İRAN'DA TÜRKLER*

İRAN'DA TÜRKLER*
PROF. DR. GERHARD DOERFER
Büyük Arap tarihçisi İbnü'1-Esir şöyle yazar: Selçuklu sultanı Toğrul'a
İran'da nefis bir badem tatlısı olan lavzinec ikram ettiklerinde, bunu şapır şapır
mideye indirip "İyi bir tutmaç, ama içinde sarımsak yok" dedi.
İşte, XI. yüzyılda Türklerin İranlılara nasıl göründüğünü anlatan bir tablo.
Nefis yemek pişirme sanatından bile anlamayan barbar bir halk. Gerçekte burada
dile getirilmiş olan aşağılama, tıpkı halklar arasında var olan her türlü
nefret gibi bilgisizlikten kaynaklanmaktadır. Kendilerini aşın derecede kendi
kültürlerine kaptırmış olan Farslann, VIII. yüzyılda dikilmiş Orhon yazıtlarından
da, bunların olağanüstü güzellikte edebiyat eserleri olduğundan da haberleri
yoktu. Bir kısmım Kâşgarü Mahmud'un yazıya geçirdiği eski Türk destanlarını
bilmiyorlar, pek zengin Uygur edebiyatım hiç tanımıyorlardı.
Pek çok Farsta Türklere karşı nefret duygusu bu güne değin süregelmiştir.
Örneğin, Fahrüddin Şâdmân'ın Teshir-i temeddün-i Frengi başlıklı kitabında
bu nefret şu sözlerde dile gelir: (Tahran 1948, s. 24) "Avrupalılar ne yalın
ayak, aç ve göçebe Araplara, ne de düzenledikleri baskın ve katliamlardan
sonra atlarından inip bir süre dinlenince bizim hah desenlerimizin ve bahçe
şenliklerimizin büyüsüne kapılan... daha sonra da Mevlâna Celâleddin-i
Rumî'nin, Sadî'nin, Hânz'ın şiirleriyle ehlîleşen içkici, kana susamış Türk ve
Moğollara benzerler."
İranlılarda bu tutumu doğuran iki sebepten birini yukarıdaki sözleriyle
Şâdmân da açığa vurmuş olmaktadır: Doğunun büyük edebiyatı olarak tanınmış
olan edebiyat, Goethe'nin de hayran kaldığı Fars edebiyatıydı. Türk edebiyatı
İran'da Fars edebiyatının yanında güçlükle ve denebilir ki, ancak onun etkisi
altında kalarak tutunabilmiştir. Mevlâna Celâleddin-i Rûmî ve Hasanoğlu
ile doğmakta olan Horasan Türk edebiyatı, pek kısa bir zaman içerisinde
sönmüştü. Türkmen edebiyatı ancak XVIII. yüzyılda ve İran dışında gelişmiş,
Halaç edebiyatı ise ilk ürünlerini yaşadığımız dönemde vermiştir. Kaşkay edebiyatı
zengin olmakla birlikte pek az tanınmıştır. Fars edebiyatıyla karşılaştırılabilecek
bir düzeye ulaşmış olan yalnızca Azerbaycan Türk edebiyatıdır. Kendilerini
kültürel bakımdan Türklere üstün görme duygularına bazı Farslarda
Türklere karşı gizli bir düşmanlık duygusu da karışır. Bu düşmanlık duygusu*
* 23 Kasım 1987 günü Türk Dil Kurumunda yapılan konuşma.
Gerhard Doerfer 243
997'den 1925'e değin, yani hemen hemen bin yıl boyunca İran'ın Türk egemenliği
altında kalmış olmasından kaynaklanmaktadır. Bu bin yıl boyunca
İran'da saray ve ordu mensupları ve soylular sınıfı Türklerden oluşmuştur. İşte
bu yüzden Pehlevî hanedanı döneminde, yani 1925'ten sonra İran'da
Türklüğün kültürel etkinlikleri hemen tümüyle yasaklanmış, Türklerle ilgili her
türlü konuda bilimsel araştırma yapmak çok güçleşmişti.
Elbette, Türkoloji araştırmaları için İran'da bulunmuş veya İran Türklüğü
üzerine araştırmalar yapmış Avrupalı araştırmacılar olmuştur. Bunlar arasında
Vâmbery, Foy, Ritter, Romaskeviç, İvanov, Menges, Monteil ve daha başkalarını
sayabiliriz. Böyle olmakla birlikte, derlenmiş olan bütün gereçler, rahatlıkla
tek bir kitapta bir araya getirilebilecek kadardı. Bu da İran'ın beş ayrı lehçe
konuşan 10 milyonluk Türk halkına göre pek az sayılırdı.
İşte bu yüzden Göttingen'de, İranlı bilim adamı Moğaddem'in Güyeş-e
Wafs va Âşteyân va Tafraş başlıklı kitabının elimize geçmiş olmasını mutlu bir
rastlantı saymaktayız. Bu kitapta gerçek, saf Halaçça tasvir edilmekteydi. Bu,
bir zamanlar Minorsky'ye aslında Güney Oğuzca konuşan bir kaynak kişinin
Halaççadır diye tanıttığı sözde Halaçça değildi. Bu dilin kendine özgülüğü daha
ilk bakışta belli olmaktaydı. Özellikleri, bu dilin daha yakından araştırılmasını
gerekli kılıyordu. Böylece bir sıra araştırma gezisi başlatıldı:
İlk araştırma gezisi (1968) Orta İran'da, arkaik bir Türk dili olan Halaççanın
sınırlarını belirlemek için yapıldı. Kısa kelime listeleri, gramer notlan ve
bir yığın metin banda alındı. Firüz-âbâd'da da ilginç bir edebiyatın ürünleri
olan Kaşkayca malzemeler banda alındı.
İkinci araştırma gezisinde (1969) daha başka Halaçça malzemeler, özellikle
geniş kapsamlı kelime listeleri, bundan başka Azerbaycan'dan folklor ürünleri
ve yine Halacistan bölgesinden Azerbaycan Türkçesi malzemeleri elde edilmiş-
tir. Burada pek sevdiğim bir Azerî halk türküsü, bunun ardından da bazı Halaçça
metinler dinletmek istiyorum.
Dostumuz Mosayyeb
cArabgol 1970 yılında Göttingen'de bulundu. Ondan
daha başka metinler de banda aldık.
cArabgol, İran'a dönmesinden sonraki yıllarda
bu bölgede kendi başına araştırmalar yaptı. Aynı zamanda Kaşkay bölgesi
ile Halacistan arasından, çok önemli Güney Oğuzca malzemeleri de topladı.
Daha sonra 1973 yılında bizi Horasan'a (Kuzeydoğu İran) ve Kermânşâh
yöresindeki Sonkor'a ulaştıracak bir araştırma gezisine çıktık.
Sayın dinleyicilerim,
Bu araştırma gezileri harikuladeydi: Ben hâlâ bunların anısından uzaklaş-
mak istemiyorum. Bunlar, biz gezide bulunanlara neler getirmedi ki? Sürekli
yorgunluk, aralıksız üşütme, sık sık ishale tutulma (yiğitlikle hiç ilgisi olmadan),
şiddetli kan dolaşımı rahatsızlığı (Hazar Denizinden 3000 m yukarı çıkıp
244 İran'da Türkler
yine aşağı indiğinizi düşünün!), idarelerde eksilmeyen güçlüklerin yarattığı sinirlilik
ve toz toprak (pislik). Sözün kısası, yine de harikulade idi. Niye mi diyeceksiniz?
Bu, Kanada'nın büyük şairi Robert Service'in şöyle dile getirdiği
bir histi:
The freshness, the freedom, the farness, O
God! how I'm stuck on it ali 'O serinlik, o
özgürlük, o enginler, Tannm! Onlara ne
denli bağlanmışım.'
Bu İran'ın tozlu yollarını içine sindiren, elektriksiz, pek az su ile, fakat harika
insanlar arasında yaşayan her kişinin duyacağı bir histir. "Bunlar harika
insanlardır" diyorsam, şunu da eklemeliyim: Şüphesiz, çünkü onlar Türklerdir.
İran Türkleri üzerine yaptığımız araştırmalarımızın bize kazandırdığı en
büyük ödül, bu araştırmalarımızın İran Türkleri arasında yarattığı sevinç olmuştur.
Örneğin, İran'da hor görülen Halaç halkının kendini ilk kez ciddîye
alınmış görmesi, Halaç olmaktan gurur duyması, bizim için de bir övünç olmuştur.
Yine,-bütün olarak bakıldığında-az sayılabilecek bir çaba karşılığı bu gezilerden
elde ettiğimiz pek verimli sonuçlar, bütün zahmetlere değecek nitelikteydi.
Şimdi bu sonuçlan göz önüne sermek istiyorum:
Halaçça yaklaşık yirmi dört bin kişi tarafından konuşulmaktadır. Bu dil
özü bakımından yaşayan en eskicil Türk dili olarak sayılabilir. Küçük bir
örnek verelim: Türkiye Türkçesi "ayağım bendedir"in Halaççada karşılığı "hadakum
mâ ndiçeri"dir. Burada şunu tespit ederiz: h- korunmuştur (bu, VII ve
VIII. yüzyıl Türkleri üzerine yazılmış Tibetçe bir metinde de böyledir), -d- korunmuştur,
-k- korunmuştur (bu yüzden Halaçça, Eski Türkçede olan datif
eki-ka -ke'yi koruyan, tek Türk dilidir). Şahıs zamirinde, takriben EskiTürkçede
olduğu gibi, kök ünlüsü değişir. Aynı şekilde, iç ek -di- araya sokulmuştur.
Lokatif vazifesini, Eski Türkçede geçen eşitlik hali (ekuvatif) görmektedir
(bu, Eski Türkçede aym zamanda terminal eki vazifesini de görür; bunun
yanında Halaççada olan -da/-de eki Eski Türkçedeki gibi ablatif manasım ta-
şır). Yardımcı fiil eki, Eski Türkçe "ârür"den gelmektedir, daha sonraki "turur"dan
değil.
Halaç malzemeleri arasıda şimdiye kadar şunu Semih Tezcan'la birlikte yayınladık:
"Halaççanın sözlüğü (Harrab lehçesi)", 230 basma sayfalık bir eser.
Son şekliyle tamamlanmış ve baskıya verilmiş bir çalışma "Halaççanın söz varlığı
ve dil coğrafyası" yaklaşık 537 sayfalık olup iki cilt halinde yayımlanacaktır;
bu, bir Türk dilinin dil coğrafyası üzerine ilk tasvir olacaktır. Bundan baş-
ka, 280 sayfalık bir gramer baskıya verilmiştir. (Bu iki eserin yazanı benim.)
Gerhard Doerfer 245
Tamamlanmak üzere olan bir de folklor cildi bulunmaktadır, tahminen 530
sayfalık. Bu kuru sıralamaya canlılık getirmek için burada bir hikâye örneği
sunmak istiyorum. (Bu hikâyenin bir benzeri U. Marzolph'un eserinde de vardır:
Typologie des persischen Volksmârchens, Beyrut 1984, *844 B, bu hikâ-
yenin oldukça güzel bir varyantım oluşturur.)
Şah Abbas, bir gece derviş kıyafetiyle dolaşırken, içinden müzik ve oynama
sesleri gelen bir eve gelir. Yaşlı ev sahibi ona yamacılık yaptığını, günde
üç kran (İran'ın para birimi) kazandığım, bunun ikisini geçimi için harcadığını,
birini de saz çalanlara ve oynayanlara verdiğini anlatır. Abbas , on "Şah Abbas
yamacılığı yasak ederse, ne yaparsın?" diye sorar. Yaşlı adam "Allah
büyüktür" diye cevap verir. Ertesi gün askerler gelip yaşlı adamın yamacılık
etmesini yasaklarlar. Bunun üzerine o da su satmaya başlar, bu sefer daha
çok, üç buçuk kran kazanır. Akşamleyin Şah Abbas gelip ondan haber alır.
Olanı öğrenince yine şöyle der: "Yarın Şah Abbas gelirse, su satmam yasaklarsa,
ne yaparsın?" Yaşlı adam: "Allah büyüktür" der. Su satması engellenmiş
olan yaşlı adam, ertesi gün şehirde dolaşmaya çıkar. Halkın çöpleri bıraktığı
bir yer görür. Orada durup "Şah Abbas'ın emriyle çöp vergisi talep ediyorum!
Herkes vergisini bana verecek!" diye bağırmaya başlar. Böylece beş kran kazanır.
Hikâyede geçtiği gibi "onun kilimi eskisinden daha kalın olmuştur". Ak-
şamleyin Abbas gene önceki gibi sorar: "Şah Abbas'ın askerleri yarın seni tutup
götürürlerse, ne yaparsın?" Yaşlı adam bunun üzerine yine aynı cevabı verir:
"Allah büyüktür." Ertesi gün gelip yaşlı adamı tutarlar. Ceza olarak, hemen
bütün gün aç, susuz ve ücretsiz, elinde kılıç sarayın önünde nöbetçilik
yaptırırlar. Ancak öğleden sonra geç vakit bırakırlar. Pazara gidip orada kılıcı
on krana satar, yerine üç kran değerinde bir tahta kılıç alır. Kına bunu sokar.
Böylece elinde geriye yine yedi kran kalır. Akşamleyin Abbas ona "Şah Abbas
elinden kılıcını alırsa, ne yapacağım" sorunca, cevap yine "Allah büyüktür"
olur. Sonunda Şah Abbas, vezirinin ölüme mahkûm edilmiş bir günahkâr
rolünü oynamasını kararlaştırır. Yaşlı adam saraya gelince, Abbas ona günahkârın
kafasını kesmesini emreder. Yaşlı adam bunu yapmayı reddeder ve "Bu
adamın suçu yoktur" der. Bunun üzerine Abbas "Direnmekte devam edersen,
senin başını kestireceğim" der. Bu sefer yaşlı adamın işi bitiktir, ne yapsın?
Aklına bir fikir gelir ve yüksek sesle haykırır: "Ey Allahım, bu adamın günahı
yoktur! Bunu ispat etmek için kılıcımı tahta et!" Kılıcını kınından çıkartır, ki
-bir de ne görsün-gerçekten de kılıç tahta olmuş! Bunun üzerine Şah Abbas
güler, ona birçok hediyeler verir, fakat bir daha böyle bir şey yapmamasını
tembih eder.
Hikâye bu kadar. Burada açıkça Türk hükümdarının ideal bir tasvirini
görmekteyiz: Ancak mizahla yumuşatüabilen acımasız bir sertlik.
Araştırdığımız ikinci alan Horasan Türkçesi alanıdır. Daha önce gösterdi-
ğim gibi bu lehçe, takriben Türkmence ve Batı Oğuz lehçeleri arasında, fakat
246 İran'da Türkler
ikincisine daha yakın düşen, kendine özgü bir lehçedir. Şu sırada 250 sayfa civarında
"Horasan Türkçesinin sözlüğü" ve 150 sayfalık bir folklor cildi hazırlamaktayız.
Öğrencim Bozkurt, buna bağlı olarak doktora tezini Bocnurd ağzı
üzerine yazmış; bir başka öğrencim Sultan Tulu ise şu sıralarda Kerem ile Aslı
hikâyesinin bir varyantını da içeren, Kelât-e Esferâyin ağzı üzerine doktora tezini
hazırlamaktadır.
Müsaadenizle şimdi Horasan'da banda aldığımız destandan bir parça tanıtmak
istiyorum. O romantik âm bu gün bile haz duyarak anmaktayım. Dağlara
henüz yetişmiştik ki bize o dağların üzerinden bir kuşun bile uçamayacağını
tasdik etmişlerdi; fakat bizim aracımız (Landrover) sonunda bu dağlan aşmağı
başarmıştı. Daha sonra sihirli, ağaçlıklı, Kur'ân-ı kerimde bahsedilen cennet
misali bir vadiye ulaştık. Dağ çimenliği üzerinde yanımıza başka adamlar da
katıldılar. Bunlardan biri açıkça tecrübeli bir destana olmalıydı; ve bu bize
Kerem ile Aslı destanını anlatmaya başladı. Eser, poetik şiirlerle süslü, nesir
hâlinde anlatılmış ve şiir kısımları (belli bir makamla) okunmuştur. Bu Orta
Çağ Avrupa destanlarım (örneğin: Aucassin et Nicolette) anımsatır. Eser, şu
anlatımı içermektedir:
Tebriz'de bir müslüman hükümdarının oğlu olan Kerem, Ermeni papazı
Gara Melik'in kızı Ash'ya âşık olur ve onunla nişanlanır. Papaz buna hiddetlenerek
kızım Ermeni diyarına, sonra Anadolu'ya doğru kaçırır. Kerem, sonunda
sevgilisini bütün engelleri aşarak, arayıp bulur. Sonra evlenirler, fakat Aslı'ran
annesi (kızına sihirli bir elbise hazırlatarak) Kerem'in gerdekten önce yanması-
na sebep olur. Kerem'e kırk yıl sonra Hazret Muhammed ve Ali'nin dualan
ile (Tanrı tarafından) yeniden can verilir ve sevgililerin her ikisi de gençleştirilirler.
Böylece her ikisi Tebriz'de hüküm sürerler.
Bu destan, öğrencim Sultan Tulu tarafından doktora tezinde işlenmektedir.
Ben şimdi size Horasan Türkçesi orijinalinden l'den 3'e kadar olan cümleleri,
Türkiye Türkçesi tercümesi ile birlikte, okumak istiyorum. Bundan başka hikayecinin
şiirleri nasıl olduğunu göstermek amacıyla, 37, 38 ve tâkib eden numaralı
cümleleri Türkçe'ye tercümesi ile okuyacağım. Daha sonra ise l'den 38'e
kadar olan cümleleri banttan dinletmek istiyorum. Burada şunu tesbit edeceksiniz:
Horasan Türkçesi Türkiye'li bir Türk için Halaçça'ya göre daha da anlaşı-
lırdı; fakat yine de kendine özgü özellikler taşır, örneğin "var idi" yerine "bâr
ıdı" diye geçmektedir.
1-3=al-ğeassa bir Ziyâd pâdişâh'hî bâr-ıdı. Hodâvand-i alam ona hiç oğul
âta elâ'momişdi. Badan vazira dedi: Ey vâzir, manda ki oğul yöhdi, man nâ çara
ey leym?
'Sözün kısası Ziyâd adında bir padişah vad idi. Alemleri yaratan tanrı ona
hiç oğul vermemişti. Sonra vezire dedi: Ey vezir, beim oğlum yoktur, buna nasıl
çare bulayım?'
Gerhard Doerfer 247
37-38= Ge'zi birbira ki dişdi, âşığ oldı-bir irây yöh miri irây bilan âşığ oldu
Bı şi'ri dedi, ger nü deyar:
Gâşt elayip gezâ gezâ bizi
diyara hoş gâldiri sân bir
şey da bulbulisan bizin
gulzara hoş gâldiri
'Gözleri birbirine ki düştü, âşık oldu-bir yürekle mi, yok hayır, bin yürekle
âşık oldu. Bu şiiri dedi, gör ne der:
Dolaşıp geze geze bizim
diyara hoş geldin, sen bir
şeyda bülbülüsün, bizim
gülzara hoş geldin.'
Bunlardan başka "Afganistan ve İran'dan Güney Oğuzca malzemeler" adlı,
tahminen 350 sayfalık bir cilt hazırladık. Bu cilt, kelime listeleri, kısa gramer
notlan, Halacistan ile Kaşkaylar arasındaki bölgesi ve Kabil'den metinler
içermektedir. Bu arada öğrendiğimize göre, bu tipteki ağızlar, daha Kazvîn'in
güneyi tarafından başlamaktadır. Bu ağızlar da basitçe Azerbaycan Türkçesi
ağızlan olarak gösterilemez. Biz bunlan da Kaşkay ve Aynallu ağıdanyla
Güney Oğuz ağızlan grubuna sokuyoruz, bunlan "Güney Oğuz lehçesi" adıyla
anıyoruz. Basitçe ifade etmek gerekirse: Kaşkay tipi ağızlar Kazvîn'e kadar
ulaşmaktadır, ki bu ortaya yepyeni bir dil coğrafyası çıkarmaktadır. O halde
şimdiye kadar kabul edilmiş olan üç Oğuz lehçesi yerine beş lehçenin varlığım
kabul etmemiz gerekir, yâni: Batı Oğuzca=Türkiye Türkçesi, Orta Oğuzca
10 Azerbaycan Türkçesi, Güney Oğuzca=Kazvîn'e kadar uzanan lehçeler,
Kuzeydoğu Oğuzca=Horasan Türkçesi (Özbek Oğuzcası da dahil), Kuzeybatı
Oğuzca=Türkmence. Burada aradaki lehçelerin her biri bir geçiş sahası oluşturur.
(Bence Türk dili ailesinin yedi dili vardır: Oğuzca, Kıpçakça, Uygurca,
Güney Sibiryaca, Yakutça, Halaçça ve Bolgarca; ve Oğuz dilinin, gösterdiğim
gibi, beş lehçesi vardır.)
Bundan başka elimizde bir cilt halinde Galûgâh'tan toplanmış malzemeler
bulunmaktadır. Bu, en doğu Azerbaycan Türkçesi ağzını oluşturur (Hazar denizin
güneydoğu kıyısında konuşulur). Bu eserde Kaşkayca malzemeleri de bulunmaktadır;
bunlar gerçek, hatta ustalıklı divan edebiyatı malzemesi sayılabilir
ve takriben 100 sayfa tutmaktadır.
Şimdi sizlere Oğuz lehçelerinin değişen dil coğrafyasının görünümünü sunmak
istiyorum. Philologiae Turcicae Fundamenta'da Oğuz lehçelerini şöyle
kaydedilmiş olarak buluruz: Türkiye Türkçesi (11 olarak), Rumeli'den Orta
Anadolu'ya kadar; Gagavuzca (12 olarak), Dobruca ve Moldavya bölgesi; Ki-
248 İran'da Türkler
nm Osmanhcası (13 olarak), Kırım'ın güneyi; Azerbaycan Türkçesi (14 olarak),
Doğu Anadolu, Sovyet Azerbaycan Cumhuriyeti ve kuzeybatı iran'dan
Tahran'ın biraz güneyine kadar olan bölge gösterilmiştir. Fars eyaletinde Kaş-
kay (15 olarak) ve Aynallu (16 olarak) grupunu buluruz. Bütün Sovyet
Türkmenistan Cumhuriyeti ve buna ek olarak Kuzeydoğu İran ve Kuzeybatı
Afganistan Türkmence olarak kaydedilmiştir. Buraya kadar eski bir tablodan
bahsettik. Burada, Gagavuzca ve Kırım Osmanlıcasının Türkiye Türkçesinin
basit ağızlarından başka bir şey olmadığına dikkati çekmek isterim. Birincisi,
siyasi sebeplerden dolayı sunî biçimde yazı diline dönüştürülmüş; her ikisi de
yazı diliyle Anadolu'da konuşulan belli ağızlardan pek ayrılık göstermezler, bu
yüzden bunlar ayn bir numaralandırmayı hak etmemişlerdir. Kaşkay ve Aynallu
lehçeleri arasındaki fark aynı da şekil çok küçüktür. Bundan başka, Kuzey
Irak'ta, özellikle Sadettin Buluç ve öğrencileri tarafından Azerbaycan Türkçesi
ağızlan tespit edilmiş ve araştırılmıştır. Irak "Türkmence"si diye adlandırılan
dilin, yukarıda da söylediğimiz gibi, konuşulan dil olarak sadece bir Azerbaycan
Türkçesi ağzı olduğunu da belirtmek gerekir, ancak yazıldığında Arap
harfleriyle Türkiye Türkçesi gibi yazılmaktadır (örneğin mân denilmekte fakat
ban yazılmaktadır). "Türkmen" kelimesinin hâlen karmaşıklıklara yol açması
pek tuhaftır; Leningrad'da Irak Oğuz edebiyatının kataloglara "Türkmen" adı
altında girdiğini gördüm; türkmân kelimesi aslında "göçebe Oğuz" manasım
taşır. Akkoyunlu ve Karakoyunlu "Türkmenler", her halde Azerbaycanlılardı.
Memlûk hâkimiyeti zamanındaki "Türkmenler", söz varlığının gösterdiği gibi,
Türkiye Türkçesi konuşmakta idiler.
Biz yine İran'daki Oğuz lehçelerine ve bunları doğudan sınırlayan alana
geri dönelim. Ben bu gün, özellikle 1. ve 2. kişi yüklem eklerine dayanarak,
şu sınıflandırmayı yapmak istiyorum (krş. ek şema):
A. Orta Anadolu'ya kadar Türkiye Türkçesi. Daha Orta Anadolu'da
Azerbaycan Türkçesine geçiş özellikleri kendini gösterir. Son ekler şöyledir:
-im (-in), -sin (slr, -Ir), -iz (sik; -IK eki daha Orta Anadolu'da görülür),
-siniz (-slrlz, -hIz, -siz).
B. Doğu Anadolu, Irak ve daha eski anlayışa göre çok daha küçük bir
bölgede olmak üzere Kuzeybatı İran'da Azerbaycan Türkçesi (Gösterdiğime
göre, Sovyetler Birliğinde de konuşulur). Son ekler şöyledir: -Am,
-sAn
(-sAr), -IK (-UK), -siz (-sUz, -slrız, -siniz). Galûgâh'ta ise böyledir: -Am,
-sAn, -IK, -sUyz.
C. Daha Zencan'dan başlayarak Güney Oğuzcaya geçiş görülür, fakat bu
daha Azerbaycan Türkçesi olarak sayılabilir. İkinci kişi zamirleri -sAn, -siz ya
nında -An, -iz biçimi görülür. Sonkor etrafındaki (açık mavi) bölge, KaşkayAynallu'dan
biraz daha güçlü olarak hükmeder. Burada şunu görürüz: -Am,
-sA, -Ax, -siz. Birinci çoğul kişi eki dikkati çekmektedir. Halacistan'ın kuze-
Gerhard Doerfer 249
yinde bulunan Oğuz ağızlan ve Kabil şu biçimleri gösterir: -Am, -An (-Ay),
-1K (-UK), -İz. C'nin her iki grubu, B ve D'ye geçişte ortak bir özellik gösterirler.
D. Kazvîn'in güneyinden başlayıp, hemen hemen Hemedan'a kadar olan
ağızlar, daha çok Güney Oğuzca olarak tasvir edilmelidir, yani Kaşkay'a ben
zer. Şu biçimleri buluruz: -Am, -An (-Ay), -AK, -iz. Burada neredeyse
bütünüyle A ünlüsü yerleşmiştir. Nihayet yaklaşık 32. enlemden başlayarak,
yani,şimdiye kadar bilindiğinden çok daha kuzeyde Kaşkay-Aynallu için tipik
olan şü son ekleri buluruz: -Am, -An (-An, -Ayfi), -AK, -Anlz (-Anlz,
-Aynlz, -Ayz). Vambery daha 1867 yılında (Cagataische Sprachstudien, Leipzig,
s. 6) İran'da konuşulan Oğuzcayı iki ana kısma ayırıyordu: "Kafkas ötesi
dili"=Asıl Azerbaycan Türkçesi ve "Hemedan yöresinde ve Fars eyaletinde
göçebe halkın konuştuğu Türkçe". Hemedan etrafında bulunan şivelerin ilk kı
rıntılarının, ancak yüz yıl sonra araştınlabilmiş olması, İran için tipiktir. 'Alî
Kûrçî ağzının yerini tespit etmek hayli güçtür. Bu ağızdan yalnız tekil biçimleri
kaydedilmiştir: -Am, -An; bu ağız C'ye olduğu gibi, D'ye de mal edilebilir.
E. Horasan Türkçesi yüklem son eklerinden dağınıklık gösteren bir görü
nüm sunar. Kuzeybatı ve güney ağızlan Kaşkaycayı hatırlatan biçimler gösterir
ler: -Am, -Ay (-An, -An), -AK (-Ay), -Ays (-Anls), bunun yanında
-Am, -Ay (-An), -IK, -İs, (Iyls), yani Kuzey Halacistan ve Kabil ağızlarım an
dıran şekiller gösterir. Buna karşı kuzey ağızlan Özbekçeyi hatırlatan son ekler
gösterirler, yani -mAn, -sAn, -mis (-mlz), -sis (-siz); doğuda birinci çoğul şa
hısta -bh görülür. Ben burada Özbekçenin tesirini değil, bihassa daha çok eski
son eklerin, komşu Özbek şivelerinin desteği ile korunmuş olacağım tahmin et
mekteyim, Horasan Türkçesinin bütün ağızlarını birleştiren şey, Türkmenceye
belli geçişlerdir, örneğin eski b- bâr 'var' ve bermdk 'vermek' kelimelerinde
korunmuştur.
F. Son olarak Türkmence, geniş ölçüde yine Anadolu Türkçesini andıran
biçimler gösterir. Birinci tekil kişide olan -in bile Batı Anadolu ağızlarına uy
maktadır. Yüklem son ekleri şöyledir: -in, -sin (-in), -Is (-IK, -sIK), -siniz
(-iniz).
Bütün bu biçimler, Eski Türkçede sona gelen kişi zamirlerine dayanarak
açıklanabilir: ban/mân, sân, biz, siz. Bu biçimlerin şekillenmesine ilk olarak
analojik süreçler neden olmuştur; örneğin, san Türkiye Türkçesinde siz'e kıyasla
-sın/ -sin olmuştur, ve -sız/siz ilerde geçmiş zaman eki -/n/z" e kıyasla
-siniz haline dönüşmüştür vb. Birinci tekil şahıstaki -A- ünlüsü, D grubu ve
kısmen C ve E'nin yüklem ekleri arasına sızmıştır. Bütün bunlan burada ayrıntılı
biçimde açıklamak mümkün değildir. Biz buna rağmen İran'da birinci tekil
şahısta (-Am) sadece -A- bulunduran ağızların varlığını öğreniyoruz. Bunun
dışında bu kendisini 2. tekil şahısta (Kuzey Halacistan, Kabil, Güney Horasan

Gerhard Doerfer 251
hayli uzak kalmıştır. Bunun içindir ki o dönüşme süreci içinde en çok ve en
az olarak etkilenmiştir. Bütünüyle, bu yüklem şekilleri, Oğuz ağız ve lehçelerinin
geniş ölçüde yalnız gelişme tarihini değil, aynı zamanda akrabalık derecesini
de yansıtır.
Basılmış, baskıya verilmiş ve bitirilmek üzere olan çalışmalar üzerine bu
kadar. Bunların çoğu benim Tezcan ve Hesche ile iş birliğim sonucu ortaya
çıkmış eserlerdir: Bunlar dışında bitirilecek olan şu eserler bulunmaktadır: Horasan
Türkçesi grameri, yaklaşık 300 sayfa. İranca gereçler, yaklaşık 110 sayfa,
Künbed-i Kabus'tan Türkmence gereçler, 150 sayfa kadar, Tebriz, Üskü ve
Mamagan'da derlenmiş Azerbaycan Türkçesi metinleri. Halaçça ve Horasan
Türkçesi metin derlemelerimiz gibi, bunlar da halk yazınının çeşitli türlerinden
örnekleri bir araya getirmekte ve yaklaşık 300 sayfa tutmaktadır. Derlenen
bütün gereçlerin toplam olarak yaklaşık 5500 daktilo sayfası (3000 basılmış kitap
sayfası) tutacağı söylenebilir.
Sayın dinleyicilerim,
Bütün bu çalışmalara karşın, İran'a ilişkin Türkoloji araştırmalarının daha
başlangıcında bulunmaktayız. Şimdiye değin yapılmış olan araştırmalardan açık-
ça ortaya çıkan, henüz birçok şeyin pek eksik bir biçimde araştırılmış olduğudur.
Örneğin Halaçça büsbütün silinip gitmeden önce bir kez daha yakından
araştırılmalıdır. Goethe'den bir alıntı daha yapmak için izninizi istiyorum:
Das Wenige verschwindet leicht dem Blick,
der vonvârtssieht, wieviel noch übrigbleibt.
"Geriye ne kalacağını arayan bakışlar,
azalmış olanı da kolayca gözden kaçırır"
İşte bunun için bu konuşmamı, Halaç Grameri başlıklı eserimin sonunda
yer alan şu sözlerle bitirmek istiyorum:
"Edvvard Piekarski'nin Yakutçanın araştırılması için yaptıklarını analım! O,
arzu edilmeyen siyasal etkinliklerinden dolayı Sibirya'da sürgünde kalmış ve
orada her zaman için kalıcı olacak standart bir eser yaratmıştı. Eğer genç bir
araştırmacı bir (ya da daha iyisi iki yıllığına) yollan tozlu, susuzluk çekilen,
elektriği olmayan bir memlekette Halaçlar arasında kalıp yeni dil gereçleri derlerse,
bu da böyle değerli bir çalışma olacaktır. Bunun için idealizm gereklidir
ve Halaçça araştırmalarının sonuçlandırılması ancak bu yapılırsa mümkün olabilecektir.
Böylesine önemli ve ölmekte olan bir dilin araştırılması, genç bir
araştırmacının idealizmine ve önemli bir kurumun desteğine konu olmaya değ-
mez mi?"
Kaynak: Türk Dili, TDK Yay., Sayı: 431, Kasım 1987,

Konular