DİNLERDE İÇ YOLCULUKLAR Riyazetin Kökenine Dair

Tarih Okulu Dergisi (TOD) Journal of History School (JOHS)
Mart 2014 March 2014
Yıl 7, Sayı XVII, ss. 221-251. Year 7, Issue XVII, pp. 221-251.
DOI No: http://dx.doi.org/10.14225/Joh470
DİNLERDE İÇ YOLCULUKLAR
Riyazetin Kökenine Dair
Muharrem YILDIZ
Mehmet Mekin MEÇİN
Özet
Bu makalenin konusu, dinlerde önemli bir fenomen olan “riyazet”, diğer bir
ifadeyle “iç yolculuklar”dır. Konu; dinlerde karşımıza çıkan riyazet ve istiğrak
hâllerinin din fenomenolojisi metotları ışığında irdelenmesinden hareketle ele alınmıştır.
Amaç gerek çile, inziva, murakabe şeklinde gerekse yoga gibi yoğun odaklanma ve
aydınlanma tecrübeleriyle, gerekse de tasavvuf, irfan ve gnosizm olarak karşımıza çıkan
bu iç yolculukların fenomenal kodlarını bilmeye, kökenlerine inmeye ve dini
dayanaklarına vakıf olmaya kapı aralamaktır. Bu çalışmayla şu sonuçlara varılmıştır:
İnsan, gizlerle çevrili olan kâinatta kayıp olan bir hakikatin kendisine perdelendiğini,
ruhunun ise bedenî duvarlarla mahpus edildiğini ve kendisine layık olmayan bir yerde
durduğunu sezmektedir. Yine insan tatminkâr olmaktan uzak olan şu kara parçasının
üzerinde ruhen üşüdüğünü, sonu gelmeyen bir tecritle aslından koparıldığını, acı ve
ıstıraplarla dolu bir mekânda yalnız ve yetim bırakıldığını hissettiğinden beri lâmekân
ruhuyla kanatlanmaya çırpınmış, asli vatanına doğru seyr-u süluka girmiş ve her devirde
girdiği bu yolculukları en deruni ilhamlarla betimlemiştir.
Anahtar Kelimeler: Riyazet, İç Yolculuk, İç Kurban, Yoga, Gnostisizm,
Mistisizm, Çile, İstiğrak.

 Yrd. Doç. Dr., Süleyman Demirel Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Felsefe ve Din Bilimleri,
Dinler Tarihi ABD.

Süleyman Demirel Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Felsefe ve Din Bilimleri ABD.
Doktora öğrencisi.
Muharrem Yıldız / Mehmet Mekin Meçin
[222]
Inner Journeys In Religions
On the Origins of the Riyazah (The Asceticism)
Abstract
This article focuses on the Riyazah (asceticism) or “Inner Journey”, an important
phenomenon in religions. The issue is handled after probing the Riyazah and trance
states in religions under the light of religious phenomenology methods. The purpose is
to know phenomenal codes of these inner journeys which we face them as suffer,
recluse, self-control, intense focus and enlightenment experiences such as yoga or
mysticism, wisdom and Gnosticism, descending to their origins and finding their
religious bases. This study reaches the following conclusions: The man anticipates that
a missing truth is being shielded against him in a universe surrounded by mysteries, his
soul is imprisoned in body walls and he is arrested at a place which is not worth to him.
Moreover, human feels virtually chilled on this piece of land far from being satisfactory,
broken off from his origins with an endless isolation, since he felt left alone and
orphaned in a place full of pain and agony, he struggled to fly by his stateless spirit, set
up on a spiritual journey toward his mainland and he described these journeys with
deepest inspirations.
Keywords: Riyazah, Inner Journey, Inner Sacrifice, Yoga, Gnosticism,
Mysticism, Reeling, Trance.
سفرهاي دروني
راجع به رياضة
چكيده
موضوع اين مقاله رياضة به تعبيردگري سفرهاي دروني است كه فنومني مهيمي دراديان
ميباشد. موضوع، حالتهاي رياضي واستيغراقي كه دراديان روبرومي شويم، درپرتو روشهاي
فنومنولوژي دني بررسي مي شود. هدف پژوهش حاضر، سعي كردن به خاطر باز كردن دريچهي
براي شناختن رمزها و فرو رفتن به سوي ريىشهاي فنومني سفرهاي دروني است كه چه به گونه
چله،انزوا و مراقبه چه به گونه تجارب غرق شدني و روشن شدني مانند يوگا و نيز چه به عنوان
تصوف، عرفان و گنوسزم نمايان شوند. با اين سعي به اينچنين نتيجها رسيده است: آدم هميشه احساس
مي كند كه در اين كائنات سراسر رازدار، حقيقتي دارد كه ازش مخفي، روحش نيزبا ديوارهاي بدني
زنداني شده آست و در جاي ايسكان مي كند كه آصال اليقش نيست. آدم پس از آن جا كه احساس سردي
روحي در اين پاره خشك زميني كه از تطمين كنندهي دور و از رنج و اضطرابها پر است، ميكند و
نيز احساس تنها و يتيم گزاشتنش، با روح المكاني خودش سعي به پرواز كرده وبه سوي وطن اصليش
به سير و سلوك فرو رفته و اين سفرهاي كه هر دور افتاده با عميقترين الهامها تصوير كرده است
واژهاي كليدي: رياضة، سفر دروني، قرباني دروني، يوگا، ميستيزم، چله، استغراق
Dinlerde İç Yolculuklar: Riyazetin Kökenine Dâir
[223]
Giriş
Bu çalışmanın konusu dinlerde önemli bir fenomen olan “riyazet”, diğer
bir ifadeyle “iç yolculuklar”dır. Çalışma, dinlerde karşımıza çıkan riyazet ve
istiğrak hâllerinin din fenomenolojisi metotları ışığında irdelenmesinden
hareketle ele alınmıştır. Bunun için dinler ve düşüncelerdeki riyazetin
fenomenal yapısı özetle takdim edilmiş, derûni yolculuk fenomeninin özüne
vurgular yapılmış, ancak din ve düşüncelerin tamamındaki iç yolculuklar ve
ayrıntıları dışarıda tutulmuştur.
Amaç; gerek çile, inziva, murakabe şeklinde, gerekse yoga gibi yoğun
odaklanma ve aydınlanma tecrübeleriyle, gerekse de mistisizm, tasavvuf, irfan
ve gnosizm olarak karşımıza çıkan bu iç yolculukların fenomenal kodlarını
bilmeye, kökenlerine inmeye ve dini dayanaklarına vakıf olmaya kapı
aralamaktır. Oldukça geniş olan böylesi önemli bir konuyu sınırları belli olan
bir makaleye sığdırmak elbette mümkün değildir. Ancak amacımız bu geniş
konuyu bütün ayrıntılarıyla ele almak değil, sadece ana hatlarıyla müşahhaslık
kazanan iç yolculukta takip edilen yol ve o yolda yürüyenlerin izlerinin bıraktığı
dini fenomenlerden hareketle konunun anlaşılmasını sağlamak ve iç
yolculukların aslında aynı öze dönük çabalar olduklarına vurgu yapmaktır.
Dinler tarihini inceleyen her araştırmacının karşısına çıkan önemli
konulardan biri de dinlerdeki “iç yolculuk” tur. İbadet veya âyin olarak tezahür
eden dini fenomenler, ait oldukları dinin ceset ve iskeleti olarak dinleri yek
diğerinden ayıran ve onları müstakil hâle getiren zahiri olgular iken; riyazet,
tefekkür, îtikaf, istiğrak, yoga, meditasyon, murakabe ve muhasebe olarak söze
dökülen iç yolculuksa; dinlerin manevî, derûnî ve ruhâni derinliğini oluşturan iç
dinamikler olarak karşımıza çıkar.
Elindekilerle yetinmeyen, ulaşılmaza talip, var olanı yetersiz gören ve bu
yüzden fizik ötesine kanat çırpmaya meyyal olan insanın, sadece dinlerdeki
şeklî yani formal uygulamalarla yetinmesi beklenemez. Bu salt şekilsel
pratiklerin insani arayışlara net bir cevap vermede ve teşne ruhları tatmin
etmede yetersiz kaldıkları gözükmektedir. Yeryüzünde tecrit edilmeye mahkûm
bırakılmış insanın acılara, ıstıraplara, hastalıklara ve ölümlere karşı âdeta bir
çığlığı olarak gözlenen aşkın ve coşkun deneyimleri, ölümsüz olanla birleşme
çabalarının ve çırpınışlarının bir feryâd u figanı gibi durmaktadır. Gerek kutsal
mekânlarla, gerekse gökle yer arasında kurulmak istenen tüm sembolik bağlarla,
ölümlü insana bir süreklilik ve ölümsüzlük sağlama veya en azından “kalıcı ve
tükenmez bir kaynak”la kopmak bilmez bir bağ kurma niyeti sezilmektedir.
Muharrem Yıldız / Mehmet Mekin Meçin
[224]
Eski Mezopotamya uygarlığında Gılgamış’ın ölümsüzlüğün peşine
düşmesi, Mısır uygarlığında bedenlenen tanrı Firavun’un ruhuna piramitlerle
sağlanmaya çalışılan süreklilik ve kesintisizlik, Hint medeniyetindeki hastalık,
acı ve ölümün olmadığı bir dünya oluşturma teşebbüsleri, gökle yer arasındaki
bağın sembolleri olarak dünyanın tam merkezine kurulduğuna inanılan birçok
tapınağın varlığı, ya bedenlenen tanrılar olarak ya da tanrıların temsilcileri,
ruhları ve dilleri olarak insanlıkla tanrısal bir iletişim başlatan sayısız kutlu
doğum hikâyesi, kutlu doğum sonrası beliren nebilerin öte dünya ile ilgili
ölümsüzlük ve acıdan uzak kalıcı mutluluk müjdeleri, derûnî bir iç yolculuğun
köklerine yahut bu yolculuğu tetikleyen kaynaklara işaret etmektedir.
1. İç Yolculuğun Kökleri
Sonsuz yaşama isteği, kesintiye uğramayan ölümsüz bir hayat arzusu ve
insanın bedenini de ruhuyla birlikte bu evrende ölümden uzakta bâki kalma
iştiyakı, arkaik dönemlerden beri hissedilen köklü bir insani arzudur. Hızır ve
Âb-ı Hayat hikâyesi, Hz. Musa’nın Hızır’la buluşmak üzere bir yol arkadaşıyla
gittiği iki nehirin birleştiği yerde Âb-ı Hayata giren pişmiş balığın canlanarak
suda yüzmeye başlaması1
, Zülkarneyn’in bu hayat suyunu bulup ölümsüzlük
adına girdiği maceralar ve buna benzer serüvenlerin tamamı hep insan zihninde
hiç tükenmeyen ebedîlik (lâyemut, paydarî) arayışı olarak değerlendirilir.2
Her toplumda insanın şahit olduğu ölümlü hayattan duyulan kaygı ve yok
olma endişesi, bu kaygıyı bertaraf edecek ebediliğe kavuşma telaşı, onu sürekli
sonsuz bir hayatın peşine düşmeye sürüklemiştir. Bu düşünce yolculukları
çeşitli toplumlarda bir takım mitolojik ürünler ortaya çıkarmış, bu uğurda özgün
destanlar kaleme alınmış, gerçekte olmasa bile sonsuz bir hayatı canlandırma
teşebbüsleri olmuştur. Bu düşünce yolculukları çeşitli rivayetlerle günümüze
kadar gelmiştir.3
Gnostik bilginin peşine düşme ve Bâtını bilgiye vakıf olma çabaları eski
zamanlardan beri sözlü edebiyata ve kitabelere konu olmuştur. Aslında bir iç
yolculuk olan Gılgamış’ın metafizik yolculuğu da bu kapsamda ele alınabilir.
Nitekim Ölümlülerden olduğunu fark eden Kral Gılgamış’ın huzuru kaçar ve
gece gündüz ölümsüzlüğün peşine düşer. Amaç tanrıların sofrasına konuk

1 Kehf 18/61-64.
2 Abdulhuseyn Zerrinkub, Der Kalemrov-i Vicdan, Tahran, 1375/1996, s. 485
3 Muhammed Cafer Yahakki, Ferheng-i Esatir ve İşarati Dastani der Edebiyati Farisi, Tahran,
1375/1996, s. 29; R. Kubadiyani, “Ab-ı Hayat” Danişname-yi Edebi-yi Farisi, Tahran, 1375-
1378/1996-1999, c. 1, s. 1
Dinlerde İç Yolculuklar: Riyazetin Kökenine Dâir
[225]
olmak, onlarla bütünleşerek ömrüne süreklilik ve kesintisizlik katmaktır.
Gılgamış, uzun süren yolculuklar ve korkunç imtihanlardan sonra uykusuz
kalmakla denenir ve uykuya yenik düşerek ölümlü olduğunu tekrar derinden
hisseder. Bir sonraki kavşakta ömür uzatan ve insanı gençleştiren bir bitkiye
ulaşmayı başarsa da onu yemeyi geciktirir ve artık bilgeliğin kahramanlıktan
ayrı olduğuna inanır. Gılgamış destanında ölümün kaçınılmazlığıyla tanımlanan
insanlık durumu dramatik bir biçimde resmedilir. Bununla birlikte dünya
edebiyatının bu ilk başyapıtı, tanrıların yardımı olmadan da bazı varlıkların bir
dizi erginleme sınavından başarıyla geçmek ve herkese açık olmayan bazı kutsal
diyarlara girerek içrek bilgiye kavuşmak şartıyla, ölümsüzlüğü elde
edebileceğini îma eder.4
İnsan, ulaşılması zor ama son derece değerli olan bu bilgiye ulaşmak için
tarihin en eski devirlerinden beri karanlıklar ülkesine, derin su altlarına,
bilinmez coğrafyalara, kutsallar diyarına, ölüler diyarına ve tanrılar şehrine
doğru sefere çıkmış, ama çoğu zaman hedefine ulaşmayan bu meşakkatli
yolculuklara çıkmaktan vazgeçmemiştir. Bu seferlere çıkanların maceraları
esrarlı, gizemli bir dille sözlü veya yazılı olarak anlatılagelmiştir.5
İslamiyet öncesi ve özellikle Zerdüşt inanışının yaygın olduğu
dönemlerde, İran halkı yaratıcı tarafından özel yeteneklerle donatılan ve
kötülüklerden korunan yüce kişiliklerin mukaddes makamlar tarafından fizik
ötesine ve daha yaygın bir rivayetle ölüler diyarına gitmek üzere
görevlendirildiklerine ve oralardan birtakım esrarengiz, gizemli bilgilerle
döndüklerine inanılırdı.6
Bütün zamanların en eski dîni ritüeli, kurban olmuştur. Meselâ, arkaik
toplumlarda hayvanın en değerli kısımları olan beyin ve ilik kurban edilirdi.
Kitab-ı Mukaddes ve Kur’ân’a göre ise, ilk insanın ilk iki oğlundan kurban
adamaları istenir, adak sonunda Yüce Yaratıcı, içten verilen kurbanı kabul
eder.7 Çok erken dönemde kurban ritüeli “tapas”la (riyazet) eşleştirilir.
Tanrıların, ölümsüzlüğü yalnızca kurbanla değil, aynı zamanda “riyazet”le de
elde ettikleri açıklanır. Veda tapımında tanrılara soma (Avesta’da homa), erimiş

4 Bkz. Eliade, Dinsel İnançlar ve Düşünceler Tarihi, Çev. Ali Berktay, Kabalcı Yayınevi,
İstanbul, 2009 c. 1, s. 96-100.
5 Behmen Serkarati, “Efsane-yi Ab-i Hayat der İskendername-yi Nizami ve Rivayat-i Diger-i
Dastan-i İskender”, Mecmu’a-yi Makalat-i Kongre-yi Beynu’l-Mileli-yi Nohomin Sede-yi
Tevellud-i Hekim Nizami-yi Gencevi, Tahran, 1375, c. I-III, s. 227.

6 Mary Boyce, Tarih-i Kiş-i Zertuşt, çev. Humayun-i San’atîzade, Tahran, 1998, s. 186.

7 Maide 5/27; Tekvin 4/3-5.
Muharrem Yıldız / Mehmet Mekin Meçin
[226]
tereyağı ve kutsal ateş sunulurken, riyazet uygulamasında onlara bir “iç kurban”
sunulurdu.8
İnsanı hayrette bırakan derin felsefesiyle dinlerdeki iç yolculukta
bulunan birçok feragat, fedakârlık, çile ve riyazetle aslında dışarıdaki alelâde
nesneleri sunak yapmaktan daha büyüleyici olan bu “iç kurban” ritüelidir.
Köklü ve derin bir felsefesi olan “İç kurban” eylemiyle, mümin, dış dünyada en
kıymetli varlığı kesip kurban etmekten daha çileli, uzun süreli, sarsıcı ve
oldukça büyüleyici adanma sürecine girmeye ahdeder. Artık burada kesilen ve
Tanrı’ya kurban edilen, dışarıdaki bir nesne değil, bizzat mümin, müminin
nefsidir.9 Bu görkemli ritüelle; bütün süfli duygular, düşünceler, zevkler ve
arzular Tanrı için kurban edilir. Bu büyük kurban sessiz sedasız içerde kesilir,
koparılır ve O’na adanır. İç kurbanla “iç puthane” (nefis putu) yıkılır, içteki
putlar darmadağın edilir ve kalıntıları uzaklara atılır. Artık içeri O’nun mekânı,
gövde O’nun mabedi, ses O’nun, göz O’nun, kulak O’nun olur.10
İç yolculuk, aşkınlık ve coşkunluk tecrübesi; hayatın boşluk kabul
etmeyen doluluğunu, kutsal olanla kesintisi olmayan irtibat sürekliliğini, aynı
zamanda sınırsız özgürlük duygusunu, varlığından belki de haberdar bile
olunmayan fizikî ve tinsel güçlere sahip olunduğunu ortaya çıkarır. Tanrılarla
ortaklık, hatta tanrıların dünyasına aidiyet hissi, ölümsüzlük, fizik ötesiyle
kurulan sağlam bağla sonsuza dek uzatılmış eksiksiz bir hayatın kesinliğini
beraberinde getirir.11
İç yolculuk ve riyazet, insanın iç âleminde bir “ısı” hissidir. İnsanın
içinde bir “sıcaklık” ve “ateş”in meydana gelmesidir. Kahramanlık türü
ritüellerde, kahramanın içinde meydana gelen aşırı “sıcaklık” ve öfke “ateş”i
gibi bir olgudan söz ediyoruz. Çeşitli psiko-fizyolojik tekniklerle, meselâ aşırı
acı biberli bir yiyecekle “ısınma”nın ilkel kültürlerin otacılarında ve
büyücülerinde de görülmüştür. Burada büyüsel-dinsel bir “gücün” elde
edilmesine güçlü bir “iç sıcaklık” eşlik eder. Bu gücün kendisi de sıcaklık,
yanık, çok sıcak vb. anlamlara gelen terimlerle ifade edilir. Ekinleri pişiren ve
yumurtaların kuluçka dönemlerini tamamlayıp kırılmasını sağlayan “sıcaklık”la,
nefsanî dürtülerin bedende oluşturdukları “hararet” ve iki tahta çubuğun
birbirine sürtünmesiyle yakılan ateşle ilgili imgeler, simgeler ve mitler, riyazet


8 Bkz. Mircea Eliade, c. 1, s. 286.

9 Krş. Bakara 2/54
10 Bkz. Mevlana Celaleddin Rumi, Külliyat-i Mesnevi-yi Manevi, Tulu’ Yayınları, 18. Baskı,
Tahran, Hicri- Kameri 1385, 5/30-31, s. 706-707.
11 Bkz: Eliade, a.g.e., c.1, s. 256.
Dinlerde İç Yolculuklar: Riyazetin Kökenine Dâir
[227]
ısınmasının örneğini veya benzerini oluşturur.12 Ayrıca riyazet, Batınî/içrek
bilginin, tefekküre dalan kişide için için işlemesini sağlar ve ona derin
gerçekleri gösterir. Bu gerçeklerle karşılaşan yolcu, bir “kafa sıcaklığı” ve
“kalbi haz-ısı” ile bir çoşku, cûş-u huruş ve vecd hâlini yakalar.
Örnek verecek olursak, bir Rig Veda ilahisi; uzun saçlı, kahverengi kirler
giyinmiş, kuşak diye rüzgârı sarmış (yani çıplak) ve içine tanrıların girdiği bir
çileciden (muni) söz eder. Adam haykırır: “Esrimenin sarhoşluğu içinde
rüzgârların üstüne bindik. Siz ölümlüler bizim bedenimizden başka bir şey
göremezsiniz!” (3. dörtlük). Muni; havada uçar, rüzgâr onun atı ve Vayu (rüzgâr
tanrısı) onun dostudur. Güneşin doğduğu ve battığı yöndeki iki okyanusta yaşar.
(5. Dörtlük, Veda, 9, 5, 6, vb.) Bu tipik bir esrime örneğidir. Muni’nin ruhu,
bedenini terk eder, yarı tanrı varlıkların ve vahşi hayvanların düşüncelerini bilir,
iki okyanusta oturur. Meselâ Vaikhânasasmârtasutra13
’da uzun bir ermişler ve
çileciler listesinde; bazıları uzun saçları ve yırtık elbiseleri ya da ağaç
kabuğundan giysileriyle ayırt edilir, diğerleri çıplak yaşar, inek idrarı ve tezekle
beslenir, mezarlıklarda yaşar, bir grup ise yoga yapar.14
Bu örnekler bize tasavvufi anlamıyla seyr u sülûk diyebileceğimiz bu iç
yolculukların çok eski zamanlardan beri süregeldiğini göstermektedir. İlk
zamanlardan beri insanların ruhî yolculuklar vasıtasıyla metafizik cehaletlerini
gidermeye, ilk hakikate ulaşmaya, kutsalla kuracakları kopmaz bağ ile, onunla
bütünleşmeye ve böylece sınırlı bir hayat olan yaşantıdan kurtularak
ölümsüzleşmeye çabaladıklarını fark ediyoruz. Bir bakıma bu yolculuk çabaları,
düşüş öncesi, Yüce Kudret’le olan barışıklıklarını ve yakınlıklarını yeniden
kazanmak için aradaki mesafeyi kaldırarak acı ve kederden uzak mutlak
huzurun eski adresine tekrar geri dönme denemeleri olarak göze çarpar.
Riyazet, ibadet edenin varoluş biçimini ve doğal yapısını kökten
değiştirir, ona ürkütücü ve bazı durumlarda da şeytani bir hâle dönüşebilen
insanüstü bir güç verir. Nitekim uzun süreli oruç tutmalar, ateşin yanında uzun
süre durmalar, güneşin altında süresiz bekleyişler, uzun süreli soluk kesmeler,
saatlerce hatta günlerce süren inzivalar, beşeri geleneği alt üst eden aşkınlık ve
coşkunluklar olarak insanüstü bir gücün, sarhoşluğun, vecd ve istiğrakın
fenomenleri olarak karşımıza çıkar.

12 Eliade, a.g.e., c. 1, s. 286.
13 Sankristçe kökenli bu birleşik kelime, Budist yazmalarından biridir.
14 Krş. Le Yoga, s.143 vb- bkz.Annamarie Schimmel, Dinler Tarihine Giriş, Kırkambar
Yayınları, İstanbul, 1999, s. 122; Eliade, a.g.e., c.1, s. 288-290.
Muharrem Yıldız / Mehmet Mekin Meçin
[228]
2. İç Yolculuğun Dini Dayanakları
Bu başlık altında dinlerdeki iç yolculukları özetle takdim edecek ve bu
metafizik yolculuklarda girilen aşkın ve coşkun deneyimlerin köklerini tespit
etmeye çalışarak bu insani arayış ve çırpınışların altındaki nedenleri anlamaya
çalışacağız.
2.1. Hint Kökenli Dinlerde İç Yolculuk
Hint kökenli dinlerdeki iç yolculuğun bir biçimi olan yoga; en yüksek
bilgiye ulaşmak için bütün ruhsal kuvvetlerle girilen tefekkür, vecd ve istiğrak
ile belli bir noktaya dikkati toplamak, duygu ve düşünceleri tek bir mekâna
yoğunlaştırmaktır. Bir çeşit “riyazet” ve “antrenman” anlamına gelen yoga;
mutlak huzura, sükûnete, kurtuluşa ve özgürlüğe ulaşmak maksadıyla bilinç ve
duyguların en yüksek hâllerine ulaşmaktır.15 Burada “ayrılma” ve “birleşme”
vardır: “Ben”i “ben” yapan bütün bağlardan, tüm dünyevi sınırlamalardan, her
türlü çevresel bağlılıklardan ayrılma ve kopuşla başlar; “ben”in eridiği,
“bizim”in zuhur ettiği, tüm esaret araçlarının kuşatıcılığından azat olunduğu o
mutlak bilgi, sonsuz gerçeklik, ebedi mutluluk ve hakiki “öz”le birleşmeyle
nihayete erer.
Indus bölgesinde yapılan kazılarda ortaya çıkan yoga pozisyonundaki bir
tanrı heykeli, yoganın çok eski zamanlardan beri var olduğunu ispat etmektedir.
Yapılan açıklamalara göre milattan önce 2500 yıllarında Indus vadisinde oturan
Aryalar öncesi halkın yoga temrinleri yaptıklarını göstermektedir.16 Yoganın
kaynağı Hindulara dayandırılmasına rağmen bu temrinin onlara has olmadığı,
gelişmesi ve sistemleşmesinde Budist ve Cainistler’in de etkisinin büyük olduğu
bilinmektedir. Ruhu arındırma ve iç yolculuğa çıkma olan yoganın temeli
Vedalara dayanmaktadır. Ancak Hinduizm’deki bu yolculuğun son durağı
“Vişnu” ve “Şiva” isimli tanrılara çıkarken, Budizm ve Cainizm’de Nirvana’ya;
özgürlük ve kurtuluşa ulaşmaktadır.17
Temel felsefesi “zihni konsantrasyon” olan yogayla irade, çile çekmek
yoluyla terbiye edilir ve tüm bağımlılıklardan kurtulur. Öyleyse, insanı dünyaya
ve maddi yaşama bağlayan en önemli fonksiyonel etkinlik nefes alıp-vermedir.

15 Ekrem Sarıkçıoğlu, Başlangıçtan Günümüze Dinler Tarihi, Fakülte Kitap Evi Yayın, İstanbul,
2008, s.173.
16 Sarıkçıoğlu, a.g.e., s. 173.
17 Bkz. Sarıkçıoğlu, a.g.e., s. 173.
Dinlerde İç Yolculuklar: Riyazetin Kökenine Dâir
[229]
Sıklık ve yoğunluk bakımından insanı en fazla esir alan şey nefes alıp verme
olduğuna göre, yolculuğa ilkin nefesi, iradenin kontrolüne almakla başlanır.
Eğer her saniye bizi bu cismani dünyaya bağlayan nefes kontrol altına
alınabilirse, diğer bütün melekelere de hâkimiyet sağlanır. Derken göz ve bakış
belli bir noktaya; en zor ama aynı anda en yakın olan burun ucuna yahut göbeğe
odaklanır, beynin ve kalbin aynası olan gözlerin çevre ve dış dünya ile tüm
bağları kesilir. Nefes alış-veriş, ilkin kısa süreler için ve derken daha uzun
aralıklarla gerçekleştirmeye zorlanır. İnsan kendi iradesi ile nefes alıp vermeye
başlar ve artık dakikalar, saatler süren nefessizlik hâli onu ayaktan
düşürmeyecek denli iradesini sağlamlaştırır. Böylece gözler de sadece istenilen
nesneye kilitlenir; onun dışındaki hiçbir şeyi göremez hâle gelir. “Nefes
almadan yaşamak” ve “bakmadan görmek”le insan yolculuğun menzillerini bir
bir kat eder ve bütün varlığıyla “atman”18da gark olur. Bir çeşit bilinç üstü hâl,
baygınlık ve istiğrakla önce “atman”la bütünleşir ve en son durakta
“Brahman”19la birleşir.20
Öyleyse bunca çile, bunca eziyet, bunca riyazet ne için?
Çünkü insan doğası itibariyle esirdir, bir ömür boyu alışkanlık ve
bağımlılıklarının kölesidir ve ruh, bedenin hapishanesiyle kuşatılmış duvarların
gerisinde çeşitli prangalarla bağlı durumdadır. İnsanoğlu ve diğer tüm canlılar
“doğum-ölüm ve yeniden doğum döngüsü” içerisinde eli kolu bağlı bir durumda
azap çekmektedir. “Reenkarnasyon”la her canlı içerisinde bulunan “atman”
tekrar doğma süreciyle ebedi bir esarete mahkûmdur. Yeniden doğum ve
“reenkarnasyon” döngüsü olan “samsara” ve bu “döngüsel doğum-ölüm-tekrar
doğum” girdabında tüm canlıların nasıl bir bedende yeryüzüne geleceğini
belirleyen ahlaki davranışların misillemesi olan “karma”dan kurtuluşun bir yolu
olmalıdır. O hâlde ruhun bir vücuttan diğer vücuda, bir varlıktan diğer varlığa
ebedi bir süreçle intikali, acı bir esaret, sonu gelmez bir kölelikten başka bir şey
değildir. Bu “doğum-ölüm-yeniden doğum” deryasındaki şaşkınlık, kısır döngü
ve determinizm olan “samsara”21 ile bir önceki yaşantı ve davranışların bir
sonraki yaşantıda bedenlenmesi, sabıkanın misilleme olarak yeni bir bedende
canlanarak dirilmesi olan “karma”22 kıskacında “atman/ruh” kesintisiz bir

18 Hinduizm’de saf ruh.
19 Hinduizm’de Yüce Kudret, yaratıcı Tanrı
20 Ali Şeraiti, Dinler Tarihi, çev. Erdoğan Vatansever, Kırkambar Kitaplığı, İstanbul, 2004, s.
334-343.
21 Sarıkçıoğlu, a.g.e., s.191.
22 Sarıkçıoğlu, a.g.e., s.191.
Muharrem Yıldız / Mehmet Mekin Meçin
[230]
işkence çekmektedir. Bu mukadder sisteme başkaldırmak, bu keşmekeş ve
şaşkınlığa karşı dikilerek katı bir disiplin, çile ve riyazetle iradeyi güçlendirmek,
derûnî bir inkılap ve yenilikle “atman/ruh”u hakiki sarayına taşımak, onu
esaretten kurtararak “Brahman”la birleştirmekle insan gerçek gayesini
gerçekleştirmiş, özgürlüğüne kavuşmuş olur.23 Yoga; zihni yoğunluk ve gark
olma yoluyla kişinin kendisi ve çevresinden kopması, her türlü nefsanî istek ve
arzudan vazgeçmesi, iştahını, şehvetini, öfkesini kesmesi, öldürmesidir. Kendini
öldürerek, “Ben”ini yok ederek “Brahman”la özdeşleşmesi ve böylece
ölümsüzleşmesidir. Mutlak hakikate ve ebedi sükûnete ulaşmak için tüm
arzularından feragat etmesi, kendinden geçmesi ve fena olmasıdır. Bu içsel
yolculukta; çeşitli bitki özlerinin balda yok olması, ırmağın denizde kaybolması
ve tuzun suda erimesi gibi24
tüm varlığın temrin ve alıştırmalarla feda edilmesi,
benliğin yok olması, tüm masivadan vazgeçmesi, mutlak varlık ve sonsuz
huzura kavuşmasıyla menzil menzil sürer. Burada bireysel ruhun evrensel ruhla
birleşmesi, kendi benliğini onda yitirmesi söz konusudur. Bu ise bireyin
Tanrı’da fani olmasının bir ifadesi olmalıdır. Çünkü mutlak varlık olan
Brahman, “atman” olarak her varlıkta mevcuttur.25 Brahman/Tanrı yukarıda,
atman/ruh ise aşağıda değildir aslında. İnsan ruhu veya benlik mutlak varlık
olan Brahman’ın bizzat kendisidir. Brahman-atman tek bir birliktir. Tenasüh/ruh
göçünün nedeni, bu birliğin farkında olmamak; yani bu bilince karşı şaşkınlık,
şuursuzluk ve sorumsuzluktur. İçsel yolculukla birlikte her türlü arzudan el etek
çekerek ancak “atman” olunabilir, ruhani hâle gelinebilir. Bedeni ve düşünceyi
arzulardan kurtararak insan atman olabilir, benliğini tamamen yitirerek, tüm
beşeri zindanlardan kanatlanarak Brahman olabilir. Burada artık “Ben” yoktur,
“Ben” ölmüştür. Onun yerine “Biz” vardır, “Biz” dirilmiştir. İşte ölümsüzlük
böyle sağlanır. İnsan ruhanileşir, tanrıda fanileştiğinin tanrısallığının farkına
varır, “Ben”ini yok ederek Brahmanla birleşir ve tanrılaşır. Artık “Ben” değil,
Tanrı vardır. Her şeyiyle O’dur, kendisi değil.26 İnsan, bilinçsizlik hâlinden üst
düzey bilinç haline geçmediği, tanrısallığının farkına varmadığı müddetçe ebedi
kölelik ve sonsuz esaret döngüsü içerisinde mahkûm olarak yaşamaya

23 Bkz:, Mahmut Aydın, Anahatlarıyla Dinler Tarihi, Ensar Yayınevi, İstanbul, 2011, s.76-77.
24 Bkz.Şeriati, a.g.e., s. 334-343; Mehmet Aydın, Dinler Tarihine Giriş, Din Bilimleri Yayınları,
Konya 2002, s. 76; Mahmut Aydın, a.g.e., s. 73-75; Sarıkçıoğlu, a.g.e., s. 190.
25 Aydın, a.g.e., s. 74.
26 Krş. Tahrim 66/ 12; Secde 30/ 9; Nisa 4/171; Mücadile 58/ 22; Mü’min 40/15; Sad 38/72;
Tekvin 1/26-27,
Tekvin 5/1, İncil/Korintliler 11/7.
Dinlerde İç Yolculuklar: Riyazetin Kökenine Dâir
[231]
mecburdur. Çünkü doğum, yaşam, hastalık, yaşlılık ve ölüm olarak tüm hayatın;
salt bir acı olduğu, bu acı ve ıstırabın sebebinin istekler ve arzular olduğu, tüm
acı ve ıstıraplardan kurtulmak için arzulardan vazgeçmek gerektiği ve en
nihayetinde Nirvana’ya; mutlak huzur, sükûnet ve hürriyete ermekle iç
yolculuğun haritası çizilebilir.27
2. 2. Taoizm’de İç Yolculuk
Bu yolculuğu Hinduizm, Budizm ve Caynizim’de bulduğumuz gibi
Taoizm’de de görüyoruz.28 Yol, tarikat, sülûk anlamına gelen “Tao” aşk ve
vecdle kendini hakikatin yoluna teslim etmek ve Tao’yla birleşmektir. Mistik
panteizmi savunan Taoizm’de; tabiata kendini teslim ederek riyazetle Tao’da
gark olmak, suni lokmalardan yüz çevirmek, kendini her türlü lezzete muhtaç
bırakmaktan azat kılmak esastır. Yoksunluk elbisesiyle tabiatın bağrına sığınıp
coşku, cezbe, aşk ve vecdle Tao’da fena olmak için “katı bir bedensel riyazet”
ve “zihinsel bir yoğunluk” şarttır. Taocu esrime tekniğinin şamancıl köken ve
yapıda olduğunu hatırlatmakta fayda vardır. Kendinden geçme hâli içinde
Şamanın ruhunun bedeni terk edip kozmik bölgelerde dolaştığı bilinir. Ama
Çuang-tzu’nun anlattığı bir anı-öyküye göre, Konfüçyüs bir gün Lao-Tzu’yu
tamamen hareketsiz ve canlı bir varlık görünümünden uzaklaşmış bir hâlde
bulur. Bir süre bekledikten sonra ona seslenir: “Gözlerim mi beni aldattı, yoksa
bu gerçek miydi? Biraz önce Üstat, bedeniniz kuru bir tahta parçasına
benziyordu, dünyayı ve insanları terk etmiş, ulaşılmaz bir yalnızlık içine
yerleşmiş gibiydiniz.” “Evet” diye cevap verir Lao-tzu, “Her şeyin kökeninde
çılgınca çırpınmaya gittim”. Kaltenmark’ın da kaydettiği gibi “şeylerin
kökenine yolculuk” ifadesi, Taocu gizemcilik tecrübesinin, deneyiminin özünü
oluşturur. Zamandan ve mekândan kurtulan ruh, hem hayat hem de ölümü
aşkın, ezeli-ebedi şimdiki zamana kavuşur. Şamancıl esrimenin derinleştirilmesi
ve ona yeniden değer yüklenmesi söz konusudur. Şaman da kendinden geçme
hâli sırasında zamandan ve mekândan kurtulur: “Dünyanın merkezi”ne uçar,
“düşüş”ten önceki insanların göğe çıkıp tanrılarla söyleşebildiği cennet çağıyla
yeniden bütünleşir. Ama Lao-tzu’nun şeylerin kökenine yolculuğu farklı

27 Krş. Kassas 28/88.
28 Bkz. Sergie Aleksandrovich Tokarev, Dünya Halklarının Diler Tarihi, çev. Rauf Aksungur,
Ozan Yayıncılık, İstanbul, 2006, s. 505-506; Schimmel, a.g.e., s. 124-125.
Muharrem Yıldız / Mehmet Mekin Meçin
[232]
nitelikte esrarlı bir ruhi tecrübe oluşturur; çünkü insanlık hâlini niteleyen
koşullamalara aşkındır ve bu nedenle ontolojik düzenini kökten değiştirir.29
Taoizm’deki içsel yolculukta mükemmel insan, saf ruhtur. Tutuşmuş
çalılığın yakıcı sıcaklığını veya sel sularının soğukluğunu hissetmez. Dağları
yaran yıldırım, okyanusu ayağa kaldıran kasırga onu korkutmaz. Bulutlar bu
kişinin koşum takımları, güneş ve ay ise binekleridir. Dört denizin ötesinde
dolaşır durur; hayat ve ölümün birbirini izlemesi onu ilgilendirmez, iyi ve kötü
kavramları ise çok uzağındadır.30 Bazı Tao’cu yazarlara göre, bu esrime
gezintileri aslında “iç yolculuklar”dır.31 Çünkü içsel yolculukla varılan
menzilgâhta yolcu tüm zahiri etkilerden arınmış, afakî korku, heyecan ve
endişelerden safi bir hâl almıştır. Aşırı dipte görünen bu kendinden geçmişlik,
yolcuyu beşeri niteliklerden sıyrılmakla bırakmamış, belki onu tanrısal
niteliklerle de donatmıştır.
Taoizm’de kişiyi bu yolculuğa çıkaran bir başka etken de, bunca marifete
ve donanıma sahip olan insanın bedensel yaşama şansının son derece kısa
olmasıdır. Bu mukadder ve esaslı insani soruna çeşitli ömür uzatma
teknikleriyle çözüm arayışına girilmiş ve çok sayıda teknik geliştirilmiştir. Bu
tekniklerin temel ilkesi, “hayat gücünü beslemek”ten ibarettir. Makrokozmos ile
“insan beni” arasında tam bir uyum olduğu için hayat güçleri bedenin dokuz
deliğinden girip çıkar; bu nedenle onları titizlikle gözetmek gerekir. Taocular
bedende Zincifre tarlaları adı verilen üç bölüm ayırt eder. Üst tarla beyinde,
ikincisi kalbin yanında, üçüncüsü ise göbek deliğinin altındadır. Perhiz
uygulamasının kesin bir amacı vardır: Kendilerine özgü “enerjiler” içeren
besinler ve şifalı otlarla organları beslemek. Bedenin iç bölümlerinde yalnızca
tanrıların ve koruyucu ruhların değil, kötücül varlıkların da yaşadığını
hatırlatalım: Üç Zincifre tarlasında yaşayan üç solucan, müridin canlılığını
kemirir. Mürit, onlardan kurtulmak için sıradan gıdalardan vazgeçmeli ve üç
cini öldürebilecek şifalı otlar ve minerallerle beslenmelidir.32
Üç cinden kurtulan yolcu, çiy suyu veya kozmik soluklarla beslenmeye
başlar; yalnızca havayı değil, güneş, ay ve yıldız türlerini de içine çeker. MS. 3.
yüzyıla ait bazı reçetelere göre güneşin türümü öğle ve ayınki de gece yarısında
özümsenmelidir. Ama asıl yapılması gereken soluğunu tutmaktır; iç görüyle ve

29 Bkz: Eliade, a.g.e., c. 2, s. 33-34.
30 Eliade, a.g.e., c.2, s. 36.
31 Çuang-tzu, “Lao tseu”, Çev: Kaltenmark, , s.117-118-Eliade, a.g.e., c.2, s. 37’den.
32 “Murakabeyle, kendimizden doyuma ulaşmanın yolunu buluyoruz.”(Liech-tzu, 4, çev.
Kaltenmark, s. 118); Eliade, a.g.e., s. 37’den.
Dinlerde İç Yolculuklar: Riyazetin Kökenine Dâir
[233]
düşüncelerini yoğunlaştırarak soluğun görselleştirilmesi ve üç Zincifre
tarlasında dolaştırılması başarılır. 1000 kez nefes almaya yetecek kadar bir süre
soluk tutulursa ölümsüzlüğe erişilir.33 Taoizm’deki düşünsel yolculuğun
kökenlerinden biri olan ömür uzatma tekniklerinin tamamını burada zikretmeyi
gereksiz buluyoruz. Ayrıntılı bilgi için aşağıdaki kaynağa bakabilirsiniz.34
Düşünsel yolculuğun bir başka kökeni ise hafıza kaybı olarak bildiğimiz
“bellek yitimi”35 (başka bir ifadeyle kendi kimliğini unutmak), uyku, sarhoşluk,
uyuşma, düşüş, sıla hasretidir. Ruh maddeye yönelip bedenî zevkleri tanımak
isteyince, kendi kimliğini unutur. Bellek yitimi ve edinilen bilgilerle hatırlama
mitinin en dokunaklı ve en dramatik sunumu, Toma’nın İşleri’ndeki İnci
İlahisi’nde bulunur. Bir prens “tıslaması çınlayan yılanın çevrelediği denizin
ortasında bulunan tek inci”yi aramak üzere Doğudan Mısır’a gelir. Mısır’da
ülke sakinleri tarafından tutsak edilir. Ona kendi yemeklerinden verirler ve
prens kendi kimliğini unutur. Ama ailesi prensin başına gelenleri öğrenir ve ona
bir mektup yazar. “Uyan ve uykundan kalk, mektubumuzdaki sözleri dinle, kral
oğlu olduğunu hatırla, nasıl bir kölelik içine düştüğünü gör, Mısır’a gönderilme
nedenin olan inciyi hatırla!” Mektup bir kartal gibi uçar, prensin üstüne iner ve
söz (krş. Vahiy) olur. “Onun sesi ve hışırtısıyla uyandım ve uykumdan
sıyrıldım. Mektubu aldım, öptüm, mührünü kırdım, okudum… Kraliyet
soyundan ebeveynlerin oğlu olduğumu hatırladım… Mısır’a gönderilme
nedenim olan inciyi hatırladım ve tıslaması çınlayan yılanı büyülemeye
koyuldum. Onu büyüyle uyuttum, sonra onun üzerine babamın adını söyledim
(krş. Bismillah) ve inciyi alıp babamın evine dönmek için yola koyuldum.”
Gerek deniz gerek Mısır, insan ruhunun ve onu özgür bırakmak için gönderilen
Kurtarıcı’nın tutsak edildiği maddi dünyanın ortak simgeleridir. Göksel
bölgelerden aşağı inen kahraman, ülke sakinleri arasında fark edilmemek için,
“ışıltılı giysi”sini çıkarıp “pis giysi”yi sırtına geçirir. Bu “tensel zarf”, içine
girdiği bedendir. Göğe yükselişinin belli bir anında “kendisine benzeyen” şanlı
ışık giysisiyle karşılanır ve bu “ikiz”in, kendisinin gerçek kimliği olduğunu
anlar. Bu aşkın ilkenin benliğin içinde keşfedilmesi gnosizmin ana ilkesini
oluşturur.36

33 Eliade, a.g.e., c. 2, s. 38-39.
34 Bkz: Eliade, a.g.e., c. 2, s. 38-39.
35 Hafıza kaybı
36 Eliade, a.g.e., c. 2, s.429-430; Emir Huseyn Şah Halili, “Şerh-i Ber Risale-yi Akl-i Sorkh-i
Şehid Suhreverdi”, http://www.vajhedin.blogfa.com/post-15.aspx, 11/12/2013.
Muharrem Yıldız / Mehmet Mekin Meçin
[234]
“Hayat”a (maddeye) daldırılmanın yol açtığı “bellek yitimi” ve bir elçinin
davranışları ve sözlerinin verdiği bilgilerle kendini hatırlama izleğine ortaçağ
Hindistanı’nın dinsel folklorunda da rastlanır. En yaygın efsanelerden biri,
Matsyendranath’ın bellek yitimini anlatır. Bu yoga üstadı bir kraliçeye âşık olur
ve kimliğini tamamen unutarak onun sarayına yerleşir veya başka bir rivayete
göre “Kadali Ülkesi”nde kadınlara tutsak olur. Matsyendranath’ın tutsak
olduğunu öğrenen öğrencisi Graknath, bir dansöz kılığında onun karşısına çıkar
ve bilmece gibi şarkılar söyleyerek dans etmeye başlar. Matsyendranath yavaş
yavaş gerçek kimliğini hatırlar: “Tensel yol”un ölüme götürdüğünü,
“unutkanlığı”nın aslında gerçek ve ölümsüz doğasını unutmak anlamına
geldiğini ve “Kadali”deki “büyüleyiciliğin” din dışı hayatın seraplarını temsil
ettiğini anlar.37
2. 3. Zerdüştlük’te İç Yolculuk
Eski iran dinlerinde, Zerdüşt sonrası İran edebiyatına konu olan iki
önemli yolculuk dikkate değerdir: Bunlardan ilki, kadim İran’ın büyük din
önderi, genç hükümdarın ruhani rehberi olan Kerdir’in yolculuğunu konu alan
ve onun emriyle III. yüzyılın sonlarında bir dağın kayalıklarına işlenmiş olan
dört yazıttır. Kerdir Kitabeleri38, Kerdir’in öteler dünyasına gitmek için ölüme
benzer bir hâle girdiğini ve kutsal miraca çıkarak fizik ötesi yolculukla
geleceğini ve insan ruhlarının gelecekte karşılaşacakları kaçınılmaz kaderi
müşahede etmek üzere gizemli seferine devam ettiğini konu edinir, ancak
seferin ayrıntıları okunamadığından çözülememektedir.39 İkincisi ise, yine
Sasani döneminde arınmış bir Zerdüşt din adamı/mubedi olan Ardaviraf’ın
Cennet, Araf ve Cehennem seferini konu olan Ardavirafname adlı en eski
Pehlevice eserdir. İskender’in İran’ı işgal etmesi ve başta Avesta olmak üzere
Zerdüştilere ait dini kaynakları yok etmesi üzerine Zerdüşt din adamları olan
mubedler bir toplantı yaparlar. Toplantıda gökle bir irtibat sağlanarak Zerdüşt
inanırlarının kurtuluşu için gerekli olan bilgilere ulaşma kararı alınır. Bu kutsal
yolculuğa ömründe hiç günah işlememiş bir mubed olan Ardaviraf seçilir.

37 Eliade, a.g.e., c. 2, s.430
38 MS. III. Yüzyılın sonlarında Sasani İmparatorluğu’nun o dönemdeki yönetimi üzerinde çok
etkili olan Meşhur Zerdüşt din adamı Kerdir, çıktığı bir metafizik yolculuğunu dağa kazdırarak
yazdırmayı emretmiş ve kitabeler günümüze kadar ulaşmıştır. Ardavirafname’ye benzer bir
içeriğe sahiptir.
39 Bkz. Muhammed Cevad Meşkur, “Kendir Ya Tansar”, Name-yi Bastan, Tahran, 1378 HŞ., s.
202-211; Ahmed Tefezzuli, Tarih-i Edebiyat-i İran Piş Ez İslam, Tahran, 1376 HŞ., s. 89-92.
Dinlerde İç Yolculuklar: Riyazetin Kökenine Dâir
[235]
Ardaviraf bazı dini ritüelleri gerçekleştirip hazırlığını yaptıktan sonra uykuya
dalar ve yedi gün yedi gece ruhen yolculuğa çıkar. Bu süre içerisinde iki melek
eşliğinde ruhen cennet, cehennem ve araftan geçerek ruhlar âleminin içinde
bulundukları ceza ve ödüle tanıklık eder, derken Ahuramazda ile görüşür. Bu
sürenin sonunda uyanır ve gerek gördüklerini gerekse Ahuramazda’dan aldığı
talimatları bilge bir kâtibe yazdırır. 40
2.4. Gnostik Öğretilerde İç Yolculuk
Dinlerde tefekkürî ve düşünsel yolculuğun diğer bir kökeni ise
gnosizmdir. Bilinebilirlik olarak çevrilen gnosizm aslında eldeki somut
bilgilerin dışında başka bir bilginin de var olduğunu, gözle görülenin ötesinde
bilinebilir bir hakikatin bulunduğunu, bu hakikate ulaşmak için akıldan öte ruhi
ve zihni bir yolculuğa girmek gerektiğini, görünmez bu özel bilginin de ulu orta
herkesle paylaşılmaması gerektiğini öngörür. İslam’da geçen ilmi ledûn, irfan
ve tasavvufun bazı çehrelerinde gnosizmin bu özelliklerini görmek
mümkündür.41
Aslında Batınîlik, başka bir deyişle sınırlı sayıda müride yönelik öğreti ve
ibadetlerin erginleyici yoldan aktarılması, Helenistik çağın ve milat civarındaki
dönemin tüm büyük dinlerinde rastlanmaktadır. Erginlenme senaryosuna;
Yasacı (Şer’i) Yahudilikte ve Yahudi Mezheplerinde, Esseniler’de (örneğin
Disiplin kitabı), Samiriler’de ve Ferisiler’de değişik ölçülerde rastlanmaktadır.42
2.5. Yahudilik’te İç Yolculuk
Gnosizmin ayak seslerini Yahudiliğin kıyamet kitaplarında duymak
mümkündür. Kıyamet edebiyatı özü ve kökeni ilahi nitelikte, kutsal bir ilim
oluşturuyordu. Daniel’in yazarının belirttiği gibi, bilgelere hikmeti veren
Tanrı’dır; derinlikleri ve gizleri ortaya seren, karanlıklarda olanları bilen O’dur.

40 Jale Amuzgar, Ardavirafname Ya Biheşt ve Duzeh der Ayin-i Mezdiyesna, Meşhed, 1342 HŞ.,
s. 41-46; Krş. Mahmut H. Lakiroğlu, “İlahi Komedya”, DİA, XXII, 68; bkz. Nimet Yıldırım,
Ardavirafname, Pinhan Yayıncılık, İstanbul, 2011, s. 19-24; “Ardavirafname ve İlahi
Komedya”, Doğu Araştırmaları, S. 4, 2009/2, s. 5-18.
41 Gnosizm: Latince’de “gizli bilgiye sahip olma” anlamına gelen ve “sezgi yoluyla elde edilen
bilgi”yi ifade eden gnosis kelimesinden türetilmiştir. Aynı zamanda “bilgiyle kurtuluşa erme”
anlamında da kullanılır. Bilinircilik (marifet) olarak da tanımlanan bu öğretide, hakikatlere
ulaşmada akli, mantıki hatta dinin salt zahiri verilerinin yetersiz kaldıklarını, belli bir sezgisel
süreç ve tekamülün ardından keşfedilebilen irfani/bâtınî bilgiyle hakikate ulaşılabileceği
savunulur.
42
Bkz. Şinasi Gündüz, Başlangıçtan Günümüze Dinler Tarihi, Ekrem Sarıkçıoğlu, “Gnostik
Dinler” maddesi, Fakülte Kitapevi, Isparta, 2009, s. 127-130; Bkz: Eliade, a.g.e.,c.2, s. 420.
Muharrem Yıldız / Mehmet Mekin Meçin
[236]
Kutsal olanlar bu mukaddes bilgiyi düşlerinde ve görülerinde edinir. Onu
semavi sırlarla melekler tanıştırır ve ilham yoluyla gökyüzünde yolculuklara
çıkar, orada Tanrı evrensel tarihin başından sonuna kadar yazılı olduğu levhaları
görmesine izin verir. (İslam’daki Levhi Mahfuz kavramını hatırlayalım) 43
Zamanın başlangıcında Tanrı, “sofulukları” ve “görü yetenekleri”yle isim
yapmış bazı kişiliklere gizli ilmin perdesini açmıştı. Bu eğitim Bâtıni
nitelikteydi, “mühürlü”ydü. Başka bir deyişle kutsiyeti olmayanlara açık
değildi. Daha sonra bazı sıra dışı varlıklara da aktarıldı. Ama başlangıç dönemi
zamanların sonu ile koşut olduğuna göre, kutsal ilim şimdi yeniden ve yine
sınırlı bir ermişler topluluğuna vahyedilmektedir. Bu ve buna benzer
Gizli/kurtarıcı (irfani) ilim izleği Helenistik çağda çok yaygındı ve tüm gnostik
okulların gerekçesini oluşturuyordu. Kıyamet kitaplarının yazarları, gökte gizli
ve insanların erişemediği bir hikmet anlayışını alabildiğine geliştirmişti.
Görüler, aşkınlık ve coşkunluk halleri kıyamet külliyatında temel bir rol
oynuyordu. Görüler ve coşkunluklar gerçek “peygamber ve “bilge”nin
doğruluğunun kanıtıydı. Aşkınlık ve coşkunluk yoluyla sağlanan görülerle ve
ermişlik yoluyla ulaşılabilen Bâtıni, bütüncül ve kurtarıcı bir ilme ilişkin bu
anlayış başka dini geleneklerde de bulgulanmaktadır ve antik Hıristiyanlık
tarafından da paylaşılacaktır.44
2.6. Sabiilik’te İç Yolculuk
Marifete ulaşmaya çabalayan gnostik dinlerden biri İsa’dan önce Filistin
bölgesine peygamber olarak gönderilen ve Yahya Peygamber’e nispet edilen
Sabiîliktir. Sabiîliğe göre süfli bedene yerleştirilen ruh, bu durumdan hiç
memnun değildir. O, bu süfli dünyadan kurtulmak ve kendi mekânı olan ışık
âlemine tekrar yükselmek için çırpınıp durmaktadır. Diğer yandan, kötücül ve
karanlık güçler ise ele geçirdikleri bu ışık varlığını elden kaçırmamak için
birçok önlem almış ve onu çepeçevre kuşatmışlardır. Onlar bir taraftan malmülk
ve çeşitli dünya nimetleriyle, diğer taraftan ise hırs, şehvet, kıskançlık ve
diğer pek çok nefsi istek ve arzuyla ruhu bu dünyaya bağlamaya çalışırlar. Bu
durumda ruh beden içerisinde bir hapishane hayatı yaşar. Sabiîler ruhu bu
hapishaneden çıkarmak için “hikmet” ya da “kutsal bilgi”yi elde etmeye

43 Buruc 85/22.
44 Eliade, a.g.e., c. 2, s. 309-310
Dinlerde İç Yolculuklar: Riyazetin Kökenine Dâir
[237]
çabalarlar. Bu kutsal bilgiye ulaşmak için gerekli olan doğru inanç ve ibadete
yönelir, kendilerini o bilgiyi almaya amade kılarlar.45
Yine Hıristiyanlığın doğuşuna şahitlik eden ve gerek Sabiîliğe gerek
Îsevîliğe ruhani bir atmosfer hazırladığı düşünülen gnostik Yahudi tarikatı olan
Esseniler’in, Yahudiliğin katı formlarına gark olan merkeziyetçiliğinden hicret
edip Kumran mağaralarına sığınarak “iç kurban” olarak gördükleri riyazetle
Allah’a adandıklarını okuyoruz. Esseniler’in sadece fiziksel olarak hicret
etmedikleri, sığındıkları mağaralarda ruhsal saflaşma için katı arınma
ritüellerine girerek günahtan ve nefisten (bedenden) de hicret ettikleri
görülmektedir. Esseniler’den Kumran Cemaati hiyerarşisinde bulunanlardan
bazılarının riyazet ve içsel yolculukla Batınî bilgiye ulaştıkları, bu irfanî bilgiyi
dışarıdan kimseyle paylaşmadıkları ve bu bilgiyle gelecekte meydana gelecek
kutsal savaş ile eskatolojik46 malumatlar hakkında Batınî bilgilere eriştikleri
belirtilmektedir.47
2.7. Hıristiyanlık’ta İç Yolculuk
Hıristiyan gnosizmine göre Mesih dirildikten sonra onun gnosizi Sıddık
Yakup, Yuhanna, Petrus’a verilmiş, bunlar da diğer havarilere aktarmışlardır.
Ortada İsa Mesih’in Rab’den aldığı ve seçkin kimselere verdiği “Batınî bir
bilgi” mevcuttur. Ruhun izlediği “mistik bir güzergâhın” haritası gibi duran bu
gizemli bilgi ancak tüm imtihanlarını tamamlayanlara merhale merhale
verilebilecek bir bilgidir. Hıristiyan gnostik, gerçek varlığın (yani tinsel
varlığın) şu anda bir bedenin içerisinde tutsak olsa bile tanrısal kökende ve
yaradılışta olduğunu öğrenir. Bir zamanlar aşkın bir bölgede yaşadığını ama
daha sonra aşağıdaki bu dünyaya atıldığını, hızla selamete doğru ilerlediğini ve
sonunda bedensel zindanından kurtulacağını da öğrenir. Son olarak da doğumu
madde içine düşüşle eşdeğerliyken, yeniden doğuşunun tamamen ruhsal

45 Bkz: Sarıkçıoğlu, a.g.e., s. 138.
46 Eskatoloji: Latincede “son” anlamına gelen “eskhatos” ve “Tanrıbilim” anlamına gelen
“teoloji” kelimelerinden oluşan bu sözcük, dünyanın sonu ve ötesi ile ilgili metafizik dini ve
felsefi bilgileri ihtiva eder. Kıyametçilik anlamında da kullanılır.
47 Bkz. Geza Vermes, Ölü Deniz Parşömentleri Kumran Yazmaları, çev. Nurfer Çelebioğlu,
Nokta Kitap, İstanbul, 2005; Bekir Zakir Çoban, “Josephus’un Gözüyle İlk Yahudi Fırkaları”,
DEÜİFD XXVII, Ankara, 2008; Kürşat Haldun Akalın, “Hıristiyanlığın İlk Kaynağı Olarak
Essenizm”, Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 17, Sayı: 2, 2008, s. 419-438;
İsmail Taşpınar, “Hz. İsa Döneminde Bir Münzevi Cemaat: Esseniler”, Köprü Dergisi, Sayı, 93,
2006; MuharremYıldız-Mehmet Mekin Meçin, “Gnostik Bir Yahudi Tarikatı: Esseniler”, Türk-
İslam Medeniyeti Akademik Araştrımalar Dergisi, Yıl.8, Sayı.16, ss. 33-56.
Muharrem Yıldız / Mehmet Mekin Meçin
[238]
nitelikte olacağını keşfeder. Tanrı, insanları kurtarmak için dünyaya bir ezeli
varlık veya kendi oğlunu gönderir. Bu aşkın varlık, hululün tüm aşağılayıcı
sonuçlarını yaşar, ama kesin olarak göğe dönmeden önce birkaç seçilmişe
“gerçek kurtarıcı gnosizi” aktarmayı başarır. Gnostiklere göre peşinden gitmeye
değecek tek amaç, kutsal bilgi vasıtasıyla “tanrısal parça”nın kurtarılması ve
yeniden göksel dünyaya çıkarılmasıdır. İnsanın düşüşü ya da ruhun
bedenlenmesi ya gökte işlenmiş bir günahın cezası ya da ruhun feci bir tercihi
diye açıklanıyordu.48
2.8. Maniheizm’de İç Yolculuk
MS. 3. yüzyılda ortaya çıkan Maniheizm’de de bu yolculuğun
köklerinden olan gnosist şiarlar bol miktarda karşımıza çıkar. Ancak Mani,
yalnızca erginlenmişlere açık bâtıni bir öğretiyle sınırlı kalmayan, herkese
seslenebilen evrensel bir din kurmaya çalışmıştır. Maniheizm bu yönüyle
eklektik özellikler de taşır. Maniheizm’de tüm gnosistlerde olduğu gibi
kurtuluşa giden yol insanlık hâlinin çözümlemesiyle başlar. İnsan yalnızca bu
dünyada yaşadığı, yani bedenlenmiş bir varoluşa sahip olduğu için acı çeker;
başka bir deyişle, kötülüğün pençesinde yaşar. Kurtuluş, tek gerçek bilim olan
“kurtaran gnosis”le (irfanla) sağlanabilir. Nitekim dünya (kozmik düzen Tanrı
tarafından sağlanmasına rağmen) şeytani bir tözden yaratılmıştır. İnsan en
tiksinti verici bedenler içindeki şeytani güçlerin eseridir. İnsan varoluşu tıpkı
evrensel yaşam gibi tanrısal bir bozgunun lekesinden başka bir şey değildir.
Gerçekten de eğer ezeli insan en başında savaşı kazansaydı, ne kozmos, ne
hayat, ne de insan var olacaktı. Kozmogoni, kendi benliğinden bir parçayı
kurtarmak için Tanrı’nın umutsuz bir davranışıdır. Aynı şekilde insanın
yaradılışı da Madde’nin ışık parçacıklarını tutsak etmeye devam edebilmek için
sergilediği umutsuz bir davranıştır. İnsan, iğrenç kökenine rağmen dramın
merkezi ve amacı olur, çünkü içinde bir parça tanrısal ruh taşımaktadır.49 Yine
de bir yanlış anlama söz konusudur; çünkü Tanrı insan’la insan olduğu için
değil, tanrısal kökenli olan ve insan türü ortaya çıkmadan önce de var olan
ruh’la ilgilidir. Kısacası Tanrı’ının hep kendini kurtarmak için gösterdiği bir
çaba söz konusudur; bu durumda da bir “kurtarılmış kurtarıcı”dan söz edilebilir.
Zaten Tanrı’nın tek etkili olduğu an da budur; çünkü genelde girişkenlik ve

48
Bkz: Eliade, a.g.e., c. 2, ss. 422-424.
49 Çelişkiye bakın ki bu tanrısal kıvılcım spermin içindedir. Mani; ruh, ışık, semen virile (ersuyu)
arasındaki özdeşliğe ilişkin arkaik Hint-İran düşüncesini kullanmaktadır. Eliade, a.g.e., s. 440.
Dinlerde İç Yolculuklar: Riyazetin Kökenine Dâir
[239]
eylem karanlıklar Prensi’nden gelmektedir. Maniheist külliyatı, özellikle de
ruhun düşüşünü ve sıkıntılarını tasvir eden ilahilerini bu kadar dokunaklı kılan
da budur. Manihesit mezmurlarının bazıları, büyük bir güzelliğe sahiptir ve
İesus Patibilis, insan merhametinin en duygulandırıcı şaheserlerinden biridir.
Beden, şeytani bir yaradılışa sahip olduğuna göre, Mani en azından
“seçilmişler”in çok katı çile kurallarına uymasını buyurur. Ona göre gerçek din,
şeytani güçlerin yaptığı zindandan kaçmak ve dünyanın, hayatın, insanın nihai
yok oluşuna hizmet etmek demektir. Gnosisle elde edilen “aydınlanma” selamet
için yeterlidir. Çünkü mümini dünyadan koparan belli bir davranış biçimi
geliştirir. 50
2.9. İslam’da İç Yolculuk
İslami iç yolculuğun bir ayağı, var olduğuna inanılan Bâtınî bilgiyi elde
etme çabasıdır. Bâtıni bir bilginin bulunduğuna işaret eden en önemli temel
Kur’ân’da geçen Hz. Musa-Hızır diyalogudur: Musa Peygamber ile Hızır
olduğu kabul edilen bilge ve erdemli kişi arasında geçen diyalogda, Musa’nın
vakıf olmadığı ancak Hızır’da bulunan ve çoğunlukla da geleceği öngören
Bâtıni bir bilginin var olduğuna vurgu yapılmaktadır.51 Bu diyalogda, âdeta
Allah insanların göz önündeki fenomenal ve heyulaî bilgiden öte, gizli ve
fizikötesi bir gnosizin (irfanın) de bulunduğuna dair tefekkür etmelerini
istemiştir. Belki de Allah, İslam dininin ana referans kaynağı olan Kur’ân’da
böyle bir konuyu işlemesi, dinin zahiri yönü yanında, hikmet, gaybî ve batınî bir
tarafının da bulunduğunu aynı zamanda dinin salt ampirik bilgilere
hapsedilmeyeceği, dini malumatların ve talimatların laboratuar ortamlarında
deney ve gözleme tabi tutulamayacağı, tersine dinin apaçık hakikatlerinin yanı
sıra, her zaman için tanımlanmaz ve açıklanmaz bir otonomlukta (özgün
müteşabih) olduğunu da aşikâr kılmak istemiştir.
İslami iç yolculuğun bir yönünün, arınarak ve saflaşarak kurtarıcı bilgiye
ulaşma çabası olduğuna işaret eden diğer dayanak ise, “ancak temizlenmişlerin
(mutahharun) dokunabilecekleri bir kitaba”52 işaret eden ayettir. Bu ayette
arınma ve tezkiyenin, kurtarıcı gnosiz olan irfana ya da Kur’ân’daki herkesçe
idrak edilemeyen hakikatlere ulaşmanın ön koşulu kabul edilmesi, akla İhvan-ı
Safa’nın müridleri için geliştirdikleri riyazi arınma ritüellerini ve Molla

50 Eliade, a.g.e., c. 2, s. 440-441.
51 Kehf 18/62-82.
52 Vakıa 56/77-79.
Muharrem Yıldız / Mehmet Mekin Meçin
[240]
Sadra’nın tekamülle saflaşmaya köprü kıldığı “Hareket-i Cevherî” felsefesini
getirmektedir.53
İslami iç yolculuk elbette yalnızca bâtınî bilgiyi elde etme çabasıyla
sınırlı değildir. Var olduğuna inanılan bu bâtınî bilgi İslam sûfi ve filozofları
tarafından nefsi tezkiye etme ve ebedi hikmeti (el-hikmetu’l halidiyye) elde
etme yolunda aranmıştır. İsmailîler gibi zamanla şeriat hırkasını tamamen
çıkarıp atan bazı bâtıni tarikatların malzemesi hâline gelen bir bâtıni bilgi İslami
düşüncede makbul görülmemiştir. Bu yüzden yalnızca bâtıni bilgiyi
kovalamakla meşgul olan ve bu bilgiyi hayatlarının merkezine koyanlara karşı,
Muhammed Bahauddin Nakşibendi, İmam Rabbani ve Mevlana Halid-i
Bağdadi gibi tarikat şahları, şeriatın zahiri formlarını merkeze alan ve bu yolla
ruhani seferlere çıkmayı deneyen özgün bir metot geliştirmişlerdir.54
Nitekim İbn-i Sina ile başlayan ve aynı isimle İbn Tufayl tarafından da
yorumlanan “Hay b. Yakzan (Uyanan Oğlu Diri)”55 ile yine ilkin İbni Sina
tarafından yazılan, ardından Sühreverdi ve Gazzâli tarafından da yeniden aynı
isimle yorumlanan ve derken Feriduddin Attar’ın “Mantıku’t-Tayr”
56 adlı
eseriyle kemale eren “Risaletu’-Tayr (Kuş Risalesi)”57 İslami iç yolculukları
sembolize eden ilgi çekici nümunelerdir. Yine Sühreverdi’nin yazdığı “Kızıl
Akıl”, “Cebrail’in Kanat Sesi”, “Simurgun Islığı”, “Batı Sürgünü” gibi
sembolik/irfani hikâyeler58 ise İslami iç yolculuğun en mükemmel
yapıtlarındandır. Bu hikâyelerin tümünde özetle, kutsal âlemden beden kafesine
düşen insani ruh kuşunun, çile ve riyazetle cismani kalıpları kırıp kurtularak

53 İhvan-ı Safa, Resail, Daru Sadr, B.P. 10, Beyrut, 43. Risale, c. 4, s. 8-13; Kudretullah Kurbani,
“Mebde ve Mead der Pertev-i Hareket-i Cevheri-yi Molla Sadra,” Kum Üniversitesi İlmi
Araştırmalar Dergisi, Yıl.8, S. 2; Muhammed Hüseyin Dehkani-Mahmud Abadî, “Molla Sadra
ve Tahlil-i Aklani-yi Mead- i Cismanî” Şiraz Üniversitesi Dini Düşünce Dergisi, S. 36, s. 101-
124.
54 Bkz. Yılmaz H. Kâmil, Tasavvuf ve Tarîkatlar, Ensar Yayınları, 13. Baskı, İstanbul 2010;
Mustafa Kara,
Tasavvuf ve Tarikatlar Tarihi, Dergah Yayınları, İstanbul, 2013; Murat Özaydın, Şeyh
Abdurrahman Aktepe, 1. Baskı, Cihan Yayınları, İstanbul, 2009; Mehmet Mekin Meçin,
“Haznevilik”, Yayınlanmamış makale.
55 Şeyhu’r-Reis İbn Sina, Resailu İbn Sina, İntişarat-i Bidar, Kum, 1400 HŞ, ss. 132-143.
56 Bkz. Şeyh Feriduddin Muhammed Attar Nişaburi, Mantıku’t-Tayr: Makamatu’t-Tuyur, Tahk.
Seyyid Sadık Gevherin, İntişarat-i İlmi ve Ferhengi, 27. Baskı, Tahran, 1390 HŞ.
57 İbn Sina, a.g.e., s. 400-405
58 Şehabuddin Yahya Sühreverdi, Macmua-yi Musannifat-i Şeyh-i İşrak, Tahk. Hanry Corbin ve
Seyyid Hüseyin Nasr, Muessese-i Mutalaat ve Tahkikat-i Ferhengi, 2. Baskı, Tahran,
1375/1996, c.3, ss-198-240
Dinlerde İç Yolculuklar: Riyazetin Kökenine Dâir
[241]
önceden kopup ayrıldığı kutsal âleme yeniden uçuşu ve bu dönüş yolculuğu
sırasında başından geçen maceralar tasvir edilip betimlenmektedir.59

İç yolculuğun bir diğer İslami karşılığı ise tefekkürdür. Gerek tefekküre
vurgu yapan ve tabiattaki evrensel, ilahi, değişmez yasanın (sünetullah)
örneklerini ortaya koyan ve bu örnekler üzerinde düşünmeye davet eden Kur’ân
ayetleri60, gerek itikâfın Kur’ân temelli bir temrin olarak onaylanması61, gerek
İslam Peygamberi’nin (s) vahiy öncesi Hira tecrübesi62 ve gerekse de büyük arif
ve mutasavvıfların ilahi aşk yolunda girdikleri tefekküri yolculuğun dini/tarihi
tecrübeleri63 tefekkürün önemine dikkat çeken dini argümanlardır.
İslam’da tefekkür, varlıklara Allah namına bakmak, mevcudat
pencerelerinden Allah'ın isim ve sıfatlarının tecelligâhına nazar etmektir. Böyle
bir bakışta her bir varlık, Allah’tan bir ayet, ondan gelen bir mektuptur. Tıpkı
bayrağın devleti sembolize etmesi gibi varlıklar da Allah’ı birleyen ve ispat
eden aynalardır. Bu bağlamda evren, muazzam manaların ifade edildiği
harikulâde bir şaheser, insansa bu şaheseri takdir etmeye ve idrak etmeye en
layık muhataptır. Yer ve gökteki varlıklara dair düşünenler ilahi sanatın
kusursuzluğu karşısında vecde gelerek secdeye kapanırlar.64 Kalplerindeki iman
coşar, yakîn ilmi katlanır. Bu ince ve dakik seyahate his ve duyguların eşlik

59 Bkz. Taki Purnamdariyan, Remz ve Dastanha-yi Remzi der Edebiyat-i Farisi, İntişarat-i İlmi ve
Ferhengi, 8. Baskı, Tahran, 1391HŞ.; Purnamdariyan, Akl-i Sorkh, İntişarat-i Sokhan, 2. Baskı,
Tahran, 1390 HŞ.; Hanry Corbin, Arz-ı Melekut, Terc. Ziyauddin Dehşiri, İntişarat-i Tahur, 3.
Baskı, 1383 HŞ.; Corbin, İslam-i İrani, Terc ve Tahk. İnşaullah Rahmeti, İntişarat-i Sofya,
Tahran, 1391 HŞ.; Abdurrafi Hakikat, Suhreverdi: Feylesuf-i Şehid-i İrani, İntişarat-i Behcet,
Tahran, 1389; Ali Babayi, Remzha-yi bi Payan-i Ayne, İntişarat-i Mevla, Tahran, 1391 HŞ.
60 Bakara 2/63, 73, 164, 219, 220, 221, 242, 266; Ali İmran 3/7, 65, 118, 191; Nisa 4/82; Enam
6/50, 80, 126; Araf 7/57,169, 176, 184, 201; Yunus 10/3, 16, 24; Hud 11/24, 30; Rad 13/3; Hicr
15/75; İbrahim 15/52; Nahl 16/11, 17, 44, 69, 90; İsra 17/41; Meryem 19/67; Hac 46;
Muminun 23/ 68, 85; Nur 24/1, 27, 61; Furkan 25/50; Şuara 26/28; Neml 27/62; Kassas 28/46,
51; Ankebut 29/43; Rum 30/8, 21, 28; Secde 32/4; Sebe 34/46; Fatır 35/37; Yasin 36/62, 68.
37/138, 155; Sad 38/29; Zümer 39/42 ; 40/13, 58, 67; Duhan 44/ 58; Casiye 45/13, 23; Ahkaf
46/7; Muhammed 47/24; Zariyat 51/49; Kamer 54/15, 17, 22, 32, 40, 51; Vakıa 56/62; Hadid
57/17; Haşır 59/21; Hakka 69/42.
61 Bakara 2/187
62 İbn İshak, Es-Siyeretun-Nebeviyye, Darul Kutubul İlmiyye, 1. Baskı, Ed. Ahmet Ferit Mezidi,
Beyrut, 2004, s.167.
63 Bkz. Abdulkerim Kuşayri, Kuşayri Risalesi, ; Nureddin Abdurrahman Cami, Nefahatu’l Üns
Min Hezerati’l Kuds, Tahk. Dr. Mahmud Abidi, İntişarat-i Sokhan, Altıncı Baskı, Tahran, 1390
HŞ; Şemsuddin Muhammed b. Mahmud Şehrezuri, Nezhetu’l Ervah ve Ravzetu’l Efrah:
Tarihu’l Hukema, Fars. Çeviri. Maksud Ali Tebrizi, İntişarat-i İlmi ve Ferhengi, Üçüncü Baskı,
Tahran, 1389 HŞ.
64 Secde 32/15; İsra 17/109
Muharrem Yıldız / Mehmet Mekin Meçin
[242]
etmesiyle tarifi imkânsız bir lezzet belirir ve bakılan her mekânda Allah
hatırlanır: “Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca
gelip gidişinde selim akıl sahipleri için elbette ibretler vardır. Onlar ayaktayken,
otururken ve yanları üzerine yatarken Allah’ı anarlar. Göklerin ve yerin
yaratılışı üzerinde düşünürler. “Rabbimiz! Bunu boş yere yaratmadın, seni
eksikliklerden uzak tutarız. Bizi ateş azabından koru” derler.”65 “Çevir gözünü
bir çatak (kusur) görebilir misin? Sonra bir daha, bir daha çevir; sonunda göz
yorgun argın sana geri dönecektir.”66 ayeti ise evrene bakarken müşahede edilen
muazzam kusursuzluğa dikkat çeker.
İslamî tefekkür ve düşünsel yolculuğun en güçlü dayanaklarından biri de
hiç kuşkusuz İslam Peygamberi’nin Hira tecrübesidir. Nitekim Hz. Muhammed
(s), aylarca Mekke’nin Nur dağının Hira ıstıraphanesine çekilir, uzun süreli
tefekkürlere dalardı. Hatta kimi yorumlamalara göre vahyi, Hira’nın üzerine
çeken kudret, Hz. Muhammed (s)’in Hira’daki tefekkür ve düşünce
yoğunluğudur. Hz. Muhammed (s) saatlerce, günlerce toplumun içinde
bulunduğu açmazlara ve ıstıraplara çözüm aramış, insanın yaradılış gayesi
hakkında düşünsel seyahatlere çıkmış ve istikrarla devam ettiği bu düşünsel
çabalarının sonunda aydınlanmış; vahyi âdeta gökten yere çekmiştir. Onun
vahiyle, girdiği ilahi diyalogla noktalanan tefekkür yolculuğunun tasavvuftaki
karşılığı “fenâfillah” (Allah’ta fani olma) olarak yankısını bulmuş, İsra ve miraç
seferi ile gerçek iç yolculuğunun bir faslını zahir ve bâtını ile tamamlamıştır.
O’nun bu iç yolculuğu son nefesini verdiği hücre-i saadetinde “Refîkı a’lâ’ya”
“Yüce Dostluğa” yükselişiyle taçlanmıştır.
İslam’da fikrî yolculuğun muaşeret, murakabe ve muhasebe şeklinde bir
maksadı daha vardır. Muaşaret ile kişi günah işlememeye ve erdemli yaşamaya
karar verir, şartlanır, kendine söz verir. Murakabe ile ahdine sadık kalıp
kalmadığını kontrol eder ve nefis muhasebesi ile kendini ve kusurlarını
sorgular. Bu sistemin son kertesinde derunî yani içsel devrimin adı olan “derin
pişmanlık” ve “tövbeye” yönelir. Bu bağlamda İslam’daki tefekkürün içte
devrime yol açan, kişiyi belli bir mukadder sürgitten kurtaran, alışkanlık ve
bağımlılıkların esaretinden azat eden ve son tahlilde onu benlik ve nefsanî
zindanlardan tahliye ederek özgür kılan bir misyonu olduğunu öğreniyoruz.
Tıpkı “Hz. Peygamber’in (s) Allah’tan aldığı vahiy aracılığıyla okyanus, bir
kavanoza dökülmüştür.” diyen ve “Kur’ân’ın Nebî’nin zihin hâllerinin aynası

65 Ali İmran: 3/190-191.
66 Mülk 67/ 3-4.
Dinlerde İç Yolculuklar: Riyazetin Kökenine Dâir
[243]
olduğunu” belirten Mevlana Celaleddin Rûmi’nin ifadelerinde yankısını
bulduğu gibi.
İnsanın aklî melekelerinin yanı sıra türlü türlü duygular, kalbi hisler ve
incelikli coşkunluklarla mücehhez kılındığı bilinen bir gerçektir. Kendini
eğitmek, yetiştirmek, arındırmak ve tezkiye etmek amacıyla kişinin girdiği içsel
yolculuklar ile riyazet, zühd, çile gibi fiilî ve eylemsel etkinliklerle son derece
hafiflendiğini, hiçbir varlığa bakmaya tenezzül etmeyecek kadar bir kalbî
zenginliğe ve gönül hoşnutluğuna ulaştığını, üst düzey bilinçlilik hâlindeyse
artık âdeta ışınlandığını (saf nur) ve sıradışı bir manevî-ruhâni yetkinlik
kazandığını İbrahim Ethem (ö.162/779), Rabiatü’l-Adeviye (ö.185/801),
Bayezid-i Bestami (ö.260/874), Mevlana Halid Cüneyd-i Bağdâdi (ö.298/910),
Hallâc (ö.309/922), Geylani (ö.561/1166), Sühreverdî (ö.587/1191), İbn Arabî
(ö.638/1239) ve Mevlana Celaleddin (ö.645/1273) gibi büyük ariflerin hayat
hikâye ve menkıbelerinden öğreniyoruz.67 Bu mühim şahsiyetler, taşıdıkları
ilahi mevhibeleri, bedenleri üzerine o denli baskın ve muktedir kılmışlardı ki,
akılla çözülemeyecek meczup bir kayıtsızlıkla Allah’tan gayrı kimseyi
görmeyecek, O’nun dışındakileri hesaba katmayacak ruh enginliğine, ulvî
mertebelere ulaşmışlardı. Onlarda nefis diye bilinen numenin (fenomen olan
bedene karşı) uçup gittiği, bedenî ihtiyaçlarının farkına varamayacak derecede
bir “kendinden geçmişlik” içinde ve iradelerinin insanı şaşırtacak seviyede de
kontrollerine girdiği gözlenir.
Bu Zatların mütevazi ve zâhidane hâllerinin yanında; “bir lokma bir
hırka” misali üzerine giydiği bir urba ve tek parça bir elbise ile bir günlük
yiyecek ve azıkla uzun tasavvuf seyahatlerine çıkan dervişlerin, ömürlerini belki
yalınayak, belki ayaklarında yırtık bir ayakkabı veya yamalı bir elbise ile irşad
yollarında, tekke ve zaviyelerde geçiren lâmekân sûfilerin, yanında hiçbir
dünyevî azık olmadığı hâlde gamsız bir tevekküle sahip münzevi âriflerin;
yoksullukta zenginliği, yalnızlıkta kudreti, yetimlikte yetkinliği buldukları, aklı
hayrete düşüren hayat tecrübeleri olarak karşımıza çıkar.
İslam’da tefekkürün nihai hedefi Hakk’a ulaşmaktır. Hakk’ın tecelligâhı
olan insan ve evrenin müşahede edilerek tabiatta tecelli eden ayetlerini
yakalamak, O’nun varlığı ve birliğine ulaştıran işaretlerin farkına varmaktır. Bu
tefekkürde aşırı yoğunlaşan Muhyiddin Arabî gibi mutasavvıfların Allah’ın
âyetlerini keşf yoluyla derinliğine anlayarak bizzat Allah’ı tüm cazibelerde

67 Bkz. Kuşeyri, a.g.e., ; Cami, a.g.e., ; Şehrezuri; a.g.e.
Muharrem Yıldız / Mehmet Mekin Meçin
[244]
görmeye ulaşmaları ve varlığın üzerindeki perdenin altındaki ilahi tasarrufu fark
etmeleri, ancak dini tecrübenin, istiğrakın ve iç yolculuğun dışavurumları olarak
değerlendirilebilir. Çünkü tefekkürle başlayan ve Tanrı’ya yoğunlaşmayla
devam eden, O’nun dışındaki her şeyden vazgeçerek O’nda erimeyle
(fenafillah) noktalanan İslami içsel yolculuk, ancak tecrübeyle ulaşılan üst
düzey bir mestlik, sarhoşluk, coşkunluk, aşk, fena oluş ve son menzilgâhta
O’nda yeniden dirilişle sezilebileceğinden, bu vecd ve aşkınlığı mantıkî
tahlillerle anlamak kolay görünmemektedir. Aşırı yoğunlaşma ve âdeta ilahî
deryada boğulmayla meydana gelen o coşkunluk ve vecd hâlinde ârif ve
sûfilerden kalıplara dökülen sözler akıl ehli filozof, fakih ve siyasetmedarlar
tarafından çokça sorgulanmıştır. Biz İslam’daki riyazetin kökenini tahlil
ederken iç yolculuklarda gark olan üç ekole kısaca değineceğiz: İhvan-Safa,
İbni Arabi ve Mevlana.
Miladi 1000’li yılların başlarında Bağdat ve Basra merkezli ortaya çıkan
aynı, zamanda esrarengiz felsefi bir ekol de olan İhvanı Safa, tefekküri iç
yolculuğun en önemli mimarları arasında sayılır. Temelde akıl ile vahyi
uzlaştırmaya çalışan İhvan teşkilatı, din ve felsefe arasında önemli bir köprü
olma görevini üstlenmiştir. Meşşaîlik ve İşrakîlik olarak bilinen en önemli iki
Doğu İslam akımının sentezi olarak özetlenebilecek İhvan-ı Safa Risaleleri,
kendilerinden sonraki İslam filozof ve mutasavvıflarından olan İbn-i Arabî,
Mevlana ve Molla Sadra üzerinde derin etkiler bırakmıştır.68
Yaklaşık 850 sayfadan oluşan elli iki risalelik eserlerinde, isimleri hiçbir
zaman tam olarak tespit edilemeyen bu gizemli-mistik grubun girdiği iç
yolculuklar oldukça büyüleyicidir. Ruh karşısında bedeni hakir ve süfli
görmede, başta Pisagor olmak üzere Sokrat, Platon ve Aristo gibi Grek
filozofları69 ile Hint mistiklerinin bakışıyla da düşüncelerini temellendirmekte
sakınca görmeyen İhvan-ı Safa, yararlandıkları temel kaynakları şöyle sıralar:
İlk olarak hekim ve filozofların dillerinden dökülen yazılar, ikincisi Tevrat, İncil
ve Kur’ân-ı Kerim gibi peygamberlere gönderilen vahiylerin hem zahiri hem de
bâtıni anlamları, üçüncüsü, fizîki âlemle alâkalı insanlar tarafından kaleme
alınan her türlü kitap ve dördüncüsü ise ancak “arınmışların dokunabilecekleri”

68 Bkz. Bayram Ali Çetinkaya, “İhvan-ı Safa Felsefesinin İbnü’l-Arabi Düşüncesindeki
İzdüşümleri,”, İlmî ve Akademik Araştırma Dergisi (İbnü’l-Arabî Özel Sayısı-2), [2009], S. 23,
ss. 131-147.
69 İhvan-ı Safa, Resail, 44. Risale, c. 4, s. 25.
Dinlerde İç Yolculuklar: Riyazetin Kökenine Dâir
[245]
ilahi kitaplar.70 İhvan-ı Safa (Arınmış Kardeşler), dördüncü kaynak olarak sık
sık vurgu yaptıkları ve kendilerinin de yararlandıklarını ifade ettikleri kitabın
bâtıni bir özellik taşıyor olması, herkese açık olmaması ve ancak
temizlenmiş/arınmış olanların ona dokunabileceklerini ifade etmeleri aklımıza
Essenilik, Sabiilik, Maniheizim gibi gnostik akım ve dinleri getirmektedir.
Ancak İhvan-ı Safa, zahiren İslami geleneği alt üst eden bu gibi yorumlarını bile
ayet ve hadislerle temellendirir.71
İhvan, çoğu paragrafın başında ve yüzlerce kez zikrettikleri “Ey
Kardeşler! Allah bizi ve sizi kendi katından bir ruh ile desteklesin.” hitabıyla
yetinmez, insan bedeninin ruhu saran bir hapishane olduğunu, arınma ve
tezkiyeyle ruhun cesetten kurtulması gerektiğini, bu kurtuluşun da ruhun hakiki
evine dönmesi anlamına geldiğini çarpıcı temsili hikâyelerle müşahhaslaştırır,
somut hâle getirir. Arınmanın son kertesinde ruhun ölümü temenni edeceğini,
hakiki sarayına bir an önce dönmek için çırpınıp duracağını gerek İslami
argümanlarla, gerekse de Hinduizm ve İsevilikteki ruh-beden düalizmiyle
temellendirmeye çalışarak ortaya koyar.
Tefekkür, riyazet, çile ve arınmayla toplumdan ayrı bir seçkinler
teşkilatını oluşturan İhvan, kendilerinden sonra gelecek Hasan Sabbah’ın
Alamut teşkilatı gibi Bâtınî tarikat ve örgütlere büyüleyici bir miras
bırakmıştır.72 Gerek teşkilatın bireyleri arasındaki ilişkilerin gizliliği, gerek
diğergamlık ile fedakârlığı kemal derecede dillendirmesi ve uygulaması, gerek
içinde yaşadıkları hasta toplumu gizli ama kararlı bir şekilde tedavi etmeye
azmetmesi, hatta tedaviyi kabul etmeyen bireyleri zorla tedavi etmek suretiyle
mutlak bir sağlıklı ve arınmış toplum oluşturmayı ahdetmesi, İhvan’ı bir
aristokrat hareketinden halk hareketine dönüştürmüştür. Böylece İhvan’la,
felsefe ve tasavvuf, halkın teveccühüne mazhar olmuştur.73

70 “O korunmuş, gizlenmiş bir kitaptadır. Ona ancak temizlenenler dokunabilir. O âlemlerin
rabbinden indirilmiştir.” (Vakıa: 78-80); Resail, 43, Risale, c. 4, s. 9.
71 İhvan-ı Safa, a.g.e, c. 4, s. 42.
72 Yapılan araştırmalara göre, İhvanı Safa’nın Hasan Sabbah ve Alamut kalesiyle doğrudan bir
ilişkisi henüz tespit edilememiştir. Ancak İhvan-ı Safa risalelerinde tıpkı katı disipline dayalı bir
eğitim pragramı gibi işlenmiş konuların; “fedakârlık”, “kardeşlik”, “tensel ve bedensel
çilecilik”, “ölümden korkusuzluk” hatta “dünyadan bir an göçmeye duyulan aşk ve hasret” gibi
tüm teşkilatlar için hayati önem arz eden sosyopsikolojik değerlerin farklı teşkilat ve özellikle
Hasan Sabbah tarafından sahiplendiği rivayet edilmektedir. Hatta, Alamut müritlerinin
yanlarından hiç ayırmadıkları iki kitaptan birinin Kur’an, diğerinin ise İhvan-ı Safa Risaleleri
olduğu söylenmektedir.
73 İhvan-ı Safa, a.g.e, c. 4, s. 25-32.
Muharrem Yıldız / Mehmet Mekin Meçin
[246]
İslam literatüründe genel olarak; dünyanın fani olduğu, maddi âlemin
ruhu hapsettiği, Allah’a köle ruhlu âbidler değil, özgür âşıklar olarak ibadet
etmek için ilkin dünyaya yüz çevirmekle (Terk-i Dünya) işe koşulacağı, en
başta Kur’ân ayetlerine74, ardından Hz. Peygamber’in hadislerine75 ve
sonrasında Tarikatların Şahı olarak bilinen Ali b. Ebi Talip’in “Benim gözümde
dünya, bir keçinin burnundan akan su kadar değerli değildir.” ile “Allah’a and
olsun ki, sizlere yönetici olmak, bu yırtık ayakkabım kadar değerli değildir.”76
şeklindeki sözlerine dayandırılmaktadır. Kur’ân’ın “Kuşkusuz arınan
kurtulmuştur”
77 gibi tezkiye, arınma ve vazgeçmeyi tavsiye eden ayetlerinin Hz.
Peygamber’in (s) hayatında, “az yeme, az uyuma ve az konuşma”78 şeklinde
formülize edilen uygulamalar, dinde derinleşmek isteyenlere bir kapı aralamış
ve o kapıdan içeri girerek mutlak ilahi nura doğru kulaç atan İbn –i Arabî
kesrette vahdeti yakalamıştır. İbn-i Arabî, tasavvuf ve mistisizm tarihinin
şaheserlerinden kabul edilen “Füsusu’l Hikem” adlı meşhur eserinde, girdiği iç
yolculuğun sonunda bazı hakikatlere ulaştığını ve kitabın vehbî hakikatlerden
müteşekkil olduğunu ifade eder. İbn-i Arabî keşf, şühud veya iç yolculukla
erdiği bu hakikatlerin ya da bu içrek gnostik/irfani bilgilerin her birini,
Kur’ân’da adı geçen peygamber başlıkları altında vererek, tüm peygamberlere
nazil olmuş olan hakikatlerden velâyet makamında kendisine de göründüğünü
îma ederek, ebedi hikmet aktarımının nübuvvet yoluyla olmasa da bu kez
velâyet yoluyla devam ettiği mesajını vermiştir.79

Kur’ân ayetlerinin Batınî anlamlarını çözmeye çalışan Mevlana ise,
girdiği iç yolculukla, Kur’ân’da geçen Yüce Allah ile Hz. İbrahim arasındaki
yeniden diriliş konulu diyaloğa getirdiği derinlikli anlam İslam’daki irfanın
büyüleyici örneklerinden biridir: “İbrahim Rabbine: Ey Rabbim! Ölüyü nasıl
dirilttiğini bana göster, demişti. Rabbi ona: Yoksa inanmadın mı? dedi.
İbrahim: Hayır! İnandım, fakat kalbimin mutmain olması için (görmek istedim),
dedi. Bunun üzerine Allah: Öyleyse dört tane kuş yakala, onları yanına al,
sonra (kesip parçala), her dağın başına onlardan bir parça koy. Sonra da

74 Şems: 91/9; Leyl 92/18; A’lâ 87/14,16, 17;Müdessir 74/5;Müzemmil 73/1-8; Rad 13/26;
Muhammed 47/12; Araf 7/ 179.
75 İbn Mâce, Zühd: 11, hadis no: 4110, 2/1377; Tirmizî, Zühd: 13, hadis no: 2321, 4/560;
Müslim, Zühd 1; Tirmizî, Zühd:16, Buhârî, Rikak: 2;Tirmizî, Zühd: 25hadis no: 2334, Kütüb-i
Sitte, 17/564.
76 İhvan-ı Safa a.g.e, c. 4, s. 15-24.
77 Şems 91/8-9; A’la 87/14.
78 Tirmizi,Zühd: 47- 48; İbniHanbel, IV, 132.
79 Muhyiddin İbn Arabi, Füsusu’l Hikem, Çev. Ekrem Demirli, Kabalcı Yayınevi, İstanbul, 2008.
Dinlerde İç Yolculuklar: Riyazetin Kökenine Dâir
[247]
onları kendine çağır; koşarak sana gelirler. Bil ki Allah azîzdir, hakîmdir,
buyurdu.”80 Mevlana’nın bu âyete getirdiği bâtıni yorum şöyledir: Ölü olan bir
bedenin dirilmesi ve beşerin kâmil bir insan olabilmesi için ilkin, İbrahim gibi
içinde bulunan horoz adlı şehvet kuşu, tavus adlı dünya sevgisi kuşu, kartal adlı
kibir kuşu ve karga adlı tûl-i emel kuşunun başını kesmesi, derunundan
çıkararak kendinden uzak dağların başına fırlatması gerekir. Ancak bununla
kâmil insan olunabilir.81
İçsel yolculukla vuslata ermeyi deneyen Mevlana’nın “ney” felsefesinde
de; birlikte olduğu ağaçtan kesildiği günden beri durmadan feryat eden, yakaran
ve inleyen “ney”in üzerinden, insanın Allah’tan uzak düşüşünü, O’ndan
kopuşun gamını, kederini, hüznünü ve yakarışını derin şiirimsi bir dille tasvir
etmiştir. Köklere dönmeden, öze kavuşmadan, aslına rücu etmeden ve Allah’la
bütünleşmeden insani öksüzlüğün, yalnızlığın, garipliğin, yakarışın sonunun
gelmeyeceğini belirtmiştir.82
Sonuç
İçinde yaşadığı dünyayı kendisine bir türlü layık görmeyen ve
çevrelendiği mekânı hapishane gibi dar gören insanoğlunun aşkın çırpınışlarının
her dönemde mevcut olduğunu görmekteyiz. İnsan, eline geçiremediği ama
yakînen bildiği bir hakikatin farkına vararak onu her devir arayıp bulmaya
çalışmış ve bu yüzden çeşitli biçim ve formlarla içsel yolculuklara çıkmıştır.
İnsanın tanrısal değerini ve olağanüstü marifetinin kaynağını burada aramak
gerekir. Çünkü bütün insani gayretlerin altında insani aşkınlık yatmaktadır.
Yeryüzündeki imardan, gökteki seyahatlere, çoğu kültürel ve sanatsal
etkinliklerin temeline kadar tüm insani çabalar, kalıbına sığmayan insanın
yorulmak bilmez kanatlanmalarına, esrimelerine, çilelerine ve isyanlarına
borçludur.
Bin bir donanımla mücehhez kılınmış insanın, imgeler ve simgelerle
âdeta örtük bir hazine gibi duran kâinata daha somut bir anlam vermek için
tanımlanamaz kimi tinsel seferlere çıkması, en dokunaklı şiirlerle kayıp olanın
peşine düşmesi, en büyüleyici resimlerle ütopyasındaki huzur dolu dünyayı
oluşturması ve kalemiyle ruhunun ıstıraplarını nakşetmesi, insani derinliğin ve

80 Bakara 2/260.
81 Celaleddin Rumi, a.g.e., 5/30-31, s. 706-707.
82 Celaleddin Rumi, a.g.e., 1-18, s. 4.
Muharrem Yıldız / Mehmet Mekin Meçin
[248]
varlığının en güzel örnekleridir. Çünkü o daha büyük bir maksatla görevli
olduğunu her daim hissetmiştir. Ona biçilen tensel zarf, onu çevreleyen cismani
engeller ve gözlerine çekilen perdelere rağmen insan, fizikötesi cehaletini
gidermek için kalıbını kırmaya, kozasını yarıp çıkan ve kanatlanan bir kelebek
gibi yol almaya ve daha geniş bir dünyada ruhunu teskin etmeyi denemiştir.
Yeryüzünde insanın var olduğu her yerde, kendini âdeta “sürgünde
yaşıyor” gibi hissetmesi, kendini “tecrit”te farz etmesi; “kovulmuş”, “düşmüş”,
“alçalmış” ve “kirlenmiş” gibi görmesi, onun aslına rücu etmesine, ayrıldığı ve
koptuğu özüne dönmesine, mutlak huzur ve selametin bulunduğu ilk hakiki
vatanına kavuşmaya ve böylece ruhunun aslıyla birleştiği o özgür ülkeye doğru
erken seferlere çıkmasına yol açmıştır. İnsanın ölmeden önce “ölme
denemelerine” girişmesi, ruhu göklere çekilmeden önce “gök uçuşlarına”
çıkması, onu çevreleyen tüm fiziksel engelleri teperek çile ve riyazet yoluna
girmesi, hüznün ikizi gibi başlangıç zamanlarından bu yana sonu gelmeyen
feryat ve yakarışlarda bulunması bu yüzdendir.
BİBLİYOGRAFYA
 KUR’AN-I KERİM.
 KUTSAL KİTAP, (Tevrat, İncil, Zebur), Acar Basım, İstanbul, 2009
 ABADÎ, Muhammed Hüseyin Dehkani-yi Mahmud, “Molla Sadra ve
Tahlil-i Aklani-yi
Mead-i Cismanî”, Şiraz Üniversitesi Dini Düşünce Dergisi, 1389
HŞ, S. 36, s. 101-124
 AKALIN, Kürşat Haldun, “Hıristiyanlığın İlk Kaynağı Olarak
Essenizm”, Uludağ
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 17, Sayı: 2, 2008, s. 419-
438
 AMUZGAR, Jale, Ardavirafname Ya Biheşt ve Duzeh der Ayin-i
Mezdiyesna, Meşhed, 1342
HŞ.
 ATTAR, Şeyh Feriduddin Muhammed Nişaburi, Mantıku’t-Tayr:
Makamatu’t-Tuyur, Tahk. Seyyid Sadık Gevherin, İntişarat-i İlmi ve Ferhengi,
27. Baskı, Tahran, 1390 HŞ.
 AYDIN, Mehmet, Dinler Tarihine Giriş, Din Bilimleri Yayınları,
Konya 2002
Dinlerde İç Yolculuklar: Riyazetin Kökenine Dâir
[249]
 AYDIN, Mahmut, Anahatlarıyla Dinler Tarihi, Ensar Yayınevi,
İstanbul, 2011
 BABAYİ, Ali, Remzha-yi bi Payan-i Ayne, İntişarat-i Mevla, Tahran,
1391 HŞ.
 BAĞLIOĞLU, Dr. Ahmet, “Dürzîliğin Felsefi ve Dini Arkaplanı,”
Fırat Üniversitesi
İlahiyat Fak. Dergisi, S. 8, 2003
 BOYCE, Mary, Tarih-i Kiş-i Zertuşt, çev. Humayun-i San’atîzade,
Tahran, 1998
 CAMİ, Nureddin Abdurrahman, Nefahatu’l Üns Min Hezerati’l Kuds,
Tahk. Dr. Mahmud Abidi, İntişarat-i Sokhan, Altıncı Baskı, Tahran, 1390 HŞ
 CELALEDDİN RUMİ, Mevlana, Külliyat-i Mesnevi-yi Manevi, Tulu’
Yayınları, 18.Baskı,
Tahran, Hicri-Kameri 1385.
 ÇETİNKAYA, Bayram Ali, “İhvan-ı Safa Felsefesinin İbnü’l-Arabi
Düşüncesindeki
İzdüşümleri,”, İlmî ve Akademik Araştırma Dergisi (İbnü’l-Arabî Özel
Sayısı-2), 2009], sayı: 23
 CORBİN, Hanry, Arz-ı Melekut, Terc. Ziyauddin Dehşiri, İntişarat-i
Tahur, 3. Baskı, 1383 HŞ.
 -------- İslam-i İrani, Terc ve Tahk. İnşaullah Rahmeti, İntişarat-i Sofya,
Tahran, 1391 HŞ.
 ÇOBAN, Bekir Zakir, “Josephus’un Gözüyle İlk Yahudi Fırkaları”,
DEÜİFD XXVII, Ankara, 2008
 ELİADE, Mircea, Dinsel İnançlar ve Düşünceler Tarihi, c. 1-2-3, Çev.
Ali Berktay,
Kabalcı Yayınevi, İstanbul, 2009.
 HAKİKAT, Abdurrafi, Suhreverdi: Feylesuf-i Şehid-i İrani, İntişarat-i
Behcet, Tahran, 1389 HŞ.
 İBNU’L-ARABİ, Füsusu’l-Hikem, Çev. Ekrem Demirli, Kabalcı
Yayınevi, İstanbul, 2008
 İBNİ İSHAK, Muhammed,Essiyeretun-Nebeviyye, Darul Kutubul
İlmiyye,1.Bas, Ed.Ahmet
Ferit Mezidi Beyrut, 2004
Muharrem Yıldız / Mehmet Mekin Meçin
[250]
 İBN SİNA, Şeyhu’r-Reis, Resailu İbn Sina, İntişarat-i Bidar, Kum,
1400 HŞ
 İHVAN-I SAFA, Resail, Daru Sadr, B.P. 10, Beyrut
 KAM, Ferid, Vahdet-i Vücud, Matbaa-i Amire, İstanbul, 1331/1912
 KÂMİL, Yılmaz H., Tasavvuf ve Tarîkatlar, Ensar Yayınları, 13. Baskı,
İstanbul, 2010
 KARA, Mustafa, Tasavvuf ve Tarikatlar Tarihi, Dergah Yayınları,
İstanbul, 2013
 KUBADİYANİ, R.-Ateşincan, “Ab-ı Hayat”, Danişname-yi Edebi-yi
Farisi, Tahran, 1375-1378 HŞ., c.1
 KURBANÎ, Kudretullah, “Mebde ve Mead der Pertev-i Hareket-i
Cevheri-yi Molla Sadra,”
Kum Üniversitesi İlmi Araştırmalar Dergisi, Yıl.8, S. 2
 KUŞAYRİ, Abdulkerim, Kuşayri Risalesi, Hzr. Süleyman Uludağ,
Dergah Yayınları, 6. Baskı, İstanbul, 2012
 MEÇİN, M. Mekin, “Haznevilik”, yayınlanmamış makale.
 MEŞKÛR, Muhammed Cevad, “Kendir Ya Tansar”, Name-yi Bastan,
Tahran, 1378 HŞ.
 ÖZAYDIN, Murat, Şeyh Abdurrahman Aktepe, 1. Baskı, Cihan
Yayınları, İstanbul, 2009
 PURNAMDARİYAN Taki, Remz ve Dastanha-yi Remzi der Edebiyat-i
Farisi, İntişarat-i İlmi ve Ferhengi, 8. Baskı, Tahran, 1391HŞ.
 -------- Akl-i Sorkh, İntişarat-i Sokhan, 2. Baskı, Tahran, 1390 HŞ.
 RAZİ, Seyyid, Nehcu’l-Belaga, Neşriyat-i Peyampuya, 4. Baskı,
Tahran, 1381 HŞ
 SARIKÇIOĞLU, Ekrem, Başlangıçtan Günümüze Dinler Tarihi,
Fakülte Kitap Evi Yayın, İstanbul, 2008.
 SCHİMMEL, Annamarie, Dinler Tarihine Giriş, Kırkambar Yayınları,
İstanbul, 1999
 SERKARATİ, Behmen, “Efsanei Ab-ı Hayat der İskendername-yi
Nizami ve Rivayati Digeri Dastani İskender”, Mecmua-yi Makalat-i Kongre-yi
Beyn-el Mileli-yi Nohomin Sede- Tevellüd-i Hekim Nizami-yi Gencevi, Tahran,
1375 Hş.. I-III
Dinlerde İç Yolculuklar: Riyazetin Kökenine Dâir
[251]
 SÜHREVERDİ, Şehabuddin Yahya, Macmua-yi Musannifat-i Şeyh-i
İşrak, Tahk. Hanry Corbin ve Seyyid Hüseyin Nasr, Muessese-i Mutalaat ve
Tahkikat-i Ferhengi, 2. Baskı, Tahran, 1375/1996
 ŞAH HALİLİ, Emir Huseyn, “Şerh-i Ber Risale-yi Akl-i Sorkh-i Şehid
Suhreverdi”, http://www.vajhedin.blogfa.com/post-15.aspx,
 ŞAKİROĞLU, Mahmut H., “İlahi Komedya”, DİA, XXII
 ŞEHREZURİ, Şemsuddin Muhammed b. Mahmud, Nezhetu’l Ervah ve
Ravzetu’l Efrah: Tarihu’l Hukema, Fars. Çeviri. Maksud Ali Tebrizi, İntişarat-i
İlmi ve Ferhengi, Üçüncü Baskı, Tahran, 1389 HŞ.
 ŞERİATÎ, Ali, Dinler Tarihi, çev. Erdoğan Vatansever, Kırkambar
Kitaplığı, İstanbul, 2004
 ŞİNASİ, Gündüz, Başlangıçtan Günümüze Dinler Tarihi, Ekrem
Sarıkçıoğlu, “Gnostik Dinler” maddesi, Fakülte Kitapevi, Isparta, 2009.
 TAŞPINAR, İsmail, “Hz. İsa Döneminde Bir Münzevi Cemaat:
Esseniler”, Köprü Dergisi, Sayı, 93, 2006.
 TEFEZZULİ, Ahmed, Tarih-i Edebiyat-i İran Piş Ez İslam, Tahran,
1376 HŞ
 TOKAREV, Sergie Aleksandrovich, Dünya Halklarının Dinler Tarihi,
Çev. Rauf Aksungur, Ozan Yayıncılık, İstanbul, 2006
 VERMES, Geza, Ölü Deniz Parşömentleri Kumran Yazmaları, Çev.
Nurfer Çelebioğlu, Nokta Kitap, İstanbul, 2005
 YAHAKKİ, Muhammed Cafer, Ferheng-i Esatir ve İşarati Dastani der
Edebiyati Farisi, Tahran, 1375 HŞ.,
 YILDIRM, Nimet, “Ardavirafname ve İlahi Komedya”, Doğu
Araştırmaları, S. 4, 2009/2
 ------------------ Ardavirafname, Pinhan Yayıncılık, İstanbul, 2011.
YILDIZ, Muharrem – MEÇİN, Mehmet Mekin, “Gnostik Bir Yahudi
Tarikatı: Esseniler”,
Türk İslam Medeniyeti Akademik Araştırmalar Dergisi, Uluslar
arası Hakemli dergi, Yıl:8, Sayı:16, Konya 2013 Yaz
 ZERRİNKUB, Abdulhuseyn, Der Kalemrov-i Vicdan, Tahran, 1375
HŞ.

Konular