YENİ FARÎSÎDË TÜRK UNSURLARI *

YENİ FARÎSÎDË TÜRK UNSURLARI *
M. Fuad Köprülü
Sâsânî devletinin sükutundan sonra, islâm medeniyeti dairesine giren
İran'da teşekkül eden ve bâzı âlimlerce „yen i farisî " diye adlanan
edebî dil üzerinde türk dilinin ne gibi te'sirleri oldu? Şimdiye kadar,
avrupa âlimleri arasında, türk dili üzerinde farsçanm te'sirlerini araştı­
ranlar vardır ( msl. Bittner ve başkaları). Fakat bu meselenin öbür yü­
zünü, yani türkçenin farsçaya tesiri meselesini, şimdiye kadar ortaya
koyan hiç olmadı. Şâsânîler devrinde ve hattâ onlardan evvel türk- .
lerin iranlılar ile sıkı münasebetleri olduğu malûmdur; bu münasebetler,
Şâsânîler'in sukutundan sonra, büsbütün arttı, kuvvetlendi. XVI. asra
kadar İran sahasına yeni yeni birçok türk unsurlarının gelmesi, bu suretle
tür k ve fars unsurlarının İran ve Efgan sahalarında yan yana ve
aynı siyasî hâkimiyet altında müşterek bir hayat geçirmeleri, her iki
unsurun da aynı kültür çerçevesi içinde yaşamaları ve daha bu gibi bir
çok âmiller, türk ve fars dillerinin birbiri üzerinde karşılıklı izler bırakması-. =
m zarurî kılmıştır. Bu böyle olduğu ve farsçanm türkçe.üzerindeki te'snv .
Meri azçok araştırıldığı halde, türkçenin farsça üzerinde te'siri meselesi,
şimdiye kadar araştırılmak şöyle dursun, hattâ bir ^mesele olarak
bile, ortaya konulmuş değildir.
Gerçi, uzun zamanlardanberi farisî sanılan bâzı kelimelerin aslen
türkçe olup, sonradan farisîye geçtiği hakkında, bilhassa lügat kitaplarında,
bâzı kayıtlara tesadüf olunur : Mahrriud Kâşgürî, oğu z türklerinin
eskidenberi iranlılar ile münasebetlerde bulundukları için, oğuzcada fazla
farisî kelimeler bulunduğunu söylemekle beraber, meselâ kilit kelimesi
gibi, birtakım kelimelerin aslen,türkçe olduğunu da tasrihten geri durmaz;
sonra, birçok farsça ferhenklerde de bâzı kelimelerin aslen türkçe
olduğu tasrih edilir. Fakat bütün bunlar tesadüfi şeylerdir. Nitekim
meselâ aynı ferhenklerde, esasen türkçe olan bir takım kelimeler de hâ­
lis farisî olarak gösterilmiş ve çok defa manaları da yanlış izah olunmuş­
tur. Âynı suretle, meselâ Mesnevî-i Mevlânâ yahut Vassaf tarihi gibi,
bâzı eserler için yazılmış hususî lûğat kitaplarında farsçaya geçmiş
türk-moğol kelimelerine tesadüf olunur ki, bunlar hakkındaki iyzahat da,
. * 1938 de Bruxelles'de toplanan enternasyonal müsteşrıkîar kongrasmda okunan
muhtıradır. .
2 Türkiyat Mecmuası
ekseriya yanlış ve sathîdir. Bâzı avrupa âlimleri de muhtelif yazılarında,
meselâ her hangi bir kelimenin etimolojisini yaparken yahut bâzı İran
şairlerinden bahsederken, bu meseleye bir kaç satırla temas etmişlerdir.
İşte bugün huzurunuzda bu meseleyi, ilk defa olarak, ortaya atmak
istiyorum. Şimdiye kakar hiç işlenmemiş, üzerinde usullü sûrette çalışılmak
şöyle dursun, hattâ düşünülmemiş bir mes'eleyi, böyle küçük bir
araştırma taslağı ile kestirip atmak davasında bulunmayacağımdan emin
olabilirsiniz; türk ve fars filolojilerini aynı derecede alâkadar. eden bu
büyük mevzuu aydınlatmak için, türkiyatçılar ile iraniyatçıların uzun zamanlar
el ibirliği ile çalışmaları lâzımdır. Ben, sadece, dil tarihi kadar
umumî kültür tarihi bakımından da ehemmiyetli olan bu mevzu üzerinde
biraz uğraşmış bir tarih araştırıcısı sıfatı ile, burada meseleyi en umumî,
hatları ile ve bilhassa külü r tarihi ' çerçeves i içinde , ortaya
koymağa çalışacağım.
Bâzı âlimler, türkler ile iranlılar arasında çok eski zamanlardanberi
mevcut sıkı münasebetleri — meselâ i s k i 11 e r i n türkler ile iranlılardan
mürekkep bir halita olduğunu — göz önüne alarak, dil bakımından da
bunun karşılıklı iktibaslara yol açacağını îma etmişlerdir; meselâ şu son
zamanlarda türkçe katık kelimesinin iptida irâncaya ve ondan da, Arşakîler
(Arsacides) zamanında, ârâmî diline geçtiğini iddia edenler oldu.Kezalik Prof.
Paul Pelliot birçok müşterek kelimelerin aslen iranc a mı, yoksa a l tayc a
mı olduğunu tâyin imkânsız bulunduğunu ileri sürdü. Hâlbuki evvelce,
müsteşrıklar, farisîde mevcut birçok türkçe kelimeleri, daha ziyade,
iranî menşelere irca etmeğe çalışıyorlardı; meselâ türkçe aş kelimesini
•TA. Houtsma, P. Horn sanskritçe ile iyzah etmek istemişlerdi; fakat
Benveniste bunun yanlışlığını meydana koydu. Ben, kendi salâhiyetim
dışına çıkmamak için, daha eski devirlere gitmeyerek, yen i farisîdek i
tür k unsurların ı araştırmakla iktifa: edeceğim.
Bu mevzuun genişliğine, toplayabilmiş, olduğum malzemenin azlığına,
İran filolojisi hakkındaki bilgimin çok eksik olmasına rağmen, bu mes'ele
hakkında söz söylemek cesaretini gösterişim, işte mes'elenin ehemmiyetinden
dolayıdır. Ancak şu ciheti de bilhassa tasrih edeyim ki,
toplayabildiğim mahdut malzemeye dayanarak elde edilen neticeler asla/
indî ve hayalî değildir. Kudretim yettiği kadar filolojini n ve tarihi n
en. sıkı 'tenkit ,'usullerine , riayetten. ayrılmadım; tetkikten evvel
verilmiş hükümlerden (apriorisme) münferit vak'aları keyfî surette umumîleştirmekten
(gereralisation fantaisiste) çekindim. Bununla beraber,,
mütalâalarım arasında, şimdilik sadece bir'.f araziy e mahiyetinde görü­
lebilecek şeyler olabilir; yahut, teferruata ait cihetlerde, bazı yanlışlıklar
bulunabilir. Bütün bunlara karşı çok kuvvetli bir mazeretim var: ben
Yeni iarisîde tiirk unsurları, 3
büyük bir dâvayı. halletmek iddiasında bulunmuyorum; sadece, şimdiye
kadar hiç hatıra. gelmemiş bir filoloji mes'elesini, bilhassa kültü r
tarih i bakımından, ortaya atarak, mütehassısların dikkatini bu mevzû
üzerine çekmeğe çalışıyorum.-
• •• - i. . • .
Sâsânîler'in son zamanlarında ve islâm ordularının ilk istilâlarında,
Bedahşan,, Sicistan, Toharistan, Kuhistan, Horasan gibi, bugünkü' İran 'ın
şark sahalarında ve Efganistan'da, hattâ Hazar kıyılarında muhtelif türk şubelerinin
mevcudiyetini görüyoruz. Kısmen K u şanla r zamanından; kısmen;
de Eftalitle r ve Gök-türkle r gibi, eski türk.devletleri zamanından
kalmış, kısmen de daha sonra buralara gelmiş olan bu türkler, Oğuz, Karluk,
Kalaç, Kümiçi, Uğrak gibi, muhtelif türk soylarına mensuptular.: Bir kı­
sım.şehirli türkler arasında fnazdeizm dininin yayılmış olması, bunu devlet;
dini olarak kabûl eden Sâsânîler İranı ile türkler arasındaki rabıtaları
kuvvetlendiriyordu. Esasen Sâsânîler'in Eftalitler, Gök-türkler ve Hazarlar
ile, yüzlerce yıl devam "eden sıkı siyasî ve askerî münâsebetleri, iktisadî
rabıtaları da türk ve fars unsurlarını birbirine yabancı bırakmamıştı.
Sâsânîler'in sukutu ile, İran, islâm imparatorluğu dairesine, girdikten ve
islâmlık yavaş yavaş türkler arasında yerleşmeğe başladıktan sonra,
;
,türk-fars münasebetleri büsbütün kuvvetlendi. Bilhassa idare eden sınıflar
arasında; ve büyük merkezlerde, din ve kültür birliği pek çabuk bir
kaynaşmayı mucip oluyordu. İslâm devrinde İrân 'dan Maverâünnehir 'e
geçen /yeni- bir kişim irânî unsur da, türkler ile iranlıların. temas saha-:
larını genişletmekte idi. .'. '•' ' ,;
Muhtelif sebeplerle Bağdad 'a gelerek, islâmlığı kabûl eden türklerin,
daha Abbasîlerin ilk devirlerinden başlayarak, bilhassa halife Mu'tasım'daıi
sonra,, idare ve siyaset" sahasında nasıl hâkim mevki aldıkları malûmdur.
Maverâünnehir'de ve şarkî İran 'da da, Sâmân-oğulları devletinde baş­
layan türk" nüfûzu, Gazneliler imparatorluğünun kuruluşu ile büsbütün
parladı. Bu sırada şarkî ve garbî Türkistan'da Karahanlılar saltanatının
inkişafı ve Hind:
fatihi Gazneli Mahmud'un hemen bütün İran'a hâkim
olması, Bağdad 'da Deylemîler 'in teha.kkümüne rağmen, şark-islâm dün-:,
iyasırida türk hegemonyasını âdetâ kurmuş gibi idi.
Gazneliler devleti zamanında türkçenin ordu ve saray dili olduğunu
o devrin tarihî vesikalarından öğrendiğimiz gibi, türkçenin o zamanki
iki büyük lehçesi ile — yâni h a k a niy e türkçesi ve oğuzc a — birtakım
şiirler yazıldığını da biliyoruz. Fakat şimdiye kadar bu hususta ele geçen
vesikalar o kadar azdır ki, Gazneliler devrinde türk dilinin, „yaz ı dili "
4 Türkiyat Mecmuası
olarak, ne hâlde bulunduğunu ve ehemmiyet derecesini lâyıkı ile anlamağa
şimdilik imkân yoktur. XI. asrın ilk on yıllarına ait olan bu vesika
yoksulluğundan menfi hükümler çıkararak, „türk dilinin o sırada edebî :
dil olacak kadar tekâmül etmediğini" iddiaya kalkışanları susturmak çok
kolaydır: türkçehin daha islâmiyetten evvel edebî dil olduğunu gösteren
pek çok vesikalarımız olduğu gibi, yine XI. asrın ikinci yarısında, islâm
kültürü dairesinde klâsik bir türk edebiyatının mevcudiyeti de Kâşgar 'da
yazılmış olan Kutadgu bilig (1069/1070) ile kat'î surette meydana çıkmıştır.
Çok uzun bir tekâmül devresi geçirmeyen bir edebiyat, hiçbir zaman
birden bire böyle büyük ve kuvvetli bir eser vücuda getiremez. Esasen
bu asırda, Karahanlılar devleti dairesinde türkçenin resm î dil olarak
kullanıldığını gösteren vesikalar da son zamanlarda meydana çıkmış
bulunuyor. Karahanlılar ile Gazneliler arasında sıkı siyâsî münasebetler bulunduğunu
düşünürsek, türk dilinin Gazneliler devletinde de, şimdiye kadar
tahmin edildiğinden daha kuvvetli, bir mevkii olduğunu istidlal zor değildir.
Yalnız şurasını da tasrih edelim ki, kendilerini Afrasi.ya b neslinden
sayan ve türk an'anelerine çok sadık kalan bu türk sülâlesine karşı,
Gazneliler hanedânı ve bilhassa Mahmud, İran an'anelerine fazla bir bağ­
lılık göstermişler, türklüklerini fazla ihmâl etmişlerdi. Mahmud'un kendisini
mutaassıp bir islâm hükümdarı, bir İran şehinşahı gibi göstermesi,
belki de Abbasîler'e merbut sünnî memleketlerinde nüfüz kazanmak ve
hükümran olduğu memleketin yerli an'anelerini okşamak düşüncesinden
ileri geliyordu. Hâlbuki doğrudan doğruya türk memleketlerinde hâkim
olan Karahanlılar için, bu gibi düşüncelere lüzum yoktu.
• „ Y e n i f a r i s î" dediğimiz islâmiyetten sonraki e d e bî İ r a n d i 1 i ,
ister Çhristensen 'in dediği gibi bir cenub-i garbî İran lehçesinden, ister
İvanov 'un düşüncesi gibi bir şarkî İran lehçesinden çıkmış olsun, her
hâlde X. asırdan evvel bâriz bir varlık gösteremedi. IX.. asırda T â h i r î 1 e r
zamanında, zerdüştîlik hatıralarını uyandıracağı korkusu ile, farisî eserler
aleyhine tâkibat yapıldığını, hükümet işlerinde ve saraylarda resmî dil
olarak arapça kullanıldığını biliyoruz. Sâmân-oğulları devrinde farşça şiir
inkişâf ettiği hâlde, devlet muhaberelerinde yine arapça kullanılıyor, ilmî
eserler arap dili ile yazılıyordu. Gerçi Sâmân-oğullarının son zamanlarında
bir aralık fârisîyi resmî işlerde de kullanmak teşebbüsünde
bulunulmuşsa da, bu teşebbüs muvaffakiyetle neticelenememiş, arapçanm
hâkimiyeti sarsıîamamıştır. Aynı mahiyette muvaffakiyetsiz bir teşebbüsü
Gazneliler zamanında da görüyoruz.
Sâmân-oğulları ve Gazneliler zamanlarında,-farisî, ilim dili ve resmî
dil olarak, arapça ile rekabet edecek bir mevkide bulunmamakla beraber,
saraylarda rağbet gören bir edebiyat dili hâlini almış, Rûdekî,
Yeni. f arisîde türk unsurları 5
Dakiki, Firdevsî, Unşurî, Esedî, Farruhi, Kisaî, Minuçihrî gibi, kuvvetli
san'atkârlar yetiştirmişti. Bu dil ile yazıları gazeller, kasideler, destanlar
ve efsaneler türk saraylarında da büyük rağbet görüyordu. Herhâlde
X. asrın başında, , müslüman fars edebiyatı kuvvetli bir inkişaf halinde
idi. Abu 'l-Mu'ayyad Balhı, Abu Manşüf al-Macmari ve Dakiki gibi; bir takım,
nâsir ve şairlerin üzerinde çalıştıkları Şehname mevzuunu büyük bir.
muvaffakiyetle meydana koyan Firdevsî ile İran'ın millî destanı da san-
'atinı sihirli eli ile canlanmış bulunuyordu. Yalnız şunu da söylemek lâzımdır
ki, Şehname yalnız iranlıları değil, türkleride alâkadar eden rivayetler
ile doludur; Firdevsî ve Firdevsî'den evvel bu mevzû üzerinde çalış­
mış olanlar, gerek doğrudan doğruya, gerek Şâsânîler zamanından kalma
eserler vasıtasiyle, galiba birtakım türk rivayetlerine de yabancı kalmamışlar,
onlardan da istifade etmişlerdir. Şu son yıllarda Şehname'deki
bâzı efsaneler ile çin efsaneleri arasında bâzı münasebetler kurulmak
teşebbüsünde bulunuldu; eğer bu cihet kat'îleşecek olursa, uzak şark
motiflerinin İran'a kadar gelmesinde türklerin rolünü aramak icap edecek,
belki de gerek Çin'e, gerek İran'a aynı motifleri türklerin vermesi ihtimâli
kendini gösterecektir. Türk halk edebiyatının bu cins te'sirlerine, hattâ
bundan daha çok eski zamanlarda tesadüf edildiği iddiası, bir asırdan
beri ortada mevcut olduğu için, böyle bir neticeyi aslâ hayretle karşıla-'
mamak icab eder. Esasen Şehnâme'nm eski türk destanları ile mukayesesi
meselesi de,„ şimdiye kadar el sürülmemiş bir mevzudur ki, türk
kültürü bakımından, mutlaka ehemmiyetle uğraşılmak lâzımdır.
Türk ve fars dillerinin X. asrın başlarındaki. , karşılıklı vaziyetlerini
bu umumî hatlar ile tesbit ettikten sonra, bu devirde İran edebî dilinin
türkçeden ne gibi şeyler aldığını tesbite çalışalım. Biz bu hususta, evvelce
itiraf ettiğimiz gibi, kâfi derecede malzeme topladığımızı iddia edecek
değiliz; tetkik ettiğim başlıca vesikalar Gerdizî'nin Zayn al-Ahbâr'.ı ve
Târıh-i Bay haki gibi, bu devre ait ve bu zamanlarda yazılmış tarihî kaynaklar
ile, nisbeten iyice birer tab'ı elde olan Farruhi ye Minuçihrî divanları,
Şehnâme lügatleri hakkında Abdülkadir Bağdadî 'nin Salemann tarafından
bastırılmış Lûğât-i Şehnâme'si ve -Ali b. Ahmed Asadi'nin Paul
Horn tarafından neşredilmiş Lûğat-i Fürs 'üdür. Bütün bu lügat kitaplarında
türkçe sözlerin mahiyeti ekseriyetle yanlış anlaşılarak, onlara tahmin
î manala r verilmeğe çalışılmıştır ki, bu yanlışlıkların daha sonraki
lûğatçiler tarafından da aynen kabul edilerek, hattâ o vasıta ile Vullers
ve Steingass gibi avrüpalı lûğatçilerin eserlerine de intikal ettiğini gö­
rüyoruz; Bunlarda ilk bakışta göze çarpan t ü r k sözlerini birkaç kısma
ayırabiliriz. ; •
6 Türkiyat Mecmuası
1. Doğrudan doğruya türk memleketlerine türk şehirleri ve türk
.kabilelerine ad olan has isimler: , jCj , , , , ^ ,
^ ç^ijs^jf )> , jsŞ-, jLi-_j5:(j"Lt5^ şeklinde) , uL-'t („Karahanlılar"),
2. Türklere mahsus unvanlar, rütbeler ve memuriyet adları: ut-, oy^-i
, j*j(•»yabgu")','ıfc^^.(»yabg u yazısı") , ^ i^i'^b - ,•'
JSj'^', J^j - , j l ,'^1» J^j („otağ başı" ) , t/rtl ( »hazinedar") •
- 3. Sair umumî mahiyette sözler : („harac" mânasına) , â^j (otak) ,
-çU, .^l_)Î (fora-„talamak"), ^ („put"), ( fo'pz „ufak tefek şeyler", Rüda-.
k i 'de var), *H> („öküz boynuzundan yapılan şarap kadehi"), ' £J^"*-
J's^jk (üçü de kuş ismi), („bağırma" ; o-^j^ diye masdar da yapılmıştır),
4ÎT Giki ayağı üzerine oturmak, çökmek"; ciUuLiijj j ûy* gibi.
mürekkabâtı vardır), 3U5^ {„pekmez"), ^L « (farisî oL^ ile-türkçe & 'nin
birleşmesinden )>'i^' i kuvvetli; cüsseli adam ; J~f^< keng ; türklerde bu
kelime, adam ismi olarak, XV. asırda bile mevcuttur), ^ (doğu; Abdülkadir
bununu „Turan hududunda bir sahra" diye iyzah ediyorsa da, yanlıştır),'(
„ otsuz, ekinsiz yer diye" izah ediliyor, yani dağ), ^IL» („gök"
yerine; türklerin derim ev dedikleri keçe çadır; ,,hükümdar çadırı" ve
nihayet „gök" manalarına gelmiştir). . i -
Bu devirlere ait farisî eserler daha etraflı surette araştırıldığı hâlde^
bunlar gibi daha birçok sözlerin fars edebiyatına geçmiş olduğu anlaşılacaktır.
. İran dil ve edebiyatının umûmî gidişi bakımından, islâm
devri farisîsinin, yâni edebî İran dilinin, şarkî İran lehçelerinden , biri
üzerine kurulduğu nazariyesi, bence de daha kuvvetli görünüyor. Bu
sahadaki iranî unsur ise, eskiden beri türkler ile çok fazla temasta bulundukları
cihetle, dillerine türkçeden birtakım sözlerin geçmiş olması pek
tabiîdir. Farruhi gibi, aslen türk oldukları hâlde, zamanlarının modasına
göre, farisî yazan şairlerin de,, ana dillerinden birtakım, sözleri edebî
dile soktukları kendiliğinden anlaşılır. Türkçenih, ordu ve saray dili
olmak itibariyle, haiz olduğu mânevî nüfuzu da bu te'şiri büsbütün kolaylaştırmıştır.
Bu devir farisîsine türkçeden, böyle umumî mahiyette sözlerden
başka, devlet teşkilâtına, . askerliğe, unvanlara ve -rütbelere ait
ıstılah mahiyetinde sözlerin geçmesi de zarurî idi; çünkü Sâmân- oğullarında
ve Gaznelilerde, türk devlet teşkilâtı an'aneleri, kendisini göstermeğe
başlamıştı. Bu te'sir, Karahanlılarda ve daha sonra Selçuk imparâr
torluğunda gördüğümüz kadarj büyük ve kuvvetli olmamakla beraber,
her. hâlde mevcuttu. Bu devirde türkçeden farisîye geçen üçüncü kısım,
süzlere gelince, bunlardan bazısı tarihî an'aneler ye yazılı eserlerle gelen,'
Yeni farisîde türk unsurları •7
bâzısı da, o sıradaki daimî münasebetler dol'ayısiyle,;
halk "arasında bilinen
ve yaşayan kabîle, memleket, şehir isimleridir; bu birinci kısım sözlerden
bâzısının, daha o zaman bile, asıl tarihî mahiyeti unutulmuş ve v
sadece edebî bir fiction .hâlinde kalmıştı. Bu şekilde asırlarca devam
eden birtakım edebî tâbirlerin — meselâ şûh-i çigil, büi-i yağma v.s. —
asıl mânaları unutulmuş ve sonraki lûgatçiler bunları daima müphem ve
yanlış şekilde, hattâ bâzan yanlış okuyarak, izaha çalışmışlardır.
- . • • ıı. " . : ;
Farsça üzerinde türk dili te'sirlerinin bâriz surette artması, XI. -asrın
ikinci yarısında, büyük Selçuk imparatorluğunun kuruluşundan sonradır.
Yaptığı derin te'sirler ve bıraktığı büyük ve devamlı neticeler bakımından,
yalnız müslüman şark tarihinin değil, bütün cihan tarihinin en'bü­
yük hâdiselerinden biri olan bu imparatorluk, İran 'ın muhtelif sahalarına
yeniden yeniye birtakım türk unsurlarının gelip yerleşmesini mucip ol-,
du. Yalnız Afganistan ve şarkî İran'da değil, Fars, Huzistan, Irak,
Azerbaycan, Erran sahalarında da türk ve fars unsurlarının münasebet- .
leri bir kat daha arttı. Şimalî Afrika ve Endülüs müstesnâ olmak üzere,
Mısır ve Suriye de dahil olarak, bütün şark-islâm memleketlerinin türk
•hâkimiyeti altına geçmesi, türk dilinin mânevî nüfûz ve ehemmiyetini
büyüttü. Kâşgarlı Mahmud'un Bagdad 'da, Abbasîhalifesi namına Divân
luğat at-turk'ü yazması, türklerin faziletleri ve türk dilini öğrenmenin
lüzum ve ^ehemmiyeti hakkında hadisler uydurulması, Abbasîler devrinde
türklerin kazandığı ehemmiyet münasebeti ile onların faziletlerinden
. bâhis meşhur risalesini yazan Câhiz .gibi Selçuk imparatorluğunun nüfuzu,
altında Hayyam. şakirtlerinden
cA li b. Mahammed al-Hicâzi'nin (ölm.
546 = 1151) Sultan Sencer namına Mafâhir-i Atrâk adh bir. eser yazması,
bu türk hegomonyasmın tabiî neticeleridir.
Selçuk imparatorluğu ve onun vârisi olan muhtelif türk devletleri '
zamanında, yâni XI.—XII. asırlarda, türkçenin farsça üzerindeki tesirini an-.
lamak için, ilk önce türk ve fars dillerinin, yazı dili olarak tekâmül: derecelerini
de, ana çizgileri ile, gösterelim: Karahanlılar devrinde, Kâşgar
ve Balasagun havâlisinde, islâm kültürü türkler arasında çok kuvvetlenmiş
ve oralardan bir çok müellifler, âlimler,' şairler yetişmiştir ki, bunlar,
arap ve fars dillerinde de, büyük bir kudretle eserler yazmağa muvaffak
olmuşlardı. Garbî Türkistan'da, H'ârezm 'de, Afganistan ve
İran sahalarında ise, medreseler ve saraylarda şiir ve sâri'at dili olarak,
farisînin mevkii kuvvetlenmiş, türklerden mesela Emir. Mu'izzi /gib i
farsça yazan büyük şairler-yetişmiştir. Bu devirde farsçanın, resmî dil
8 Türkiyat , Mecmuası
olarak, ehemmiyet kazanması da, türk aristokrasisi içinde bu dilin mevkiini
kuvvetlendirmişti. Maamafih bütün bunlar, farisîye türk sözlerinin
. karışmasında da mühim birer âmil oldu. Konuşma dili, ordu ve saray
dili olarak, bu devirde büyük ehemmiyet kazanan türkçeyi, saray ve devlet
idaresine mensup olan, yahut türk aristokratlarının himayesine sığınmak
isteyen iranlı âlim ve san'atkârlar, memurlar da öğreniyorlardı. XII. asır
Iran edebiyatının en büyük müellifi sayılan ve türk olduğunu büyük bir
kuvvetle tahmin ettiğim meşhur Muhammed b. Kayş al-Râzi'nin son
H
v
ârezm-şah Celâleddin namına kankh türkçesine ait, TibySn al-luğât '
al-turki c
alâ~ lisân al-kanktî adlı, bir lûg-at kitabı yazması, başka unsurlara
türkçe öğretmek maksadı ile yapılmış bir harekettir. Bir şiirinde, kendisinin
türk olmadığını'tasrih eden hakim Sûzenî, aynı kasidede türkçefarisî
mülemma' birkaç beyt söylediği gibi, münasip yerlere türkçe
kelimeler serpiştirerek, türkçe bildiğini gösteriyor. Meşhur Hayyâm
Nevruznâme adlı risalesinde, atı n medhine hasrettiği kısımda, Afrasiyab'in
a t'a dair meşhur bir sözünü, türkçe olarak, naklettikten sonra, farisî
tercümesini yazıyor: at irke andağ kim kökke ay. Demek oluyor ki,
Hayyâm da türkçe biliyordu.
XII. asrın son yarısında Gazne ve Lâhor saraylarında, yâni Afgan
ve Hindistan'daki türkler arasında, türk dilinin ne büyük ehemmiyet
kazandığını, eserlerini, zamanının modasına göre, farsça yazan, Fahreddin
Mübarekşâh 'm' tarihindeki bâzı kayıtlardan anlıyoruz :
„Türklerin başka milletlerden üstün olmalarının birkaç sebebi daha vardır. Biri budur
ki, arapçadan sonra,türkçeden daha iyi ve daha heybetli hiçbir dil yoktur. Bugün türkçeye
rağbet eski zamanlarda olduğundan çok fazladır. Çünkü emirlerin ve sipehsâlârların çoğu
türktür. Devlet onlarındır. Bütün insanların-muhtaç olduğu nimet ve servet onların elin¬
. dedir. Asiller, büyükler ve büyüklerin çocukları türklerin hizmetindedirler ve onların
devleti sayesinde, âsûde ve muhteremdirler".
Anlaşılıyor ki, Fahreddin Mübârekşâh türkçenin bütün dillerden daha -
iyi, daha heybetli olduğu fikrindedir; arapçayı bundan istisnâ etmesi, sadece
müslüman zihniyetinden ileri geliyor. Sonra türkçenin o sırada eski
zamanlardakinden daha büyük bir ehemmiyet kazandığı hakkındaki ifadesi
de mânâlıdır. Bu ifadeyi sadece, eserin yazıldığı zamana,, yani Kutbeddin
Aybeg zamanına değil, ondan evvelki Gorlular devrine, yani XII. asrın
hiç olmazsa ikinci yarısına, ait addetmek icap eder. Hindistan edebî muhitlerinde
bu an'anenin devamını ve farisî şiirlerde türkçe kelimeler kullanıldığına
bir delil olarak, XIII. asır şairlerinden
cAmid- i Müstevfi'nin bir
kasidesinde, &4 ( j U ) , , ^jf,, 4 * , J^ - ,, , , ,
Ji>î gibi, türkçe sözlerin mevcudiyetini gösterebiliriz. Gazneliler
ile başlayan bu an'ane, Hindistan'daki muhtelif türk devletleri zamanında
Yeni farisîde türk unsurları 9
tabiatiyle. devam ve inkişaf edecekti. Yine bu eserinde, türklerin. kullandıkları
muhtelif alfabelerden bahseden ve klâsik türk edebiyatının mevcudiyetini
söyleyen Fahreddin Mübarekşâh'ıh bu sözleri, türkçeriin bü
asırda, yazı dili olarak, ermiş olduğu tekâmül derecesi hakkındaki bilgilerimize
uygundur. Türk edebiyatı; XI.—XII. asırlarda Kutadğu bilig'dm
sonra Edip Ahmed'in
c
Aybat al-haks'ikh Ahmed Yesevî 'nin hikmet Teri
ve daha bu gibi birtakım eserler, vücude getirmiş, türkçe islâmî bir
edebiyat inkişaf etmişti. Şarkî Türkistan'da, devlet dili olarak, türkçenin
mevkii daha kuvvetli idi; fakat Semerkand'deki Karahânlılar ailesine
mensup sultanlar da, şark türkleri ile muhaberelerinde, gâİiba, türk
dilini ve üygür yazısı 'm kullanıyorlardı. Selçuk imparatorluğunda ise, şimdilik
bildiğimize göre; islâm kültürü te'siri altında, türkçe çoktan beri
yazı dili ve edebiyat dili olduğu. hâlde, bir türlü umumî resmî dil
mâhiyetini alamamıştı. Fakat buna. rağmen, saray ve ordu dili olarak,
nüfûz ve ehemmiyeti artmıştı.
Bu izah edilen vaziyette, türkçeden farsçaya yeni yeni birtakım unsurlar
.daha girmesi gayet tabiî idi. Yukarıda, Gazneliler devrinden bah­
şederken, tesbitine çalıştığımız türlü türlü âmiller, Selçuk imparatorluğu
ve vârisleri deyrinde de, şüphesiz daha kuvvetle te-sirlerini gösteriyorlardı:
Bu devir İran edebiyatında, türk hükümdarlarına, saray âdetlerine,
türklerin güzelliğine, kahramanlığına ait, birçok tarihî malûmata tesadüf
olunur.- Gazneli Mahmud ve Mes'ud devirleri şairlerinin kullandıkları türk­
çe kelimelerden başka, daha geniş mikyasta yeni kelimeler, yeni kabîle.
isimleri, devlet teşkilâtına ait olarak, Selçuk devrinde meydana çıkan
yeni türkçe unvanlar, adlar çok çok kullanılmıştır. Türk halkı ve türk
idaresi ile bu kadar yakından temas eden, türkçe öğrenen, hattâ içlerinden
bir kısmının ana dilleri de türkçe olan İran şair ve müelliflerinin
elinde, edebî farsçaya.. türk sözlerinin girmesi pek tabiî idi. Bu türkçe
sözlerden bâzı örnekleri, yukarıda ayırdığımız bölümlere göre, kısaca
sırâhyalım:,
: 1. IT^ („kırgız") , % (AŞ), ^ (»kalaç"), ^ (»karahıtay").
<^,jt }jıV.L-4^1^ ,: £LJ t J^jjL, JU J (,,üşak"), üM» (,,tirgen; derilen, toplanan
asker") , , ¿-5 ; („bayrak") , £^j>l, I » , JV > („tuğracı") , ^ , 6y£»
; < J^J» • " ' • '
' 3. .ıSİft-., .»"T (»addaş, adaş")', J^i , J^J_(karacur,
„bir nevi kılıç"), . (»kepenek"), jyvş~> („sungur") , jyl*, J/j» ,
10 Türkiyat Mecmuası
•/•',iW-«v5İ?-K» 4 i >.ıiM (»Çoban"), âP^-', y-j •', (,,ümid, umud" ),
(»girişme, naz"), ^ („beyaz"), ^ , £fl~ (»sorguç"). , ' '
Bu arzettiğim örnekler, evvelce de söylediğim gibi, usûllü ve etraflı
bir araştırmanın daha neler verebileceğini gösteren birkaç misalden
• ibarettir. . "
•' nı.
. Türk dilinin farsça üzerindeki te'sirinin en ziyade kuvvetlendiği devir
olarak, XIII, —XV . asırları göstermek icab eder. Yukarda verilen izahattan
anlaşıldığı gibi, asırlardan beri mütemadi surette artıp gelen bu
te'sir, yine aynı mahiyette âmillerin — yâni etnolojik ve kültürel âmiller
rin — nüfûzu altında, bir kat. daha genişlemiş ve derinleşmiştir. Biz bunu,
tarihin umumî, akışı bakımından, kolayca izah edebiliriz: uzak ve yakın
şarkta Cengiz imparatorluğunun — yahut, belki daha doğru bir tabir ile, ,
1
Cengizlilerimparatorluklarının — kuruluşu, etnoloji ve kültür tarihi bakı-'
mlndan, türk-iran münasebetlerini daha sıkı bir hâle getirmişti. Bu sı­
rada Afganistan 'a ve İran 'm muhtelif yerlerine,' Horasan'a, Fars 'a ve bil-- .
hassa Irak ve Azerbeycan 'a mebzûl nisbette yeni türk ve daha az nisbette
moğol unsurlarının yerleşmesi, iki , halk arasındaki temasları kuvvetlendirdiği
gibi, bütün İran ile İran garbindeki memleketlerin, Suriye
müstesnâ, olarak, İlhanlılar devletinin siyasî hâkimiyeti altında birleşmesi,
türk ve fars unsurları arasındaki yüzlerce yıllık münasebetleri büsbütün
arttırdı. İlhanlılar imparatorluğunun -büyük îktisâd ye kültür merkezlerinde
bu unsurlar müşterek bir hayat sürüyorlardı. Bu sâhalara gelmiş olan
mahdut miktarda moğol unsurları —Afganistan
?
da bugün dillerini kaybetmiş
olan Hezâreler müstesnâ olarak — XIV. asrın ikinci yarışında
tamamiyle türkleşmişler, yalnız türkçeye ve farsçaya sayısı * o kadar
fazla olmayan bâzı moğolca kelimeler bırakmışlardır. Sayıs ı o kada r ,
fazl a olmaya n kaydını koymaktan maksadım, moğolca zannedilen
bu kelimelerden mühim bir kısmının esasen türkçe olmasından dolayıdır;
tarihî kaynaklarda Cengizliler imparatorlukları zamanında kullanılmağa
başlandıkları için, bâzı âlimler, yanlış olarak, bunları moğolca sanmış­
lardır. •
Bu kısa izahat, XIII. — XV. asırlarda türk ve fars dillerinin, halk dili,
olarak, yayıldıkları ve birbirleri ile temasta bulundukları sahaların,
genişliğini göstermeğe kâfidir. Şimdi bunu tamamlamak için, bu her iki
dilin edebî dil olmak bakımından, bu asırlardaki vaziyetlerini kısaca
anlatalım: klâsik türk edebiyatı, iyiden iyiye kuvvetli bir inkişaf devresine
girmiş, yalnız şarkî ve garbî Türkistan'da,; Hv
ârezm'de, Afgan ve Hind.
Yeni farisîde türk unsurları İL
-saraylarında; İran'da değil, Irak'ta, Anadolu'da, Suriye ve Mısır'da,.-,
Altınordu'da, XV. asırda Rumeli'de büyük bir canlılık göstermişti.
Bu edebiyat başlıca iki büyük edebî lehçe ile, şarak ve garp lehçeleri
ile, yazılıyordu; XIV. asırdan başlayarak, garp lehçesinin ikiye ayrıldığını,
garb î o ğuz , yani Anadol u lehçesinden başka bir de şark î oğuz, ,
yani, azerî lehçesinin edebî bir dil olarak doğduğunu görüyoruz. Mamafih
muhtelif siyasî hâkimiyetler dairelerindeki bu edebî hareketler, bir biri
ile, çok yakından ve çok sıkı temasta idiler; bir biri • ile doğrudan doğ­
ruya, siyasî ye iktisadî münasebetlerde bulunmayan kültür sahaları bile,
dolayısiyle, kültür münasebetlerini ve bağlarım muhafaza ediyorlardı.
Orta zamanda. yakın şark memleketlerini bir birine bağlayan deniz ve
kara yolları, fikir ve sah'at mübadelesinin de vasıtaları idi; türk devletleri
arasındaki türlü siyasî ayrılıklar, harpler bile bu kültür bağ.arını
çözemiyordu. Türkçehin, edebî dil olarak, bu büyük inkişafı, onun İlhanlılar
sarayında,. Celâyirler devletinde, Altınordu imparatorluğunda, Osmanlı
devletinde resmî dil haline getirmiş, yabancılara türkçe öğretmek
için bilhassa Mısır
?
da, Kıpçak sahasında, İlhanlılar dairesinde, türlü türlü
lügat kitapları ve gramerler yazılmıştı. Bir misâl olarak Memlûkler sâhasmda
başlıca Abu Hâyyân.'ın eserlerini İlhanlılar dairesinde de İbn Muhannâ'nm
türk:
fars-moğol.lügatini 'zikredebiliriz..Klâsik türk edebiyatının
inkişafı ile beraber olarak, farsçanın ve fars edebiyatının dil ve edebiyatımıza
tierğün artan bir. te'sir icra. ettiğim de kaydedelim.
; İran edebiyatının Cengiz ve, oğulları zamanındaki vaziyetine glince,
bunu türlü : bakımlardan tetkik ederek* müspet veya menfi hükümler
verenler vardır. Benim' anladığıma göre, bu büyük tarih hâdisesi, arap-
çanıri zararına olarak,, yazı dili sıfatı ile farşçartın ve İran edebiyatı sâ-
hasmın genişlemesini mucip olmuştur. Yalnız İran 'da değil, hattâ Anadol
u 'daki türk saraylarında ve medreselerinde, münevver sınıf arasında, fars
edebiyatı modası vardı. Klâsik'
v
türk edebiyatının kuvvetlenmesi, türk
illerinde farsçanın mevkiini biraz sarsmakla beraber, fars edebiyatının
te'sirini arttırmıştı. Bundan evvelki asırların hiçbirinde, XIII;—XV. asırlarda
olduğu kadar, türk soyundan farsça yazan şair yetişmemiştir. Gazheliler
ve Selçuklular devrinin arapça-farsça şiirler yazan şairleri gibi, bu.
devirlerde de türkçe-farsça iki dilde yazan şairler yetişti. Yalnız Ana-,
. dolu'da, İran 'da, Hv
ârezrh 'de değil, şarkî "Türkistan 'dâ bile türkçe-farsça
yazan şairler biliyoruz. Bâzan bu iki dil birbirine karıştırılarak, eski
edebiyat kitaplarının mülemma dedikleri tarzda, şiirler de yazılıyordu.
Daha kısa bir ifade ile söyleyelim: fürklerle farslarm müşterek bir idare
altında müşterek bir hayat geçirmeleri, iki dil arasındaki karşılıklı
te'sirleri de;aynı nisbette • kuvvetlendiriyordu. , '
12 Türkiyat Mecmuası
Bu izah edilen vaz'iyette türkçenin farsçaya — evvelki asırlardan daha
fazla bir mikyasta — tesir edeceği kendiliğinden anlaşılır. Türklerden yeti­
şen birçok şairlerin farsça yazmalarının da bu hususta âmil olacağı pek
tabiîdir. Diğer taraftan, aslen fars olan şair ve müelliflerden birçoğunun —
ya türk muhitinde yetişmek suretiyle çocukluklarında, yahut türk saraylarına
ye türk büyüklerine intisap etmek için, sonradan — az çok türkçe öğrendiklerini
gösteren vesikalarda yok değildir; XIV. asrın meşhur lâtifeci şairi
c
übay d Zakâni 'nin türkçe bildiğini eserlerinden anlıyoruz. XIII. asrın bü­
yük şairi Husrev Dehlevî, Laçın kabilesine mensup, ana dili türkçe bir
türktü. -XV. asır başlarında büyük şöhret kazanan Hafız Şîrazî'nin en
mâruf muakkibi Kâsim al-An var Tabrizi 'nin türkçe şiirleri vardır. Timur
şehzadelerinden Baykara'nın şairi buhâralı Burunduk, isminden de anla­
şılacağı gibi, bir türktü; bir şiirinde türkçe bildiğini açık açık gösteriyor.
XIII. — XV. asırda Anadolu'da ve orta Asya'da yetişen büyük türk
şairleri, farisî şiirler de yazıyorlardı; Emir Süheylî, Âsafî gibi bâzı türk
şairleri, türkçe eserler de yazmakla beraber, daha ziyade farsça şiirleri
ile şöhret kazanmışlardı; meşhur şuarâ tezkeresi sahibi şemerkandlı
Devletşah, farisî-türkçe mülemma' şiirler de yazıyordu v.s. Bu misâlleri
daha pek çok uzatmak kabil ise de, bu kadarı maksadımızı isbata kâfidir.
Mamafih, daha XIII. asrın ikinci yarısında yetişen bazı İran şairlerinin
bilhassa türkçe ve moğolca kelimeler karıştırarak, şiir yazdıklarını biliyoruz.
İlhan Argun devri şairlerinden Pür Bahâ-i Cami'nin meşhur bir
kasidesi, bunun en güzel bir numûnesidir. Hâlbuki bu şair soyca farstı.
Neslen türk olmakla beraber, İran tasavvuf edebiyatının çok kudretli
bir siması olan Anadolu şairi Mevlâna 'da ise, bâzı türkçe şiirlerden, .
türkçe-farsça mülemma'lardan başka, birçok türkçe kelimelere tesadüf
edilir ki, bunlar hakkında eskiden beri bâzı küçük lügat kitapları yazılmış
ve son zamanlarda da, gerek Avrupa'da gerek memleketimizde,
buna ait değerli araştırmalar yapılmıştır. Bunların neticelerine göre, Melâna'da
yüzden fazla türkçe kelimeye tesadüf ediliyor.
Bütün bu izahattan sonra, XIII. —:
XIV. asırlarda farsçaye geçen çok
mebzul tür k —ve devlet teşkilâtı gibi şeylere ait pek mahdut
m o ğ o 1 — sözlerinin mahiyeti kendiliğinden anlaşılır. Bunları, evvelki
devirler hakkında yaptığımız gibi, şu muhtelif bölümlere ayırabiliriz:
1. Türk memleketlerine, türk ve moğol kabilelerine ait yeniden yeniye
giren has isimler ve kabile teşkilâtına mahsus ıstılâhlar. 2. Cengizlilerin
kurdukları devletlere mahsus ve en çoğu türk aslından gelme
unvan, rütbe, me'mûriyet, vergi adları; ordu teşkilâtına, kıyafetlere, yiyecek
ve içeceklere ait sözler. Bilhassa bu devirlere ait tarih kitaplarında,
meselâ Cüveynî 'de, Vassâf'da, Reşîd'üddin'de, Şerefüddin Zaferhâme 'sin-
Yeni farisîde tiirk unsurları 13
de bunlara her sahifada tesadüf olunur; bunların mühim bir kısmı şiir
diline de ^girmiştir. Bu devir tarihlerinde rastlanan , bu çeşit kelimeler
hakkında—meselâ Vassâf tarihi hakkında— yazılan küçük lügat kitapları,
gibi eserler de vücude getirilmiştir. 3. Bunlardan başka umumî mahiyette
sair sözler. Bunlar resmî dilden, edebî dilden değil, daha fazla
; halk dilinden geçmiş kelimelerdir. Bu devre ait farisî eserler üzerinde
• yaptığım araştırmalarda elde edilen sözlerden bâzı örnekleri,, bu arzetti-
ğim bölümlere göre, sıralayıp göstereceğim. Bu kelimelerden bir kısmı,
yalnız edebî fârisîde kalmayarak, İran 'ın halk lehçelerine de geçmiştir
( meselâ İlhanlılar zamanında hükümdara mahsus emlâ k manasına gelen
incü kelimesi, bugünkü n ay i n î lehçesinde, enju şeklinde ve zevc e
manasında mevcuttur; kelimenin semantik tahavvüiü, pek kolay anlaşılı­
yor). Bu hususta yapılacak araştırmaların da, gerek iranistik gerek tür-,
. kolöji bakımından, büyük ehemmiyeti vardır.,
j-jljl , 3^}' (»oymak"). .
.jry-A , („şölena
) jl^. L , ( n noyan") ,M>., 1-4£/>l , ,
( , J-^, J-'^J1
, J^J1
, („ ağırlama" ),; ",' (olc^) ,.
" L ? ^ 5
' , u ^ V » tr ^H^ > u^t— l ) , ( „karanlık" ) , („bir nevi .
kuş tuzağı") , J-J-V. („kuş"), o^Li , jlVb , ji j ,"jti»la , jls^ , l^j» , J^j? ,,
1 ^ ¿1* , JJ ( „turşu" ) , g^V , JM" , *W" («yoğurt" ), j-^ - (»pancar"),
^^.(»bi k nevi tatlı" ) J^(^), ( H süğlün"), -uJ , i!-tf~*(j,şir-'!
den dolması" ),. ^ ( ,,mantı") , V"^ 'ju-^yjii^j / („türk kadınlarına mahsus
bir nevi ferace"), ^j " (»sipahilere mahsus bir nevi kısa ceket"), J^JJ ,
J j^Y J>J» , • (»bir nevi kumaş"), J^ V I (»bir nevi çadır"), ( »yağ­
murluk uzunşalvar"), ^ („ayakkabı"), , jUL , -u-T( u perçem şeklinde,
kadınlara mahsus başlık"), jie-t, jbj , ( H
sırmalı külâh"), ^ , libas."), JÎ(„renk" ),JT(„hiİe"),j>*L, , Jİ- y ( w kürk çıkarılan hayvanlar"),
tir^ 1
, jU^jT , jM-jÎ, JJJ» ^J. ) ,' ^ ».öyr 3yr, c?1
( „büyük kardeş" ), fet, •
2L4 Türkiyat Mecmuası
-<^J-, ', ^X, J/V^hT, -ü^jls-, jfe., jj/Jfe , (»cariye"), , ö ^ .,
. 5^ >• sh>£ > j?h^~, COJ>_ , djy~, - , ikt^i ( 5 j
iki yaşında'
koyun"), ^ (»denk"), (»inek yavrusu"), 'ö/j/ * ( »bir yemek" ),
(»yolcu misafire verilen yemek"), , jljl , <6S , ^Ijl , , ..
XV. asırda Timurîlerin, Karakoyunluların, Akkoyunlularin ve nihayet
'Safevîlerin hâkimiyeti, farisîdeki türk sözlerinin artmasına, mühim nisbette,
âmil oldu. Saraylarında ve ordularında türkçe konuşulan bu türk sü­
lâleleri devrinde, türk ve iranî unsurlar arasındaki münasebetler, büsbütün
arttı; yalnız • şehirlerde ve köylerde değil, göçebe halk arasında
•da bu temasların çoğaldığını görüyoruz. Türkçenin,, farisî ile beraber,
.resmî dil olarak da'kullanıldığı Safevîler devrinde, iran 'da azerî türk
edebiyatı büyük bir inkişafa mazhar olduğu gibi, Horasan 'da Mâvera-
ünnehir'de, ve Hindistan'daki Bâburîler sarayında Çağatay edebiyatına
zengin mahsûller verdiği de malûmdur. Bir taraftan türkçe ile beraber
farsçayı da kullanan bu iki dilli şairlerin edebî te'siri, diğer taraftan
türkİerin siyasî ve askerî nüfûzunun manevî tazyiki ve nihayet iki unsur
arasındaki müşterek hayat, farsisîdeki türk unsurlarının mütemadi surette
artmasına sebep oldu.
En son tarihî eserlerde bile, tamamen yanlış. olarak, 1 r a n 'da
aryanizmi n galebesi tarzında tefsir edilen Safevîler devri, hakikatte,
»müfrit şiî türk aşiretlerine istinaden, Iran 'm Sâsânî devrindeki vahdetini
yeniden kuran türk —veya türkleşmiş — bir sülâlenin hâkimiyeti"
devresidir. İran'ın asıl fars ekseriyeti ile meskûn muhtelif sâhalarındaki
Sünnîliği kaldırarak, şîa-i isnâ 'aşeriye 'yi devlet dini olarak, kullanan
Şafeyîler, bu suretle, Mâverâünnehir ve Anadolu'nun sünnî devletlerine
karşı tabiî bir cephe almış oluyorlardı. Şiîlik, memleketin muhtelif unsurlarını
birleştirmek için, bir vasıta idi; hükümdar yalnız cismanî değil,
aynı zamanda rûhânî bir reis, bütün kızılba ş kabilelerini sinesinde
toplayan tarikatin başında bir m ü r ş i d idi. Devlet teşkilâtında moğol
, devrinden intikal eden müesseselerle beraber, aşirî (tribal); müesseler
de mevcuttu ve bütün bunlar türkçe ve kısmen moğulca isimler taşı­
yordu.
Türk ve fars dillerinin birbirine bu karşılıklı tedahüllerinin eri tipik
bir numunesi olmak üzere, Şah Safî ve Abbas II. devri şairlerinden
Afşar türk kabilesine mensup Tarzî'niri divanını gösterebiliriz. Dîvanı
.son senelerde İran'da, tabedilen ye ahiren Prof. Berihels tarafından te't-
Yeni farisîde türk unsurları 15
kik olunan bu şairin1
türkçe ve farsça şiirlerinden başka, türkçe-farsça
mülemma'ları ve bütün bunlardan daha tipik olarak, türkçe kelimeleri
fars gramerine göre. tarif ederek ve mebzûl türkçe kelimeler kullanarak
yazdığı farisî şiirleri vardır. Şair, Şafevî sarayında pek hoşa giden bu tarzı,
kendisinin îcad ettiğini tefahür ile.söylemektedir. Mamafih bu tarzın, daha
sonra muakkibler bulup bulunmadığı hakkında, malûm atım. yoktur.-
V .
Esasen uzamış olan bu tebliği daha fazla uzatmamak için,. Safevîler.
devri hakkında — lâyık.olduğu— daha uzun izahata girişmeyeceğim gibi,
onu takip eden sülâleler zamanında bu iki dilin mütekabil vaziyetlerini
izaha kalkışacak da değilim. Yalnız sözlerime nihayet vermek için, bu hususta
beş senedir başladığım bir tetkikin ana çizgilerini arzetmek isterim.
Yeni farisîde türk unsurlarının Gazneliler ve Selçuklular devrinden
başlayarak, :Son asırlara kadar, mütemadiyen arttığını bâzı misaller ile
anlattım. Gerek edebî dilde,, gerek halk dilinde ve muhtelif lehçelerde
hâlâ yaşayan bu türk bakiyelerini toplamak teşebbüsü, bugüne kadar
yapılmamıştır. Gerçi eski yeni lügat kitaplarında bunlardan bir kısmına
tesadüf olunabilir: fakat yukarda söylediğim gibi, onların îzah tarzları da
çok defa yanlıştır. Türk ve fars filolojilerini aynı derecede alâkadar'
eden bu geniş mevzu üzerinde usûllü: bir surette çalışmak için, nasıl bir
yol tuttuğumu kısaca anlatayım:- •
. . 1. Muhtelif devirlere ait, muhtelif edebî kaynakları.—manzum ve
mensur her türlü eserler, kronikler v.s.— tarayarak, onlardaki türkçe
sözleri tesbit etmek.
• • 2. Muhtelif devirlere ait ferhengleri tarayarak, onlardaki türkçe sözleri
tesbit etmek.
. Bu suretle, her kelimenin yeni farisîye ne zaman girdiği ye hangi
; asırdan hangi, asra kadar, ne gibi mânâlarda kullanıldığı misâller ile be^
raber gösterilmektedir. Ferhenglere gelince, onlarda, eğer kelime-zamanı
malûm her hangi bir. şairden bir misâl ile te'yit edilmişse, oha göre zamanı
tayin edilerek, gösterilmiştir. Tarihî ıstılah mahiyetindeki kelimeler
hakkında oldukça uzun ve tarihî izahata girişilmiş ve muhtelif devirlerde
ve coğrafî sâhalardaki semantik tahavvülleri de tesbit olunmuştur.. Türk
menşeinden mi, yoksa fars menşeinden mi geldiği münakaşayı mucip olacak
kelimelerin, , eski ve yeni muhtelif türk lehçelerindeki şekilleri hakkında
biraz . uzun izahat verilmek zarurî görülmüştür. Farisî ferhengle-
16 Türkiyat Mecmuası
rin takip ettiği alfabetik sıraya, göre tanzim edilen bu lügat tamam olduktan
sonradır ki, kültür tarihi bakımından, bundan sarih ve kat'î neticeler
çıkarmak kabil olacak ve eserin mukaddimesini bu teşkil edecektir.
Esere, ayrıca İran 'daki türk ve moğol unsurları hakkında tarihî Ve etnolojik
geniş bir tetkik de ilâve olunacaktır. Muhtelif indeksler sayesinde
muhtelif bakımlardan kolayca istifade imkânı te'min edilecek olan bu tetkik
hakkında, daha açık bir fikir verebilmek için, küçük bir örnek olarak
bir iki kelime hakkındaki izahatı arzetmek isterdim. Zaman yokluğu maalesef
buna imkân bırakmıyor. Daha epey bir müddet beni İşgal edecek
olan bu araştırma mahsûlünü ortaya koymağa muvaffak olabilirsem, bu,
şimdiye kadar tamamiyle ihmâl edilmiş olan yeni . f a r i s î d e tür k
unsurlar ı mevzuunu tetkik için, oldukça sağlam bir zemin teşkil
edebilir ümidindeyim.

Konular