İki Hiciv Eseri: Harnâme ve Şikâyetname

İki Hiciv Eseri: Harnâme ve Şikâyetname
Öz
Bu makalede, Klasik Türk edebiyatının gelişmeye başladığı ve zirve çağını yakaladığı
farklı yüzyıllara ait iki hiciv eseri (15. Yüzyıl şairi Şeyhî’nin Harnâme adlı eseri ve 16. Yüzyıl
şairi Fuzûlî’nin Şikâyetname adlı eseri) üzerinde durulmuştur. Eserler; şairlerin edebî çevre
ve dönemleri, edebî sanatlar, dil ve anlatım özellikleri ve eserin konusu gibi açılardan
karşılaştırılmıştır.
Anahtar Kelimeler: Şeyhi, Harnâme, Fuzûlî, Şikâyetname, Hiciv
Two Satiric Works: Har-nâme and Şikâyetname
Abstract
This article is focused on two works of satire capturing of two different centuries of the
Classical Turkish Literature when it started to ameliorate and reached its peak age (the poet
of 15th century Şeyhî's work, namely Harnâme and the poet of 16th century Fuzûlî's work,
namely Şikâyetname). Those works are compared in terms of several aspects such as their
poets’ literary environments and periods, literary arts, language and expression features and
the subjects of the works.
Keywords: Şeyhi, Harnâme, Fuzûlî, Şikâyetname, Satiric
3
Giriş
İşlediği konunun her zaman güncelliğini koruması, sembolik dili kullanmadaki başarısı ve
çarpıcı anlatımı ile dikkat çeken Harnâme, XV. yüzyıl Divan şiirinin önde gelen
temsilcilerinden biri olan Şeyhî’nin Türk edebiyatına kazandırdığı ölümsüz eserlerden biridir.
Eserin “Bâtıl isteyü hakdan ayrıldum, Boynuz umdum kulakdan ayrıldum” beyiti en ünlü
beyitidir ve kıssadan hisse yoluyla tüm olayları özetlemektedir.
Yine aynı şekilde XVI. yüzyıl nesrinin özelliklerini taşıyan Şikâyetname, sanatlı ağır bir
üslupla yazılmış, ayet, hadis ve manzum parçalarla süslenmiş başka bir ölümsüz eserdir.
Ayrıca Türk edebiyatında mektup türünün ilk örneği sayılan bu eserin divan edebiyatının
“altın çağı” olarak görülen XVI. yüzyıl eserleri arasındaki yeri ve önemi bu yönüyle de
ayrıdır. "Selâm verdüm rüşvet degüldür deyu almadılar, Hüküm gösterdim fâidesüzdür deyu
mültefit olmadılar" biçiminde başlayan bölümü ünlüdür ve devlet dairelerindeki yolsuzlukları
dile getirmesi açısından dikkat çekicidir. Bu makalede üzerinde durulacak olan bu iki eser;
a. Edebî Çevre ve Dönemleri,
b. Edebî sanatları, Dil ve Anlatım Özellikleri,
c. Eserlerin Konuları
Gibi açılardan aralarındaki benzerlik ve farklılıkları görmek amacıyla karşılaştırılarak
incelenecektir. Bulunan benzerlikler ve farklılıklar makalenin sonuç kısmında
değerlendirilecektir.
4
Yazarlar ve Eserleri Hakkında Kısa Bilgi
Şeyhî
Şeyhî, Germiyân(Kütahya) lıdır. Asıl adı Yusuf Sinanüddin veya Yusuf Sinan'dır I. Murad
zamanında ve büyük ihtimalle 775-778/1373-1376 yılları arasında doğmuştur. Ailesi
hakkında bilgi yoktur. Germiyan’ın ileri gelen bir ailesine mensup olduğu tahmin
edilmektedir. Şeyhî, bilime olan merakı ile İran'a gitmiş; burada başta tıp ve tasavvuf olmak
üzere yoğun bir eğitim görmüştür. Öğrenimini tamamlayarak Anadolu'ya geri dönmüştür. Bu
sıralarda Hekim Sinan olarak anılmaktadır. Osmanlı sarayı ile teması Çelebi Mehmed
zamanındadır. Bir hekim olarak ünlenen Şeyhi'nin tedavi ettiği hastalar içinde Sultan
Mehmed Çelebi de vardır.
Hacı Bayram Veli'den fazlasıyla etkilenmiş ve onun dervişi olmuştur. II. Murat zamanında
saraya çok yakın olan Şeyhi, padişahın hekimlerindendir. Bizzat padişahın isteği
üzerine Hüsrev ü Şirin'in Türkçe tercümesini yazmaya başlamıştır. Bu eserini
tamamlayamadan vefat etmiştir. Şeyhi erken dönem Divan Edebiyatı şairlerindendir ve divan
edebiyatının gelişmesine büyük katkısı olmuştur. Tasavvufi bir kişilik olmasına
ve tasavvuf eğitimi almış olmasına rağmen eserlerinde tasavvufi öğeler bulunmamaktadır. Din
dışı şiirler yazmayı tercih etmiştir.1
Harnâme
Yük taşımakta pek çok sıkıntılar çeken, çelimsiz bir eşeği ele alan Şeyhî, semiz bir öküz gibi
olmaya çalışan bu eşeğin başına gelenleri hiciv sahasında mesnevî olarak yazmıştır. İçeriği
kısaca şöyledir:

1 http://tr.wikipedia.org/wiki/Şeyhî
5
Karaman seferi sırasında Çelebi Sultan Mehmed Ankara’da rahatsızlanır. Etrafındaki tabipler
tedaviden aciz kalınca Germiyan Beyinden ünü her tarafa yayılmış olan hekim Şeyhî
Sinan’nın gönderilmesi istenir. Şeyhi gelir, padişahı muayene eder ve hastalığın sebebini ve
gerekenleri söyler. Padişah günden güne iyileşmeye başlar. Şeyhî’nin hazakatini beğenen
sultan, ona hediye ve ihsanlarda bulunur. Hususi tabip ilan ettiği gibi, ayrıca Tokuzlu isimli
sekiz bin akçelik köyü, arpalık yolu ile tımar verir. Şeyhî, Tokuzlu’ya giderken tımarın eski
sahipleri yolunu keserler. Yanındakilerin başına üşüşüp “darb ve cerh” ettikleri gibi şairi de
dövüp, esvabına varıncaya kadar, nesi var nesi yoksa hepsini yağma ederler. Şeyhî mecruh,
hasta, yarı ölü halde düşe kalka padişah eşiğine varır. Harnâme risalesini nazm ederek halini
padişaha arz eder. Hasımları “te’dib” ve “tecziye” edilir ve kendisinin ziyanları fazlasıyla
ödenir.2
126 beyitten meydana gelen eser, aruzun “hafif” bahriyle ( Feilâtün/Mefâilün/Feilün)
yazılmıştır ve 4 kısımdan oluşur. İlk on iki beyit tevhid ve naattır. Sonra Padişahı öven yirmi
altı beyitlik kısım gelir. Bunun sonunda sözü kendine getiren Şeyhî “Rahat umdukça
zahmetler gördüğünü, devlet istedikçe mihnet bulduğunu” söyleyerek, kendi haline uygun bir
hikâyeyle asıl konuya girer. Biçare bir eşeğin başından geçeni anlattıktan sonra, sözü tekrar
kendine getirip hikâyeyi kendi haline tatbik eder ve padişahtan adalet isteyerek, dua eder.3
Fuzûlî
Ailesi göçebe hayatı bırakıp günümüzdeki Irak bölgesine yerleşmiş olan Oğuzların Bayat
boylarındandır. Fuzûlî; ne kadar kesin bilinmese de 1483 yılında Akkoyunlular zamanında
şimdiki Irak'ta Kerbela veya Necef’te veya iline bağlı Kale semtinde doğduğu tahmin edilir.
Fuzûlî iyi bir eğitim almak için ilk önce müftü olan babasından ve daha sonra Rahmetullah
adındaki bir öğretmenden eğitim görmüştür. Daha sonraki öğrenimi hakkında kesin bir bilgi

2 Faruk K. Timurtaş, Şeyhî’nin Harnâme’si, (İstanbul: Edebiyat Fakültesi Basımevi, 1971), 6.
3 A.g.e., 9.
6
olmamakla birlikte; eserlerinden İslami bilimler ve dil alanında çok iyi bir eğitim aldığı
anlaşılmaktadır. Bedensel zevklerden ziyade tasavvufî bir aşk, Ehl-i Beyt'e duyulan özlem,
ayrılık acısı şiirlerinin konusunu teşkil etmiştir. Duygu ve düşüncelerini çok içten ve lirik bir
şekilde ifade etmeyi kolayca başarmıştır.
Şikâyetname
Eser, Bağdat’ın fethi nedeniyle padişah ve devlet adamlarına yazdığı kasideler sonucu
şaire evkaf gelirinden bağlanan dokuz akçe miktarındaki gündeliğin alınmasında güçlük
çıkarılması sonucu, durumun devrin nişancısı Celalzade Mustafa Çelebi’ye şikâyeti konusuna
yer vermektedir. Şair, mektubunda kendine bağlanan gündeliği vermekte zorluk çıkaran evkaf
memurlarını ve devlet dairelerinden şikâyetini dile getirmektedir.4
Şikâyetname Fuzûlî’nin en
ünlü örneğini verdiği hiciv türünde mensur bir mektuptur. Nişancı Celalzade Mustafa
Çelebi’ye hitaben yazıldığı için “Nişancı Paşa Mektubu” ismiyle de anılır.
Şairlerin Edebi Çevre ve Yaşadıkları Döneme Göre Karşılaştırılması
İlk olarak Şeyhî’nin yaşadığı dönem olan 15. yüzyıl edebiyat çevresini ele almak
gerekirse, devletin gücünün hızla arttığı, Anadolu Türk birliğinin sağlandığı, İstanbul'un
fethiyle imparatorluk haline gelindiği bir dönemdir. Üstelik bu asırda başa geçen
hükümdarların kendilerinin de şiirle ilgilenmeleri, şiir söylemeleri sanatçıların gelişmesini
teşvik etmiştir. II. Murat'ın "Muradi" Fatih'in "Avni", II. Bayezid'in "Adli" mahlasıyla yazdığı
şiirler, bu hükümdarların sanat yönlerini ortaya koymuştur.5
Bu dönemin dikkate değer büyük şairi Şeyhî'dir. Onun çok kuvvetli bir eğitimi vardır.

4 Metin Akkuş, Nefi ve Sihâm-ı Kazâ (Ankara: Akçağ Yayınları, 1998), 77.
5 http://www.turkceciler.com/15.yuzyil_divan_edebiyati.html
7
14. yüzyıl eserleri düşünüldüğünde Türk edebiyatı henüz oluşma aşamasında bulunduğundan
geleneğe uygun eser sayısı oldukça azdır. Yine 14. yüzyıl dönemde edebiyat alanında öne
çıkan eserler Farsçadan yapılan telif çeviriler olarak karşımıza çıkmaktadır. 13. ve 14.
yüzyıllarda başlayan Nizâmi, Selman, Sadi, Hafız, F. Attar, Senâi gibi İran edebiyatının ünlü
şairlerinin Türk şairleri üzerindeki etkisi 15. yüzyılda da devam etmiştir. Şeyhî de bu
şairlerden etkilenen başlıca isimlerden biridir ve bunu kendisi de dile getirmektedir. Ayrıca
klasik Divan kültürüne son derece vakıf olan Şeyhî bu gücünü Divan'ında göstermiştir. Aynı
dönemde yaşadığı diğer şairlerle kıyaslandığında sade bir dil kullanmıştır demek mümkündür.
Öte yandan Fuzuli’nin yaşadığı dönem olan16. yüzyılın genel özelliklerine bakıldığında
Klâsik Türk edebiyatı, 16. yüzyılda en görkemli dönemini yaşamıştır. Osmanlı Devleti’nin
gücünün doruğunda olduğu bu dönemde İstanbul, tam bir kültür merkezi haline gelmiştir.
Öyle ki gerek Osmanlı devletinin farklı bölgelerinden gerek komşu ülkelerden pek çok şair,
yazar, âlim, mutasavvıf, vs. her yönüyle cazip hale gelmiş olan bu kültür merkezine akın
etmiştir. Diğer taraftan Edirne, Bursa, Kütahya, Amasya, Manisa, Trabzon gibi İstanbul
dışında kalan daha birçok şehir de edebî ve kültürel faaliyetlerin yoğun biçimde
gerçekleştirildiği sanat ve edebiyat merkezleri haline gelmiştir.6
13. ve 14. yüzyıllar boyu kuruluş aşamasında olan Türk Divan şiiri 15. yüzyılda bu
kuruluşu tamamlamıştır. 16. yüzyıla gelindiğinde Arap ve Fars nazireciliği/taklitçiliği Baki ve
Fuzûlî gibi şairlerin öncülüğünde sona ermiş; Türk Divan Edebiyatı kendi içinde özgünlüğüne
kavuşmuştur.7 Bu dönemde klâsik Türk şairleri, güven kazanmış; kendi şiir anlayışları ve
hayata bakış açıları doğrultusunda yazmaya başlamışlardır.

6 http://www.diledebiyat.net/yuzyillara-gore-klasik-turk-divan-edebiyati/16-yuzyilda-klasik-turk-divanedebiyati
7 http://www.turkceciler.com/16.yuzyil_divan_edebiyati.html
8
Bu şairlerden biri olan Fuzûlî, Türkçe Divanı ve Leylâ vü Mecnûn mesnevisi sayesinde Türk
dünyasını ve 16.yüzyılı da aşarak büyük bir üne kavuşmuş ve izinden yürüyen birçok şairin
ortaya çıkmasını sağlayacak ölçüde etkili olmuştur.
Sonuç olarak iki şairin yaşadıkları yüzyıllardan kaynaklanan doğal farklılıklar
bulunmaktadır. Zaten belli bir birikime sahip olan Klasik Türk Edebiyatının bulunduğu
noktadan daha yükseklere çıkmış olması bu birikimle doğru orantılıdır. Kurulma aşamasında
olan bir edebiyat devri ile altın çağını yaşayan edebiyat dönemi gerek teknik bakımdan
gerekse hayal dünyası bakımından birbirinden farklıdır. 16. yüzyıl, Türk edebiyatının
en parlak dönemlerinden biridir ve 15. yüzyıla nazaran bu devirde daha fazla şair yetişmiş v
daha fazla eser meydana gelmiştir.
Benzerliklere bakılacak olursa, iki şairin de yaşadığı dönemde hükümdarlar edebiyat ve
sanata ilgi duyup desteklemektedirler. Şairlerin yaşadığı çevrede ise, her iki şair de belli bir
edebiyat birikimi olan çevrede yaşamışlar ve oldukça iyi eğitim almışlardır. Her iki şair de
saray tarafından iltifat görmüştür. Her iki devirde de kültür, sanat ve edebiyat gelişmiş
durumdadır. Şairler, çağdaş diğer şairler ile etkileşim içindedirler.
Eserlerin Edebî, Dil ve Anlatım Özellikleri Açısından Karşılaştırılması
İlk olarak Harnâme’nin Edebî, Dil ve Anlatım Özelliklerine bakılacak olursa önce şunu
belirtmek gerekir ki, eser son derece kuvvetlidir ve mükemmel bir yapıya sahiptir. Bir
mesnevide bulunması gereken tevhid, naat, padişah medhiyesi ve telif sebebi, esas hikâye,
dua gibi kısımların bu küçük eserde mevcut bulunması ve bu kısımların şaşılacak derecede bir
9
nisbet ve tenasüple yazılmış olması, şair için büyük bir başarıdır. “Denebilir ki, eser, büyük
bir mesnevinin, bütün kısımları muayyen ölçülerle küçültülmüş bir örneğidir.”8
Harnâme’yle ilgili söylenmesi gereken başka bir nokta ise, betimlemenin çok güçlü
oluşudur. Gerçekten, eşeğin zayıflığı anlatılır ve öküzlerin otlaktaki görünüşleri çizilirken,
dolambaçlı olan klasik Türk edebiyatında, eşi az bulunur realist ve çok canlı tasvirler ortaya
konmuştur.9
Esere asıl değerini veren özelliği ise hiciv türünün ilk örneği olmasıdır. Dili Fuzûlî’ye
kıyasla daha sadedir fakat mükemmel alay ediş kabiliyetiyle Harnâme, Türk mizah ve hiciv
edebiyatında ayrı bir yerdedir. Yapısal özelliklerine gelince, Harnâme mesnevi nazım
biçimiyle oluşturulmuş bir manzumedir. 126 beyitten meydana gelen eser, aruzun “hafif”
bahriyle ( Feilâtün/Mefâilün/Feilün) yazılmıştır ve tevhid, naat, medhiye ve asıl bölüm olmak
üzere 4 kısımdan oluşur. İntikak ve teşhis başta olmak üzere cinas sanatlarına geniş yer
verilmiştir.
Şikâyetname’nin Edebî, Dil ve Anlatım Özelliklerine gelince, Harnâme’nin aksine
manzum-mensur olarak yazılmış bir mektuptur. Eser, 16. yüzyıl nesrinin özelliklerini taşır ve
sanatlı bir üslupla yazılmıştır. Mektubun, "Selâm verdüm rüşvet degüldür deyü almadılar,
hüküm gösterdim fâidesüzdür deyü mültefit olmadılar"10 biçiminde başlayan bölümü ünlüdür
ve dil bakımından en yalın olan bölümdür.
Eserde uyumu sağlayan öğe genellikle, sözcükler arasında ses benzerliğinden kaynaklanır.
Aruz ölçüsüne uymayan Türkçe sözcüklerde görülen uzatma ve kısaltmalar Arapça ve Farsça

8 Faruk K. Timurtaş, Şeyhî’nin Harnâme’si, (İstanbul: Edebiyat Fakültesi Basımevi, 1971), 13.
9 A.g.e., 14.
10 http://tr.wikipedia.org/wiki/Şikâyetnâme
10
sözcüklerle uyum içine girer. Dilde biri ses uyumu, öteki anlam olmak üzere iki temel öğe
dizeler arasında, ses uyumuna dayanan bağlantıdır.11
Kanuni gibi bir padişahın bile emrinin yerine getirilmediğini alaycı bir üslupla dile
getirilmesi eserin bir şikâyetten çok, bir alay ve küçümseme havasında oluşu, divan
edebiyatında mektup türünden çok, hiciv türünde yazılmış bir örnek olarak kabul edilmesini
sağlamıştır.12
Sonuç olarak, iki eser arasındaki farkın daha çok olduğu görülmektedir. Harnâme mesnevi
nazım biçimiyle nazım olarak yazılmıştır fakat Şikâyetname mektup biçiminde mensur olarak
yazılmıştır. Benzerliklerine gelince, iki eser de hiciv türünde yazılmış türünün başyapıtı
sayılan eserlerdir. Dönemlerine göre dili ve yazılış biçimi her iki eserde de kusursuzdur
demek mümkündür.
Eserlerin Konusu Açısından Karşılaştırılması
İki eserin de konusuna bakıldığında, birebir örtüştükleri görülmektedir. Şeyhî de Fuzûlî
de aynı dertten şikâyet etmektedirler. Konu kısaca padişah tarafından verilen ödülün -Şeyhî
’ye Tokuzlar köyü, Fuzûlî’ye dokuz akçe miktarındaki gündelik- alınamaması konusuna
dayanır. Şeyhî bu durumu dile getirmek için mesnevi nazım biçimini kullanarak manzume
yazarken Fuzûlî ise şikâyetini bildiren bir mektup yazar. Harnâme ve Şikâyetname arasındaki
fark, şairlerin olaya bakış açısı ve anlatım tarzlarında ortaya çıkar. Şeyhî, şikâyetini hikâye
ederek bir eşek üzerinden anlatır:
“Yük çekmekten şikâyetçi, zayıf ve hasta bir eşek var. Oduna ve suya gitmekten
bıkmış. Gece gündüz üzüntü ve dert içinde. Öyle ağır yükler çekiyor ki, sırtında tüy

11 http://www.edebiyadvesanatakademisi.com/edebiyad/199-
16_yuzyil_divan_edb_baki_fuzuli_hayali_ve_siirleri.html
12 Metin Akkuş, Nefi ve Sihâm-ı Kazâ (Ankara: Akçağ Yayınları, 1998),78.
11
kalmamış. Tüy şöyle dursun et ve deriden de eser yok. Dudakları sarkmış, çenesi
düşmüş. O kadar zayıf ki, arkasına bir sinek konsa yoruluyor. Kulağında kargalar,
gözünde sinekler dernek kurmuş. Arkasından palanı alınsa, kalanı it artığından farksız.
Sahibi ona acır, sırtından palanını alarak otlağa salıverir. Eşek orada öküzleri görür.
Kılını çeksen yağı damlayacak kadar semiz öküzler. Bunların boynuzlarına hayran
kalır. Üstelik yular ve palan dertleri de yok. Şaşar ve kendi hallerini tasavvur ederek
düşünür. Yaratışta eşit oldukları halde, kendilerinin boynuzdan mahrum olmalarını
manasız ve haksız bulur. Bu müşkülünü, ancak eşeklerin piri tanınan tecrübeli,
güngörmüş, akıllı ve hâkim eşeğin çözeceğini anlayarak ona başvurur. İhtiyar eşek
kendisine şu cevabı verir:
“Bu işin aslı basittir, Allah öküzü rızk sebebi olarak yarattı. Gece gündüz arpa,
buğday işler; bunların hâsıl olmasında uğraşırlar. Başlarında devlet tacı olması
bundandır. Hâlbuki bizim işimiz odun taşımaktır. Bunu göz önünde tutarsan, boynuz
şöyle dursun bize kuyruk ve kulağın da fazla olduğunu anlarsın.”
Zavallı eşek oradan dert içinde ayrılır. Fakat bu işin aslı kolaymış diye memnun da
olur. “artık ben de buğday işler, yazımı ve kışımı orada geçiririm; ne zamana kadar
odunla dayak yiyeceğim, bundan sonra buğday işlemekte izzetler bulayım” şeklinde
düşüncelerle dolaşırken yeşermiş bir ekin görür. Aşk ile yemeğe başlar. Öyle saldırır
ki, az zamanda tarla kara toprak haline gelir. Doyduktan sonra, yuvarlanır ve
sevincinden anırmaya başlar. Anırması ekin sahibinin durumdan haberdar olmasına
sebep olur. Tarla sahibi gelip de tarlasını mahvolmuş görünce, eşeği döver. Bununla
da hırsını alamaz; kuyruğunu ve kulağını keser.
Eşek canı acıyarak kaçarken, yolda akıl danıştığı pir eşeğe rastlar. İhtiyar eşek halini
sorar zavallı inleyerek der ki, “boynuz umarken kulaktan oldum.”13
Asıl hikâyeyi bu şekilde anlattıktan sonra Şeyhî, sözü yine kendisine getirerek yaşadığı
durumu anlatmıştır. Padişahtan adalet isteyip dua ederek eseri bitirmiştir.
Fuzûlî ise, şikâyetini Nişancı Celalzade Mustafa Çelebi’ye mektup yazarak bildirir:
“Selam verdim, rüşvet değildir diye almadılar. Hüküm gösterdim, faydasızdır diye
iltifat etmediler. Gerçi görünürde itaat eder gibi davrandılar ama bütün sorduklarıma
hal diliyle karşılık verdiler.
Dedim: - Ey arkadaşlar, bu ne yanlış iştir, bu ne yüz asıklığıdır?
Dediler: - Bizim âdetimiz böyledir.
Dedim: - Benim riayetimi gerekli görmüşler ve bana tekaüt beratı vermişler ki ondan
her zaman pay alam ve padişaha gönül rahatlığı ile dua kılam.
Dediler: - Ey zavallı! Sana zulüm etmişler ve gidip gelme sermayesi vermişler ki,
daima faydasız mücadele edesin ve uğursuz yüzler görüp sert sözler işitesin.
Dedim: - Beratımın gereği niçin yerine gelmez?

13 Faruk K. Timurtaş, Şeyhî’nin Harnâme ’si, (İstanbul: Edebiyat Fakültesi Basımevi, 1971), 10.
12
Dediler: - Zevaittir, husulü mümkün olmaz.
Dedim: - Böyle evkaf zevaidsiz olur mu?
Dediler: - Asitanenin masraflarından artarsa bizden kalır mı?
Dedim: - Vakıf malın dilediği gibi kullanmak vebaldir.
Dediler: - Akçamız ile satın almışız, bize helaldir.
Dedim: - Hesaba alsalar bu tuttuğunuz yolun fesadı bulunur.
Dediler: - Bu hesap, kıyamette sorulur.
Dedim: - Dünyada dahi hesap olur, haberin işitmişiz.
Dediler: - Ondan dahi korkumuz yoktur, katipleri razı etmişiz.
Gördüm ki sualime cevaptan başka nesne vermezler ve bu berat ile hacetim kılmağın
reva görmezler, çaresiz mücadeleyi terk ettim ve mey'us ü mahrum guşe-i uzletime
çekildim.”
14
Fuzûlî, mektubunda kendine bağlanan gündeliği vermekte zorluk çıkaran evkaf
memurlarını ve devlet dairelerinden şikâyetini Şeyhî’nin yaptığı gibi hikâyeyle dile getirmek
yerine, doğrudan ve yalın bir anlatımla dile getirmeyi tercih etmiş ve eserini mensur olarak
yazmıştır.
Görüldüğü üzere her iki şair de başlarına gelen olayı hicvetmek için eserlerini meydana
getirmişlerdir. Farklı yüzyıllarda yaşamalarına rağmen başından geçen olaylar her iki şair için
de birebir aynıdır. Şairlerin konuya bakış açıları eserler arasındaki farkı oluşturan ana
unsurdur. Şeyhî aynı konuyu bir eşeğin başına gelenleri hikâye ederek dile getirirken, Fuzûlî
doğrudan mektup yazarak dile getirmiştir.

14 http://tr.wikipedia.org/wiki/Şikâyetnâme
13
Sonuç
Klasik Türk edebiyatında farklı yüzyıllarda ve farklı edebiyat çevrelerinde yetişen şairler
ve bu şairlerin şiirlerini karşılaştırarak yazılan bu makalede, değerlendirme yapılırken önce
konu ile ilgili bilgiler verilmiş, benzerlikler ve farklılıklar konu başlıklarının altında ortaya
konmuştur. Sonuçta her iki şairinde başlarına gelen olayları hicvetmek için eserlerini
meydana getirdikleri ortak noktası yakalanırken olaya bakış açıları iki şair arasındaki en
büyük farkı oluşturmuştur. Şeyhi bunu bir eşeğin üzerinden hikâye ederek anlatırken Fuzuli
mektup yazarak şikâyetini dile getirmeyi tercih etmiştir. Buna ek olarak, iki şairin de
eserlerini farklı dönemlerde kaleme almış olmalarından kaynaklanan edebî zevk ve üslûp
açısından doğal farklılıkların bulunduğu, iki eser arasında bu farklılıkların benzerliklere
oranla daha fazla olduğu görülmüştür.
14
Kaynakça
Timurtaş, Faruk K. Şeyhî’nin Harnâmesi. İstanbul: Edebiyat Fakültesi Basımevi, 1971.
Akkuş, Metin. Nefi ve Sihâm-ı Kazâ. Ankara: Akçağ Yayınları, 1998.
Özdemir, Mehmet. “Harnâme’ nin Tahkiye Dışındaki Bölümlerine Şekil ve Muhteva
Açısından Bakış.” Uşak Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi 2010 - 3/1, 68-82
Zöhre, Armağan. “Karşılaştırmalı Edebiyat Bilimi Çerçevesinde İki Hiciv Eseri: Har-nâme ve
Sihâm-ı Kazâ.” Sosyal Bilimler Dergisi / Journal of Social Sciences 2011- Vol 1. No.1
Yararlanılan İnternet Siteleri:
http://tr.wikipedia.org/wiki/Şeyhî
http://tr.wikipedia.org/wiki/Harnâme
http://tr.wikipedia.org/wiki/Fuzûlî
http://tr.wikipedia.org/wiki/Şikâyetnâme
http://www.turkceciler.com/15.yuzyil_divan_edebiyati.html
http://www.turkceciler.com/16.yuzyil_divan_edebiyati.html
http://www.diledebiyat.net/yuzyillara-gore-klasik-turk-divan-edebiyati/16-yuzyilda-klasik-turk-divan-edebiyati
http://www.edebiyadvesanatakademisi.com/edebiyad/199-
16_yuzyil_divan_edb_baki_fuzuli_hayali_ve_siirleri.html

Konular