştan başa alçakların oyuncağıdır;
Onda her durum aldatma ve her iş hiledir.
Meclis için milletin hürriyeti palavradır,
Birçok boş iddiadır; sakın inanma!
Hep bu yeni ve acayip sözleri söyleyenler,
Sonunda hürlerin boyunlarına zincir vururlar.
Bu safsatalar tamamen gönülleri büyüler;
Fakat hep yalan, evet her zaman kötü koku.
Bu yeni ve acayip sözlere inanan kimse,
Sonunda ölüler çukurunda kaybolur gider.
Önceleri sürekli zulümden feryat edenler,
Sonunda bütün zalimlerden daha zalim olmuşlardır.
Çöplüklerde dolaşan o talihsiz kurt,
Talihli olduğu zaman, büyük bir ejderha kesilir.
Bir grup cennette, bir grup cehennemde;
Dünyanın töresi böyledir, boş yere feryat etme.
Bir yüz güldüğü zaman yüzlerce göz ağlar.
Köşk mâmur olduğu zaman yüzlerce ev yıkılır.
Zenginin bahçesine bak; her zaman yemyeşil, taptaze.
O bahçenin suyu talihsizlerin gönül kanıdır.
Zenginin baş sedirinde (oturmuş) atlas elbiseli birçok efendiye bak;
Istırap çölünde de çıplak (dolaşan) yüzlerce susuza bak.
Zenginin para kesesi, altın ve gümüşle doludur.
Fakirlerin omzunda ise içinde ekmek olmayan boş bir heybe vardır.
Talihin kendisine yardım etmediği zavallı kişi!
Zamanın kendisine fırsat vermediği avare gönül!
Her ne kadar bu vadide meydanın bilgesi isen de,
Atını yavaş sür; çünkü meydanın dardır.xi
Ferit Kam, bu şiirinde insanoğlunun etrafına bakmasını ve meydana gelen olaylardan ibret almasını öğütler. Dünyanın bayındır yerlerinin yıkıldığını, bugün de aynı olacağını; adalet üzere bir şeyin yapılmadığı dünyada, gönül huzurunun ve vicdanın olmadığını; bu köhne dünyanın baştan başa alçakların oyuncağı olup her şeyin aldatma ve her işin hile olduğunu; mecliste oturanların milletin hürriyetini düşünmek gibi bir dertlerinin bulunmadığını; palavra attıklarını; bu yeni ve acayip sözleri söyleyenlerin sonunda hürlerin boyunlarına zincir vurduklarını; bu safsata sözlerin gönülleri büyülediğini, ancak hep yalan olup onlardan her zaman kötü kokular geldiğini; bu sözlere inanan kimsenin, sonunda ölüler çukurunda kaybolup gittiğini; önceleri sürekli zulümden feryat edenlerin, sonunda bütün zalimlerden daha zalim kesildiklerini; çöplüklerde dolaşan talihsiz kurdun bile, talihi yaver gittiği zaman, büyük bir ejderhaya dönüştüğünü ifade eder ve “Bir grup cennette, bir grup cehennemde; dünyanın töresi böyledir, boş yere feryat etme; çünkü bir yüz güldüğü zaman yüzlerce göz ağlar; köşk mâmur olduğu zaman yüzlerce ev yıkılır” der. Kam, devamla zenginin bahçesine bakıldığında her zaman yemyeşil ve taptaze olduğunu; ancak o bahçenin talihsizlerin gönül kanıyla sulandığını belirtir. Böyle bir dünyada zenginin baş sedirinde atlas elbise giymiş birçok efendi vardır; fakat ıstırap çölünde de yüzlerce çıplak susuz yaşar.
Ferit Kam, zenginin para kesesinin altın ve gümüşle dolu olduğunu; fakirlerin omzunda ise içinde ekmek bile olmayan boş bir heybe bulunduğunu söyler. Sonra “Ey talihin kendisine yardım etmediği zavallı! Zamanın kendisine fırsat vermediği avare gönül! Her ne kadar bu vadide meydanın bilgesi isen de atını yavaş sür; çünkü meydanın dardır” diyerek kişinin ne kadar akıllı olursa olsun, dikkatli olması gerektiğini, yerinin dar olduğunu anlatır, öğütler verir.

Konular