DİVAN ŞİİRİNE POETİK YAKLAŞIMLAR: DİVAN ŞİİRİNDE SAF ŞİİR ÜSLUBU

A. Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi [TAED] 56, ERZURUM 2016, 923-939
DİVAN ŞİİRİNE POETİK YAKLAŞIMLAR: DİVAN ŞİİRİNDE SAF ŞİİR ÜSLUBU
Abdulkadir ERKAL*
Öz
Son zamanlarda batı edebiyatında poesie pur kavramıyla dikkat çeken ve
dilimizde ‘saf şiir’ şeklinde ifade edilen tarz, bundan yüzyıllar öncesinde
Divan şiirinde ortaya atılmış ve benimsenmiş üsluplardan biridir. Saf şiir ilk
önce Doğu şiirinde ortaya çıkmış bir kavram olup daha sonraları Batı’ya
yerleşmiş ve Batılı şairlerin kafalarını meşgul etmiştir.
Klasik Türk şiirinde hemen hemen her yüzyılında saf şiir söylemi
mevcuttur. Divan şairleri saf şiirle ilgili olarak genellikle pak ve pâkize
kelimeleri etrafında kurdukları terkiplerle şiirlerini bu üslup etrafında tavsif
etmişlerdir. Divan şairlerinin şiirlerinin saflıklarıyla övünmeleri şiirde anlam
duruluğuna, gösterişten uzaklığa ve şiirin özüne gösterdikleri önemi işaret
etmesi bakımından önemlidir. Şairlerin safın yanında su imgesini de
kullanmaları su ile insan, okuyucu ile şiir ilişkisi bağlamında şiirin
fonksiyonunu da ortaya koymaktadır.
Bu çalışmada, 15-19. yüzyıllar arası önde gelen şairlerinin saf şiir ile ilgili
oluşturdukları terim ve kavramlar ışığında, saf şiir üslubunun özellikleri,
anlam dünyası incelenerek, 20. yüzyıl saf şiir anlayışındaki yansımaları ele
alınmıştır.
Anahtar Sözcükler: Divan şiiri, poetika, saf şiir, 20. yüzyıl Türk şiiri,
Batı edebiyatı.
THE POETIC APPROACHES TO DIVAN POETRY: PURE POETRY
IN DIVAN POETRY STYLE
Abstract
Lately western literature poesia per remarkable concept and our language
'pure poetry' is expressed as the style, before the century it was introduced in
Turkish poetry and is one of the adopted style. Pure poetry is a concept first
emerged in the Eastern and later settled West in the poetry has occupied the
minds of Western poets.
Classical Turkish poetry in almost every century has rhetoric pure poetry.
Divan Poets pure poetry about poetry with the composition as they usually
built around the word pak and Pakize They tavsif around this style. Turkish
poet poetry poetry in the sense of purity and clarity to boast, showing the
distance and is important to point out the importance of poetry they show the
essence. Besides the ranks of poets and human water use in the water
imagery, the poem reveals the function of poetry in the context of relations
with the reader.
In this study 15-19. century from leading poets of pure poetry in the light
of related terms and concepts they have created, properties of pure poetry
style, meaning by examining the world, is considered the reflection of pure
poetry in the 20th century.
Keywords: Divan poetry, poetics, pure poetry, 20th century Turkish
poetry, Western literature.

* Yrd. Doç. Dr.; Artvin Çoruh Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü,
abdulkadirerkal@gmail.com.
924* TAED 56 Abdulkadir ERKAL
Giriş:
1-Saf Şiir Nedir?
Batı edebiyatında sembolist şairler Ragnier, Varleine, Semain, Rimbaud, Mallarme,
Baudelaire, Valery gibi şairler tarafından ortaya konulan ürünlerde teorisi şekillenen saf şiir,
şiirde ses, imge ve biçim dengesini öngören bir şiir anlayışı olarak bilinmektedir (Arpa, 2006:
11). Bu arada saf şiir anlayışını Fransız şairlerden daha önce Amerikalı şair Edgar Allan Poe
tarafından dile getirdiği de bilinen bir gerçektir. Batı edebiyatında saf şiir, sembolizm akımının
bir uzantısı şeklinde ortaya çıkmıştır. Bu açıdan saf şiirle sembolizm birbirini bütünlemektedir.
Saf şiirin ne olduğunu anlamanın yolu sembolizmi iyi anlamaktan geçer.
Sembolist şiir, özü ahenkle kullanılmış insan dili yardımıyla varlığın dış görüntülerinin
gizli anlamlarını ifade eder. Sembolistlere göre sembol görünmeyen bir şeyin görünür işaretidir.
Yani yarısı ifade edilmemiş, belli olmayan bir mecazdır (Arpa, 2006, s. 15).
Batı’da ise saf şiir’in savunucularının başında gelen Edgar Allan Poe, ilham ve sebatla
oluşan şiirleri bu kategoriye sokar. Poe’dan sonra saf şiir nazariyesini ele alan Paul Valery ise
ilhama karşı olmakla beraber diğer konularda Poe ile aynı görüştedir. Valery’e göre saf şiir
şöyledir:
Sözün, düşüncenin en dolaysız, yani en duygusuz biçimde dile getirilişinden bir tür
sapma gösterdiği her seferinde bu sapmaların salt kolaycı dünyadan ayrı bir ilişkiler
dünyasını, bir anlamda, duyumsattıkları her seferinde bu alışılmışın dışındaki
dünyanın büyültülebileceğini az çok kavrarız ve yetiştirilip geliştirilmeye yatkın
soylu ve güçlü bir özün parçasını yakaladığımız duygusuna kapılırız; bu öz işlenip
kullanıldıkça, sanatın varlığını ortaya koyan şiiri oluşturur… Bir yandan
kafamızdaki imgelerimiz arasında, öte yandan anlatım yollarımız arasında eksiksiz
bir karşılıklı ilişkiler dizgesinin var olduğu izleniminin verilebilmesi. İşte saf şiirin
sorunu kabaca budur. Fizikçinin saf sudan söz ederken kastettiği anlamda saf
diyorum.
Saf şiir kısaca, dil ile bu dilin insanlar üzerinde yarattığı etki arasındaki o biçimden
biçime giren çeşitli ilişkiler üzerine öylesine önemli bir çalışmada bize yol gösteren
ve genelde şiir hakkındaki düşüncemizi belirlememize yarayan gözlemlerimizin
doğurduğu bir kurgudur… Çok güzel bir dize şiirin çok saf bir ögesidir (Valery ,
2006, s. 11).
Divan Şiirine Poetik Yaklaşımlar: Divan Şiirinde Saf Şiir Uslubu
TAED 56* 925
Saf şiirde dilin sistemli kullanımı son derecede önemlidir. Seslerin birbiriyle uyumu,
kelimelerin ahengi, şiire ve duyguya uygun kelimenin bulunması, tınlayışlar… saf şiir tanımının
belli başlı yolları bunlardır.
Saf şiir anlayışının genel ilkelerini şu şekilde maddelendirebiliriz:
a) Saf şiir kelimelerde tasarruf ayrıcalığıdır.
b) Saf şiirde şekil ve içerik ayrılmazlığı esastır. Yani şiir bir bütünlük içindedir. Parçalar
sadece birbirini tamamlamak için vardır.
c) Eserde mükemmellik esastır. Eserin amacı güzelliktir.
d) Şiir bir anlatma olayı değil bir telkin olayıdır, anlaşılmak için değil hissedilmek
içindir.
e) Saf şiirin en önemli özelliklerinden biri ahenk olayıdır. Ahenk olmazsa şiir
mükemmel olamaz.
f) Şiir fikir verir, mana verir; ancak bu mana nesirdeki mana gibi değildir. Şiirdeki mana
bir odada eşyalara yansıyan ışık dalgaları gibidir. Aydınlatır fakat tanımlamaz.
g ) Şiir kendisine yabancı bütün unsurları ayırmalıdır. Saf şiir kolay bir şiir değildir.
Saf şiir anlayışı Sembolizm akımı çerçevesinde Türk şiirine girmekle birlikte özellikle
Ahmet Haşim ve Yahya Kemal’in bu anlayış üzerine derin etkileri vardır. Bu dönem şairleri
içerisinde özellikle Yahya Kemal’de saf şiir terkibi genelde hâlis şiir olarak dillendirir. Bunun
yanısıra hakîki şiir, asıl şiir, öz şiir, musaffa şiir deyimlerini de aynı anlamda kullandığı gibi bu
tarz şiirin vasıfları arasında zikrettiği ritm, derûni ahenk, lirizm, beyaz lisan gibi kavramlar da
yine saf şiiri çağrıştırır (Okay 2014, s. 212).
2-Divan Şiiri ve Saf Şiir:
19. yüzyıl sonları ile 20. yüzyıl başlarında batı edebiyatı dünyasında poesie pur
kavramıyla ortaya çıkan ve oldukça ilgi gören saf şiir anlayışı, bundan yüzyıllar öncesinde
Divan şiirinde ortaya atılmış ve benimsenmiş üsluplardan biridir. Vasfi Mahir Kocatürk bunun
sebebini Doğu sanatının fikrin ve realitenin tahakkümünden kurtulmanın sonucu olarak
gördüğünü belirterek şöyle dile getirir:
Doğu sanatı belli türlerde fikrin ve realitenin tahakkümünden kurtulmuş olduğu için
Batı’nın sonradan keşfettiği saf şiire, soyut şiire çok daha önce ulaşmıştır. Gündelik
926* TAED 56 Abdulkadir ERKAL
düşünce ve kaygıların, siyasî ihtirasların etkisine sıkı sıkıya kapalı oluşu
yüzündendir ki asıl kuvvetini bu unsurlardan alan nesri ikinci plana bırakmış, nasıl
resmi renklerin ve şekillerin yan yana gelmesinin gözlerde uyandıracağı güzellik
tesirine bağlamışsa, şiiri de sözlerin yan yana gelmesinden kulağa ve gönle hitap
eden bir musiki haline getirmeye çalışmıştır (Kocatürk, 2003, s. 147).
Yaşar Nabi Nayır ise, Divan şiirini saf şiir’in en güzel örneklerini ihtiva ettiğini
söyleyerek, saf şiir ile Divan şiirini bir bütün halinde görmüştür:
“Saf şiirin, bu cereyanı ortaya atanları bile şaşırtacak derecede güzel eserlerini, bütünler
halinde değil de parça parça da olsa, gözlerimizin önüne seren bu edebiyatın halis sanat
bakımından büyük bir değer taşıdığına şüphe yok” (Nayır, 2003, s. 157).
Divan şiirinin yüzyıllar içindeki seyrine bakıldığı zaman Kocatürk’ün de değindiği gibi
şiir geleneğinin hem karakteristik özelliği hem de isimlendirme şekli bakımından divan
şairlerinde saf şiir söylemi mevcuttur. Divan şairleri saf şiirle ilgili olarak genellikle pak ve
pâkize kelimeleri etrafında kurdukları terkiplerle şiirlerini bu üslup etrafında tavsif etmişlerdir.
En fazla kullanılanları ise; pâkize edâ, pâkize kelâm, pâkize gazel, pâkize güftâr, nazm-ı pâk,
pâkize gûy, pâkize söz, pâk lehce, eş’âr-ı pâk, suhan-ı pâk, pâkize beyân vs. dir (Erkal, 2009, s.
174).
Sâhir değil şâiriz ammâ söze gelsek
Nef’î gibi mu’ciz-dem ü pâkize-edâyız (G 55/7)
Bâde bu gûne safâ vermez idi meclise ger
Bulmasak Nef’î-i pâkize-edâyı bu gece (G 112/5)
Biz de ey Nef’î n’ola tertîb-i divân eylesek
Az ise eş’ârımız pâkize-güftârız hele (G 102/5)
Nazm-i pâkin Nâ’ilî germ-âşinâ-yı ehldir
Sûz-ı dilden bî-haber efsürde tab’ân görmesin (G 252/5)
Divan şairlerinin şiirlerinin saflıklarıyla övünmeleri şiirde anlam duruluğuna,
gösterişten uzaklığa ve şiirin özüne gösterdikleri önemi işaret etmesi bakımından önemlidir.
Şairlerin safın yanında su imgesini de kullanmaları su ile insan, okuyucu ile şiir ilişkisi
bağlamında şiirin fonksiyonunu da ortaya koymaktadır. Bu bakımdan divan şairlerinin en fazla
önem verdikleri hususların başında pâkize beyan, pâkize gazel vb. yani saf şiir gelmektedir.
Özellikle 16. yüzyıl Divan şairlerinin pâk ve pâkize sıfatlarıyla oluşturdukları terkiplerin
yanında 17. yüzyıl şiirinde rastlamadığımız ârî sıfatını da sıklıkla kullandıklarını görürüz.
Divan Şiirine Poetik Yaklaşımlar: Divan Şiirinde Saf Şiir Uslubu
TAED 56* 927
Aşağıda Yahyâ Bey, ‘sözünden ârî olmak’ deyimi ile ârî şiir (saf şiir) arasında bir bağlantı
kurarak saf şiirin alanını biraz daha genişletir:
Ârîdür eş’ârı Yahyânun sözinden ‘ârı yok
Söz gelür sanman ana kubbe-i devvârdan (G 350/7) (Bayram, 1995, s. 153)
Âr, ‘edep, haya, utanma’ gibi anlamlara gelmektedir. Saf şiirle edep arasında bağlantı
kuran şair, bu bakımdan edebin de temiz duygulardan mürekkep olduğunu beyan etmiştir.
Muhibbî de yine aynı sıfatla kendisine ancak saf şiirin yakışacağına vurgu yapar:
Muhibbî olmagıl gâfil dilünden koma eş’ârı
İşidenler diye ‘ârî şi’r sana müsellemdür (G 618/5)
Tezkire yazarları da şairlerin özellikleri hakkında bilgi verirken şâir-i pâkize-revîş,
pâkize edâ, suhan-ı pâkize, şâir-i pâkize ta’bîr, şâir-i sâf-zamîr, pâkize-güftâr vb. terkiplerle
tespitlerini ifade etmişlerdir. Meselâ Sâlim, Reşid hakkında; “…nev-lugâz-ı hoş-âyende-ta’bîr ol
şâir-i sâf zamîrün zâde-i tab’-ı halâvet-pezîrlerindendir.” Cümlesindeki şâir-i sâf-zamîr
terkibiyle ifade etmek istediği Reşid’in bu tarz şiir yazma eğiliminde olduğudur (Erkal, 2009, s.
383).
Divan şairlerinde saf şiirle ilgili olarak kullanılan bu terkiplerin yanında üslubun ismini
‘saf şiir’ lafızıyla da kullanmaları oldukça dikkat çekici bir durumdur. Nef’î, şiirini tanımlarken
‘saf’ ifadesini kullanır:
Safdır âb-ı revân gibi o denli nazmım
Ki yazarken kâlem-i çapük ü zîbend-hırâm (K 50/59)
Aynı şekilde Şeyh Galib, divanının birkaç yerinde ‘saf şiir’ ifadesini kullanır:
Gâlib bu şi'r-i sâfını ahbâba eyte arz
Etsin zamîr-i pâklerin kîneden cüdâ (Galib G 8/7)
Bu şi’r-i sâf rengîn tarhına Gâlib sezâ el-hak
Desen her heftidir subh-ı bahâr-ı rûy-ı dilberden (G 258/7)
Kasdı rûy-ı dil değil telkîn-i hayretdir bana
Sâf ma’nâ vermişim güftârına âyîneden (G 260/3)
Gâlibâ kıldı nazar şâhid-i hüsn-i takrîr
928* TAED 56 Abdulkadir ERKAL
Sâfî-i sûret-i eş’ârına mâşâ’a’llâh (G 296/7)
Üsküplü İshak Çelebi ise Necâti Bey’in şiirini saf şiir olarak isimlendirirken, Necati
Bey’in esas özelliği olan şiirlerde atasözlerinden faydalanmasını, bu üslubun özelliği olarak
yorumlar:
Nazmuñ dilerseñ okına makbûl-i halk ola
Sâfî Necâtî şi’ri gibi pür-mesel gerek (G 138/3)
Divan şiirinde saf şiirden murat edilen şey ‘göründüğü gibi olmaktır’. Nef’î, bu konu
hakkındaki görüşlerini dile getirirken su misalini vererek, suyun berraklığı ile saf şiiri
bütünleştirir:
Safdır âb-ı revân gibi o denli nazmım
Ki yazarken kâlem-i çapük ü zîbend-hırâm (K 50/59)
Nef’î’nin bu tanımlamasını daha sonra Paul Valery de tekrarlayarak, ‘Fizikçinin saf
sudan söz ederken kastettiği anlamda saf diyorum” Nef’î’nin tanımı doğrultusunda bir tanım
yapar.
Nef’i, başka bir beytinde ise;
Suhanım âb-ı zülâl-ı çemenistân-ı cihân
Tab’ım âteş-gede-i sîne-i suzân-ı felek (K 25/50)
kurduğu paradoks oldukça ilgi çekicidir. Şiirini, çemenliklerin, bahçelerin arasında akan
saf, berrak su, şairliğini ise dünyanın yanan sinesinin ateşperesti olarak tanımlayan Nef’î, su ile
ateş arasındaki oluşturduğu bu paradoks ile ateşten su çıkma ya da ateşin suya dönüşmesi gibi
bir imge oluşturmuştur. Zirâ burada şair ateş, şiir ise saf sudur. Nef’î aslında burada şairlik
tabiatının, şairin düşüncelerinin ne kadar karmaşık olduğu, şairin gönlünde kopan fırtınaların,
bohemlerin, karmaşık düşünce ve duyguların nasıl uysallaşarak insana canlılık ve ruh veren saf
bir suya (şiire) dönüştüğünü ifade etmeye çalışmıştır. Aynı şekilde saf suyun çevresindeki
varlıkları üzerinde bir ayna gibi yansıtması ise yine saf şiirin bir özelliğini aksettirmektedir. Bir
başka beytinde saf su ile saf şiir arasındaki bağlantıya işaret eder:
Her dilden olur âb-ı musaffâ gibi cârî
Ey Nef’î nedir sende bu pâkize-suhanlik (G 70/5)
Nef’î bir başka beyitte ise saf suyu berrak akan bir ırmak motifiyle, usta bir ressam
edasıyla çizdiği şu tablo ile göstermektedir:
Söz değil âb-ı revândır yazılan eş’ârım
Divan Şiirine Poetik Yaklaşımlar: Divan Şiirinde Saf Şiir Uslubu
TAED 56* 929
Har u hasdır anın üstünde hurûf u i’râb (K 32/58)
‘Benim şiirim söz değil akan bir sudur ve bu suyun üstündeki çer çöpler ise harfler ve
i’rab’dır’ diyen Nef’î, bir ırmak mazmunu etrafında çizdiği tablo ile hayalin sınırlarını oldukça
zorlamaktadır. Aslında tablo çok basittir. Akan bir ırmak ve onun üstünde yüzen çer çöp (ot,
odun parçacıkları vs.) Nef’î, ‘benim şiirim akan su gibi saf ve temizdir’ diyor. Zirâ akan su
bulanık olmaz. Onun üstündeki çer çöp ise benim şiirimdeki harfler ve i’rab’dır. İ’rab, ‘düzgün
konuşma ve hakikati bildirme’, gramer terimi olarak da ‘Arapça kelimelerin sonlarındaki harf
ve harekenin değişmesi’ (Devellioğlu, 1992, s. 444) gibi anlamlara gelmektedir. Buna göre
i’rab, hem şekil hem de mana yönünden iki anlama sahiptir: Şekilde âhenk, manada ise hakikati
bildirme. Nef’î’nin özellikle bu kelimeyi seçmesindeki en önemli sebep bu olsa gerek. Bu
sonuca göre Nef’î, ‘benim saf şiirim, hem hakikati bildirir –saf suyun ayna gibi çevresini
yansıtması gibi- hem de âhenk bakımından çekicidir’ demek istemiştir. Yine bir başka beytinde
ise:
Yâ nazm-ı dil-âviz ile bir cûy-ı müselsel
Yâ ma’nî-i rengîn ile bir lâle-sitândır (K 10/66)
Gönül çekici bir şiir ile kıvrım kıvrım akan bir ırmak arasında bir ilişki kurmuştur.
Nef’î, aşağıdaki beyitte ise, saf şiirden kastının ne olduğunu verdiği örnekle tam bir açıklığa
kavuşturmuştur:
O tarh u vaz’-ı garîb ol nukûş-ı rengârenk
O havz-ı pâk u latîf ol ruhâm-ı âyine-gûn (K 58/9)
Nef’i bu beytinde, ‘o (şiir) görülmemiş bir düzenleme içinde rengârenk nakışlarla
işlensin, latif ve temiz, saf olsun, ayna renkli mermer gibi’, saf su imgesini, temiz ayna-mermer
imgesi ile düşüncelerini daha da güçlendirmiştir. Mermerin ayna renkli olması, aslında
mermerin renksiz ve parlak olması demektir. Mermerin düz ve parlak oluşu da zaten aynayı
andırmaktadır. Ayna imgesi ile Nef’î, aynen su imgesinde olduğu gibi yansıtma özelliği ile
şiirin bulunması gereken konumu belirlemiştir. Grek sanatındaki ‘mimemis’
1
in temel noktası da
sanattaki bu yansıtma durumudur. Su ile beraber tâb’ın kullanılmasındaki esas amaç bu
yansıtma durumu ile doğrudan alakalıdır:
Âb u tâb eksik değil şi’rinde ey Nef’î senin

1 Mimesis, kavramını ilk defa Aristo Poetika’sında sanat teorisi olarak ele almış ve (benzetme, yansıma
ve taklit) anlamlarında kullanmıştır. Bu kavram Aristo’dan sonra gerek Batılı gerek de Doğulu bilim
adamları –filozofları- tarafından en fazla tartışılan konulardan birini oluşturmuştur.
930* TAED 56 Abdulkadir ERKAL
Yâr gâhi lutf eder gibi sana gâhi itâb (G 8/5)
Tezkireci Âşık Çelebi de saflık ve su bağlamında Emri’nin şiirini tanımlarken nehr-i
sâfi ifadesini kullanır: “Gülşen-i eş’ârı sîr-âb u şâd-âb itmege nâvdân-ı şikâf-ı fikri kâfidür ve
bahr-i şi’r-i dil-cûyı nihâl-i hayâle neşv ü nemâ virmege bir nehr-i sâfidür.” Âşık Çelebi
yazısını devamında ise orijinallik ve hiçbir şekilde deformasyona uğramamış anlamıda saf süt
tabirini kullanarak, Emrinin hayallerindeki orijinalliği ifade eder: “Hayâl şöyle ki mâhda ya
burc-ı sevrde ola sihr-i şi’r ile indirüp inek gibi andan şîr-i sâfi sağar…” (Kılıç, 1994, s. 155)
Nev’î de Nef’î gibi saf şiir-su metaforuyla suyun berraklığı ile şiirin saflığı, berraklığı
arasında bir ilişki kurar:
Âlâyiş-i san’atde koma tab’unı Nev’î
Pâk eyle sözün gevherini âb-ı revân ol (G 287/5)
3-Divan Şiirinde Saf Şiir Hususiyetleri:
I-Mana: Saf şiir anlayışında, şiirde mana aramanın yanlış olduğu vurgulanmıştır.
Bremond saf şiir tanımında mana üzerine dururken nesirle kıyaslama yaparak şöyle ifade eder:
“Şiiri ve nesiri birbirinden kat’i olarak birbirinden ayırmak lazımdır. Şiir günlük dilin bütün
imkânlarını kullanır. Fakat ona esir olmaz. Şiir fikir değildir” (Arpa, 2006, s. 10). Onlara göre
anlam bir odadaki eşyalara yansıyan ışık dalgaları gibidir. Aydınlatır fakat tanımlamaz. Bu ışık
kaybolunca her yer karanlıktır. Şiirdeki mana da böyledir. Başka bir deyişe mana gıdadır. Fikir,
manzumede bir meyvenin gıda hassası gibi gizli bulunmalıdır. Meyve yiyen bir adam şüphesiz
ki gıda almış olur. Fakat bunu gıda halinde değil lezzet halinde alır. Şiir de zekânın saf bir
ürünüdür (Arpa, 2006, s. 22). Ahmet Haşim de ‘Piyale’ kitabını önsözünde şiirdeki mananın
gereksizliğini anlatırken, şiirde her şeyden evvel ehemmiyeti haiz olan kelimenin manası değil
cümledeki telaffuz kıymeti olduğunu ifade eder. Ona göre herkesin anlayabileceği şiir alçak
şairlerin işidir (Haşim, 1987, s. 70). Ona göre mana ahengin telkinatıdır. Mana, şiirin yapıları
arasında gizlenerek her göze görünmez.
Divan şiiri geleneğinde ise manaya önem verilirken, mananın şiire verdiği estetik haz ön
planda tutulur. Şiirdeki mananın güzelliği şiirin formel yapısıyla bir bütünlük arzetmeli ve
ahengin içinde saklanmalıdır. Burada saf şiirle bütünleşen divan şairleri bütünüyle
anlaşılmaktan hoşlanmazlar. Meselâ, Bâkî aşağıdaki beytinde;
Mâ’nî-i pâkize iy Bâkî edâ-yı hûb ile
Sîm-ten dildâra benzer ki libâsı yaraşa (G 148/5)
Divan Şiirine Poetik Yaklaşımlar: Divan Şiirinde Saf Şiir Uslubu
TAED 56* 931
İdeal şiir için güzel üslup saf, berrak anlam şartını ileri sürerken şekil elbisesinin mana
güzeline yakıştırılması gerektiğini vurgulamaktadır.
Nâbî, lafz ile mana ilişkisini genellikle görünen-görünmeyen bağlamında ele almıştır.
Lafz şiirin görünen yönü, mana ise görünmeyen, hissedilen yönünü temsil etmektedir:
Giriftedür gül-i ma’nâ vü şâh-ı (dal) elfâza
Kebûter-i kalemün dâm u dânesin bilüriz (G 263/5)
Gülün dallarını lafza, kokusunu da manaya benzeten şair, görülen ile hissedilen iki
duyunun bütünlük arz ettiği bir şiir tanımına yönelmektedir. Aşağıdaki beytinde de, manayı
lafzın içinde sakladığını söyleyen şair, bundan dolayı anlayışı kıt alanların şiirini
anlayamayacağını söyler:
Nâbîyâ bîgâne-i nâ-fehm bulmaz dest-res
Çeşme-i ma’nâyı elfâz ile has-pûş itmişüz (G 292/7)
II-İlham: Saf şiir savunucuları arasında şiirde ilham konusu hususunda görüş
ayrılıkları mevcuttur. Paul Valery, ilhamı zahmetsizce elde edilen sanat ürünü olarak kabul
ederek bu tür şiirlerin şiiri bir dua havasına soktuğunu savunur. Valeri'ye göre şiir, iradeli bir
çalışmanın dolayısıyla da zekânın işi olarak yorumlar. İlham şiirde bir kelime ya da bir parça
konumundadır. Valery karşı olduğu ilham’ın yerine gözlem’i koyarak, şairlerin gözlemlerinin
imgesel olarak yansımasını saf şiir olarak değerlendirmiştir (Arpa, 2006, s. 22). Bremond'un saf
şiir anlayışında mistik etkilerin de olduğunu ifade ederek ilhamın önemine vurgu yaptığı
görülmektedir. İlhamın en büyük âleyhtarlığını yapan Paul Valery, buna sebep olarak Bremond
gibi rahiplerin ilhamı mutaasıbane müdâfaa etmelerini gösterir. Valery gibi saf şiirin
savunucularından olan Edgar Allan Poe ise ilhamdan yana tavır koyarak sanatı hiçbir zaman
emekle alakalı olarak görmemiştir. Ona göre sanat dehası, hiçbir sa’y ile temin edilemeyecek bir
imtiyazdır. Aynı düşünce paralelinde Hubert Fabureau ise “ulvi sarsıntı vücuda getirecek bir
usul varsa da, ilhamsız şiir vücuda getirecek bir yol yoktur” diyerek şiirde ilhamın
mecburiyetini savunur (Erkal, 2009, s. 412). Kaya Bilgegil, ise saf şiir’de ilhamın varlığını
kabul etmekle beraber bu ilhamın biraz süzgeçten geçirilmesi gerektiği düşüncesindedir.
Bilgegil’e göre saf maden filizlerin tasfiyesi ile elde olunur. İlham ise süzüldükten
beraberindeki ecnebî unsurlardan tecrîd edildikten sonra mısra kalbedilmelidir. Bu bağlamda saf
şiirin tarifi ise şöyle olmalıdır: “sonu mücerred ilhama, susmağa varan bir lisan tasfiyesinin
limitidir” (Bilgegil, 1944, s. 17).
932* TAED 56 Abdulkadir ERKAL
Divan şairlerine gelince, onlar ilhamı şiirin olmazsa olmazları arasında kabul ederler.
Divan şairlerince, şairlik peygamberlikten sonra gelen en ulvî mertebedir. Allah peygamberlere
vahiy şairlere ise ilham vermiştir. Nef’î’ye göre şiir tek kelimeyle ilhamdır:
Bu nazm-ı dil-âvize dahl eyleyemez hâsid
Eş’âr değil zîrâ ilhâm-ı Hudâdır bu (G 100/6)
Zira şairlik öyle çalışmakla, okumakla falan olmaz. O Allah’tan gelen bir yetenek
olduğu için kaynağı da ondadır:
Bu feyz ehl-i dile dâd-ı Hudâdır cehd ile olmaz
Yine bir ehl-i dil nazmından anlar anlayan anı (K 12/46)
Nef’î, saf şiiri; “gönül ehli ile aynı dili konuşmak” (FD G 19/5) şeklinde tarif eder ve
saf şiirin kaynağını ise şairliğin yaratılışına ve ilhama bağlar: “Temiz üslup ve ifademin tek
incisi hilkat madeninin sermayesidir” (FD K 2/22).
Nâ’ilî de şiirde ilhamın önemini sık vurgulayan şairlerdendir. Nâ’ilî, şiirin tamamen
Allah’ın ilhamı, yardımı sayesinde vücuda gelebileceğini söyler:
Suhan ilhâm-ı Hakdır nutk-ı ârif lubb-ı hikmetdir
Ne zîc-i İlâhîden ne usturlabdan söyler (G 83/2)
Divan şairlerinin genelinde yukarıdaki ifadelere benzer düşüncelere rastlamak
mümkündür. Şairlerin şiiri ilhamla bağdaştırmalarında şüphesiz ki İslâm dinin etkisi büyük rol
oynamaktadır. Halk şiirinde görülen ‘bade içme’ olayı da doğrudan ilhamla bağlantılıdır.
III-Ahenk ve Musiki: Saf şiirin ilkelerinin ana maddesini oluşturan musiki, şiirde
fikirden ziyade musikinin önemine vurgu yapılır. Paul Valery, müziği saf şiirin başat unsuru
olarak görür. Ona göre saf şiir, müziksel bir akıcılığın hiç bir zaman kesintiye uğramayacağı bir
şiirdir (Arpa, 2006, s. 75). Valery müzik oluşturmayla şiiri karşılaştırarak şiirin müzikten daha
zor olduğunu kabul etmektedir. Şiir dilinde ses ile anlamın uyuşması gerekmektedir. Bremond
da şiirdeki musikiyi şöyle anlatır: “Şiir fikir değildir! Müzik mimidir, evet! Yalnız şu şart
unutulmamalıdır: Ruhtan gelen bir müzik işitilmelidir, akıcı, esrarengiz bir şey. Öyle sırf
kulakla işitilebilecek birkaç ahenk parçası değil. Kafiyelerin titreyişi, alliterasyonların yükselişi
ve düşüşü, uygun ve uygunsuz armoniler..”(Okay, 2004, s. 115).
Ahmet Haşim, şiiri; “nesir gibi anlaşılmak için değil, fakat duyulmak üzere vücut
bulmuş, musiki ile söz arasında, sözden ziyade musikiye yakın, mutavassıt bir lisandır” (Haşim,
1987, s. 70) şeklinde tarif ederek, şiirin musikiye yatkınlığından dem vurur. Buna göre, ilk
Divan Şiirine Poetik Yaklaşımlar: Divan Şiirinde Saf Şiir Uslubu
TAED 56* 933
bakışta anlam zihne, musiki de ruha yönelir. Tabiatıyla şiirden beklenen zihni değil ruhsal bir
etkidir (Kolcu, 2009, s. 32).
Yahya Kemal şiirdeki muîkiyi derûni ahenk olarak isimlendirir. Şiirde ritmi derûni
ahenk konusunda Nedim’in daha önce birkaç defa da tekrar ettiği “Dökülen mey kırılan şîşe-i
rindân olsun” mısraını saf şir olarak nasıl tam kıvamını bulduğunu ifade ederek “şairin bir mısra
verdiği istif ve derûni ahenk zâil olunca şiir zâil oldu demektir” şeklinde yorumlar (Okay, 2014,
s. 218)
İkinci yeniciler ise şiirde müziği anlamın yerine koyarlar. (Karaca 2005: 417) İkinci
Yenicilerden olan Ece Ayhan, şiir-müzik ilişkisi üzerinde en çok duran ve müzikten en fazla
yararlanan şairlerdendir. Kendisi de bunu; “Ben şiirden değil, müzikten geliyorum” diyerek
belirtir. Ayhan, yapı olarak müzikten epeyce yararlanmıştır. Onu kuşkusuz en çok etkileyen ise
atonal müziktir. Atonal müzik, müziğe yeni bir dil bilgisi ve söz dizimi getiren bir devrim
sayılmıştır (Karaca, 2005, s. 418).
Kelimenin bir dize de şiirin tamamında telaffuz kıymeti ya da onu yükleyen sesin
taşıyıcısı olarak değeri hem deruni ahengi sağlamakta hem de anlamı bir musikiye
dönüştürmenin imkânlarını sunmaktadır (Kolcu, 2009, s. 35). Haşim'in 'Bir Günün Sonunda
Arzu' şiirinde tekrarlanan akşam kelimesinin dize ve şiirin bütünü içindeki yeri böyledir:
Akşam yine akşam yine akşam
Nef'i'nin bir gazelinde yer alan:
Hem bâde hem kadeh hem bir şûh sâkidir gönül
dizesi de böyle bir ses ve kelime işçiliğinin bir ürünüdür.
Divan şairleri için şiirde anlam kadar ahenk de önemlidir. Ahenk, anlama daha bir
canlılık ve ruh katar ve ifade edilebilirliğini daha da artırır. Divan şairlerinin esasen şiirlerinde
oluşturmak isteği şey belâgatle nağmeyi aynı düzen içinde oluşturarak şiirde bir mûsiki havası
yaratmaktır:
Raks eder nağme-i kânûn-ı belâgatle felek
Destine mutrıb-ı endîşem alınca mızrâb (Nef’î K 32/59)
Nef’î bu bakımdan şiirlerin ses hususiyetiyle bir nağme olduğunu ifade eder:
Bezm-i hayâle nağme-i şehnâzdır sözüm
Hüsn-i edâya gamze-i gammâzdır sözüm (G 78/1)
934* TAED 56 Abdulkadir ERKAL
Nef’î, Farsça Divan’ında mûsiki bilmediğini dile getirerek, esasen yapmak istediği
şeyin ‘itidal ile kanunun ince kalın perdeleri arasında manevi bir birlik vücuda getirmek’ (FD
N 8/13) olduğunu söyler.
Divan şairlerine göre bir şiirin kalıcı olması, zihinlerde daha kolay yer etmesi anca
mûsiki sayesinde olur. Şiirin oluşturduğu mûsiki dinleyicileri daha çok etkiler ve
ezberlemelerine yardımcı olur. Bu bakımdan şairler şiirin mûsikisi konusunda bülbül
mazmununu sık kullanırlar. Şiirin âhengi ve mûsikisi bülbülün nağmelerine benzeterek
etkileyiciliğini belirtirler:
Rengîn suhanım gül ruhu şevki ile Yahyâ
Bülbül gibi her mutrib-i bezm ede terennüm (Ş. Yahya G 251//5)
Nâ’ilî, şiirdeki âhengin insan ruhunu vecde getirmesinden dolayı önemser:
Tâlib-i terâneyim ki mezâyâsı nazmının
Ervâhı mest-i zemzeme-i vecd ü hâl eder (K 1/12)
IV-Güzellik ve estetiklik: Saf şiirde mükemmellik esastır. Eserin amacı güzellik,
güzellikten de estetizme ulaşmaktır. Bunun için şiir ziyadesiyle uzatılmamalı ve gereksiz
ifadelerden kaçınmalıdır. Bu aşamadı dizelerdeki duygu yoğunluğu içermesi gerekir. Söz kısa
olmalı, az sözle çok şey anlatılmalı. Söz uzayınca anlam dağılır ve bu da şiirin kalitesini
düşürür. Nef’î bu düşüncesini ‘ıtnâb’ kelimesi ile vurgulamıştır. Itnâb; Arapça bir kelime olup
‘sözü uzatma, lüzumsuz tafsilat ile haşve boğma’ (Devellioğlu, 1992, s. 399) gibi anlamlara
gelmektedir. Nef’î, Farsça Divan’ında, “es-ıtnâb der-dilhâ elem efkende em” (Atalay, 1988, s.
27) ile ‘sözü uzatmaktan dolayı gönüllere elem verdim’ derken, Türkçe Divan’ında ise yine
ıtnâb’ın sözü kıymetten düşündüğünü ifade etmektedir:
Dürr-i meknûn ise de nazmım eger ey Nef’î
Düşürür yine kesâda anı ayn-ı ıtnâb (K 32/64)
Sebk-i Hindî şiir üslubunun özelliklerinden biri olan sözün kısa tutulması konusu, daha
sonraki yüzyıllarda gerek Avrupa’da gerekse Doğu’da sık sık bahis konusu olmuş ve
tartışılmıştır. Buna örnek vermek gerekirse, Edgar Allan Poe, Nef’î gibi düşünenlerin aksine,
şiirdeki kısalığın eseri şiir olmaktan çıkararak bir yergi havası sokacağı inancındadır. Poe’ya
göre kısa şiir, “yer yer bizi parlak ve canlı bir şekilde etkilerse de asla derin ya da sürekli bir etki
doğurmaz. Bir şiirin okur üzerindeki etkisi aynı ölçüde devam etmelidir. Kısalık biraz
nükteciliğe yol açar; çok kısa bir şiirin zaman zaman parlak ve canlı, fakat asla derin ve ve
Divan Şiirine Poetik Yaklaşımlar: Divan Şiirinde Saf Şiir Uslubu
TAED 56* 935
devamlı olmayan bir tesiri müşahade edilir. Bu da şiirin unutulmasına amildir” (Poe, 2006, s.
58). Poe’nun kısa şiir tanımında vurgu yaptığı iki önemli amil, nükte ve yergi’nin Nef’î’nin
şiirinin temel noktasını oluşturması şüphesiz ki Poe’nun Nef’î’nin şiirlerini okuduğu anlamına
gelmez, ama Nef’î tarzı şiirleri kastettiği de muhakkaktır.
Kaya Bilgegil ise bu konuda tavrını Nef’î’den, yani kısa şiirden yana koyarak, uzun
manzumelerin, başından sonuna kadar devam edemeyeceği, sonunda mutlaka gevşeyeceğini ve
bozulacağını savunarak sonuçta bu tür eserlerin şiir olmak haysiyetini kaybedeceğini ifade eder
(Bilgegil, 1944, s. 11).
Nâ’ilî, saf şiiri, saf, ve temiz duygu ile birleştirerek, bu tür şiirlerin samimi duygulardan,
saf duygulardan oluşabileceğini söyler. Bu tür şiirlerin etkileyiciliği de oldukça fazladır. Bundan
dolayıdır ki samimi olmayan, duygu yoğunluğundan uzak olan insanın bu tür şiirleri anlaması
mümkün değildir. Diğer bir beytinde de saf şiiri şaraba benzeten şair, bu şarabın her katresini
düşüncenin dudağındaki uçuk’a benzetir:
Nazm-ı pâkin âb-ı âteş-pâredir ey Nâ’ilî
Belki tebhâl-i leb-i endîşedir her katresi (G 378/5)
Neşâtî ise saf şiiri ayna ile özdeşleştirerek, aynanın saflığı ve parlaklığı özellikleri ile
şiir arasında bağlantı kurar:
Zâmîr-i pâküm ol âyine-i sâf u mücellâdur
Nümâyân cümle anda âsumân râz-ı pinhânı (K 13/34)
Şehrî de Neşâtî gibi saf şiir-ayna metaforu etrafında, aynanın gerçekleri, olanları olduğu
gibi yansıtma özelliği ile saf şiirin olanları ve nesneleri aynen yansıtması bakımından bağlantı
kurmuştur:
Pâdişâhın nazmı Yahyâ sâf bir âyinedir
Tûtî-i tab’-ı suhandâne suhan-âmûz olur (Ş. Yahyâ G 130/5)
Kelâm-ı sâfum ider kec-hayâli rast-nümâ
Misâl-i âyine vü mün’akis nüvişte-nigin (Şehrî K 1/7)
Bu dönemin diğer şairleri de saf şiirin hem okuyucuya hem de dinleyiciye bir keyfiyyet
verdiğini sıklıkla dile getirirler:
Virür bî-câm u bâde Nehcîyâ keyfiyyet ü hâlet
Safâ-bahş u tarab-engîz-i pâkize gazeldür bu (Nehcî G 256/5)
Şi’r-i pâkümde hele kafiye tekrir itmem
936* TAED 56 Abdulkadir ERKAL
Bu kasidemde mükerrer kand-i ma’âd (Rızâyî K 16/60
N’ola ey Hâletî cân gûşına mengûş iderlerse
Cihânda dürr ü gevher lafz-ı pâkünden ibâretdür (Hâletî, G 100/5) (Erkal 2009:
383)
V-Sembolizm: Saf şiir anlayışının Fransız edebiyatında ortaya çıkan sembolizm
akımının bir uzantısı olduğunu ifade etmiştik. Sembolist şiir, varlığın dış görüntülerinin gizli
anlamlarını ifade etmesidir. Bu bakımdan sembolist şiir kapalıdır. Bu konum onların sezdirme,
sembollere çekme ile ilgili tavırlarından kaynaklanmaktadır.
Divan şiirini bu yönü ile değerlendirmeye alırsak bu şiire bütünüyle sembolist şiir
demek mümkün olmaktadır. Zira divan şiirindeki, mazmun geleneği ile birlikte oluşan
sistematik dil tamamen sembollerden oluşmaktadır. 17. yüzyılda cereyan eden Sebk-i Hind
tarzında daha da gelişen sembolik dil, mana ve hayal dünyasının sınırlarını zorlamış ve bu
akımın özellikleri kendinden sonra gelen kuşağı da etkisi altına almıştır. Nef'i'nin aşağıdaki
beytindeki sembolik anlatım divan şiirinin bu husustaki ana karakterini göstermek bakımından
önemlidir.
Dürr-i nazmım çarha mengûş olsa bilmez rûzgâr
Şi’r-i Nef’î midir ol ya kevkeb-i Şi’râ mıdır (K 7/34)
Nef’î, şiirini dünyanın kulağına küpe yaparak, hem dünyanın kulağındaki küpenin
kıymetini, hem de ‘kulağa küpe olmak’ deyimini çağrıştırarak, sanatının iki yönünü de ortaya
koymuştur. Birincisi, ‘bu dünya benim gibi kıymetli bir şaire sahiptir’ düşüncesi; ikincisi ise,
‘benim bu şiirlerim dünyanın kulağına küpe oldu’ fikridir:
Dürr-i nazmım çarha mengûş olsa bilmez rûzgâr
Şi’r-i Nef’î midir ol ya kevkeb-i Şi’râ mıdır (K 7/34)
‘Kulağa küpe olmak’ deyimi, ‘başa gelen bir durumdan alınan dersi hiç unutmamak’
anlamında kullanılmaktadır. Nef’î, bu deyimle küpenin de parlaklığından yola çıkılarak,
şiirlerinin dünyayı aydınlattığı ve insanlara bir yol gösterdiğini anlatmak istemiştir. İkinci
mısrada inci ile parlaklık anlamında ilişki kurduğu Şi’râ yıldızı ile daha net bir biçimde ortaya
koymuştur. Nef’î’nin özellikle Şi’râ yıldızını kullanması ise oldukça manidardır. Şi’râ, Siriüs
yıldız kümesinin Arapçadaki karşılığıdır. Kur’an-ı Kerim’de geçen “Doğrusu, 'Şi'ra (yıldızı)nın'
Rabbi O'dur” (Necm Suresi, 49). Şi’râ yıldızı, Sirius A ve Sirius B olarak ifade edilen iki
yıldızdan oluşan bir takımyıldızdır. Bunlardan daha büyük olan Sirius A, Sirius B'den dünya'ya
daha yakındır ve özelliği çıplak gözle görülebilen en parlak yıldız olmasıdır. Sirius B yıldızının
Divan Şiirine Poetik Yaklaşımlar: Divan Şiirinde Saf Şiir Uslubu
TAED 56* 937
özelliği ise teleskopsuz görülememesidir. Burada, dikkat edilmesi gereken nokta, iki yıldızın
birbirleri etrafında dolanırken yay şeklinde iki adet yörünge çizdikleridir. Ancak 20. yüzyılın
sonlarına doğru anlaşılabilmiş bu bilimsel gerçeğe, mucizevî bir şekilde bundan 14 asır önce
Kuran'da işaret edilmiştir. Necm Suresi'nin 49. ve 9. ayetleri beraber olarak okunduğunda bu
mucize karşımıza çıkmaktadır: “Doğrusu, 'Şi'ra (yıldızı)nın' Rabbi O'dur” (Necm Suresi, 49).
Nitekim “(ikisi arasındaki uzaklık) iki yay kadar (oldu) veya daha yakınlaştı” (Necm Suresi, 9).
Ayetten anlaşılan “ikisi arasındaki uzaklık” anlatımı bizlere bu iki yıldızın çizdiği yörüngede
birbirlerine yaklaştığını ifade etmektedir.2
Burada bizim dikkatimizi çeken husus ise, bu yıldız kümesinin yay şeklinde olmasıdır.
Bu şekil ise kulağı andırmaktadır. Bu bilgileri bir araya toplayınca Nef’î’nin oluşturduğu imge
biraz daha aydınlığa çıkmaktadır. Nef’î, sanatını öyle bir mevkiye oturtmuş ki, o inceler Şi’râ
yıldızı ile eş değer tutulmuştur. Hem gökyüzündeki en parlak yıldız, hem de o yıldızın kulağına
küpe, hem dünyaya hem fezaya küpe.
Sonuç
Türk edebiyatı Tanpınar’ın da bahsettiği gibi uzunca bir geçiş döneminden sonra 19.
Yüzyılın ortalarına kadar uzanıp köklü bir gelenek oluşturan Divan edebiyatının aynasından
seyredilmiştir (Tanpınar, 1985, s. 77). Tanzimatla beraber başlayan batılılaşma hareketlerinin
edebiyatta büyük yansıması olmuştur. Ana merkez olarak seçilen Fransız şair ve edebiyatçılar,
Türk ediplerinin vazgeçilmez kaynakları olmuşlar. Divan şiiri geleneğinden kopuşun ardından
can simidi gibi sarılan Fransız edebiyatı Türk edebiyatının şekillenmesinde belirleyici rol
oynamıştır. Bu gelişmeler rağmen eski gelenek her ne kadar inkâr edilmeye çalışılmışsa da
bunda da bütünüyle başarı sağlanamamış eski yeni sentezi bir süre daha iç içe yaşamıştır.
Servet-i Fünun şairleri Cenab Şehabettin, Ahmet Haşim ve onlardan sonra gelen Yahya Kemal,
Asaf Halet, Ahmet Hamdi Tanpınar gibi saf şiir temsilcilerinin şiir anlayışları ile Divan şiiri
geleneğinde var olan ve aynı isimle adlandırılan saf şiir anlayışının aslında birbirinden pek de
farklı özellikler olmadığı görülmektedir.
19. yüzyılda çıkan ve zamanının önde gelen şairlerini büyük oranda etki altında bırakan
ve günümüzde de varlığını idame ettiren saf şiir anlayışı, görülüyor ki o kadar da yeni bir
anlayış değil, temellerinin Divan şiirinin geleneği içerisinde atıldığı ve bu süreçte de geliştiği
açıkça görülmektedir. Divan şairlerinin şiirlerindeki saf şiir özellikleri tüm hatlarıyla belirlemek

2
http://www.kuranmucizeleri.com/bilimsel_mucizeler_39.html
938* TAED 56 Abdulkadir ERKAL
için eserler üzerinde kapsamlı akademik çalışmalar yapılmasıyla belirgin bir şekilde ortaya
çıkacaktır.
Kaynaklar
Arpa, F. (2006). Saf şiir anlayışı. İstanbul: Do yay.
Atalay, M. (1988). Şâir Nef’î Farsça divaninin edisyon kritiği ve üslubu. Yayımlanmamış
doktora tezi, Atatürk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Erzurum.
Bâkî (1994). Bâkî divanı (hzl: Sebahattin Küçük). Ankara: TDK Yay.
Bayraktutan, L. (1985). Şeyhülislâm Yahyâ –hayatı, eserleri, edebî kişiliği ve divan’ının
karşılaştırılmış metni-.Yayımlanmamış doktora tezi, Atatürk Üniversitesi, Sosyal
Bilimler Enstitüsü, Erzurum.
Bayram, Y. (1995). 16. Yüzyıl divan şiirinde poetika. Yayımlanmamış yüksek Lisans tezi,
Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Samsun.
Bilgegil, K. (1944). Cehennem meyvası. İstanbul: Yeni Türk Matbaacılık.
Devellioğlu, F. (1992). Osmanlıca-Türkçe ansiklopedik lügat. İstanbul: Aydın Kitabevi.
Erkal, A. (2009). Divan Şiiri Poetikası (17. Yüzyıl), Birleşik Dağıtım, Ankara.
Haşim, A. (1987). “Şiir Hakkında Bazı Mülahazalar”, Bütün Şiirleri –Piyale, Göl Saatleri,
Diğer Şiirleri-, (hzl. İnci Enginün-Zeynep Kerman), Dergah Yay., İstanbul.
http://www.kuranmucizeleri.com/bilimsel_mucizeler_39.html
Karaca, Alaattin (2005). İkinci yeni poetikası. Ankara: Hece Yay.
Kılıç, F. (1994). Meşâ’irü’ş-Şuarâ –inceleme-tenkidli metin-. Yayımlanmamış doktora tezi,
Gazi Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara.
Kocatürk, V. M. (2003). Şiir ve Gelenek, Şiir Sanatı, (hzl. Y. Nabi Nayır-Salih Polat), s.147,
İstanbul: Varlık Yayınları.
Kolcu, A. İ. (2009). Ahmet Haşim'in poetikası. Erzurum: Salkımsöğüt Yay.
Muhibbi (2006). Muhibbi divanı (hzl. Coşkun Ak). 2 C, Trabzon: Trabzon Valiliği Yay.
Nâ’ilî (1990). Nâ’ilî divanı (hzl. Haluk İpekten. Ankara: Akçağ Yay.
Nâbî (1997). Nâbî divanı (hzl. Ali Fuat Bilkan), 2 C, İstanbul: MEB Yay.
Nayir, Yaşar Nabi (2003). Şiir ve Gelenek. Şiir Sanatı, s.157.
Nef’î (1993). Nef’î divanı (hzl. Metin Akkuş). Ankara: Akçağ Yay.
Neşâtî (1996). Neşâtî divanı (hzl. Mahmut Kaplan). İzmir: Akademi Kitabevi.
Okay, M. O. (2004). Poetika dersleri. Ankara: Hece Yay.
Okay, M. O. (2014). Edebiyat ve edebi eser üzerine. İstanbul: Dergah Yay.
Okçu, N. (2011). Şeyh Gâlib divanı –hayatı, edebi kişiliği, eserleri, şiirlerinin umumi tahlili-.
Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı.
Poe, E. A. (2006). Şiirin ilkeleri (çev. Fikret Kolverdi). Kül Eleştiri –Poetik Metinler Özel
Sayısı-, 8, 58-59.
Divan Şiirine Poetik Yaklaşımlar: Divan Şiirinde Saf Şiir Uslubu
TAED 56* 939
Tanpınar, A.H. (1985). 19. Asır türk edebiyatı tarihi. İstanbul: Çağlayan Kitabevi.
Tarlan, A. N. (1944). Nef’î’nin Farsça divanı tercümesi. İstanbul: S. Sertoğlu Kitabevi.
Valery, P. (2006). Saf şiir (çev. Cengiz Ertem). Kül Eleştiri, S.8, s.11.

Konular