Bursalı Lamiî Çelebi’nin Klasik Türk Edebiyatındaki Yeri ve Münşeât'ındaki Farsça Şiirler

International Journal of Cultural and Social Studies (IntJCSS)
August 2016 : Volume 2 (Special Issue 1)
ISSN : 2458-9381
Doi :
Copyright© IntJCSS (www.intjcss.com)- 25
Field : Literature
Type : Review Article
Recieved:21.03.2016 - Accepted:23.05.2016
Bursalı Lamiî Çelebi’nin Klasik Türk Edebiyatındaki
Yeri ve Münşeât'ındaki Farsça Şiirler
Hasan Ali ESİR
Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü,
Rize, TÜRKİYE
E-posta: hasan.esir@erdogan.edu.tr
Öz
Bursalı Lamiî Çelebi (öl. 1532) XVI. yüzyılda yaşamış bir şair ve yazardır. Klasik Türk
edebiyatının önde gelen temsilcileri arasındadır. Manzum ve mensur 40 civarında eseri
bulunmaktadır. Lamiî Çelebi, konu bakımından orijinal eserlerinin yanında, bir kısım
eserlerini de Fars edebiyatından tercümeler yoluyla yazmıştır. Fars edebiyatından ve bilhassa
Câmî’den (öl. 1492) yaptığı tercümeleri nedeniyle kendisine “Câmî-i Rûm” unvanı
verilmiştir. Ancak Lamiî Çelebi, tercüme yoluyla yazdığı eserlerini sadece tercüme ederek
bırakmamış, onlara bazı eklemeler de yapmıştır. Böylece bu türden eserlerini tercüme-te’lif
hâline getirmiştir. Terceme-i Nefahatü’l-Üns, Şevâhidü’n Nübuvve Tercümesi ve Ferhâd ile
Şîrîn onu tercüme-te’lif eserleri arasındadır. Bursalı Lamiî Çelebi, Münşeât’ında kendisine ait
Farsça şiirlerinin yanında Câmî, Hâfız, Sa’dî gibi şairlerden aldığı çok sayıda Farsça şiire de
yer vermiştir. Tebliğde Lamiî Çelebi’nin eserlerinden hareketle onun klasik Türk
edebiyatındaki yeri anlatılacak, Münşeât’ı tanıtılacak ve Münşeât’ındaki Farsça şiirleri
değerlendirilecektir.
Anahtar Kelimeler: Bursalı Lamiî Çelebi, Klasik Türk Edebiyatı, Münşeât, Farsça Şiirler
International Journal of Cultural and Social Studies (IntJCSS), August, 2016; 2(SI 1): 25-42
Copyright© IntJCSS (www.intjcss.com) - 26
Place of Lamiî Chelebi from Bursa in Classical Turkish
Literature and his Persian Poems in Münsheât
Hasan Ali ESİR
Recep Tayyip Erdogan University Faculty of Arts and Sciences Department of Turkish Language and
Literature, Rize, TURKEY
E-mail: hasan.esir@erdogan.edu.tr
Abstract
Lamiî Chelebi from Bursa (d. 1532), who lived in 17th century, was a poet and writer. He is
one of the prominent representatives of the Classical Turkish literature and has around forty
works consisting of poetical and prose. Lamiî Chelebi, in addition to his original works in
terms of subject, wrote some translated works from Persian literature. He was given the title
of “Câmî-i Rûm” because of his translations especially from Câmî (d. 1492) and from Persian
literature. However, Lamiî Chelebi did not only leave the works by translating but also made
some additions to them.Thus, he brought to the translation-adaptation form of this type of his
works. “Terceme-i Nefahatü’l-Üns’’, “Translation of Şevâhidü’n-Nübuvve” and “Ferhâd and
Şîrîn’’ are among his translation-adaptation works. In addition to his own Persian poems,
Lamiî Chelebi included a large number of Persian poems taken from poets such as Câmî,
Hâfız, Sa’dî in his Münsheât. In the declaration, Lamiî Chelebi’s position in Classical Turkish
literature, based on his works, will be described, Münsheât will be introduced and his Persian
poems in his Münsheât will be assessed.
Keywords: Lamiî Chelebi from Bursa, Classical Turkish Literature, Münsheât, Persian
Poems
K
Special Issue on the Proceedings of the 5th ISCS Conference, 2016 - KAZAKHSTAN
Copyright© IntJCSS (www.intjcss.com) - 27
Giriş
Bursalı Lamiî Çelebi’nin Klasik Türk Edebiyatındaki Yeri
Lamiî Çelebi’nin asıl adı Mahmud’dur. Künyesi Mahmûd Çelebi bin ‘Osmân Çelebi bin
Nakkâş ‘Alî bin İlyâs ‘Alî’dir (Esir, 2006, s. 80). Bursa’da doğmuş ve yine Bursa’da ölmüştür
(doğ. 1472-öl. 1532). XV. yüzyılın son çeyreği ile XVl. yüzyılın ilk yarısında yaşamıştır.
Divan edebiyatında nazım ve nesirde 40 civarında eser kaleme almış bir şair ve yazardır.
Lamiî Çelebi’nin çocuklarından Dervîş Mehmed Çelebi de Lemî mahlasıyla şiirler yazmiştır.
Mehmed Çelebi ayrıca babasının Letâ’if’ini tamamlamıştır.
Lamiî Çelebi, Osmanlı İmparatorluğu’nun siyasi ve edebî bakımlardan en parlak devrinde
yaşamıştır. Eserlerini devlet idarecilerine sunmuş ve onlardan yardımlar görmüştür.
Kaynaklardan anlaşıldığına göre Lamiî, Emîr Ahmed Buhârî’ye (öl. 1516) intisap ettikten
sonra Nakşîlikte şeyhliğe kadar yükselmiş ve çevresinde hürmet görür bir kişi olmuştur.
Bundan sonra günlük 35 akçe ile Bursa’da ikamet etmiş ve vaktinin büyük bir bölümünü yazı,
ilim ve ibadete ayırmıştır. Geçimini kalemi ile kazanan bir müelliftir. Fettâhî-i Nişâbûrî’nin
(öl. 1448-49) Hüsn ü Dil’ini tercüme ederek Sultan Selim’e sunmuş ve yardımlarını
görmüştür. Mevlânâ Camî’nin (öl. 1492) Şevâhidü’n-Nübüvve ve Nefahatü’l-Üns adlı
eserlerini çevirmiştir. Bazı değişiklikler ve ilavelerle Ferhâd ile Şîrîn’i Nevâî’den (öl. 1501)
nazmetmiş ve karşılığında dönemin padişahı Yavuz Sultan Selim’den sâliyâne olarak bir köy
almıştır. Unsurî’nin (öl. 1040) Vâmık u Azrâ’sını gül redifli bir kaside de ilave ederek altı
ayda tercüme etmiş ve Kanunî’ye sunmuş, Kanunî de kendisine maddi yardımlarda
bulunmuştur. Daha sonra Fahr-i Cürcanî’nin (XI. yüzyıl) Veyse vü Râmîn’ini tercüme etmiş
ve Kanunî’nin sadrazamlarından İbrahim Paşa’ya sunmuştur. Eseri beğenen İbrahim Paşa,
çocuklarının ihtiyaçlarını karşılaması için Lamiî’ye 20 akçe ulufe sadaka olarak vermiştir.
Ayrıca el yazısıyla olan Dîvân’ının bir nüshasını da yine İbrahim Paşa’ya takdim etmiştir.
Câmî’den (öl. 1492) ilavelerle çevirdiği ve Belgrad fethi sırasında tamamladığı Nefahatü’l-
Üns’üne Fütûhü’l-Mücâhidîn adını vermiş ve Kanunî’ye sunmuştur. Yine Kanunî’nin
Bursa’ya geleceği duyulunca ona ithaf etmek için Bursa’nın güzelliklerini anlattığı bir Şehrengîz
kaleme almıştır. Kanunî’ye ithaf ettiği eserler arasında Şem‘ ü Pervâne, Şerefü’l-İnsân,
İbret-nümâ da bulunmaktadır. Fars edebiyatından ve bilhassa Câmî’den (öl. 1492) yaptığı
tercümeleri nedeniyle kendisine “Câmî-i Rûm” denilmiştir. Bu bilgiler Lamiî’nin klasik Türk
edebiyatında önemli bir yere sahip olduğunu gösterir (Esir, 1998, s. 12-30 ve Esir, 2006, s.
44).
Münşeât
Münşeât kelimesi Arapça olup n ş e sülasî fiilinin rubaî şekli olan e n ş e nin inşâ
mastarından türemiştir. İnşâ mastarından çıkan münşâ ve onun çokluk şekli olan münşeât;
kaleme alınmış şeyler, bir münşînin yazdığı şeyler, mektuplar gibi anlamlara gelmektedir
(Sarı, 1982, s. 1512 ve Şemseddin Sâmî, 1317, s. 1415). Edebiyatta inşâ; iyi yazılmış yazı
örneklerini ihtiva eden eserlere de denilmektedir (Pakalın, 1993, s. 73, 74 ve İslam
Ansiklopedisi, 1997, s. 1009, 1010). Münşeât yazarlarına da genel olarak münşî adı
verilmektedir.
Münşeâtlar şahsiyetler ve dönemler başta olmak üzere genel ve özel pek çok konuda bilgiler
veren önemli kaynak eserlerdir. Klasik Türk edebiyatında münşeâtlar önemli yer tutar. Türkçe
münşeât yazma XV. yüzyıldan itibaren başlamış ve sonraki yüzyıllarda artarak devam
etmiştir. Münşeâtlar Türkçe mensur eserlerdir. Bu metinler içinde, Türkçe manzumelerden
başka, çok sayıda ve çeşitli tür ve şekillerde manzum ve mensur Arapça ve Farsça sözler
International Journal of Cultural and Social Studies (IntJCSS), August, 2016; 2(SI 1): 25-42
Copyright© IntJCSS (www.intjcss.com) - 28
bulunmaktadır. Münşeât nesrini diğer nesir türlerinden ayıran en önemli özelliklerden biri
budur.
Lamiî’nin Münşeât’ı
Türk edebiyatında Lamiî Çelebi’nin Münşeât’ının yerini tespit etmemiz gerekirse; Lamiî
Çelebi dönemini, artık münşeât yazmanın bir gelenek hâlini aldığı ve bu geleneğin kuruluş ve
gelişme aşamalarını tamamlayıp yükselme dönemini idrak ettiği XVI. yüzyılda yazdığını
görüyoruz. Lamiî’nin Münşeât’ı şekil ve öz yönünden kusursuzdur.
Münşeât’ta müellifin, çeşitli konulara dair görüşlerini anlattığı bir “giriş” ile son bölümde
kitabın tamamlanışı hakkında bir “hatime” yer almaktadır. Bu iki bölüm arasında 3 Farsça, 5
Arapça, biri Uygur Türkçesiyle 78 Türkçe olmak üzere toplamda 86 mektup bulunmaktadır.
Mektuplar çeşitli konularda ve değişik kademedeki makam ve mevki sahiplerine
yazılmışlardır. Mektupların hangi türde oldukları başlıklarında belirtilmiştir. Farsça
mektuplardan biri hariç, bütün mektuplarda başlıklar Türkçedir. Mektuplarda, yazıldıkları
şahsa göre, yer yer sade, bazen süslü ve karmaşık, ama ahenkli, işlenmiş bir dil kulanılmıştır.
Münşeât’ta Lamiî Çelebi, “hamse ve tis’a mi'e”de, hicrî 905’te (M 1499) “bîst ü heft” e yanı
27 yaşında olduğunu söyler (Esir, 2006, s. 44). Bu bilgiye göre onun hicrî 878’de (M 1472)
doğduğunu öğreniyoruz. Yine eserinin sonunda hicri 938’de (M. 1532) Münşeât’ını
tamamladığını söylemektedir. Bu tarih aynı zamanda onun ölüm tarihidir. Dolayısıyla
Münşeât’ın onun son eseri olduğu söylenebilir.
Münşeât’ın Farsça Manzum ve Mensur Bölümleri
Münşeât’ın müellif hattında metin 1b-126a varakları arasındadır. Ancak nüshada 123b
’den
124a
’ya geçerken arada yaklaşık 15 varaklık bir bölüm eksiktir. Bu eksik kısımla birlikte eser
yaklaşık 282 sayfadır. 282 sayfalık eserde manzum ve mensur farklı yapılarda 1598 Arapça ve
Farsça söz tespit ettik. Bu sayıya tamamı Farsça ve Arapça olan mektuplar dâhil edilmemiştir
(Esir, 2006, 490 s.).
Münşeât’ta Türkçe kısımlarda, Arapça ve Farsça çeşitli nazım şekillerinde çok sayıda
manzum ve yine çeşitli yapılarda mensur sözler vardır. Öyle ki hemen her satırda Arapça ya
da Farsça bir söze rastlamak mümkündür. Eserde manzum kısımlarda mısralar alt alta
yazılmadıkları için ilk bakışta eserin tamamı mensur gibi görünmektedir. Yabancı sözler
bazen kırmızı ile yazılmış bazen de kırmızı çizgi ile belirtilmiştir. Mektup başlıkları da
kırmızı yazı iledir. Burada Farsça manzum ve mensur sözler üzerinde duracağız.
Mısralar: Lamiî, Münşeât’ında kendisine ait Farsça şiirlerinin yanında Câmî, Hâfız, Sa’dî vb.
şairlerden aldığı çok sayıda Farsça mısraa da yer vermiştir. Eserde tespit ettiğimiz 102 mısra
bulunmaktadır. Çoğunun başında “mısra” ifadesi kullanılmıştır. Bazen de “mısrâ’ limü'ellifihi”
denilmiş. Bir yerde de “dîger” ifadesi kullanılmıştır. Mısralardan bazılarının
kimden alındıkları, mesela Hâfız, Monla gibi, belirtilmiştir.
Beyitler: Eserde 376 Farsça beyit bulunmaktadır. Bunlardan 7 tanesi Farsça-Arapça
mülemmadır. Farsça beyitlerin çoğunun başında “beyit” ifadesi kullanılmıştır. Ayrıca bazı
beyitlerin başında beyit yerine Hâfız, Beyt-i Hâfız, Sa’dî, Enverî, Mesnevî-i Mevlevî, Şeyh
Nizâmî, Câmî, Şeyhî, Hüsrev, Kâtibî gibi kimden alındığı belirtmiş. Bazen de “dîger”, “likâ'ilihi”,
“li-müellifihi”, “ma’rûz-ı beyt” ifadeleri kullanılmıştır. Lamiî, kendi beyitleri için
K
Special Issue on the Proceedings of the 5th ISCS Conference, 2016 - KAZAKHSTAN
Copyright© IntJCSS (www.intjcss.com) - 29
“nazmun li-mü'ellifihi” ya da “beytün li-mü'ellifihi” demektedir. Bu durumda nazım teriminin
beyit yerine de kullanıldığını görmekteyiz.
Rubaîler: Münşeât’ta 38 Farsça rubaî bulunmaktadır. Rubailerin başında “rubaî” ifadesi yer
almaktadır. Beş yerde rubai yerine “Câmî” denmiş ve rubaînin Câmî’den alındığı bu şekilde
belirtilmiş. Bir yerde de “Rubâ’î li-mü'ellifihi” denmiş. Beş yerde de rubaînin iki mısraı
alınarak beyit yapılmış ve başlık olarak “beyit” denmiş. Beytin rubaî olduğu vezninden
anlaşılmaktadır.
Kıt’alar: Münşeât’ta 52 Farsça kıta vardır. Dokuz tanesi 3 beyit, bir tanesi 4 beyit, bir tanesi
5 beyit bir tanesi 13 beyit, geri kalanlar da 2 beyittir. Kıtalardan 6’sı Farsça-Arapça
mülemmadır. Kafiyeler genelde xa xa xa şeklindedir. Dört kıta ab ab kafiyelidir. Bir tanede
bütün mısralar serbesttir, ancak ilk beytin mısraları yer değiştirdiğinde xa xa kafiyeli
olabilmektedir. Kıtaların bazılarının başında Hüsrev, Câmî, Hâfız, Mevlânâ Câmî gibi kimden
alındıkları belirtilmiştir. Diğerlerinde de dört yerde “kıt’a li-mü'ellifihi” yerine “nazmun limü'ellifihi”
denmiş. Bir yerde “dîger”, bir yerde “şiir” bir yerde de “beyit” denmiş. Şiir ve
beytin kıta yerine kullanıldığını görüyoruz. Yine eserde bazı kıtalar nazım olarak
kaydedilmiştir. Bu durum klasik edebiyatta başka eserlerde de görülür. Bunun, yanlışlıktan
değil de nazmın kıtaya benzemesi dolayısıyla geniş anlamda nazmın kıtayı da içine alacak
şekildi kullanılmasından kaynaklandığını söyleyebiliriz. Münşeât’ta kıta terimi geçmez.
Nazmlar: Münşeât’ta 41 Farsça nazm vardır. Bunlardan yirmi sekizi 2 beyit, on tanesi 3
beyit, biri 4 beyit, biri 5 beyit, biri de 6 beyittir. Nazmlardan dördü Farsça-Arapça
mülemmadır. Bir nazmda mahlas bulunmaktadır. Aynı nazm mahlassız başka yerde de
geçmektedir. Mahlasın bulunması nazmı gazele yaklaştırmıştır. Nazımlardan yirmi iki tanesi
aa xa xa şeklinde, on dokuzu mesnevi tarzında aa bb şeklinde, biri de aa aa şeklinde her beyti
aynı kafiyelidir. Nazımlardan otuzunda “nazm”, üçünde “nazmun li-mü'ellifihi”, dördünde
“dîger” denmiş, birinde Câmî’den alındığı söylenmiş, bir yerde de “beytün li-mü'ellifihi”
denilerek beyit nazm anlamında kullanılmıştır; bir nazma mesnevi denmiş, bir nazımda da
başlık yoktur.
Mesneviler: Münşeât’ta biri 4, diğeri iki beyitli 2 Farsça mesnevi bulunmaktadır. Dört beyitli
olanın başında “mesnevi” denmiş. Bundan başka yine başlığı “mesnevi” olan iki beyitlik bir
manzume daha vardır. Ancak manzume aa xa şeklinde nazm kafiyeli olduğudan biz bunu
nazm olarak değerlendirdik. Söz konusu manzumenin devamındaki ikinci şiirin başlığı
“dîger” olup mesnevi şeklinde aa bb kafiyelidir ve Farsça-Arapça mülemmadır.
Mensur sözler: Münşeât’ta Farsça ve Farsça-Arapça mülemma 57 söz ve ibare
bulunmaktadır. Mektupların giriş ve son kısımları genellikle mensur Arapça ya da Farsçadır.
Bazen de Arapça-Farsça mülemma olabilmektedir.
Münşeât’ta Farsça Sözlerin Seçimi ve Metindeki Yerleri
Münşeât’ta gerek Arapça ve gerekse Farsça sözlerin konuların akışına göre seçildiğini
söylemek mümkündür. Bu sözler günümüzde mensur metinlerdeki açıklayıcı örnekler gibidir.
Münşeât’ta Farsça sözlerin geçtiği yerler Münşeât’ın giriş bölümü, giriş bölümünden sonraki
ilk mektup ve bitiriliş bölümünde şöyledir:
Giriş bölümü Münşeât’ın müellif hattında 1b-12a yaprakları arasında 22 sayfadır. Bu
bölümde Farsça sözler şöyledir:
International Journal of Cultural and Social Studies (IntJCSS), August, 2016; 2(SI 1): 25-42
Copyright© IntJCSS (www.intjcss.com) - 30
Münşeât’ın ikinci beyti Arapça-Farsça mülemmadır. Lamiî, sözlerine Besmele ile Allah’tan af
dileyerek başlar:
Li-mü'ellifihi: Bi’smi’llâhi’r-rahmâni’r-rahîm
Sûret-i tugrâ'st zi-şâh-ı ‘azîm
“Rahman ve rahim olan Allah’ın adıyla (Neml, 27/ 30) (sözü) Allah’ın bir tuğrasıdır.”
Sonra gençlik yıllarındaki duygu dolu zamanları anlatır, yazma merakından söz eder,
değerinin bilinmediğinden yakınır:
Hâfız: Bürehnegân-ı tarîkat be-nîm cov ne-harend
Kabâ-yı atlas-ı ân kes ki ez-hüner ‘ârî'st
“Tarikatın çıplakları (çıplak gidenler) sanattan bir şey anlamayan birisinin atlastan cübbesini
yarım arpaya bile almazlar.”
Bu dönemde intisap ettiği faziletli kişilerin kendisine yol gösterdiklerini, şiir ve inşada
katettiği yolu onlara borçlu olduğunu söyler ve arzularını gerçekleştirdiğini anlatır:
Hâfız: Âher dilem be-ârzû-yı hîşten resîd
V'ânçi ez-Hudâ-yı hw
âste-bûdem be-men resîd
“Sonunda gönlüm arzusuna ulaştı; Allah’tan istemiş olduğum o şey bana ulaştı.”
Hâfız: Âb-ı Hayvânî ki İskender be-târîkî ne-yâft
Der-sevâd-ı defter-i îşân münevver yâftem
“İskender’in karanlıkta bulamadığı Âb-ı Hayatı, onların bilgi defterinde parlak olarak
buldum.
Sa’dî: Seg-i Ashâb-ı Kehf rûzî çend
Pey-i nîkân girift ü merdüm şod
“Ashab-ı Kehf’in köpeği birkaç gün iyilerin peşinden gitti ve insan oldu.”
Hâfız: Şüküfte şod gül-i ferhat be-bûsıtân-ı ümîz
Nişest bâz meserret be-âşiyân-ı ümîz
“Senin ferahlık çiçeğin ümit bahçesinde açtı; ümit yuvasına tekrar ferahlık oturdu (kondu).”
Güzel yazmak konusunda araştırmalar yaptığını, üslubunu geliştirmede evrenin yaratılışının
kendine ilham verdiğini belirtir:
Beyt: Dakîkhâ-yı ma’ânîş der sevâd-ı hurûf
Çü der-siyâhî-i şeb rûşenî-i pervîn-est
“Harflerin siyahlığında onun manasının incelikleri, tıpkı gecenin karanlığındaki Pervin
yıldızının ışığı gibidir.”
Beyt: Mî-resed der-gûş-ı hûş ez-mülk-i Kudseş sad nevîd
Her ki-râ ez-nûr-ı tâli’ rûy-ı baht-âyed sefîd
“Parlak talihlerinde ak bahtlıklar olan insanların can kulağına onun cennet mülkünden
(Allah’ın temiz mülkünden) yüzlerce ümit fısıldanıyor.”
K
Special Issue on the Proceedings of the 5th ISCS Conference, 2016 - KAZAKHSTAN
Copyright© IntJCSS (www.intjcss.com) - 31
Nazmun li-mü'ellifihi: Her şeb be-pîş-i çeşmem în lu’betân-ı envâr
Mânend-i şem’ hâne kerdendî ‘arz-ı ruhsâr
“Her gece gözümün önünde bu parlak oynaşanlar tıpkı evin mumu gibi yüzünü gösterdi.”
Etraflıca düşünerek yazdığını ve zamanının ediplerine danıştığını söyler:
Nazmun li-mü'ellifihi: Ki ez-fehvâ-yı elfâz-ı bedî’aş
Kunad der-hâtır-ı dânâ eserhâ
“Onun sanatkârane sözleri akıllı insanların gönlüne tesir eder” sözü gereğince..”
Gerek şiir ve gerekse nesirle ilgili düşüncelerini anlatırken “saf şiir”den yana olduğunu
belirtir:
Hâfız: Der-în zemâne refîkî ki hâlî ez-halel est
Surâhî-i mey-i nâb u sefîne-i gazel est
İçinde temiz şarap bulunan sürahi ile gazel mecmuası, bu zamanda kötülükten uzak bir
dosttur.
Enverî: Çi-râ be-şi’r-i mücerred mufâharet ne-konem
Zi-şâ’irî çi bed âmed Cerîr ü A’şâ-râ
“Niçin saf şiirle iftihar etmeyeyim? Cerîr ve A’şâ’ya şairlikten ne zarar geldi?...”
Hâfız: Zi-’ışk-ı nâ-temâm -ı bâ-cemâl-ı yâr müstagnî'st
Be-âb u reng ü hâl ü hatt çi hâcet rûy-ı zîbâ-râ
“Sevgilinin güzelliği kusurlu aşktan müstağnidir; güzel yüzün güzelliğe, bene ve hatta ne
ihtiyacı vardir?”
Hâfız ‘Ankebût-ı dilem ez-târ-ı nazar dâmî kerd
Bâ-çünîn dâm taleb-i kârî-i ‘Ankâ mî-kerd
“Gönlümün örümceği bakış ağından bir tuzak kurdu; böyle bir tuzakla Anka kuşunu
istiyordu.”
Üslup sahibi olmuşütur. Hem ruhen hem de fikren olgunlaşmıştır.
Hâfız: ‘Ankâ şikâr-ı kes ne-şeved dâm bâz çîn
K'încâ hemîşe bâd be-dest est dâm-râ
“Anka kimsenin avı olmaz; (ey avcı), tuzağı topla! Çünkü burada daima tuzak yerine rüzgâr
elde edilir (elde kalır).”
Hâfız: ‘İlmî ki reh be-dōst bered der-kitâb nî'st
V'ânhâ ki hw
ândeîm heme der-hisâb nî'st
“Dosta (Allah’a) götüren ilim kitapta yoktur; okuduklarımızın hiçbiri hesapta yoktur.”
Âlemin sırlarını tam olarak çözmek imkânsızdır. Bu bakımdan gök bilimi ile kusursuz yazma
çabası birbirine benzer. Her ikisini öğrenmenin bir sınırı ve sonu yoktur. İnsan ne kadar
çalışsa da kusursuz yazamaz:
International Journal of Cultural and Social Studies (IntJCSS), August, 2016; 2(SI 1): 25-42
Copyright© IntJCSS (www.intjcss.com) - 32
Hâfız: Vasf-ı ruhsâre-i hûrşîd zi-huffâş me-pors
K'ender-în âyine sâhib-nazarân hayrânend
“Güneşin yüzünün vasfını yarasadan sorma; çünkü bu aynanın içine bakış sahipleri
hayrandırlar.”
Câmî: Mâdâmki der tefrika vu vesvâsî
Der-mezheb-i ehl-i cem’ şerrü’n-nâsî
Lâ va’llâh lâ-nâs ne-i nesnâsî
Nesnâsî hod zi-cehl-i mî-neşnâsî
“Mademki tefrika ve vesvesedesin, o halde Ehlicem mezhebine göre insanların en kötüsüsün.
Hayır, vallahi insan değilsin! “Nesnâsî”nin “nun” harfisin. Nesnassın, cehaletten dolayı
kendini bilmezsin!”
Hüsrev: Hükm-i hâl-i mantıkî hw
âhî zi-hâl-i felsefî
Kon kıyâs ân-râ ki asgar münderic der-ekber est
Herze mî-gûyed müneccim jâj mî-hâyed hakîm
Her dü ez-tahkîk-i hâl âgeh ne-yend er bâver est
“Eğer mantıkçının hâlini felsefecinin hâlinden sormak istersen büyükte gizli olan küçüğü
birbiriyle kıyas et. Müneccim boş söz söylüyor, bilgin de boş konuşuyor; her ikisi de gerçek
durumdan haberdar değil!”
Hâfız: Kes ne-dânî'st ki menzilgeh-i ma’şûk kucâ'st
În kadr hest ki be-ângeh ceresî mî-âyed
“Bir çıngırak sesi gelmesine rağmen sevgilinin menzilinin nerede olduğunu kimse bilemedi!”
Mesnevî-i Mevlevî: Pây-ı istidlâliyân çûbîn büved
Pây-ı çûbîn saht-ı bî-temkîn büved
“İstidlâl ehlinin ayağı odundandır; odundan ayak çok dayanıksızdır.”
Câmî: Tahkîk-i ma’ânî ez-’ibârât me-cûy
Bî-ref’-i kuyûd u i’tibârât me-cûy
H
w
âhî ki be-yâbî zi-’illet Şifâ'
Kânûn-ı necât ez-işârât me-cûy
“Manaların doğruluğunu cümlelerde arama. Kayıtları (ele ayağa dolaşan şeyleri) bertaraf
etmeden saygı bekleme. Hastalıktan Şifa bulmak istiyorsan, kurtuluş Kanununu işaretlerde
arama!”
Bu arada şiir konusunda bazı düşünceler oluşmuştur ve bunları kendi iç dünyasında
tartışmaktadır:
Hâfız: Birûn ez-’âlem-i harf-est cân-ı horde-bînân-râ
Be-gamze sûy-ı yek dîger işârethâ-yı pinhânî
K
Special Issue on the Proceedings of the 5th ISCS Conference, 2016 - KAZAKHSTAN
Copyright© IntJCSS (www.intjcss.com) - 33
“Her şeyi inceden inceye görebilen ruhlar, harf âleminin dışından işveyle birbirlerine sırlı
işaretler yaparlar!”
Hâfız: Hâtıret key rakam-ı feyz pezîded heyhât
Meger ez-nakş-ı perâkende varak sâde konî
“Gönlün, feyiz yazısını ne zaman kabul edecek?... Heyhât! Meğerki karmakarışık yazılardan
arınsın!”
Hâfız: ‘Âkilân nokta-i pergâr-ı vücûdend velî
‘Işk dâned ki der-în dâyire sergerdânend
“Akıllılar varlık pergelinin noktasıdır; bu dairede başı dönmüşlerin bulunduğunu ancak aşk
bilir.”
Hâfız Der-ân diyâr ki bûyî vezed zi-turra-i yâr
Be-narh-ı hâk fürûşend nâfehâ-yı Tatâr
“Yarın saçından güzel kokunun estiği o diyarda, Tatar nafeleri toprak pahasına satılır.”
Bir müddet karışık duygular içerisinde bu şekilde dolaşır. Sonra da şiir ve inşanın yalan ve
aldatma olmadığını anlar:
Beyt: Ân çeşme ki Hızr ez-û bord hayât
Bِ ûd âteynâhu min ledünnâ ‘ilm
“Hızır’ın ölümsüzlük hayatını bulduğu o çeşme, ‘Kendi nezdimizden ona ilim verdik. .Kehf,
18/ 65)” idi!”
Câmî: Geştî be-vukûf ber-mevâkıf kâni’
Şod kasd-ı makâsidet zi-maksad mâni’
Hergiz ne-şeved tâ ne-konî ref’-i hücüb
Envâr-ı hakîkat ez-matâli’ tâli’
“Gemi vukufla duraklara ulaşmak ister; senin maksatlarındaki niyet, asıl maksada engel oldu.
Engelleri ortadan kaldırmadıkça kesinlikle hakikat nurları ufuklardan doğmaz!”
Câmî: Ân ki ‘ayn-ı ‘akl der şer’aş zi-şer dâred kenâr
Key revâ bâşed zi-şi’reş dîde der-şer dûhten
V'ân ki çün subh-i düvüm sıdk-est yek ser key sezed
Çün nuhustîn subh ez-û şem’-i dürûg efrûhten
“Dinde akıl gözü olan kötülükten uzak durur; böyle bir kişinin, şiirinde kötülüğe hayranlık
duyması ne zaman uygun olmuştur? Fecrisadık gibi doğru olan kimse nasıl görmezden
gelinebilir? Fecrikâzibin aydınlığı sadece yalancı bir mumdan ibarettir!”
Şeyh Nizâmî: Der-şi’r-i me-pîç ü der fen-i û
Çün ekzeb-i û'st ahsen-i û
“Şiirde ve onun tarzında değişiklik yapma; çünkü onun en iyisi en yalancısıdır!”
Gaipten bir ses duyar, yazmayı bırakır ve teslimiyete yönelir.
International Journal of Cultural and Social Studies (IntJCSS), August, 2016; 2(SI 1): 25-42
Copyright© IntJCSS (www.intjcss.com) - 34
Câmî: Bî-’inâyât-ı Hak u hâssân-ı Hakk
Ger melek bâşed siyâhesteş varak
“Hakk’ın ve seçkin kişilerin yardımı olmadan, melek de olsa onun sayfası siyahtır!”
Hâfız: Fikr-i bihbûd hod iy dil zi-der-i dîger kon
Ve'r ne ‘âşık ne-şeved bih be-müdâvâ-yı hakîm
Gonca gû teng-dil ez-kâr-ı fürû-beste me-bâş
K'ez dem-i subh mededyâbî ve z'enfâs-ı nesîm
“Ey gönül, kendi sağlam düşünceni başka kapıdan düşün; yoksa tabibin ilâcıyla âşık iyi
olmaz. Goncaya de ki, olmamış olan işten canını sıkmasın; zira sabah vaktinden ve rüzgârın
esintilerinden yardım bululur!”
Hâfız: ‘Işk-râ Bû Hanîfe ders ne-kerd
Şâfi’î-râ der-û rivâyet nî'st
“Ebu Hanife aşk hakkında ders vermedi; Şafiî’nin o konuda rivayeti yoktur!”
Hâfız: Tahsîl-i ‘ışk-bâzî âsân nümûd evvel
Cânem be-sûht âhir der-kesb-i în fazâyil
Hallâc-ı ber-ser-i dâr în nükte hoş serâyed
Ez Şâfi’î me-porsîd emsâl-i în mesâ'il
“Aşk oyununu öğrenmek önce kolay göründü; bu faziletleri elde ederken sonunda canım
yandı. Darağacındaki Hallâc’a bu nükte hoş gelir. Bu meselelerin benzerini Şafiî’den
sormayınız!”
Gaipten bir ses daha işitir; bu ses de kendisine nazmın ve nesrin zorluklarından
bahsetmektedir.
Hâfız: ‘Ankâ şikâr-ı kes ne-şeved dâm bâz çîn
K'încâ hemîşe bâd be-dest est dâm-râ
“Anka kimsenin avı olmaz; (ey avcı), tuzağı topla! Çünkü burada daima tuzak yerine rüzgâr
elde edilir (elde kalır)!”
Hâfız: Girevî âhir-i ‘ömr ez-mey ü ma’şûka be-gîr
Hayf evkât ki yek ser be-betâlet be-reved
“Ömrün sonlarında içki ve sevgiliye meyletmeği bırak; baştan başa boş geçen vakitlere
yazık!”
Câmî: Lâf-ı hiredmendî ez-în mühre çend
Har hem ez-în mühre büved behremend
Her ki ber-în mühre çü har dil nihâd
Dürr-i girân-mâye be-har mühre dâd
“Akıllılık lâfı bu dünyada ne zamana kadar?.. Eşek de bu dünyadan faydalandı. Bu dünyaya
eşek gibi gönül bağlayan kişi, değerli inciyi (ömrü) eşeğe tokmak olarak verdi!”
K
Special Issue on the Proceedings of the 5th ISCS Conference, 2016 - KAZAKHSTAN
Copyright© IntJCSS (www.intjcss.com) - 35
Câmî: İy mürg dilet geşte mukayyed be-kafes
Kâmil ne-şevî tâ negünî terk-i heves
Ger hestî-i hîşten hicâbet ne-şeved
Dâyim nazaret be-Zât-ı Hakk bâşed ü bes
“Ey kuş, gönlünü kafese bağlamışsın! Hevesi terketmedikçe kâmil olamazsın! Eğer kendi
varlığın sana engel olmazsa, devamlı nazarın Hakk’a olsun, yeter!”
Hâfız: Devlet der-în serâ vu küşâyiş be-dîn der-est
“Devlet bu dünyada ve rahatlık da bu kapıdadır!”
Hâfız: Kat’ în bâdiye bî-hem-rehî-i Hızr me-kon
Zulümât-est be-ters ez-hatar-ı gümrâhî
“Bu çölü Hızır’ın yoldaşlığı olmadan aşma, karanlıktır; yolunu kaybetme tehlikesinden kork!”
Lamiî Çelebi, Emîr Şemsüddin Ahmed Buharî’ye intisap ettikten sonra onun tavsiyesi
doğrultusunda ilk olarak haftalar süren münzevî bir hayata başlar:
Beyt: Ser-i irâdet-i mâ âsitân-ı Hazret-i Dōst
Ki her-çi ber-ser-i mâ mî-reved irâdet-i û'st
“Bizim istek başımız ve Üstad’ın eşiği, başımıza gelen her şey onun iradesi dâhilindedir!”
Hâfız: Zi-mülk tâ melekûteş hicâb ber-dârend
Her ân ki hizmet-i câm-ı cihân-nümâ be-koned
“Mülkten onun melekler âlemine kadar cihanı gösteren kadehe hizmet eden kişi hicap duyar!”
Şeyhî: Hâk şev hâk tâ be-rûyed gül
Ki be-cüz hâk nî'st mazhar-ı kül
“Toprak ol ki gül bitsin. Mazharıkül topraktan başka bir şey değildir!”
Şeyhinin yardımıyla gönlünü kötü niyetlilerden korumak ve aydınlık kılmak ister:
Hüsrev:Zi-deryâ-yı şehâdet çün neheng-i lâ ber âred ser
Teyemmüm farz kerded Nûh-râ der-rûz-ı Tûfâneş
“Lâ timsahı şahadet deryasından başını kaldırınca Nuh’a tufan gününde teyemmüm farz
olur!”
Hâfız: Ez-ân zemân ki be-dîn âsitân nihâdem rûy
Ferâz mesned-i hûrşîd tekyegâh-ı men-est
Meger be-tîg-i ecel hayme ber-konem v'er ne
Remîden ez-der-i devlet ne resm ü râh-ı men-est
“Bu eşiğe yüz koyduğum zamandan beri, güneşin dayandığı mertebe benim dergâhımdır. Ecel
kılıcı otağımın ipini kesse ve otağım yıkılsa bile devlet kapısını terk etmek benim âdetim
değildir!”
International Journal of Cultural and Social Studies (IntJCSS), August, 2016; 2(SI 1): 25-42
Copyright© IntJCSS (www.intjcss.com) - 36
Lamiî, şeyhi Emîr Şemsüddin Ahmed Buharî’nin ölümü ile sarsılır. Ancak ona göre bu ölüm
dosttan gelen bir davettir:
Hâfız: Zi-gûş penbe birûn âr u müstemi’ mî-bâş
Salâ-yı mevt zi-her cânibet beyâyed fâş
“Kulaktaki pamuğu çıkar ve dinle; ölüm salası her tarafından açık olarak gelmektedir!”
Nazmun li-mü'ellifihi: Ân şâh-bâz-ı ünsî çün terk-i âşiyân kerd
Bâ-tâyirân-ı kudsî pervâz-ı lâ-mekân kerd
“O dost doğan kuşu, yuvayı terk edince, mukaddes kuşlarla lâ-mekâna doğru uçtu!”
Nazmun li-mü'ellifihi: Mütevâtir katarât-ı matar-ı rahmet ü fazl
Ber-ser-i ravza-i cennet sıfateş bârân bâd
Der-terâzû-yı ‘amel dirhem-i ihsân verâ
Ber-nükûd-ı hasenât-ı dü cihân rüchân bâd
“Rahmet ve fazilet yağmurunun damlaları devamlı olarak onun cennete benzeyen bahçesinin
üzerine yağsın! Ayrıca amel terazisinde bağış dirhemi, iki cihanın güzellik paralarına üstün
olsun!”
Bütün itirazlarına rağmen eş dost, tanıdık ve akrabalarına söz geçiremez ve onların ısrarlarıyla
evlenir:
Sa’dî: Çü ceng âverî bâ-kesî ber-sitîz
Ki ez-vey güzîret büved yâ gürîz
“Savaşınca, kendisinden fayda elde edeceğin veya kaçacağın kişi ile savaş!”
Onun hayatının bundan sonraki döneminde aile ve çoluk çocuk dolayısıyla geçim sıkıntısı baş
gösterir:
Hâfız: Gulâm-ı himmet-i ânem ki zîr-i çarh-ı kebûd
Zi-her-çi reng-i ta’alluk-pezîred âzâd-est
“Gök kubbe altında dünya işleriyle ilgili her şeyden uzak olan kişinin himmetinin kölesiyim!”
Monlâ:Yek külâhî dâştem ez-leblebû güm şod zi-men
“Leblebiden bir külâhım vardı, kaybettim!”
Hâfız: Her-çi hest ez-kâmet-i nâ-sâz-ı bî-endâm-ı mâ'st
Ve'r ne-teşrîf-i tu ber-bâlâ-yı kes kûtâh nî'st
“Kusur bizim uygunsuz ve düzgün olmayan boyumuzdadır; yoksa senin bağışladığın
elbise kimsenin boyuna kısa gelmez!”
Nazmun li-mü'ellifihi: Mürg-i dil der ‘âlem-i ıtlâk büved
Dâne-i dîd ü esîr-i dâm şod
“Gönül kuşu başıboşluk âleminde idi, bir tane gördü ve tuzağa esir oldu!”
Sa’dî: İy giriftârî pây-bend-i ‘iyâl
K
Special Issue on the Proceedings of the 5th ISCS Conference, 2016 - KAZAKHSTAN
Copyright© IntJCSS (www.intjcss.com) - 37
Diger âzâde-gî me-bend hayâl
“Ey çoluk çocuğun sıkıntısına düşen, artık hür olmayı hayal etme!”
Geçim sıkıntısı onu zamanının zenginlerine mektuplar yazmaya mecbur etmiştir:
Mevlânâ Câmî: Hezâr bâr ez-în şugl tevbe kerdem lîk
Ez-ân ne-bûd gürîzem çü sâyir-i eşgâl
Belî gürîz çi imkân zi-her-çi kilk-i kazâ'
Nüvişt-i ber-ser-i kes der-mebâdî-i ahvâl
“Bu işten bin defa tövbe ettim; ancak başka işlerden kaçışım gibi değildi bu kaçışım. Kaza
kaleminin ta başlangıçta insanın başına yazdığı “belâ”dan kaçışın imkânı var mı?...”
Mısrâ’:Bedîn bizâ’et-i müzcât key konem sûdî
“Bu değersiz sermaye ile nasıl kâr elde edeyim?...”
Lamiî, mektuplarını sadece maddî sıkıntılardan kurtulmak için yazmamıştır. Aynı
zamanda güzel söz sahiplerini yâd etmek ve yazma meraklılarına örnek olmak istemiştir:
Beyt: Tâyir-i vehm ü hayâl-i mâ kucâ vu kasr-ı dōst
Nüh-felek nesc-i ‘anâkib dân be-kasr-ı kadr-i dōst
“Hayal ve vehim kuşumuz nerede, dost sarayı nerede?... Dostun itibar sarayı yerine, dokuz
feleği örümceklerin ağı bil!”
Beyt: Men der-saf-ı fürsân-ı fesâhat çi kesem
Tâ tîg-i zebân-keşîden âyed hevesem
“Ben güzel söz söyleyenlerin usta binicileri safında kimim ki, dil kılıcını çekmeye
yelteneyim?
Lamiî, güzel yazmak konusunda rehbere ihtiyaç olduğunu söyler ve sözü herkesin süslü
ve sanatli söyleyip yazamayacağı noktasına getirir:
Nazmun li-mü'ellifihi: Bâr-ı mektûbât-ı ‘irfâneş eger ber-mî-zenî
Ez-keşîden nüh-katâr-ı çarh dâred ‘âcizî
“Eğer onun irfan mektuplarının ağırlığını dokuz kat felek katarına yüklesen çekmekten
aciz kalır!”
Hâfız: Z'ân lütf-i Hakk ki ‘akl ne-dîde'st ü ne-şenîd
Şükrâne vâcib est ki der-rûzıgârı mâ'st
“Hakk’ın, aklın görmediği ve işitmediği lütuflarından dolayı günümüzde olana şükretmek
gerekir!”
Hâfız: Âhenîn-pây çü pergâr şod u hem ne-resîd
Peyk-i endîşe der-ân dâyire illâ be-hayâl
“Pergel gibi iki ayağı da demirden olmasına rağmen, yine de ulaşamadı; o dairede düşünce
postacısı hayalden başkası değildir!”
Mısrâ’:Çü müflisî ki talebkâr-ı genc-i Kârûn-est
International Journal of Cultural and Social Studies (IntJCSS), August, 2016; 2(SI 1): 25-42
Copyright© IntJCSS (www.intjcss.com) - 38
“Bir müflis ki Karun'un hazinesine talip olmuştur!”
Lamiî Çelebi, zamane insanlarının kadirbilmezliğinden de şikâyetçidir:
Hâfız: Me-râ zi-dest-i hünerhâ-yı hîşten feryâd
Ki her yekî be-diger-gûne dâredem nâ-şâd
“Her biri beni başka türlü mutsuz eden hünerlerimin elinden feryat!”
Nazm: Eger bâşed harî ber-püşt-i ester
Konendeş cümle bâ-’Îsî berâber
Ve ger Sahbân büved der-jende bâ-dalk
Ne-sencendeş be-vezn-i bâklî halk
“Katır sırtında bir eşek bile olsa, onu herkes İsa ile denk tutar; eski yırtık elbise içerisinde
Sahban da olsa halk onu bakla ölçeği ile tartmaz!”
Mısrâ’:Tu ehl-i dâniş ü fazlî hemîn günâhet bes
“Sen ilim ve fazilet sahibisin, bu günah sana yeter!”
Li-kâ'ilihi: Kalb-i benehrec ü zer-i hâlis çü yek bahâ'st
Nakkâd-ı fazl-râ zi-mihekk-i hired çi sûd
“Kalbin içi ve saf altın aynı değerdedir; fazilet tenkitçisine akıl vasıtasından ne fayda?...”
Kâtibî: Hîç kûrî şi’r-i Selmân-râ ne-mî-âred be-çeşm
Hîç kel-râ ser-fürû n'âred be-Dîvân-ı Kemâl
“Hiçbir kör, Selman’ın şiirini göz önüne getirebilir mi? Hiçbir kel, Kemal’in Divan’ı
önünde başını eğebilir mi?...”
Yazdıklarında hata bulanların bu hataları affetmelerini ister:
Mısrâ’:Büzürgân hurde ber-hordân ne-gîrend
“Büyükler küçükleri küçümsemez!”
Hâfız: Be-pûş dâme-i ‘afvî be-zillet-i men-i mest
Ki âb-rû-yı şerî’at be-în kadr ne-reved
“Af eteğini kendinden geçmiş olan benim hakirliğimin üzerine ört ki, şeriatın yüzsuyu bu
kadarcık (afla) gitmez!”
Münşeât’ta bu giriş kısmından sonraki ilk mektup Lamiî’nin Bursa’dan şeyhi Emîr Ahmed
Buharî’ye yazdığı mektuptur. Mektup Münşeât’tın müellif hattında 12b-14a yaprakları
arasında yaklaşık üç buçuk sayfadır. Bu bölümde Farsça sözler şöyledir:
Mektubun elkâb / tarîf ve ibtida / ser-rnâme bölümleri Arapça selam ve saygı ifadeleridir.
Daha sonra tahallüs ve talep / haber bölümlerinde Lamiî mektubunda şeyhinden ayrı
kalışının vermiş olduğu ızdıraptan söz eder ve kavuşma isteğini dile getirir:
Mısrâ’:Men ki bâşem ki ber-ân hâtır-ı ‘âtır-güzerem
“Ben kimim ki o güzel hatırı kırayım?...”
K
Special Issue on the Proceedings of the 5th ISCS Conference, 2016 - KAZAKHSTAN
Copyright© IntJCSS (www.intjcss.com) - 39
Lamiî şeyhinden uzak olsa da gönlünün hep onunla olduğunu söyler ve kusurunu itiraf eder,
ona kavuşmayı arzular. Bu arzuyla gece gündüz kendisine dua ettiğini söyler. Uzakta olmanın
ızdırabını duyduğunu belirtir, dualarının kabul olmasını ister. Arzusu, şeyhinin gönlünü
kazanmaktır.
Beyt: Tû be-taksîr-i hod üftâdî ez-în der mahrûm
Ez-ki mî-nâlî vü feryâd çe-râ mî-dârî
“Sen kendi kusurunla bu kapıdan mahrum oldun; kimden şikâyet, neden feryat ediyorsun?..”
Beyt: Çigûne ser zi-hacâlet ber-âverem ber-dōst
Ki hizmetî ki sezâ ber ne-y-âmed ez-destem
“Başı, utançtan dolayı dosta nasıl çevireyim? Çünkü uygun bir hizmet elimden gelmedi.
Dîger: Deryâ vu kûh der-reh ü men haste vü za’îf
İy Hızr-ı bî-huceste meded dih be-himmetem
Her dem be-pîş-i çeşm-i tu hw
âhem sipord cân
Der-în hayâlem er be-dihed ‘ömr mühletem
Dûram be-sûret ez-der-i devlet sarây-ı tu
Lîkin be-cân u dil zi-mukîmân-ı Hazretem
“Yolumda deniz ve dağ, ben ise hasta ve zayıf; ey merhametsiz Hızır, yardımınla imdadıma
yetiş! Eğer ömrüm bana izin verirse, her an senin gözünün önünde canımı vermek istiyorum;
bu benim hayalimdir. Şeklen senin devlet sarayının kapısından uzaktayım; lâkin can ve
gönülden senin önünde saygıyla eğilenlerdenim!”
Dîger: Be-ten mukassaram ez-hizmet-i mülâzemetem
Velî hulâsa-i cân hâk-i âsitâne-i tu'st
“Vücutça sana bağlılık hizmetinden acizim; lâkin kalan canım senin eşiğinin toprağıdır!”
Mısrâ’:Dil pîş-i tu'st devlet-i men în kadr bes est
“Gönlüm senin önünde, bana devlet olarak bu kadarı yeter!”
Mısrâ’:Âyâ tu kucâ vu mâ kucâyem
“Sen nerede, biz neredeyiz?...”
Beyt: Ger neyem zîşân ez-îşân gofteem
Hoş-dilem k'în kıssa ez-cân gofteem
“Eğer canlı değilsem de onlardan söylemişim. Mutluyum, çünkü bu kıssayı candan
söylemişim!”
Beyt: Eger hizmet ne-mî-âyed zi-destem
Du’â'-gûy-ı tuem her câ ki hestem
“Elimden hizmet gelmese de, bulunduğum her yerde senin duacınım!”
Beytün li-mü'ellifihi: Ger ne-mî-bâşem zi-huddâm-ı dereş
International Journal of Cultural and Social Studies (IntJCSS), August, 2016; 2(SI 1): 25-42
Copyright© IntJCSS (www.intjcss.com) - 40
Bârî gûyend ez-segân-ı kûy-ı û'st
“Onun kapısının hizmetçilerinden değilsem de, hiç olmazsa köyünün köpeklerindendir
desinler!”
Mısrâ’:Yâ Rabb du’â-yı haste-dilân müstecâb bâd
“Yarab, gönlü hasta olanların duasını kabul et!”
Bi’n-nûn ve’s-sâd! Bâkî meyl ü şegaf be-neyl-i şeref-i dest-bûs huddâm-ı ân südde-i Sidremakâm
ne der-ân mertebe îst ki ber-şeyh-i îsâr-ı hâme-i müşkîn-’imâme şerh-i ân tevâned
dâd, yâ der-tayy-ı tûmâr-ı nâme-i kâfûrî-câme derc-i ân tevâned kerd.
““Nûn” ve “sâd” hakkı için! O yüce makamın hizmetçileri sonsuz arzu ve sevgiyle şeyhin
elini öpme şerefine nail olmayı o kadar çok istemektedirler ki, ne misk kokan sarık (gibi)
kalemin saçtıkları (yazıları), ne de kabı kâfur kokan mektubun dürülüp bükülmesi
(tamamlanmış olması) onun izahını yapabilir!”
Nazm: Ârzû-yı men be-hâk-i pây-ı û efzûn büved
Z'ârzû-yı garka der-âteş be-huld u kevsereş
Çeşm mî-dârem ki pîş ez-bâr besten z'în ribât
Bâr-ı men bi'nd ü felek-rûzî be-’azm-i kişvereş
“Onun ayağının tozuna o kadar çok özlem duymaktayım ki, onun cennet ve kevser ateşinde
boğulmak istiyorum. Ümit ederim ki bu saraydan ayrılmadan önce, yükümü bağlasın ve felek
kısmetli, onun ülkesine doğru yola çıksın!”
Rubâ’î: Yâ Rabb be-rehâniyem zi-hirmân çi şeved
Râhî dehîm be-sûy-ı ‘irfân çi şeved
Bes gebr ki ez-kerem müselmân kerdî
Yek gebr-i diger konî müselmân çi şeved
“Yarab, beni mahrumiyetten kurtar ne olur? İrfana doğru bana bir yol ver ne olur? Nice
mecusiyi kereminle Müslüman yaptın. Diğer bir mecusiyi de Müslüman yapsan ne olur?”
Lamiî Çelebi, mektubunda şeyhinden başka, dostlarına da selam ve bağlılığını bildirir:
Beytün li-mü'ellifihi: Gerçi yârân fârigend ez-yâd-ı men
Ez-men îşân-râ hezârân yâd bâd
“Her ne kadar dostlar beni hatırlamaktan uzak iseler de, ben onları binlerce kez
hatırlamaktayım!”
Lamiî, dostlarının da kendisini unutmamalarını ister ve dualarını bekler:
Beyt: Şikeste-vâr be-der-kâhet âmeden ki tabîb
Be-mûmiyâyî-i lütf-i tuem nişânî dâd
“Boynu bükük olarak senin dergâhına geldim ki, doktor senin lütfunun mumyasıyla nişan
verdi!”
Beyt: Ferâmûşam me-kon maksûdam ân-est
K
Special Issue on the Proceedings of the 5th ISCS Conference, 2016 - KAZAKHSTAN
Copyright© IntJCSS (www.intjcss.com) - 41
Ferâmûşî ne-şart-ı dōstân-est
“Unutmam, maksadım odur: Unutmak dostların şartı (yapacağı iş) değildir!”
Mektupta intihâ ve dua bölümleri iç içedir ve Farsça-Arapça mülemmadır.
Bâkî huzûr-ı dil ü cânî ve sürûr-ı hakkânî dâyimâ der-terakkî bâd! Bi’n-Nebiyyi ve âlihi’lemcâd!
“Sonuç olarak, Nebi ve onun yüce arkadaşları hürmetine gönül ve candan huzur, hak ve
adalete uygun sevinç, sürekli artsın!”
Mektubun imza bölümü El-’abdü’d-dâ’î Mahmûd el-Lâmi’î şeklinde Arapçadır.
Münşeât’ta mektuplardan sonra bitiriliş bölümü bulunmaktadır. Bu bölüm müellif hattında
125b, 126a yaprakları arasında yaklaşık iki sayfadır. Bu bölümde bir Farsça rubaî
bulunmaktadır. Eser Arapça-Farsça bir dua ile bitiriliş tarihini de vererek tamamlanmaktadır:
Rubâ’î: İy dōst be-dân mertebe vü pâye-i hod
Ber-bâd me-dih ‘ömr-i girân-mâye-i hod
H
w
âhî ki şevî ehl-i sa’âdet çü hümâ
Ber-cîfe-i dünyâ me-fiken sâye-i hod
“Ey dost, kendi mertebeni ve konumunu bil de değerli ömrünü berbat etme! Hüma kuşu gibi
saadet sahibi olmak istiyorsan, kendi gölgenle dünyanın kokuşmuşluğu üzerine yönelme!”
El-hamduli’llâhi Rabbi’l-’âlemîne ve’s-salâtü ‘alâ seyyidi’l-mürselîne ve âlihi ecma’îne!
Hemân Hudâ-yı te’âlâ mâ-râ vu dōstân-ı mâ-râ ez-se'âmet-i yârân-ı mezemmet-gûy ve
şe'âmet-i hemkârân-ı mankasat-cûy nigâh dâred! Rahime’llâhü imre'en izâ nazara ‘aybehü
asleha ev setere ev bi-igmâzi’l-’ayni ve’l-’afvi ‘abere ve yekûlü: Yâ Rabb, irhem kâyilehü ve
evfer nâyilehü bi-fazlike. Temme ‘abduhü’l-fakîr Mahmûd bin ‘Osmân. Sene 938 [H 1531-
32].
“Hamt âlemlerin Rabbine, dua resullerin efendisine, ailesine ve bütün dostlarınadır. Her
zaman yüce Allah, bizi ve bizim dostlarımızı, kınayan dostların uğursuzluğundan ve kusur
arayan meslektaşların kötülüğünden korusun. Allah, onun (bu kitabın) ayıbını görüp de
düzeltene veya örtene ya da göz ucuyla bakıp, affedip geçip gidene ve “Ey Allah’ım!
Faziletinle onu (bu kitaptaki sözleri) söyleyene merhamet et, isteğini çoğalt!” diyene de
merhamet etsin! Bitti. Allah’ın âciz kulu Osman oğlu Mahmud. Sene 938 [H 1531-32].”
Değerlendirme ve Sonuç
Münşeât’ta Farsça şiirler çeşitli şekillerde tasnif ve değerlendirmeye tabi tutulabilir. Hatta
Türkçe, Farça ve Arapça sözler birlikte de değerlendirilebilir. Ancak Arapça ve Farsça
sözlerin çokluğu bizi Farsça olanları değerlendirmeye yöneltti.
Münşeât’ta Farsça 102 mısra, 376 beyit, 38 rubai, 52 kıta, 41 nazm, 2 mesnevi olmak üzere
toplam 611 manzume bulunmaktadır. Bunlara mensur Farsça ve Farsça-Arapça mülemma 57
söz ve ibareyi de dâhil ettiğimizde bu sayı 668 olur. Eserdeki Farsça ve Arapça sözlerin
tamamının 1598 olduğunu düşünürsek Farsça sözlerin Arapça sözlere oranının % 41, 80
olduğu görülür.
International Journal of Cultural and Social Studies (IntJCSS), August, 2016; 2(SI 1): 25-42
Copyright© IntJCSS (www.intjcss.com) - 42
Münşeât’ta bazen nazım şekillerinde değişiklikler yapılmıştır. Münşeât’ta başka başka
yerlerde beyitten mısra, rubaîden beyit yapılmıştır. Eserde kıta terimi geçmemesine rağmen
nazm adı altında kıtalar bulunmaktadır. Bu durum nazmın kıta anlamında da kullanıldığını
gösterir. Şiir ve beyit terimleri de kıta yerine kullanılmıştır.
Mektuplar farklı kişilere yazıldıkları için bazı manzumelerin çeşitli mektuplarda tekrar
edildikleri görülmektedir. Mesela “Yâ Rabb du’â-yı haste-dilân müstecâb bâd” mısraının altı
yerde tekrar edildiğini görüyoruz.
Nazım başlığı altında değerlendirdiğimiz manzumelerin bazılarında kafiye örgüsü nazmın
kafiye örgüsüne uymamaktadır. Mesela nazm, kafiye örgüsü bakımından gazele benzer,
mahlas beytinin olmayışı ve konusunun değişik olması sebebiyle de gazelden ayrılır (İpekten,
1994, s. 47). Münşeât’ta aa xa xa kafiyelenişin dışında mesnevi tarzında aa bb ve aa aa
biçiminde her beyti aynı kafiyeli manzumeler vardır. Biz bunları nazma benzedikleri için
nazm başlığı altında değerlendirdik. Bu şiirler kısa mesnevi bölümleri olarak da
değerlendirilebilir.
Münşeât’ta Farsça mensur sözler genellikle mektupların başında ya da sonunda
bulunmaktadır.
KAYNAKÇA
Esir, HA (1998). Lâmî'i Çelebi Ferhâd île Şîrîn (İnceleme-Metin-İndeks). Basılmamış
Doktora Tezi. İstanbul: İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.
Esir, HA (2006). Münşeât-ı Lamiî (Lamiî Çelebi’nin Mektupları) -İnceleme-Metin-İndeksSözlük-.
Trabzon: KTÜ Yayınları.
İpekten, H (1994). Eski Türk Edebiyatı Nazım Şekilleri ve Aruz. İstanbul: Dergâh Yayınları.
İslam Ansiklopedisi. “İnşâ” (1997). Cilt 5/2. Eskişehir: Millî Eğitim Bakanlığı. Anadolu
Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi.
Lamiî Çelebi. Münşeât. Beyazıt Devlet Kütüphanesi Veliyüddin Efendi No: 2733.
Özek, A., Karaman, H., Turgut, A., Çağrıcı, M., Dönmez, İ K., Sadrettin, G. (1997), Kur'ân-ı
Kerîm ve Açıklamalı Meâli. Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları/ 86.
Pakalın, MZ. (1993). Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü. Cilt 2. İstanbul: Millî
Eğitim Basım evi.
Sarı, M. (1982). El-Mevârid (ArapçaTürkçe Lügat). İstanbul: Bahar Yayınları.
Şemseddin Sâmî (1317). Kâmûs-ı Türkî. Dersaadet.

Konular