ATATÜRK DÖNEMİ (1923–1938) TÜRK‐İRAN İLİŞKİLERİ VE SADABAD PAKTI

Karadeniz Araştırmaları • Yaz 2012 • Sayı 34 • 77‐88
ATATÜRK DÖNEMİ (1923–1938) TÜRK‐İRAN
İLİŞKİLERİ VE SADABAD PAKTI
İbrahim Erdal
Özet
Bölgesel bir güvenlik bloğu oluşturmak ve sınırlarının bütünlüğünü ko‐
rumak, Atatürk döneminde Türkiye Cumhuriyeti'nin önemli politikası haline
gelmiştir. Bu amaçla sınır komşuları ile ilişkilerin geliştirilmesine özen göste‐
rilmiş sorunların karşılıklı çözülmesi için antlaşmalar yapılmıştır. İran ile iliş‐
kilerde en önemli sorun sınırların belirsizliği ve aşiretlerin faaliyetleri olmuştur.
Bu makalede iki ülke arasındaki ilişkilerin gelişimi ve Doğu Paktı da denilen
Sadabad Paktının oluşumu incelenmiştir.
Anahtar Kelimeler: İran, Türkiye, Sadabad, Rıza Şah, Aşiretler
Abstract
Creating a regional security bloc and maintain the integrity of the
boundaries became an important policy of the Republic of Turkey during the
time of Ataturk. For this purpose, Turkey made treaties to solve problems
and improved relations with her neighbors. Uncertainty of the borders and
activities of the tribes were the most important issues in relations with Iran.
In this article, developments in two states’ relations and the Sadabad Pact,
which is also called as the Eastern Pact, were studied.
Key Words: Iran, Turkey, Sadabad, Rıza Shah, Tribes
GİRİŞ
Milli mücadele döneminden itibaren en önemli mücadele sahası uluslarara‐
sı ilişkilerde olmuştur. Ordular üzerinden milli misak sınırlarını kısmen de
olsa tamamlayan Türkiye, Lozan sonrasına bıraktığı konuların çözümünde
diplomasi mücadelesi verdiği gibi aynı zamanda olası bir bölgesel savaş
durumunda hâlihazırdaki sınırlarının güvenliğini teminat altına almaya da
çaba göstermiştir. Bu sebeple önce sınır komşularıyla olan sorunları çözme
gayreti içinde olmuştur. Ancak Irak ve İran’ın özellikle İngiltere hegemon‐
yasında olması bu sorunların uzun yıllara yayılmasına sebep olmuş, ancak
bu ülkeler bağımsızlık sürecine girdikten sonra sorunlar üzerine değinilebi‐
linmiştir.
I. Dünya Savaşı sonunda Rusya’da Bolşevik ihtilali çıkması üzerine
1907 yılında İngiltere ile Rusya arasında yapılan gizli antlaşma geçerliliğini
yitirmiş (Armaoğlu1995; 208; Mansfield 1975;108, Saray1999) İngiltere, İran’daki çıkarlarını
korumak ve buna süreklilik kazandırmak amacıyla bölgeyi kendi etki sa‐
 Yrd. Doç. Dr. Bozok Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü, YOZGAT, ibra‐
him.erdal@bozok.edu.tr
İbrahim Erdal
78
hasında bırakmıştır. Birinci Dünya Savaşı sonrası İran’da savaşın etkisiyle
mevcut siyasi, sosyal bölünmeler daha da artmış, bölge tam bir karışıklık ve
istikrarsızlık içinde kalmıştır. Ülkenin her tarafında birbirinden bağımsız
hareket eden gruplar savaş sonrası işgalci güçlerin boşalttıkları yerlerdeki
iktidar boşluğunu doldurmak için harekete geçmişlerdir.
Anadolu’daki milli mücadele döneminde İngilizlerin, 9 Ağustos 1919
Antlaşmasıyla İran’a, Sevr antlaşmasıyla da Türkiye’ye müdahale etme ve
nüfuzu altına alma çabaları Türklerle İranlıları aynı safa çekmiş ve birbirle‐
rine yakınlaştırmıştır. Bu mücadele refleksinden dolayı hem Türkiye’de
hem de İran’da milliyetçi bir altyapı oluşmuştur. İran’ın İngiltere baskısı
altında karşılaştığı durum Anadolu’da milli mücadele taraftarı basın ta‐
rafından dikkatle izlenmiştir. 1920 yılında Türkiye’de yeni bir rejimin te‐
melleri atılmış, aynı şekilde İran’da da 1921 yılında Rıza Han, yeni bir re‐
jime geçiş süreci başlatmıştır. Bu iki rejimin Batılı kurum ve normlarıyla
modern ve tam bağımsız bir ulus devlet yaratmak gibi amaçları da ortaklık
göstermiştir. Bu sebeple hem resmi ideolojilerin hem de iç ve dış düşman‐
ların benzerliği, yeni rejimlerin birbirine bakışını olumlu kılmıştır. Tarihsel
ve sosyo‐ekonomik nedenlerle İran’ın aşması gereken engeller Türkiye’nin
önündeki engellere göre zorlu olmuştur. Bu da Türkiye’de yaşanan değişim
süreci İran için psikolojik destek olmuş Rıza Han ülkesinde benzer reform‐
lar yapmaya çalışmıştır (Çetinsaya 1999;3, Çetinsaya 2002;769‐770).
MİLLİ MÜCADELE DÖNEMİNDE İRAN İLİŞKİLERİ
1920 yılında Türkiye’nin Yunanistan ile harp halinde oluşundan dolayı özel‐
likle Hindistan Müslümanlarının yaklaşımı Ankara Hükümeti’nin Müslüman
dünyası ile ilişkilerini sıcak tutmuştur. Bu sıcak yaklaşım çerçevesinde Af‐
ganistan coğrafyasına kadar olan bölgede diplomatik faaliyetler için çaba
harcanmıştır. Ankara’nın İran ve Afganistan başta olmak üzere bölgeyle
yakın ilişkiye girmesindeki asıl amaç; İngiltere’nin bu ülkedeki menfaatleri‐
ne zarar vermek ve engel olmak olsa da Ankara’nın yaklaşımına İran itidalli
yaklaşmıştır (Türkdoğan 2000;297, Özgiray 1995: 687). Ancak buna rağmen Türkiye,
bölgede İran’la istediği ilişkileri tam olarak gerçekleştiremese de, ikili ilişki‐
leri gerginleştirmemeye aksine ortak düşman algısı yaratmaya çalışmıştır.
Bu çerçecvede Ocak 1921 tarihinde Sovyet Misyonu Sekreteri Uptumal ile
yaptığı görüşmede Mustafa Kemal, dönemin İran hükümetiyle alakalı ola‐
rak;
“Biz, İran’la dostluk münasebetleri içindeyiz... Osmanlı Hükü‐
meti’nin önceki elçilik personeli Tahran’da kalmıştır. Elçinin kendisi,
gerçekten kaçtı; fakat onun sekreteri ve bütün kadrolar Ankara Hü‐
kümeti’ne bağlılıklarını açıkladılar. Onlar aracılığıyla İngilizlerin
bütün baskılarına rağmen bize, kendilerinin bizim doğal müttefikle‐
rimiz olduklarını ve İngiliz zulmünden kurtulmaya can attıklarını
Atatürk Döneminde Türk‐İran İlişkileri
79
bildiren Tahran Hükümeti ile şu an düzenli dostluk münasebeti içe‐
risindeyiz.” (Cin 2007;56)
sözleriyle bu amaca vurgu yaparken ilişkileri belirli bir düzeyde tut‐
mayı planlamıştır.
Milli Mücadele yıllarında, Ankara Hükümeti ile İran arasındaki ilişkiler
bölgenin Arap unsurlarıyla ilişkilerine oranla daha dengeli, kontrollü ve
mesafeli bir seyir takip etmiş karşılıklılık esasına göre hareket edilmiştir.
Bu çerçevede İran Hükümeti’nin Ankara’ya bir sefaret heyeti göndermek
istemesi üzerine, buna karşılık İran Hükümeti nezdinde bir sefir veya mü‐
messil gönderilmesi ve konsolosluklar hediye edilmesi kararlaştırmıştır
(BCA: 30.18.1.l/3.26.20). Ankara Hükümeti, aradaki mesafenin kapatılması için ilk
adımı atarak, İran’la ilişkilerin geliştirilmesini istemiştir. Ancak o dönemde
hem denge politikalarının bir gereği hem de rejim değişikliğinin getirdiği
etkileşim ve endişeden dolayı Sovyet Rusya tarafından hararetle destekle‐
nen ve İngiliz emperyalizmine karşı Moskova‐Kabil‐Tahran arasında cephe
oluşturulmasını öngören proje çerçevesinde imzalanan ikili anlaşmalar,
dört ülkeden sadece Türkiye ve İran arasında imzalanmamıştır (Kürkçüoğlu‐Fırat
2001;204).
İran milli mücadele döneminde Ankara Hükümeti’ne karşı mesafeli si‐
yaset izlediği ve Türk Kurtuluş Savaşı’nın devam ettiği günlerde Türkiye‐
İran arasında sorun olan en önemli konu iki ülke sınırındaki Kürt aşiretleri‐
nin sebep oldukları ayaklanmalar olmuştur. Özellikle bölgedeki en nüfuzlu
Kürt lideri olan Simko (Çetinsaya 2000;772, Bruinessen 1992;225–231)’nun sınırda çıkar‐
dığı sorunlar iki ülke arasındaki ilişkilerin gerginleşmesine sebep olmuştur.
Türkiye sınırları içerisinden aldığı lojistik destek ile bölgede ağırlığını iyice
hissettiren Simko’nun faaliyetlerinden rahatsız olan İran, sorunun çözümü
ve Aşiretin faaliyetlerinin kontrol altına alınması için Türkiye ile bir dizi
görüşmelerde bulunmuştur (BCA, 30.10.0.0.0/260.753.6). Bu görüşmeler sürecinde
aşiret reisi Simko’nun İngiltere ile olan gizli ilişkilerini tespit edilmesinden
dolayı Türkiye Simko ve aşireti üzerine tedbirlerini arttırmış, bu sayede
desteği kesilen Simko üzerine harekete geçen İran kısa sürede Simko’yu
yenmiş, Simko da Irak’ta Şeyh Mahmut’a sığınmıştır (Sarıhan 1996; 475, 591,831).
İkili ilişkilerdeki mesafeli tutum ve aşiretlerin rahatsızlık veren faali‐
yetlerine rağmen 1920’lerin ilk yarısında iki komşu ülkenin dış politika
amaçları ve çıkarları örtüşmüştür. 1921 yılı başlarında Rıza Han hükümet
darbesi yaparak İran’daki siyasi belirsizliğe son vermiş, önce ordu komu‐
tanı ve milli savunma bakanı, daha sonra başbakan olarak İran’ın iç ve dış
politikasında söz sahibi olmuştur. Tam bağımsızlıkçı, dini veya mezhebi
önyargılardan arınmış bir rejimi öngören iki liderin de ortak düşmanı İngil‐
tere, kısa vadeli dostu Sovyet Rusya olmuştur. Bu süreçte İran Eğitim Ba‐
kanı Mümtaz‐ül‐devle başkanlığında bir İran heyetinin 1922 yılının Haziran
ayında Ankara’ya gelmesiyle ilk resmi temas gerçekleşmiştir. Mümtaz‐ül‐
devle bir gazeteye verdiği demeçte, “iki ulus arasındaki kardeşlik bağlarının,
İbrahim Erdal
80
son zamanlarda daha güçlü bir biçime geldiğini; bundan böyle her iki ulusun
felaket ve mutluluklarını karşılıklı olarak birlikte paylaşacaklarını” söylemiş
ancak, söz konusu temaslarda beklenen başarı sağlanamamıştır (Hâkimiyet‐i
Milliye 18 Haziran 1922, Sonyel 1991;2).
İran heyetinin ziyarete karşılık olarak bir Türk heyeti de İran’a resmi
ziyarette bulunmuş, karşılıklı ziyaretler sonucunda İran ve Türkiye arasın‐
da karşılıklı büyükelçiler atanmıştır. Ankara’daki Sovyet temsilcisi Aralof’un
7 Temmuz 1922 tarihinde İran elçisi Mümtazüddevle’nin şerefine verdiği
ziyafette Mustafa Kemal Paşa konuyla ilgili bir konuşma yapmıştır. Konuş‐
masında
“Efendiler! İran Devleti Aliyesi, İran milleti muhteremesi, haki‐
katen şark muvazene‐i umumiyesinde fevkalade haiz‐i ehemmiyet
bir kitledir. Şimdiye kadar Türkiye halkı ile İran halkı hakiki ve can‐
dan temasa mazhar olamamıştır. Çünkü başlarında öyle adamlar
bulunmuştur ki, onlar buna mani idi. Fakat ben yakinen bilirim ki,
İran milliyetperveranı pek mukaddes bir arzu için asırlarca uğ‐
raşmış, fevkalade kahraman bir millettir. Şimdiye kadar Devleti Ali‐
ye‐i Osmaniye unvanı altındaki imparatorluk ile Devleti Aliye‐i İran
arasındaki münasebatını İranlıların ve Türkiye halkının ciddi tema‐
yüllerine mutabık tecelli edememiş olduğunu itiraf etmek lazımdır.
Fakat bugün İranlı kardeşlerimiz emin olabilirler ki Türkiye’nin ba‐
şında bulunanlar ayrı adamlar değildir. Bunun tecellisi pek feyizli
olacaktır. Bu feyizden yalnız Türkiye ve İran değil bütün şark millet‐
leri müstefiz olacaktır.” (Hâkimiyet‐i Milliye 9 Temmuz 1922)
diyerek geçmişten gelen mesafeli politikaların yerini daha yakın ilişki‐
lerin alacağını bunun da ortak kaygıları olan hükümetler ve halklar ta‐
rafından yapılacağını ifade etmiştir.
RESMİ İLİŞKİLER SÜRECİNİN BAŞLAMASI
Ankara Hükümeti’nin ilk büyükelçisi Muhittin Akyüz, 1922 Sonbaharında
göreve atanmıştır. İlişkilerin samimi bir düzeyde gelişmesiyle iki halk ve
yönetim arasında karşılıklı jestler yapılmıştır. 14 Ocak 1923 tarihli Tahran
Sefiri Muhittin Paşa’nın raporuna göre gerek İran halkının gerekse İran
Hükümeti’nin Mustafa Kemal Paşa ve Türk hükümeti lehinde nümayişler
yapmıştır (BCA; 30.10.0.0/260.152.5). 7 Şubat 1923’de Tahran’a ulaşan ve törenle
karşılanmış olan Muhittin Akyüz, 22 Şubat 1923’te Ahmet Şah’la yaptığı
görüşme sırasında Şah’a itimatnamesini sunduktan sonra konuşmasında:
“Zatı mülükanelerinin perverde buyurdukları hissiyat‐ı muaz‐
zezeyi İslamiye ve milliye hasebiyle Hükümet‐i milliyemin tevdi ey‐
lediği vazifeyi kudsiyenin ifasında taraf‐ı Haşmetanelerinden ve Hü‐
kümet‐i seniyelerinden her türlü muvanete mazhar olacağımı ümit
eylemekteyim. Türkiye’nin en muazzam İslam komşusu bulunan
Devlet‐i Aliye‐i İraniye’nin bitevfiki teala suret‐i daimede naili saa‐
Atatürk Döneminde Türk‐İran İlişkileri
81
det ve şevket olması temenniyat‐ı kalbiyesini tekrar ile Türkiye Bü‐
yük Millet Meclisi’nin Reis‐i Muhteremi Başkumandan Gazi Müşir
Mustafa Kemal Paşa Hazretleri’nin hissiyat‐ı ihtiramkaranelerini
Huzuru şehingahilerine arz ve takdim ile kesbi şeref ve mefharet ey‐
lerim.”(Şimşir 2001;417)
sözleriyle iki ülke arasındaki ilişkiler hakkında Türkiye ve Mustafa
Kemal’in düşüncelerinden hareketle ilişkilerin gelişmesinin önemine de‐
ğinmiştir. İran Şahı da Muhittin Akyüz’ün nutkundan sonra Ankara Hükü‐
meti’nin Tahran’a Büyükelçi atamasından dolayı duyduğu büyük memnuni‐
yeti ifade etmiştir.
Muhittin Akyüz’ün daimi büyükelçi olarak Tahran’a atanmasının aka‐
binde, O daha göreve başlamadan İran Hükümeti Aralık 1922’de İstanbul
sefirini Ankara’ya atamak istemiş bu da krize sebep olmuştur. Hariciye
Vekâleti vekili Hüseyin Rauf Bey, Mustafa Kemal Paşa’ya yazmış olduğu bir
raporda İran’dan gönderilen telgrafta bulunan Osmanlı Hükümeti un‐
vanının kabul edilemeyeceğini ve adı zikredilen sefirin, İstanbul Hükümeti
nezdinde görev yapan sefir olduğu bildirilmiştir (Şimşir 2001;415–419). İtimatna‐
mede geçen “Osmanlı Hükümeti” unvanının düzeltilmesi ve sefirin Ankara
Hükümeti nezdinde görevlendirilmesi, şeklinde yazının düzeltilmesi gerek‐
tiği İran’a hatırlatılmıştır. Görüşmeler sonucunda Mümtazüddevle An‐
kara’ya sefir olarak atanmıştır (Vakit 5 Temmuz 1922).
İran ile ilişkilerde itimatname krizi gibi sorunlar yaşanmış ise de her
iki ülke ilişkileri daha fazla gerginleştirmemek için azami hassasiyet gös‐
termiştir. Resmi düzeyde ikili anlaşmalar yapılmaya devam edilmiş, bu çer‐
çevede İran Hükümeti’nin isteği üzerine İran’ın Trabzon’da konsolosluk
bulundurması (BCA; 30.18.1.1/6.36.8.) ve Trabzon ile Tebriz arasındaki transit
ticaretini kolaylaştırmak için Trabzon ile Erzurum’daki askeriyeye ait de‐
polar Gümrük idaresine teslim edilmiştir (BCA; 30.18.1.1/11.47.11.). 1923 yılları ile
1925 arası İran’la mevcut ilişkilerde her iki devlet de birbirlerine hem kuş‐
ku hem de sempatiyle bakmıştır. Mustafa Kemal’in 16–17 Ocak 1923’te
İzmit’te gazetecilere verdiği mülakat, o dönem Ankara Hükümeti’nin İran’a
bakışını özetler niteliktedir. Mustafa Kemal verdiği bu mülakatta;
“İran ile resmi münasebetlerimiz billurlaşmış değildir. Çünkü
görüldüğüne göre İran’da hâkim ve makul bir hükümet yoktur. Şah‐
ları zannederim Avrupa’da firari bir haldedir ve İran dâhilinde vak‐
tiyle İngilizlerin tesiriyle seçilmiş mebuslardan meydana gelen bir
meclis vardır ve onlara dayanan ve fakat birbirini anlamayan in‐
sanlardan meydana gelmektedir. Harbiye Nazırı olan Rıza Han’ın ne
yapacağı belli değildir. Ancak İran’ın bizimle sıkı ve samimi ve özel
münasebetleri diyebilirim ki Rıza Han vasıtasıyladır. Belki geçende
gördünüz, bana yaverini göndermiştir. (Salar Nizam Han) Rıza
Han’ın yaveri vaktiyle İstanbul’da tahsil etmiş, akıllı bir adamdır.
Onunla bazı gizli konuşmalar yaptık. Fakat görüldüğüne göre onlar
İbrahim Erdal
82
bizden istifade teminine yönelik bir hareket takip ediyorlar. Biz on‐
lara top verelim, cephane verelim ve başka yardımlar yapalım. Buna
karşılık her emrimize amade olarak ve icap ederse, Irak harekâtını
yapmak için hemen hareket edeceğini söylüyor.” (Hâkimiyet‐i Milliye 17 Ocak
1923 )
sözleriyle İran’daki rejimin akıbeti konusundaki belirsizliğe değinerek
bir noktada ilişkilerin kontrollü olmasının sebebini açıklamıştır. Mülakattan
anlaşılacağı üzere; İran’da ırk birliğinin olmaması, ülkeye kuzeyden ve gü‐
neyden gelen siyasi tazyiklerin İran devletinin toprak bütünlüğünü parçala‐
yabileceği ihtimalinden dolayı İran’ın siyasi varlığının korunması gerçeği
Türkiye’nin bölgedeki çıkarları için gereklilik arz ettiğinden Türkiye bu
dönemde İran ile dostluk ilişkilerinin kurulmasının faydalı olacağını dü‐
şünmüştür.
Rıza Han da Harbiye Nazırı olduğu bu dönemde Ankara Hükümetine
kuşkuyla bakmakla birlikte Türkiye’deki gelişmeleri yakından takip etmiş
Lozan Barış Andlaşması’nın imzalanmasından sonra gönderdiği telgrafta
Türkiye’nin büyük fedakârlıkları sayesinde yapılan şerefli sulhtan dolayı en
samimi duygularını bildirmiştir (Şimşir 2001;429). Karşılıklı menfaatlere de da‐
yalı olan bu samimi siyaset her alanda desteklenmiş hatta 12 Aralık 1923
tarihinde alınan bir kararla; Türkiye’de sık sık kullanılan “Acem” tabirinin
İranlıları rencide etmesinden dolayı resmi ve edebi yazışmalarda kul‐
lanılması yasaklanmıştır (BCA; 5l.0.0.0/65.18).
Türkiye’de Cumhuriyet ilan edilmesi İran’da aydınlar arasında büyük
yankı uyandırmış İran’da da aynı değişikliklerin yapılması gündeme gelmiş‐
tir. Ancak Türk hareketinin siyasetle dini birbirinden ayıran özelliği İran’ın
tutucu orta sınıfları arasında kuşkuyla karşılanmasına sebep olmuş hatta
devletin dinsizleşmesi olarak algılanmıştır. Mustafa Kemal’den sonra Rıza
Han cumhuriyetçi bir hareket başlatmışsa da 1924 baharında güçlü bir di‐
renişle karşılaşmış gelen yoğun tepkilere daha fazla dayanamayarak Kum
şehrinde yayınladığı bir bildiriyle cumhuriyet idaresine karşı olduğunu ilan
etmek zorunda kalmıştır (Yann 1990;84).
Maarif Vekili Hamdullah Suphi Bey, 12 Haziran 1925 günü Öğretmen‐
ler Cemiyeti Kongresinde yaptığı konuşmada İran’daki hareketin başarısız
olması hususunda,
“Şimdiki İran’da bir cumhuriyet hareketinde hiç kimsenin muvaffak ol‐
masına imkân yoktur. Çünkü orada Türk Cumhuriyeti’nin dayandığı aydın
subay zümresi, Tıbbiyemizin, muallim mekteplerimizin, Darülfünun şubeleri‐
nin ve Tanzimat’tan beri vücuda gelen bütün mekteplerimizin yetiştirdiği
şuurlu, müdrik nesiller yoktur; bu nesiller olmasaydı, Türkiye’de cumhuriyet
hareketi yapılabilir miydi?” (Söylev ve Demeçler 1997;43–45) yorumunu yaparak
İran’da cumhuriyetin zihni altyapısının yokluğuna vurgu yapmıştır.
Atatürk Döneminde Türk‐İran İlişkileri
83
SINIR SORUNLARI VE AŞİRETLERİN FAALİYETLERİ
Türkiye, daha kuruluş aşamasındaki yeni İran yönetiminin, Irak gibi İngiliz
sömürgesi olmasını istemediğinden Rıza Şah’ın iktidara gelmesini destek‐
lemiştir. Bu arada bölgede oluşabilecek herhangi bir gelişmeye hazırlıklı
olabilmek amacıyla 1924 yılında, Nasturi isyanının çıktığı ve Şeyh Sait is‐
yanının öncesi, koşulları çok zor olan bir dönemde sınıra yüz bin dolayında
Türk askeri yığınağı da yapmıştır. Musul’u elde bulundurmayı öncelikli bir
hedef haline getirmiş olan İngiltere, bir karşı hareket olarak bölgedeki etnik
yapıyı harekete geçirmek için faaliyetlere girişmiş ve Türk‐İran sınırını
içinden çıkılmaz bir sorunlar yumağı haline getirmiştir (Arslan 2003;37‐38). Mu‐
sul uyuşmazlığı sırasında Türk‐İran sınırı bölgesinde yaşayan bazı aşiretle‐
rin bölgede baskınlar yapmaları Türk ve İran hükümetlerinin karşılıklı it‐
ham ve protestolarına sebep olmuştur. 1925 yılında ortaya çıkan Şeyh Said
isyanı sırasında bazı Kürt aşiretleri Türkiye’nin hâkimiyetini tanımadıkları‐
nı ilan ederek isyan etmiş, Ağrı Dağı’nın sarp bölgelerine sığınarak veya
İran topraklarına da kaçarak kontrolü güç bir problem haline gelmiştir. Bu
gelişmeler üzerine Türkiye ve İran, iki ülke arasında sık sık uyuşmazlıklara
ve gerginliklere neden olan mevcut sorunları çözmek için harekete geçmiş
yapılan görüşmeler neticesinde ilk resmi antlaşma olan 22 Nisan 1926 ta‐
rihli Emniyet ve Muhadenet Muahedesi (Dostluk ve Güvenlik Antlaşması)
imzalanmıştır (BCA; 30.18.1.1/19.34.3.; Soysal 2000;274‐278). Antlaşma sonrası dönemde
iki ülke arasında bir yakınlaşma olmuş ise de sınır sorunları kesin olarak
çözümlenememiş ve sınır olayları bundan sonra da sürmüştür (Şimşir 2001;441‐
446).
1926 Mayısında Ağrı ve civarında başlayan isyanlar ilişkilerin tekrar
gerilmesine sebep olmuş hayvan hırsızlığı yapan Yusuf Taşo ve avanesinin
sık sık askerden kaçarak İran’a kaçması ve oradan destek görmesi yeni bir
sorun ortaya çıkarmıştır (Genelkurmay Belgelerinde Kürt İsyanları 1992;229–236). Türkiye,
sınır tecavüzlerinin artması üzerine bölgede huzur ve güvenliğin sağlana‐
maması nedeniyle İran Hükümeti’nden sınırların tespiti ve güvenliğinin
sağlanması için girişimde bulunmasını talep etmiştir (BCA; 30.10.0.0./261.755.18).
Bu talep üzerine iki taraflı kurulan komisyonlar konu üzerinde müzakereler
yapmış 1931 yılında sınır üzerine komisyon görüşmelerinin sürdüğü sırada
yine İran’dan Türkiye’ye girmiş olan göçerlerin sınır dışına çıkarılmasıyla,
kısa süre sonra komisyonlar iki ülkenin sınırı konusunda anlaşmaya var‐
mışlardır (BCA; 30.10.0.0/261.757.24). Türkiye konuya gösterdiği hassasiyeti belirt‐
mek üzere Dışişleri bakanı Tevfik Rüştü Bey ile Hüsrev Gerede’yi Tahran’a
göndermiş, görüşmeler sonucunda 25 Ocak 1932 tarihinde “Türkiye İle İran
Hudut Hattının Tayinine Dar İtilafname” ve diğer uzlaşma ve hakem anlaş‐
maları imzalanmıştır (BCA; 30.10.0.0/230.547.9, Gerede 1952;199–207, Soysal 2000;420–426).
İbrahim Erdal
84
BARIŞ SÜRECİ VE SADABAD PAKTI
Resmi antlaşmalarla başlayan iki ülke arasındaki gelişmeler İran şahı Rıza
Pehlevi’nin 1934 yılındaki ziyareti ile yumuşama ve barış sürecine girmiştir
(Vakit 16 Haziran 1934). Ziyarete gelen İran Şahına Uçak hediye edilmiş ziyaret
planlandığından daha uzun sürmüştür (BCA; 30.18.1.2/46.45.13). Ziyaret süresince
Rıza Pehlevi’nin şerefine opera gösterisi (Cumhuriyet 19 Haziran 1934) düzenlenmiş,
modernleşme üzerine sohbetler yapılmıştır (Bozdağ 1999;94, Akşin 1991;196, İnönü
1987;267–268). Rıza Pehlevi’nin ılımlı siyasetiyle resmi belgelerde ve antlaşma‐
larda “Pers”, “Persian” tabirinin yerine “İran” veya “İranien” tabirinin kul‐
lanılmasına resmen karar verilmiştir (BCA; 30.10.0.0/261.759.20).
Türkiye ile İran arasındaki dostluk ve yakınlaşma yabancı basınında
dikkatini çekmiş, Evening Standard gazetesinde yayınlanan bir makalede
Türkiye ile İran arasındaki demiryolu bağlantısının bölgede yen bir dönemi
başlattığı ve bu yakınlaşmanın dengeleri değiştirebileceği ifade edilerek
Irak‐İran arasındaki sorunlara değinilmiştir (BCA; 30.10.0.0/261.759.12). Yine böl‐
gede yayın yapan Paletsine Post Gazetesi de aynı konuya değinerek “İran
Şahı’nın Türkiye’yi Ziyareti Irak’ta Endişe Uyandırıyor” manşetini atmıştır
(BCA; 30.10.0.0/261.759.09).
İki ülke arasındaki ilişkilerin en üst noktaya ulaştığı bu dönemde, Mus‐
solini’nin Doğu Akdeniz bölgesinde yayılmacı bir siyaset izlemeyi sürdür‐
mesi, ikili dostlukların ortak bir işbirliğine dönüştürülmesinin gerekli ol‐
duğu kanaatini doğurmuştur. İtalya’nın, Milletler Cemiyeti sistemini ihlal
ederek Habeşistan’a karşı fiili tecavüze girişmesi (Cumhuriyet 04 Ekim 1935; Vakit 20
Ekim 1935), Türkiye’yi Doğulu devletlerle bir Pakt çerçevesi içinde münase‐
betler kurmaya sevk etmiştir. 1930 yılında bağımsızlık sürecine giren Irak
da, iki güçlü komşusu İran ve Türkiye’yle yakınlaşmak istemiş bu amaçla
Temmuz 1931’de Irak Kralı Faysal ve Başbakan Nuri Sait Paşa, Türkiye’ye
bir ziyarette bulunmuş ve bu ziyaret sonrası iki ülke arasında alt seviyede
devam eden bir görüşmeler dizisi başlamıştır (Cumhuriyet 7 Temmuz 1931; Vakit 10
Temmuz 1931). 15 Ocak 1933’de İran‐Irak arasındaki süreli sınır güvenliği an‐
laşması görüşmeleri başlamıştır (BCA; 30. 10.0.0/259.741.27).
Bu sırada bölge için önemli bir sorun olan İran‐Afganistan sınır anlaş‐
mazlığının ise Türkiye’nin hakemliğinde çözülmesine karar verilmiş (BCA;
30.l0.0.0/261.759.19). Türkiye’nin hakemliği ile iki komşu ülke arasındaki sınır
sorunları çözülmüştür (BCA; 30.10.0.0/261.760.9).
Bölgesel sorunların çözüme kavuşturulması sürecinde dengeleri göze‐
ten İngiltere 16 Mayıs 1935’te uzun zamandan beri İran ile arasında sorun
olan Basidü ve Hengam adalarını İran’a devretmiştir (BCA; 30.10.0.0/261.760.3). Bu
tutuma rağmen bölgedeki üç devlet arasındaki yapılacak ortak anlaşmaya
İngiltere’nin katılmama kararı alması üzerine dengeler gözetilerek Sovyet‐
ler Birliği’nin de katılmaması talep edilmiş Sovyetler Birliği de durumu göz
önüne alarak yapılacak antlaşmaya engel çıkarmayacağı garantisi vermiştir
(Soysal 1997;330–331). Bunun üzerine, Türkiye, Irak ve İran yapılacak antlaşma
Atatürk Döneminde Türk‐İran İlişkileri
85
metni üzerinde anlaştı ve taraflarca antlaşma metni 2 Ekim 1935’te Ce‐
nevre’de parafe edilmiştir (BCA; 30.10.0.0/261.760.10). Cenevre’de parafe edilen bu
antlaşma çerçevesinde, Türkiye ve İran arasında gelişen ilişkiler Telgraf ve
Telefon Hatlarının Tesisine Dair Özel Antlaşması, İkamet Antlaşması, Suç‐
luların iadesi ve Adli Müzaharet Antlaşması, Sınır Bölgesinin Güvenliği Hak‐
kında Antlaşma, Gümrük Faaliyetlerinin Tanzimi Hakkında Antlaşma, Tica‐
ret ve Seyrisefain Antlaşması, Hava Seyriseferi Antlaşması, Baytari Antlaş‐
ması, Trabzon‐Tebriz‐Tahran Transit Yolu Antlaşması gibi imzalanan bir‐
çok antlaşmayla olumlu bir şekilde sonuçlanmıştır (bk. Soysal 2000).
Türkiye‐İran ve Irak arasında Cenevre’de görüşülen antlaşma metni‐
nin, doğrudan imzalanmayıp önce parafe edilmesi, Irak hükümetinin Irak‐
İran sınır uyuşmazlığı (Şattülarap sorunu) konusunda Bağdat’ta sürdürülen
görüşmelerde daha bir sonuca varılamadığını öne sürmesinden kaynak‐
lanmıştır. Antlaşmanın imzalanmasının önünde duran tek engel olan İran‐
Irak arasındaki Şattülarap sorunu ise, Türk Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü
Bey’in çabalarıyla, iki ülke arasında Tahran’da 4 Temmuz 1937’de imzala‐
nan antlaşma ile ortadan kaldırılmıştır (Soysal 1997;331‐332). Türkiye Dışişleri
Bakanı Tevfik Rüştü Aras şerefine Tahran’da verilen ziyafette İran Dışişleri
Bakanı B. Samiy arasında karşılıklı samimi nutuklar verilmiştir (Vakit, 04 Temmuz
1937).
Antlaşmanın imzalanması için bir engel kalmayınca, 8 Temmuz günü
Tahran’da Türkiye, İran, Irak ve Afganistan’ın Dışişleri Bakanları arasında,
"Türkiye, Afganistan, Irak ve İran arasında Saldırmazlık Antlaşması” imza‐
lanmış (Cumhuriyet 9 Temmuz 1937) anlaşma Milletler Cemiyeti’nde tescil edilmiştir
(Vakit 10 Temmuz 1937). Rıza Şah’ın “sadabad” adlı yazlık sarayında imzalanıldığı
için “Sadabad Paktı” olarak da bilinen bu antlaşma 10 maddeden oluşmuş‐
tur (Vakit 11 Temmuz 1937).
Antlaşmanın giriş bölümünde dostluk isteyen antlaşmaya taraf devlet‐
lerin Milletler Cemiyeti Yasası çerçevesinde Yakın Doğu’da barış ve güven‐
liği sağlamak ve böylece genel barışa yardımcı olmak amacını güttükleri
belirtilmiştir. Antlaşmanın, 1. maddesinde, tarafların birbirlerinin içişlerine
karışmayacakları, 2. maddesinde ortak sınırların dokunulmazlığına saygı
gösterecekleri, 3. maddesinde ortak çıkarların söz konusu olduğu uluslara‐
rası uyuşmazlıklarda birbirlerine danışacakları, 4. maddesinde birbirine
karşı ne tek başlarına, ne de başka devletlerle birlikte saldırıya geçemeye‐
cekleri belirtilmiştir. Antlaşmanın, 5. maddesinde bir saldırı durumunda
saldırıya uğrayan devletin kendini savunmak için önlemler alması doğal
olmakla birlikte, sorunun Milletler Cemiyeti Konseyi’ne bildirilmesi gerek‐
tiği, 6. maddesinde taraflardan biri antlaşmaya taraf olmayan üçüncü bir
devlete karşı saldırıya geçerse, taraflardan birinin, bir ön bildirimde bu‐
lunmaksızın antlaşmaya son verebileceği kabul edilmiştir (Cumhuriyet 11 Temmuz
1937). Antlaşmanın, 7. maddesinde taraflar, kendi sınırları içinde öteki tarafın
kurumlarını yıkmak, düzen ve güvenliğini sarsmak ya da hükümet rejimini
İbrahim Erdal
86
bozmak amacıyla silahlı çeteler, gruplar ya da örgütlerin kurulmasını ve
onların eyleme geçmelerini engellemeyi; 8. maddesinde taraflar aralarında
çıkabilecek uyuşmazlıkları 1928 tarihli Briand‐Kellogg Antlaşması çerçeve‐
sinde savaşa başvurmadan barışçı yollarla çözülmesini 9. maddesi de ta‐
rafların Milletler Cemiyeti Yasası ile üstlendikleri yükümlülüklerinin bu
antlaşmayla kabul edilen hiçbir madde ile kısıtlanmamasını içermiştir. Ant‐
laşmanın son maddesinde ise, antlaşmanın süresi, onayı, yürürlüğe girişi ve
Milletler Cemiyeti Sekreterliği’ne tescili yöntemleri hükme bağlanmıştır. Bu
maddeye göre, antlaşmanın süresi beş yıldı ve bu sürenin bitiminden altı ay
önce tarafların birisince antlaşmaya son verildiği bildirilmedikçe yeniden
beş yıl için yürürlükte kalacağı, bunun daha sonraki dönemler için de geçer‐
li olacağı yazılıyordu (Vakit 11 Temmuz 1937).
Bu sırada l Aralık 1937’de Türkiye Cumhuriyeti ile Afganistan, İran ve
Irak arasında düzenlenen Ademi Tecavüz Anlaşması’nın onaylanmış (BCA
30.18.1.2/80.98.13) Sadabad paktı da TBMM’de 14 Ocak 1938 günü onaylanarak,
antlaşmaya taraf olan diğer devletlerin de onayından sonra 25 Haziran
1938 günü yürürlüğe girmiştir (Berke 1998;136).
Sonuç olarak 1920 yılından itibaren Anadolu’da başlayan milli müca‐
dele yeni bir devlet yapısını doğurmuş aynı süreç İran tarafından da yakın‐
dan takip edilmiştir. Coğrafi sebeplerden dolayı birbirlerini etkileyen iki
ülke arasında benzer inkılâp çabaları yaşanmıştır. Bunun yanında tarihten
gelen mücadele de göz ardı edilmemiş her iki devlet kontrollü bir politika
izlemiştir. Bölgede değişen dengeler sorunların çözümünde de başlıca et‐
kenlerden olmuştur. Sadabad Paktı’nın imzalanması hem her iki devletin
resmi çevrelerinde hem de basında olumlu karşılanmıştır. Dört ülkenin
devlet başkanı tarafından karşılıklı gönderilen telgraflarda Sadabad
Pakt’ının Orta Doğu’da barışın devamı için zaruri olduğu belirtilmiştir.
Sadabad Paktı Birinci Dünya Savaşı sonrası kurulan uluslararası siste‐
min devamını savunan anti‐revizyonist devletler özellikle İngiltere ta‐
rafından da olumlu karşılanmıştır. Türkiye ise yapılan bu antlaşmayla doğu
sınırlarını güvenlik altına almış, aynı zamanda aşiretlerin yarattığı sorun‐
lardan dolayı ortaya çıkan sınırların belirsizliği durumunu da çözüme ka‐
vuşturmuştur. Böylece Türkiye, Batı’da Balkan Antantı Doğu’da Sadabad
Paktı’nın kurulmasını sağlayarak, yaklaşan İkinci Dünya Savası öncesinde
sınırlarını güvenlik altına almıştı. Gerçekte Sadabad Paktı, Balkan Antantı
gibi bir ittifak antlaşması olmasa da herhangi bir saldırıya karşı caydırıcı
niteliği taşımıştır. Sadabad Paktı aynı zamanda bölgede imzalanmış ilk da‐
yanışma antlaşması olmuş Afganistan’ın da dâhil olmasıyla Ege Denizi’nden
Basra Körfezi ve Himalayalara kadar uzanan bir barış ve dostluk bölgesi
oluşturmuştur.
Atatürk Döneminde Türk‐İran İlişkileri
87
KAYNAKLAR
Arşiv Belgeleri ve Gazeteler
Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi; 30.18.1.l/3.26.20.
BCA, 30.10.0.0.0/260.753.6
BCA; 30.10.0.0/260.152.5
BCA; 30.18.1.1/6.36.8.
BCA; 30.18.1.1/11.47.11.
BCA; 5l.0.0.0/65.18
BCA; 30.18.1.1/19.34.3
BCA; 30.10.0.0./261.755.18
BCA; 30.10.0.0/261.757.24
BCA; 30.10.0.0/230.547.9
BCA; 30.18.1.2/46.45.13
BCA; 30.10.0.0/261.759.20
BCA; 30.10.0.0/261.759.12
BCA; 30.10.0.0/261.759.09
BCA; 30. 10.0.0/259.741.27.
BCA; 30.l0.0.0/261.759.19.
BCA; 30.10.0.0/261.760.9.
BCA; 30.10.0.0/261.760.3.
BCA; 30.10.0.0/261.760.10.
BCA; 30.18.1.2/80.98.13
Hâkimiyet‐i Milliye, 9 Temmuz 1922.
Hâkimiyet‐i Milliye, 17 Ocak 1923
Cumhuriyet, 7 Temmuz 1931;
Cumhuriyet, 19 Haziran 1934
Cumhuriyet, 04 Ekim 1935;
Cumhuriyet; 9 Temmuz 1937
Cumhuriyet, 11 Temmuz 1937
Vakit, 10 Temmuz 1931
Vakit, 16 Haziran 1934
Vakit, 20 Ekim 1935
Vakit, 04 Temmuz 1937
Vakit; 10 Temmuz 1937
Vakit; 11 Temmuz 1937
Vakit; 11 Temmuz 1937
İbrahim Erdal
88
Kitap ve Makaleler
AKŞİN, Aptülahat, (1991), Atatürk’ün Dış Politika İlkeleri ve Diplomasisi,
Ankara.
ARMAOĞLU, Fahir, (1995), 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi, Ankara.
ARSLAN, Esat, (2003), Türk Dış Politikasında Ödün değil, Uzlaşı, Ankara.
Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri; (1997), C: III, Ankara.
BERKE, Hasan, (1998), Türkiye’nin Dış Politikası 1923–1939, İstanbul
BOZDAĞ, İsmet, (1999), Atatürk’ün Avrasya Devleti, İstanbul
BRUINESSEN, Martin Van, (1992), “Kürt Aşiretleri ve İran Devleti; Simko
Ayaklanması”, Kürdistan Üzerine Yazılar, İstanbul.
CİN, Barış, (2007), Türkiye‐İran Siyasi ilişkiler (1923–1938), İstanbul
ÇETİNSAYA, Gökhan, (1999), “Atatürk Dönemi Türkiye‐İran ilişkileri 1926–
1938”, Avrasya Dosyası İran Özel Sayısı, V/3. Ankara.
ÇETİNSAYA, Gökhan, (2002), “Cumhuriyet Dönemi Türkiye‐İran İlişkileri”,
Türkler, C.17, s.769–770, Ankara.
ÇETİNSAYA, Gökhan, (2000), “Milli Mücadele’den Cumhuriyete Türk‐İran
İlişkileri, 1919–1925, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, C:XVI, S:48,
Kasım, s. 772, Ankara.
Genelkurmay Belgelerinde Kürt İsyanları I; (1992), İstanbul.
EREDE, Hüsrev, (1952), Siyasi Hatıralarım I: İran, İstanbul.
NÖNÜ, İsmet, (1987), Hatıralar, İstanbul.
KÜRKÇÜOĞLU, Ömer, ‐Melek, Fırat, (2001), Türk Dış Politikası, İstanbul.
ANSFIELD, Peter, (1975), Osmanlı Sonrası Türkiye ve Arap Dünyası, İstanbul.
ÖZGİRAY, Ahmet, (1995), “İngiliz Belgeleri Işığında Türk‐İran Siyasi İlişki‐
leri (1919–1938)”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, XI/33.
SARAY, Mehmet, (1999), Türk‐İran İlişkileri, ATAM yayını, Ankara.
SARIHAN, Zeki, (1996), Kurtuluş Savaşı Günlüğü, IV, Sakarya Savaşından
Lozan’ın Açılışına (23 Ağustos 1921–20 Kasım 1922), Ankara.
SONYEL, Salahi, (1991), Türk Kurtuluş Savaşı ve Dış Politika, C. II Ankara.
SOYSAL, İsmail, (1997), “1937 Sadabad Paktı”, Çağdaş Türk Diplomasisi, 200
Yıllık Süreç, Sempozyumda Sunulan Tebliğler, s. 330–331, Ankara.
SOYSAL, İsmail, (2000), Türkiye’nin Siyasal Antlaşmaları 1920–1945, Türk
Tarih Kurumu Yayını, Ankara.
ŞİMŞİR, Bilal N., (2001), Atatürk ve Yabancı Devlet Başkanları, C. II, Türk
Tarih Kurumu yayını,
TÜRKDOĞAN, Berna, (2000), Atatürk Dönemi Türkiye Devleti’nin Dış Politi‐
kası, Ankara.
UÇAROL, Rıfat, (1985), Siyasi Tarih, İstanbul.
YANN, Richard, (1990), Kemalizm ve İslam Dünyası, İstanbul.

Konular