KELEBEĞİN ATEŞE YOLCULUĞU: KLASİK FARS VE TÜRK EDEBİYATINDA ŞEM‘ Ü PERVÂNE MESNEVİLERİ

A.Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi Sayı 39, Erzurum 2009
Prof. Dr. Hüseyin AYAN Özel Sayısı
        ~ 877 ~ 
Journey Of The Moth To Fire: Şem Ü Pervane Mesnevis
In Classical Persıan And Turkish Literature
ÖZ
Bu makalede pervâne ile şem‘ kelimelerinin anlamları, Şem‘ ü
Pervâne’nin kaynağı, manzum ve mensur eserler ile divanlarda yer alan
Şem‘ ü Pervâne sembol ve şiirleri ele alınmıştır. Ayrıca bağımsız bir eser
olarak Farsça ve Türkçe yazılan Şem‘ ü Pervâne mesnevileri hakkında bilgi
verilmiştir.
Anahtar Kelimeler: Şem‘ ü Pervâne, ateş, sembol, tasavvuf, aşk
ABSTRACT
This article deals with the meanings of Pervane (Moth) and Şem (Candle),
their sources and symbols, and poems of Şem ü Pervane (Candle and
Moth) found in the verse and prose works and Divans (a collection of poems
written by one author). To this end, additional information about Şem ü Pervane
mesnevis (poms made up of rhymed couplets) written independently
both in Persian and Turkish is also provided.
Keywords: Şem ü Pervane (Candle and Moth), fire, symbol, mysticism,
love.
em‘ ile pervâne arasındaki ilişki, eskiden beri şair ve ediplerin dikkatini
çekmiştir. Şair ve edipler bu iki kelimeden birleşik sıfatlar ve
tamlamalar oluşturarak, yeni kavramlar/semboller yaratmışlar, bu iki
kelimeyi hem gerçek hem de mecazî anlamlar yükleyerek, beşerî ve mecâzî aşkı
dile getirmişlerdir. Bu aşkı anlatırlarken de şem‘ ve pervâne sembollerinden yararlanmışlardır.

Ş
1. Kelime Olarak Şem‘ ü Pervâne
Şem‘; Arapça bir kelime olup mum, balmumu, aydınlanmak için yakılan
herşey, çerağ, kandil manalarına gelir.1 Şem‘, aşağıdaki kelimelerle birlikte tamlama
oluşturarak “güneş” anlamını verir: Şem‘-i âsmân, şem‘-i âftâb, şem‘-i
encüm, şem‘-i hâver, şem‘-i rûz-ı rûşen, şem‘-i zer-endûde-i firûze-legen, şem‘-i

* İnönü Üniversitesi Fen Edebiyat Fak. Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Öğrt. Üyesi. 1
Ali Ekber Dihhudâ, Lugatnâme,c. XXXI, Tahran 1349 hş., s. 596; Muhammed Mu‛in, Ferheng-i
Fârsî, c. II, Tahran 1360 hş., s. 2077.
TAED 39, 2009, 877-907
~ 878 ~  S. ARMUTLU: Kelebeğin Ateşe Yolculuğu: Klâsik Fars ve Türk Edebiyatında
Şem ü Pervâne Mesnevileri
TAED 39, 2009, 877-907

zümürrüd-legen, şem‘-i sipihr, şem‘-i gerdân-ı sipihr, şem‘-i çarh-ı revân, şem‘-i
subh, şem‘-i kâfûrî-i subh2
Şem‘ kelimesi şu tamlamalar ile de “ay” anlamında kullanılır: şem‘-i
âsmân, şem‘-i âsmânî, şem‘-i felekî, şem‘-i kâfûrî, şem‘-i şeb-efrûz, şem‘-i âlemtâb.3

Bu kelime tasavvufî anlamlar da içerir: şem‘-i Hak ve şem‘-i Hudâ, Allah’ın
nuru, ışığı
4
ve mürşid-i kâmil’dir.5 Şem‘-i hû, şem‘-i zafer, hakiki bir aydınlık,
İlahî nur anlamında kullanılır.6 Şem‘-i hudâ ve şem‘-i zü’l-celâlden maksat
da Hz. Muhammed’dir.7

İstiare yoluyla Allah’a şem‘-i lâ-yezâlî denilmektedir8
Sâlikin kalbini yakan
ilahî nurun parıltısı, müşâhede ehlinin kalbinde parlayan irfân nuruna da
şem‘denir.9
Mutasavvıflar, İslâm dini ve Kur’an’a şem‘-i ilahî derler.10
Şem‘ kelimesi İslâmî doğu edebiyatlarında sevgili ve güzele teşbihte de
kullanılmıştır. Bu teşbihe esas olan özellik, onun yüzü ve yanağıdır. Sevgilinin
güzellik unsurlarından olan yüz ile yanak, parlaklık ve aydınlık yönüyle ele alı-
nıp, çeşitli tasavvur ve tahayyüllerde kullanılmıştır. Bu duygular ifade edilirken
şu tamlamalardan istifade edilmiştir: şem‘-i cemâl, şem‘-i cem, şem‘-i Çigil,
şem‘-i Hoten, şem‘-i dil-efrûz, şem‘-i şeker-leb, şem‘-i Tıraz, şem‘-i Tarab11
Yine İslâmî doğu edebiyatlarında ortak kullanılan güzelliğin şem’e benzetilmesi,
âşık veya gönlü ona yanan pervâne şeklinde hayal edilmesindendir. Yüz ve yana-
ğın şem‘e benzetilişinde renk, parlaklık ve yakıcılık ile başka müşâhedeye dayanan
tasavvurlar rol oynar12.
Pervâne kelimesi Pervin, Ülker (yıldızı) anlamına gelen “perv” ile nispet
bildiren “âne” son ekinin birleşmesiyle meydana gelmiştir.13 Bu kelime padişah
2
Rahîm-i Afîfî, Ferhengnâme-i Şi’rî, c. II, Tahran 1372 hş., s.1601-1608; Hasan-ı Enûşe,
Ferhengnâme-i Edeb-i Fârsî, c. II, Tahran 1381 hş., s. 912. 3
Rahîm-i Afîfî, a.g.e.,c.II,s.1601. 4
Rahîm-i Afîfî, Ferhengnâme-i Şi’rî, c. II, s. 1603. 5
Ali Ekber Dihhudâ, Lugatnâme, c. XXXI, s. 598. 6
Rahîm-i Afîfî, a.g.e., c. II, s. 1606-1608.
7
Rahîm-i Afîfî, a.g.e., c. II, s. 1608.
8
Hasan-ı Enûşe, Ferhengnâme-i Edeb-i Fârsî, c. II, s. 912; Rahîm-i Afîfî, a.g.e., c. II, s. 1607. 9
Süleyman Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, İstanbul 1995, s. 491. 10 Ali Ekber Dihhudâ, a.g.e., c. XXXI, s. 598; Rahîm-i Afîfî, a.g.e., c. II, s. 1602; Ziya Şükûn,
Gencîne-i Güftâr, c. II, İstanbul 1984, s. 1328. 11 Rahîm-i Afîfî, a.g.e.., c. II, s. 1602 vd.
12 Ali Nihat Tarlan, Şeyhî Dîvânı’nı Tetkik, İstanbul 1964, s. 104-105, 156, 163; Harun Tolasa, Ahmet
Paşa’nın Şiir Dünyası, Ankara 1973, s. 277 vd.; Cemal Kurnaz, Hayali Beg Divanı Tahlili,
Ankara1997, s. 244 vd. 13 Seyyîd Sâdık Gevherîn, Ferheng-i Lugat u Ta‛birât-ı Mesnevî-i Celâleddîn Muhammed b.
Hüseyn-i Belhî, c. II,Tahran 1338 hş, s. 302; Ali Ekber Dihhudâ, a.g.e., c. XII, s. 242
A.Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi Sayı 39, Erzurum 2009
Prof. Dr. Hüseyin AYAN Özel Sayısı
        ~ 879 ~ 

fermanı, berat, havale, izin, icazet, ulak, öncü, asker, hacib, delil, rehber anlamı-
na geldiği
14 gibi, gemilerde torpidolara ve uçaklara takılan, bir motorla çalıştırı-
lan itme, çekme ya da tutunma aygıtı (uskur) anlamında da kullanılır.15 Ayrıca
otomobil, uçak, gemi ve benzeri şeyleri hareket ettirmeye yarayan veya hava
akımı meydana getiren cihaz, çark da pervâne kelimesiyle ifade edilmiştir.16
“Aslanın önünde giderek yoldan çekilmeleri için diğer hayvanlara seslenen
ve kara kulak” denilen bir hayvana verilen isme de pervane denilmiştir.17 Siyahgûş
da denilen kara kulak, pervâne nasıl ışığın etrafında dolaşırsa, bu hayvan da
aslanın etrafında öyle dolaştığı için, pervâne adını almıştır.18
Pervâne kelimesi, genellikle karanlıkta ortaya çıkarak ışık çevresinde toplanan
gece kelebekleri (Heterocera) öbeğinden pulkanatlılara verilen ortak ad19
için de kullanılır. Bunlar ısınmak için (soğuk gecelerde) ateşe giderler.
Pervâne kelimesi, bazı kelimelerle birlikte kullanıldığında; kendinden ge-
çen, kararsız ve perîşan bir gönüle sahip, çekinmeden feda eden “âşık” anlamına
gelir.20 Bu manada kullanılan kelimeler şunlardır: Pervâne-hû, pervâne-dil,
pervâne-sıfat, pervâne-meşreb.21
2. Şem‘ ü Pervâne’nin Kaynağı
Şem‘ ü Pervâne eserlerinde yer alan pervâne sembolü, Kur’an ve hadislerde
geçer: “O gün insanlar yayılan pervâneler gibi olacak”22 ayetinde insanlar, uçuşan
pervânelere benzetilmiştir. Ayette geçen “ferâş” kelimesi “ferâşe”nin çoğuludur.
Geceleri ışık ve ateş etrafında çırpınıp uçarak kendisini ateş içine atan ve Farsça’da
olduğu gibi dilimizde de pervâne diye bilinen küçük kelebeklere “ferâş” denir. Ateşe
çarptıktan sonra kanatlarını yayıp döşediği için “ferâşe” diye isimlendirilmiştir.23
“Mebsûs” ise yayılmış demektir. Yayılmış pervâneler tabiri, kelebeklerin ateş çevresinde
çırpınıp sonunda yanarak yere düşmesini, serilmesini ifade eder.24
14 Muhammed Mu‛în, Ferheng-i Farsî, c. I, s.761 15 Muhammed Mu‛în, a.g.e., c. I, s.761; Ziyâ Şükûn, a.g.e., c. I, s. 466; Büyük Larousse (Sözlük ve
Ansiklopedisi), c. XV, İstanbul 1986, s. 9307. 16 Büyük Larousse Sözlük, c. XV, s. 9307.
17 Muhammed Mu‛în, Ferheng-i Farsî, c. I, s. 761; Ziyâ Şükûn, Gencîne-i Güftâr, c. I, s. 466. 18 Ziyâ Şükûn, Gencîne-i Güftâr, c. I, s. 466. 19 Şemşeddîn Sâmî, Kâmûs-ı Türkî (nşr. Ahmed Cevdet), c. I, İstanbul 1317, s. 353; Büyük
Larousse Sözlük, c. XV, s. 9307-9308. 20 Rahîm-i Afîfî, Ferhengnâme-i Şi’rî, c. I, s. 377. 21 Rahîm-i Afîfî, a.g.e., c. I, s. 377.
22 Süleyman Ateş, Yüce Kur‛an‛ın Çağdaş Tefsiri, c. 11, İstanbul 1991, s. 63. 23 Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, c. 9, İstanbul ts, s. 627-630. 24 Süleyman Ateş, a.g.e., c. 11, s. 65.
TAED 39, 2009, 877-907
~ 880 ~  S. ARMUTLU: Kelebeğin Ateşe Yolculuğu: Klâsik Fars ve Türk Edebiyatında
Şem ü Pervâne Mesnevileri
TAED 39, 2009, 877-907

Kur’an’da geçen, insanların pervânelere benzetilmesi hadislerde de yer almıştır.
Hadislerde bu durum şöyle belirtilmiştir: “Benim misalim ateş yakan bir
adamın misali gibidir. Ateş, etrafını aydınlatınca, pervâneler ve benzeri hayvanlar
içine düşmeye başlarlar. Adam onları engellemeye başlarsa da onlar kendisine
galebe çalarak ateşe atılırlar. İşte benimle sizin misaliniz budur. Ben ateşten korumak
için sizin eteğinizden tutuyorum: Ateşten uzaklaşın! Ateşten uzaklaşın diyorum.
Siz, baskın çıkarak onun içine atılıyorsunuz.”25
Şairler, ayet ve hadislerde geçen “pervâne”den ilham alarak Şem‘ ü Pervâne
hikayelerinde bunu sembol olarak kullanacaklardır. Bir başka ifadeyle; gerek İlahî,
gerekse beşerî aşkın anlatıldığı Şem‘ ü Pervâne hikâyelerine pervâne kaynaklık
edecektir.
İmam Gazzâlî (ö. 1111), Mişkâtü’l-Envâr isimli eserinde imanı, şem‘/
mum olarak sembolize eder. Gazzâlî’ye göre bu iman kalpte tecelli eder. Gaz-zâlî
eserinin ikinci faslını bu konuya ayırmıştır.26
Gazzâlî’ye göre nurların kaynağı çeşitlidir. Hepsi de kalpte tecellî eder ve
çerâğ, şem‘, meş’âle şeklinde görülür. Aslında görülen bu semboller, kalbin kendisidir.
Kalpte tecellî eden iman ışığıyla kalp/gönül, çerâğa, şem‘e, meş’âleye dönüşmüş-
tür.27 Bu manada lamba sembolü, Kur’an’ın 24. suresinin 35. ayetiyle uygunluk
etmektedir: “Allah, göklerin ve yerin nurudur. O’nun nuru, içinde lamba bulunan bir
kandile benzer. Lamba, cam içerisindedir. Cam sanki inciden bir yıldız…”28
Mutasavvıf şairler, şem‘ ile imanın kendisini kastetmişlerdir.
Evvelâ demiş idüm şem‘-i cihân
Andan murâd olmışdı zâtü’l-imân 29
Onlara göre iman, nefsin kötülüklerinden sıyrılmış olan insanın kalbinde
tecellî eden bir ışıktır. Bu ışık insanın kalbine Allah’tan gelir ve egosundan temizlenmiş
nefse, yani nefs-i mutmainne’ye bir lamba veya mum/şem‘ şeklinde görülür.30
Böylece Şem‘ ü Pervâne hikâyelerinde yer alan ve ışık sembolü ile gösterilen
şem‘in kaynağı, Müslüman yazarlar tarafından Kur’an’dan alınarak işlenmiştir.
Kalpte tecellî eden imanın ışık, lamba, çerâğ, şem‘ gibi sembollerle ifade edilmesi,
Necmeddîn-i Râzî (ö. 1256)’nin Mirsâdü’l-İbâd adlı tanınmış eserinde de görülür.31
25 Sahîh-i Müslim Tercüme ve Şerhi (trc. Ahmed Davutoğlu), c. X, İstanbul 1983, s. 6005-6006. 26 İmam Gazzâlî, Mişkâtü’l-Envâr (çev. Süleyman Ateş), İstanbul 1994, s. 40-62. 27 İmam Gazzâlî, a.g.e., s. 41 vd. 28 Süleyman Ateş, Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri, c. VI, s. 191. 29 Feyzî Çelebî, Şem‘ ü Pervâne (haz. Gönül A. Tekin), Harvard 1991, s. 96. 30 Feyzî Çelebî, a.g.e., s.6.
31 Necm-i Râzî, Mirsâdü’l-İbâd (nşr. Muhammed Emîn-i Riyâhî), Tahran 1374 hş., s. 301.
A.Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi Sayı 39, Erzurum 2009
Prof. Dr. Hüseyin AYAN Özel Sayısı
        ~ 881 ~ 

Işık sembolü ile gösterilen şem‘in kaynağını, İslâmiyet öncesine kadar gö-
türenler de vardır. Buna göre İslam dünyasında sufîler ve sanatçılar Allah’ın nurundan
bir nur olan insan ruhunu, eski geleneğe uyarak lamba, şamdan ve
mum/şem‘ ile sembolize etmiştir. Karanlık kötülük ve ölüm demek olan nefse bir
sembol bulmaları gerektiğinde, yine eski geleneğe uyarak, çok iyi bildikleri eski
Babil’in ve Mani dininin yaratılış efsanelerinde kâinatın maddesini, kötülük
prensibini temsil eden kanatlı ejderden ilham almışlardır. Tabii ki bu ilhamı, ışık
ile onun etrafında dönerek ölen pervâne fenomeniyle birleştirmişlerdir.32
Şem‘ ile onun etrafında dönen ve sonunda kendini ateşe atmak suretiyle can
veren pervâne arasındaki ilişki ayrı bir eser olarak yazılmadan önce, bazı yazar ve
şairlerin manzum ve mensur eserlerinde yer almıştır. Şem‘ ü pervâne sembolü önce
mensur eserler içerisinde kullanılmıştır. Özellikle mutasavvıf yazarlar, tasavvufî
duygu ve düşünceleri açıklarken bu iki sembolden yararlanmışlardır.
3. Mensur Eserler İçerisinde Yer Alan Şem‘ ü Pervâne Sembolü
3.1 Hüseyin b. Mansur el-Hallâc
İslâmî literatürde pervânenin şem‘ ile olan hikâyesi ilk kez büyük sufî Hüseyin
b. Mansûr el-Hallâc (ö. 922) tarafından yazılmıştır.33 Hallâc, “Tavâsîn” adlı
eserinde bu hikâyeye yer vermiştir.34
Sırlarla dolu Tavâsîn’in gizemli “fehm tasîn”i kısmında, pervâne, ateşten
haber getirmek için ateş yönüne uçar ve ışığın etrafında sabaha kadar döner. Sonra
nazlanıp övünür, vuslatta kemâle ulaşacağı için gururlanır. Pervâne, ışığa
doymaz, onunla yetinmez. Hararetli bir şekilde kendini alevlere atmak ister. Ate-
şin etrafında dönen, uçan pervâne, kendini ateşe atarak yanar ve yok olur. Resimsiz,
cisimsiz ve unvansız hale gelir.35
Hallâc’a göre pervânenin şem‘e/ateşe seyirleri üç aşamada gerçekleşir.
Mumun ışığı: ilmü’l-hakîka (gerçeğin bilinmesi), mumun sıcaklığı: hakîkatü’lhakîka
(gerçeğin gerçeği),alevin içine dalıp yanma: hakku’l-hakîka (gerçeğin ta
kendisi)dir. Buna göre pervâne, hakku’l-yakîn olmuştur.36
Hallâc’ın ifadeleri tasavvufî Fars edebiyatını derinden etkilemiştir. Ahmed-i
Gazzâlî (ö. 1126), Aynu’l-Kudât (ö. 1131), Rûzbihân Baklî (ö. 1207), Ferîdüddîn-i
Attâr (ö. 1221) gibi büyük mutasavvıf yazar ve şairler, Hallâc’ın tesirinde kalmıştır.
32 Feyzî Çelebi, a.g.e., s. 33.
33 Louis Massıgnon, La Passion de Hallaj, c. III, Paris 1975, s. 307. 34 el-Hallâc, Kitab al-Tawâsîn (nşr. Louis Massıgnon), Paris 1913, s. 16. 35 el-Hallâc, a.g.e., s. 16.
36 el-Hallâc, a.g.e., s. 17.
TAED 39, 2009, 877-907
~ 882 ~  S. ARMUTLU: Kelebeğin Ateşe Yolculuğu: Klâsik Fars ve Türk Edebiyatında
Şem ü Pervâne Mesnevileri
TAED 39, 2009, 877-907

3.2. Ebû Tâlib el-Mekkî
Ebû Tâlib el-Mekkî (ö.1006), Kûtu’l-Kulûb adlı ünlü eserinin “nefsi tanı-
mak ve âriflerin bulundukları vecd halleri” başlıklı 26. bölümünde pervâne ile
şem‘ hikayesine yer vermiştir. O, bu bölümde insanlarda var olan nefsin sıfatları-
nın iki noktada toplandığını söyler. Bunlar “tayş” yani hataya meyil ve “şereh”
yani açgözlülüktür.37
Ebû Tâlib el-Mekkî, hırstan kaynaklanan “şereh”e örnek olarak pervâneyi
göstererek, şunları söyler: “Pervâne, ışığa duyduğu şiddetli hırstan dolayı yanan
bir ateşe cahilce atılır ve ışık ararken helak olur. Işığın az bir bölümüne ulaştığında
onunla yetinmeyerek onun kaynağına, kısaca ışığın bizzat kendine ulaşmak
ister. Halbuki o, yanan bir lambadır. Eğer uzakta durup az bir ışıkla yetinmiş olsa
kurtulacaktır.”38
Görüldüğü gibi Ebû Tâlib el-Mekkî olaya farklı yaklaşmıştır. O, cahilce
hırsının ardına düşen nefsi, pervâne örneğiyle açıklayarak, insanların nefsine
hakim olmasının gerekliliği üzerinde durmuştur
3.3. Ebû Hâmid el-Gazzâlî
Hüccetü’l-İslâm lakaplı büyük İslam bilgini Ebû Hâmid Gazzâlî (ö. 1111)
de şem‘ ile pervâneden, hem Mişkâtü’l-Envâr’da hem de İhyâ’u Ulûmi’d-Dîn
isimli eserlerinde bahsetmiştir.
Gazzâlî, Mişkâtü’-l Envâr adlı kitabında 2. faslının ikinci meselesinde “be-
şerî-nûrânî ruhların mertebeleri”ni anlatırken pervâneden de bahseder. Gaz-zâlî,
eserinde “hayâlî rûh”tan bahsederek, bu hayal duyusunun bazı hayvanlarda bulunduğunu,
bazılarında da bulunmadığını belirtir ve ateş üzerine atlayan
pervânede bu ruhun/duyunun olmadığını söyler.39
Gazzâlî şöyle der: Çünkü pervâne, gün ışığına meftun olduğundan lambaya
açılmış bir pencere zannederek kendini ateşe atar, ıstırap çeker. Fakat oradan
biraz uzaklaşıp karanlığa düşünce tekrar lambaya atılır. Eğer lambanın ateşinin
yaktığını tespit eden bir ruhu olsaydı, bir kere zarar verdikten sonra, kendisini
aynı acıya sürüklemezdi.”40
Gazzâlî de bu konuda Ebû Tâlib el-Mekkî gibi düşünür. Yani pervâne, hırs
ve açgözlülüğünden dolayı kendini ateşe atmış ve canını yakmıştır. Çünkü
37 Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtu’l-Kulûb (trc. Muharrem Tan), c. I, İstanbul 1999, s. 293. 38 Ebû Tâlib el-Mekkî, a.g.e., s. 294.
39 İmam Gazzâlî, Mişkâtü’l-Envâr, s. 54. 40 İmam Gazzâlî, a.g.e., s. 54.
A.Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi Sayı 39, Erzurum 2009
Prof. Dr. Hüseyin AYAN Özel Sayısı
        ~ 883 ~ 

pervâne, duyuların kendisine ilettiği acıyı tespit ve kaydeden bir ruhu/duygusu
olsaydı, bir kere acı çektikten sonra tekrar aynı şeyi yapmazdı.
Gazzâlî İhyâ’u Ulûmi’d-Dîn isimli eserinde de pervâneden bahsetmiştir. O,
insanoğlunun şehvetlerinin üzerine düşmesini, pervâne’nin ateşin üzerine düşmesine
benzetmiştir.41 Gazzâlî: “İnsanoğlu kendisini şehvetin kucağına atarken
pervâne gibi bunu bir aydınlık sanır. Oysa bu aydınlığın ardında kendisini farkında
olmadan şehvet bataklığında gömülü bulur ve bu da onun sonu olur. Onun bu
sonu, ebedî olarak devam eder” demiştir.42
Yine Gazzâlî, keşke insanoğlunun sonu da pervânenin sonu gibi olsaydı
43
dedikten sonra şöyle devam eder: “Çünkü pervâne’nin sonu yanıp kurtulmaktır.
Ama insanoğlu, şehvetlerinin peşinden gitmekle, şehvetinin esiri olmakla ya uzun
müddet ya da ebedî olarak cehennem ateşinde yanar.44 Gazzâlî burada Peygamber’in,
“Ben, sizi cehennemden korumak için bileğinizden tuttuğum halde, siz,
pervâneler gibi kendinizi ateşe atıp duruyorsunuz” hadisini nakleder.45
3.4. Ahmed-i Gazzâlî
Ebû Hâmid Gazzâlî’nin kardeşi olan Ahmed-i Gazzâlî (ö. 1126) XII. yüzyılda
yaşamıştır. Onun en tanınmış eseri Sevânih’tir. Ahmed-i Gazzâlî, Sevânih’in 39.
bölümünde, pervânenin ateşin etrafında dönerek kendini ateşe atarak yanmasını
işlemiştir.46Ahmed-i Gazzâlî’ye göre pervâne ateşe âşıktır. Ateş onu davet eder.
Pervâne, kendi gayret kanadıyla ateşi özleyerek uçar, ateşe ulaşıncaya kadar birkaç
kanat çırpar, ona ulaşınca da uçuş biter ve kendini ateşte yok eder.47
Hallâc’ın Tavâsîn’de ilk kez işlediği pervâne ile şem‘in hikayesini, Ahmed-i
Gazzâlî daha da geliştirerek işlemiş ve ona âşıkâne bir özellik kazandırmıştır.
Bundan böyle gerek beşerî aşkta, gerekse İlahî aşkta pervâne bir sembol/
model olacaktır.
Ahmed-i Gazzâlî’yi Hallâc’tan daha belirgin kılan en önemli bir husus, aşk
konusunu işlemesidir. Bundan dolayı eser, baştan sona kadar aşkın metafiziğiyle
doludur. Gazzâlî’nin pervâne ve ateş hakkında söylediği sözler, aşk ve âşıklıkla
ilgili söylenmiş sözlerdir. Pervâneyi ateşin âşığı olarak görmüştür. Pervâneyi ateş
41 İmam Gazzâlî, İhyâ'u Ulûmi’d-Dîn (trc. Abdullah Aydın), c. 4, İstanbul ts., s. 3986. 42 İmam Gazzâlî, a.g.e., s. 3987. 43 İmam Gazzâlî, a.g.e., s. 3987. 44 İmam Gazzâlî, a.g.e., s. 3987. 45 İmam Gazzâlî, a.g.e., s. 3987. 46 Ahmed Gazzâlî, Kitâb-ı Sevânih (nşr., Helmut Ritter), İstanbul 1942, s. 59. 47 Ahmed Gazzâlî, a.g.e., s. 59 vd.
TAED 39, 2009, 877-907
~ 884 ~  S. ARMUTLU: Kelebeğin Ateşe Yolculuğu: Klâsik Fars ve Türk Edebiyatında
Şem ü Pervâne Mesnevileri
TAED 39, 2009, 877-907

yönüne götüren duygu, aşktır.48 Eserde pervâne, âşık; ateş de maşuk olarak iş-
lenmiştir. Bu duygulara uygun olarak, bir rubâî de Sevânih’te şöyle yer almıştır:
“Senin zülfün zincirse, divânesi benim. Senin aşkın
ateşse, pervânesi benim. Senin yeminine andolsun
ki kadeh benim. Senin aşkınla bizzat (sen oldum)
ama sana yabancı da benim.” 49
Sevânih’te yer alan bu rubâî, daha sonra yazılacak olan, beşerî ve İlahî aş-
kın ele alınıp işleneceği şiirlere ilham kaynağı olacaktır. Bu duyguların Aynu’lKudât-ı
Hemedânî, Attâr, Fahreddin Irâkî, Sa’dî gibi büyük sufî şairler üzerinde
etkisi büyük olmuştur. En önemlisi de Ahmed-i Gazzâlî, bu iki sembolü birlikte
ilk kez kullanan şairlerin başında yer alır.
Ahmed-i Gazzâlî, eserinde “azık/gıda” ve “gıdalanmak/beslenmek” gibi
yeni bir mefhuma yer vermiştir. Ahmed-i Gazzâlî, Sevânih’in 39. bölümünde
hem âşığın azığından hem de maşukun azığından, ayrıca pervânenin gıdasından
ve de ateşin gıdasından bahseder.50 “Aşkın hakikati ortaya çıkınca âşık, maşukun
gıdası olur, maşuk âşığın değil. Pervâne ateşe âşıktır. Gıdası, ışıktır. Işığın özelli-
ği pervâneyi kendine çeker. Pervâne ateşe ulaşınca da uçuş biter, ateşin onda
ilerleyişi başlar. Artık pervâne için azık/gıda gerekmez. Çünkü pervâne ateşe azık
olmuştur.”51
3.5. Aynu’l-Kudât-ı Hemedânî
Pervânenin hikayesi ve onun ateşte yanmasını temsili olarak Aynu’lKudât-ı
Hemedânî (ö.1131) de işlemiştir. Aynu’l-Kudât, bu sembolik anlatıma
yeni irfânî manalarda katmıştır. Önce bu hikâyeyi, Kur’an’da geçtiği gibi onun
beyanına uygun düşecek şekilde ele almıştır. Daha sonra Kur’an’da geçen ayetleri
kendince yorumlamıştır.52
Aynu’l-Kudât’ın yorumladığı ayetlerden biri Kâri’a süresinin dördüncü
ayetidir. Bu ayette insanlar mahşere çağrıldıkları sıra, kıyametin dehşetinden,
şiddet ve korkusundan dolayı sağa sola, çeşitli yönlere yayılan pervânelere benzetilmiştir.53
Aynu’l-Kudât, bu ayetleri diğer müfessirler gibi yorumlamış ve
kıyamet günü insanları ve görüntülerini, pervâne ve çekirgelere benzetmiştir.54
48 Ahmed Gazzâlî, a.g.e., s. 59-60.
49 Ahmed Gazzâlî, a.g.e., s. 90.
50 Ahmed Gazzâlî, a.g.e., s. 59.
51 Ahmed Gazzâlî, a.g.e., s. 59 vd.
52 Aynu’l-Kudât-ı Hemedânî, Temhîdât (nşr. Afîf Useyrân), Tahran 1341 hş., s.144. 53 Aynu’l-Kudât-ı Hemedânî, a.g.e., s. 144. 54 Aynu’l-Kudât-ı Hemedânî, a.g.e., s. 144 vd.
A.Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi Sayı 39, Erzurum 2009
Prof. Dr. Hüseyin AYAN Özel Sayısı
        ~ 885 ~ 

Ahmed-i Gazzâlî’nin Sevânih’te ilk kez ortaya koyduğu “azık” ve
“gıdalanmak” kavramlarını, Aynu’l-Kudât’da eserlerinde işlemiştir. O, bu hususta
şöyle der: “Ey aziz! Pervâne ateşten gıdalanır. Ateşsiz yapamaz. Aşk ateşi,
pervâneyi öyle döndürür ki cihanı ateş görür. Ateşe ulaşınca kendini aradan kaldırır.
Kendi olmaktan çıkar; ateşin içinde mi, dışında mı olduğunu farketmez.
Çünkü aşkın kendisi zaten ateştir. Pervâne kendisini ateşin içine atar ve tümüyle
ateş olur. Başlangıçta ateş, pervâne için bir azıktır. Onu besler. Bundan dolayı
pervâne ateşin kendisine âşık olduğunu zanneder.55
Görüldüğü gibi Hemedânî, Ahmed-i Gazzâlî’nin Sevânih’inden olduğu gibi
yararlanmış ve ondan etkilenmiştir. Sevânih’te geçen yorumlar, Aynu’lKudât’ın
eserlerinde de yer alır. Temhîdat’ta şöyle der: “Pervâne ateşe âşıktır.
Ateşten başka bir hazzı olmadığı için, ateşten veya onun ışığından ayrı kalamaz.
Bundan dolayı kendini ateşe atar, varlığını kaybeder. Ondan bir belirti kalmaz.
Artık pervâne, ateş olmuştur.”56
Aynu’l-Kudât-ı Hemedânî, pervâneyi dünya aşkının kaynağı olarak görür.
O, pervânenin aşkını evrensel bir aşka dönüştürerek, evrenin tümüne yayarak bir
ilki gerçekleştirmiş ve eserini felsefi bir bakış açısıyla yazmıştır.57 Ona göre evrensel
aşk, sadece insanın değil, bütün yaratıkların âlemin yaratıcısına karşı duydukları
aşktır.
3.6. Rûzbihân Baklî
Şem‘ ü Pervâne konusunu işleyenlerden biri de Rûzbihân Baklî (ö.
1207)’dir. Fars tasavvuf edebiyatında önemli bir yeri olan Baklî, bu konuyu
Şerh-i Şathiyyât isimli eserinde ele almıştır. Baklî, pervânenin hikâyesini adı
geçen eserde şöyle anlatır: “Pervâne ışığın çevresinde sabaha kadar uçar ve türlü
şekillerde döner söz güzelliğiyle halden şekillerden haber verir. Yaratılış cilvesiyle
vuslatta kemale ulaştı. Pervâne, hararete kanaat etmedi, ışıkla yetinmedi,
kendini ateşe attı. Hala şekiller onu beklemede. Çünkü pervâne onlara “nazar”dan
haber vermeye (gönlü) razı olmadı. Dağıldı, küçüldü, resimsiz, cisimsiz,
isimsiz, unvansız hale geldi. Artık ne için varacak şekillere, vuslattan sonra hangi
hale dönecekti.”58
Görüldüğü gibi bu ifadeler, Hallâc’ın Arapça yazdığı Tavâsîn adlı eserinin
Farsça tercümesi gibidir. Aynı ifadeler daha önce Hallâc’ın eserinde yer almış-
tır.59 Bu da Rûzbihân Baklî’nin Hallâc’ın tesirinde kaldığını gösterir.
55 Aynu’l-Kudât-ı Hemedânî, a.g.e., s. 99-100. 56 Aynu’l-Kudât-ı Hemedânî, a.g.e., s. 99-100. 57 Aynu’l-Kudât-ı Hemedânî, a.g.e., s. 243. 58 Ruzbihân Baklî, Şerh-i Şathiyyât (nşr. Henry Corbın), Tahran 1344, s. 469-471. 59 el-Hallâc, Kitâb al-Tawâsîn, s. 16.
TAED 39, 2009, 877-907
~ 886 ~  S. ARMUTLU: Kelebeğin Ateşe Yolculuğu: Klâsik Fars ve Türk Edebiyatında
Şem ü Pervâne Mesnevileri
TAED 39, 2009, 877-907

3.7. İzzeddîn-i Makdîsî
İzzeddîn-i Makdîsî (ö. 1280), Keşfü’l-Esrâr an Hikemi’t-Tuyûr ve’l- Ezhâr
adlı eserinde, kuşların ve çiçeklerin hâl diliyle kendilerine söylenilen sırlarla
dolu sözlerine yer vermiştir. Bu sırları açıklayan varlıkların biri şem‘, diğeri de
pervânedir: Arıya babam, bala da kardeşim diyen Şem‘ onlardan ayrı kalmanın
acısı yetişmiyormuş gibi, hiçbir günahı olmadığı halde, ateşin kendisine musallat
kılındığını; yanarak hep acı çekmekte ve gözyaşı dökmekte olduğunu; bu haliyle
başkalarını da aydınlatmaya çalıştığını; kelebek gibi bazı alçaklar kendisini söndürmeye
kalkışacak olsa, onları yakacağını söyler.60
Pervâne de Şem‘e: “Ben senin uğruna kendimi fedâ ediyorum. Sen ise bana
bir düşman gibi davranıyorsun. Oysa ki sana benim gibi âşık olan birisini bulamazsın”
der.61
3.8. Necmüddîn-i Râzî
XIII. yüzyılın ilk dönemleinde yaşamış önde gelen sufîlerden Necm-i
Dâye olarak bilinen Necmüddîn-i Râzî (ö.1256), Mirsâdü’l-İbâd mine’l-Mebde
İle’l-Meâd adlı eserinde şem‘ ile pervâne sembolüne yer vermiştir.
Necm-i Râzî, eserinin 3. bab, 6. fasılda “nefsin tezkiyesi ve onun eğitilmesi”
bahsinde, tasavvufî konuları örneklerle açıklarken, şem‘ ile pervâne sembolü-
nü kullanmıştır. Örneğin nefis, azgın ve çılgın pervâneye benzetilerek nefsin
yukarılara doğru yani en yüksek değere neden ulaşamadığını, pervâne sembolünü
kullanarak anlatır: “Azgın sıfatlı nefis, çılgın pervâne gibidir. Zalimlik ve cahillik
kanadından dolayı heves ve gazapla kendini celâl-i ahadiyyet şem‘ine bıraktı ve
mecâzî varlığını/vücudunu terk ederek, elini, şem‘in visal boynuna attı. Öyle ki
şem‘, pervânelik olan mecâzî varlığını, şem‘lik olan hakîkî varlığına dönüştürdü.
Kendi cahillik ve zalimliğinden dolayı nefis en yüksek değere ulaşamadı ve bu
makamda nefis, yetkinliğini bilemedi.”62
Pervâne’nin varlığını Râzî, mecâzî varlık veya mecâzî kanat ateşin veya
şem‘in vücudunu da varlık veya hakîkî kanat olarak adlandırır. Pervâne’nin ateş-
te yok olması, gerçekte mecâzî varlığından kurtulup, hakîkî varlıkta var olması
demektir. Bu da pervânelik olan mecâzî varlığını, şem‘lik olan hakîkî varlığa
dönüştürür.63
60 Orhan Başaran, Makdisî’nin Arapça Keşfü’l-Esrârı ve Farsça Tercümesi (Basılmamış
Yüksek Lisans tezi), Atatürk Üniversitesi SBE, Erzurum 1995, s. 11. 61 Orhan Başaran, a.g.t., s. 10. 62 Necm-i Râzî, Mirsâdü’l-İbâd, s. 173-187. 63 Necm-i Râzî, Mirsâdü’l-İbâd, s.185.
A.Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi Sayı 39, Erzurum 2009
Prof. Dr. Hüseyin AYAN Özel Sayısı
        ~ 887 ~ 

Râzî, aynı şekilde 30. bab 8. fasılda “ruhun donatılması/süslenmesi” konusunu
işlerken, ruhun zât-ı İlahî’ye kavuşması için çılgın bir pervâneye dönüşmesinin
gerekliliği üzerinden sık sık dururken, pervâne’yi ruhun sembolü olarak
görür. Ruh ezeli güzellik şem‘inin pervânesi olur. O, zalimlik ve cahillik kanadıyla,
sarhoş ve na’ra atan âşıklar gibi birlik sarayının harem dairesine doğru
uçar. Bu makamda ilahî lütuflar ve “bana bir karış yaklaşana ben bir arşın yakla-
şırım.”, hadis-i kutsî’si karşılar ve ruha, ferahlık yaygısı yol verir ve “Allah onları
sever, onlar da Allah’ı sever” sözü ortaya çıkar.64
Necm-i Râzî, bir başka yerde de canıyla oynayan pervânenin kendisini ate-
şe atmasını, “câhil hoş görülür” hadisiyle açıklarken65, Ebû Tâlib el-Mekkî ve
İmam Gazzâlî gibi düşünür. Yine Râzî, sâlikin visal zamanı kendi varlığından el
çekmesini ve maşukun varlığında ebedî kalmasını, pervâne ve şem‘ sembolünden
yararlanmıştır.66
4. Mesnevilerde Yer Alan Şem‘ ü Pervâne Şiirleri
4.1. Ferîdüddîn Attâr
XII. yüzyılın ünlü mutasavvıf şairlerden Ferîdüddîn Attâr (ö. 1221) da
şem‘ ile pervâne konusunu işlemiştir. Attâr, Mantıku’t-Tayr isimli mesnevisinin
29. makalesinde bulunan “Yedinci Vadi: Fakr u Fenâ Vadisi” kısmının
üçüncü hikâyesinde, el-Hikâye ve’t-Temsîl başlığı altında şem‘ ile pervânenin
hikâyesini anlatmıştır.67
Hikâyeye göre, bir gece pervâneler toplanarak, şem‘e kavuşmak ister. Bü-
tün pervâneler: “Birimizin gidip, ondan haber getirmesi gerek” derler. Bir
pervâne uçar gider ve şem‘in sarayını görür. Geri döner ve gördüklerini anlatır.
Topluluğun içerisinde bulunan bir ulu pervâne, onun şem‘den haberi olmadığını
söyler. Bunun üzerine bir başka pervâne gider. O da şem‘in etrafında döner, kanat
çırpar ve geri döner. Bazı sırlardan bahseder, şem‘in vuslatından dem urur.
Ulu pervâne onu da eleştirir. Bir başkası kalkıp gider, ateşe atılır, canından el
çeker, kendisini yok eder. Kınayıcı ulu pervâne: “ İşte şem‘ den yalnız onun haberi
var” der. Hikâye, “candan da cisminden de bihaber olmadıkça, nasıl olur da
canandan haberdar olursun” denilerek biter.68
64 Necm-i Râzî, a.g.e., s. 218.
65 Necm-i Râzî, a.g.e., s. 385.
66 Necm-i Râzî, a.g.e., s. 383.
67 Feridüddîn Attâr, Mantıku’t-Tayr (nşr. Seyyîd Sâdık-ı Gevherîn), Tahran 1348 hş., s. 222. 68 Feridüddîn Attâr, a.g.e., s. 222 vd.
TAED 39, 2009, 877-907
~ 888 ~  S. ARMUTLU: Kelebeğin Ateşe Yolculuğu: Klâsik Fars ve Türk Edebiyatında
Şem ü Pervâne Mesnevileri
TAED 39, 2009, 877-907

Attar, aynı konuyu Mantıku’t-Tayr’ın 30. makalesinin, ikinci hikayesinde
de işlemiştir. Kısa olan bu hikâyede, bütün uçan kuşlar, pervânenin
yanıp yakıldığını görürler ve hep birden: “Ey zayıf pervâne, ne zamana kadar
tatlı canınla oynayacaksın” derler. “şem‘e kavuşamayacağına göre, bilgisizce
canını verme” demeleri üzerine, pervâne üzülür ve “ Ona kavuşmasam da,
arıyor soruyorum, diye cevap verir.69
Pervânenin ateşte yanması, canını veren âşık olarak ortaya çıkması ve
azap görmesini, Attâr, Esrârnâme adlı eserinde de işlemiştir. Özellikle âşığın
azap görmesi konusu üzerine duran Attâr, Esrârnâme’deki temsilî hikâyede
Aynu’l-Kudât-ı Hemedânî’nin mevcudata duyduğu evrensel aşkı da işlemiş ve
Hemedânî gibi bu aşkı felsefi bir bakış açısıyla ele almıştır.70
4.2. Sa’dî-yi Şirâzî
İran’ın en tanınmış yazar ve şairlerinden biri olan Sa’dî-yi Şirâzî (ö. 1292)
de şem‘ ve pervâne sembolünden yararlanmıştır. Ünlü eseri Gülistân’da yer alan
ve çok beğenilen iki beyitte Sa’dî, kendisini aşk yolunda yakıp, canından geçtiği
için aşkın pervâneden öğrenilmesi gerektiğini söylerken,71 Ahmed-i Gazzâlî’nin
etkisinde kalmıştır.
Sa’dî, Bûstân isimli eserinin 3. babının sonunda bulunan ve 50 beyit olan
hikâyede de şem‘ ile pervâne arasındaki ilişkiye yer vermiştir. Burada pervânenin
şem‘e karşı duyduğu samimi sevgi anlatılır.
Münazara tarzında geçen hikâye, kınayıcı bir kimsenin Pervâne’ye: “Ümitsiz
bir yolda yürüme, git de kendine göre bir sevgili bul. Sen kim, Şem‘e âşık
olmak kim?” demesiyle başlar. Pervâne de “yansam ne çıkar?” Benim gönlümde
öyle bir ateş var ki, Şem‘in şulesi onun yanında adeta gül olur. Yanmaya niçin
can atıyorum biliyor musun: Çünkü sevgili varken, ben olmasam da olur. Âşığın
maşukunun yanı başında ölmesi gerekir. Doğrusu da budur” diyerek cevap verir.72
Sa’dî daha sonra Şem‘ ile Pervâne’nin münazarasına geçer ve münazarayı
“sevgilin seni öldürdüğü zaman kurtulacaksın. Aşkın sonu budur. Bir kere baştan
geçen insan, başına taş ve ok yağmuru yağsa da, dileğinden el çekmez” diyerek
bitirir.73
69 Feridüddîn Attâr, Mantıku’t-Tayr, s. 232 vd. 70 Feridüddîn Attâr, Esrâr-nâme (nşr. Seyyîd Sâdık-ı Gevherîn ), Tahrân 1338 hş., s. 38-39. 71 Şeyh Müslîhüddîn Sadî-yi Şîrâzî, Gülistân(nşr. Gulâm Hüseyin-i Yûsufî),Tahran 1377 hş.,s. 50. 72 Şeyh Müslîhüddîn Sadî-yi Şîrâzî, Sa’dînâme yâ Bûstân (nşr. İsmail Emîrhîzî), Tahran 1317 hş.,
s. 125-128.
73 Şeyh Muslîhuddîn Sadî-yi Şîrâzî, a.g.e., s. 127.
A.Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi Sayı 39, Erzurum 2009
Prof. Dr. Hüseyin AYAN Özel Sayısı
        ~ 889 ~ 

Attâr ve Sa’dî’nin Şem‘ ü Pervâne hikâyelerinde kullandıkları motifler daha
sonra yazılan mesnevilerde büyük ölçüde geliştirilerek işleneceğinden müstakil
yazılan Şem‘ ü Pervâne mesnevilerine kaynaklık etmiştir.
4.3. Mevlâna Celaleddîn-i Rûmî
Mevlânâ (ö. 1274) da şem‘ ile pervâne temsiline yer veren şairlerdendir.
Mevlânâ, konuya farklı yaklaşmış, ayet ve hadislerde geçtiği şekilde ele almıştır.
Ayet ve özellikle de hadislerde, insanlar ateşin yönüne koşmaya ve içine atılmaya
çalışan pervânelere teşbih edilmiştir.74
Hadislerde bu benzetme, Mesnevî’deki “Firifte-i Münâfıkân Peygamber-râ
tâ be-Mescid-i Dırâreş Bordend” başlıklı hikâyede sadece iki beyit olarak ele
alınarak, hadise telmihte bulunulmuştur: “Ben çok ışıklı ve ziyade nahoş alevli
bir ateşin kenarında oturmuşum. Siz pervâne gibi o yöne koşuyorsunuz: Benim
her iki elim de pervâne sürücü (kovucu) olmuştur.”75
4.4.İmâdüddîn Fakîh-i Kirmânî
İmadüddîn Fakîh-i Kîrmânî (ö.1371)’nin hamsesini oluşturan beş mesneviden
biri olan Muhabbetnâme veya Muhabbetnâme-i Sâhib-dilân isimli ve sekiz
babdan meydana gelen tasavvufî mesnevisinin altıncı babı, şem‘ ile pervâne arasındaki
ilişkiye aittir. Altıncı bab “Münâzara-i Şem‘ü Pervâne” başlığında olup
75 beyitten meydana gelmiştir.76 Hezec bahrinin “mefâîlün mefâîlün feûlün”
vezniyle yazılan mesnevinin tercümesi “İran Edebiyatında Münazara” adlı çalış-
mada verilmiştir.77
5. Divanlarda Yer Alan Şem‘ ü Pervâne Sembol ve Şiirleri
Divanlarda şem‘ ile pervâne sembolünü şairler de kullanmışlardır. Şairler
daha çok tek başına şem‘ veya tek başına pervâne sembolüne yer vermişlerdir.78
Bu sembollerin şiirde tek başına kullanılması, X. yüzyıla kadar gider. Yok denecek
kadar az kullanılan bu semboller, XI. yüzyılın ilk yarısında bile fazla rağbet
görmemiş ve hiçbir zaman tasavvufî ve âşıkâne manada da kullanılmamıştır.
Pervâne’nin yaratılış gereği ateşe yönelmesi, açgözlülüğü ve ahmakça davranışı
nedeniyle kendini ateşte yaktığı işlenmiştir. Bu algılama Hallâc gibi tasavvufî,
Ahmed-i Gazzalî gibi âşıkâne yorumlanmamış, Ebû Tâlib el-Mekkî ve Ebû
74 Sahîh-i Müslim Tercüme ve Şerhi, c. X, s. 6005. 75 Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, Mesnevî-i Ma’nevî, c. II/2855 Tahran hş., s. 343. 76 Mehmet Kanar, Şem‘ ve Pervâne, İstanbul 1995, s. 22. 77 Mehmet Kanar, a.g.e., s. 23. 78 Hüseyin Mekkî, Gülzâr-ı Edeb, Tahran 1329 hş., s. 50-62.
TAED 39, 2009, 877-907
~ 890 ~  S. ARMUTLU: Kelebeğin Ateşe Yolculuğu: Klâsik Fars ve Türk Edebiyatında
Şem ü Pervâne Mesnevileri
TAED 39, 2009, 877-907

Hamîd Gazzalî gibi yorumlanmıştır. Bu yorumlama hadislerde yer alan ifadelerle
örtüşür79
XI. yüzyılın ortalarından, özellikle de XII. yüzyılın ilk yarısından itibaren
şem‘/ateş ile pervâne sembolünün divanlarda/ şiirlerde yer aldığı görülür. Bu
semboller daha çok mutasavvıf şairler tarafından kullanılmış ve rübâî nazım şekliyle
yazılmıştır. Mutasavvıf olan veya olmayan şairler tarafından, âşıkane tarzda
ele alınan bu sembollerden pervâne âşık, şem‘ de maşuk olarak görülmüştür.
Beyit ve rubâîlerin içerisinde kısa mesnevilerde, genellikle de münazara tarzında
yazılan ve fazla uzun olmayan Şem‘ ü Pervâne şiirleri olarak yer almıştır.
5.1. Ebû Sa‛îd-i Ebû’l-Hayr
Elimizdeki bilgilere göre şem‘/ateş ile pervâne sembolünü birlikte kullanan
ilk şair, Fars tasavvuf şiirinin kurucularından Ebû Sa‛id-i Ebû’l-Hayr (ö.
1048)’dır. Onun rubâîleri Fars tasavvuf şiirinin ilk beyitleri olarak kabul edilmektedir.
Kendisine atfedilen bir rubâî de, bu iki sembolü birlikte kullanmıştır.
“Sana kavuşmak nerede? Senden çok uzakta olan ben
nerede? İnci tanesi nerede? Karıncanın kursağı nerede?
Her ne kadar yanmaktan korkmuyorsam da, pervane
nerede? Tur dağının ateşi nerede? ”80
5.2. Emîr Mu‛izzî
Ahmed-i Gazzâlî’nin çağdaşı olan ünlü şair Mu’izzî (ö.1124) de ateş ve
pervânenin ilişkisini, âşıkâne olarak dile getiren ilk şairlerden biridir. Mutasavvıf
olmayan Mu‛izzî, aşağıdaki rubaîsinde duygularını şöyle ifade eder:
“Aşk kadehine gözyaşı döken bir gözüm var. Aşk
pervânesinin yanan canı gibi bir canım var. Her gün
aşk hanesinde mukîm benim. Bütün dünyanın
akıllısı ama aşkın delisiyim.”81
5.3. Senâ’î
XII. yüzyılın tanınmış mutasavvıf şairlerinde olan Hekîm Ebû’-l Mecd
Mecdûd b. Adem Senâ’î (ö. 1140) de şem‘ ile pervâne sembolünü bir arada ve
çeşitli yönleriyle özellikle de âşıkâne tarzda işleyen ilk şairlerden biridir. Rubâî
ve gazellerinde aynı duygulara sık sık yer vermiştir.82 Aşağıdaki rubâî de bunlardandır.

“Mum, sevgilinin nurlarıyla yaşar. Sen de bir pervânesin.
79 Dîvân-ı Menuçehrî-i Damgânî (nşr. Muhammed Debîr Siyâkî ), Tahran 1347 hş., s. 26, 70; Dîvân-ı
Mes’ûd-ı Sa’d-ı Selmân (nşr. Mehdî Nûriyân), İsfahan 1364 hş., s. 488; Ebû Mansûr Esedî-i Tûsî,
Lügat-ı Furs (nşr. Fethullah Müctebâ’î-Alî Eşref Sâdıkî), Tahran 1365 hş., s. 218. 80 Sohanân-ı Manzûm-ı Ebû Sa’îd-i Ebû’l-Hayr (nşr. Sa’îd-i Nefîsî), Tahran 1350 hş., rubâ’i-yi
çehârum. 81 Dîvân-ı Kâmil Emîr Mu’izzî (nşr. Nâsır-ı Heyyirî), Tahran 1362 hş., s. 725. 82 Dîvân-ı Senâ’î (nşr. Müderris-i Radavî), Tahran 1354 hş., s.1013, 1148, 1149.
A.Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi Sayı 39, Erzurum 2009
Prof. Dr. Hüseyin AYAN Özel Sayısı
        ~ 891 ~ 

Cana düşman, muma da nurlu bir köle ol. Mumun
etrafında dolaşarak kendini yakması pervânenin işidir.
Barî sen de bir pervâneden daha az iş yapma” 83
5.4. Nâsır-ı Buhârâ’î
Kaside ve gazel şairi olarak tanınan Nâsır-ı Buhârâ’î (ö. 1379), Divanının
içerisinde “Hikâyet” başlığı altında yirmi beyitte şem‘ ile pervâne arasındaki
ilişkiye yer vermiştir.
Münazara tarzında yazılan hikâye, bir kimsenin pervâne’ye “Aşkta güçlük
çekiyorum. Buna çare bulmalısın. Bana aşkın yolunu anlat. âşıkların bu yoldaki
ustalıkları nedir?” diye sormasıyla başlar.84 Pervâne de o kişiye gece olunca gelmesini
söyler. Gece olur, hizmetçi gelir ve şem‘i/mumu yakar. Bir pervâne gelerek
mumun/şem‘in etrafında döner. Sonra da onun çağrısı üzerine kendini ateşe
atar ve yanar. Derinden gelen bir sesin “ey gönlü uyanık! işte aşk yolu budur.”
demesiyle hikâye biter.85
5.5. Kâsım-ı Envâr
XV. yüzyılın ünlü mutasavvıf şairi Seyyid Kâsım-ı Envâr da Külliyâtı içerisinde
şem‘ ile pervâne hikâyesine yer vermiştir. Remel bahrinde yazdığı “elHikâye
fî Kemâli’l-Aşk ve’t-Tevhîd” başlıklı 38 beyitlik mesnevisinde, şem‘ ile
pervâne ve şem‘ ile ateşi konuşturmuştur.86
Şem‘ ile Pervâne’nin karşılıklı konuşmaları, Pervâne’nin Şem‘e “her gece
niçin sabahlara kadar yanıp yakılarak gözyaşı döküyorsun” demesiyle
lar.87Şem‘ de “gönlümde ayrılık derdi vardır. Işığımı, sevgilimi arayıp bulma
ümidiyle yakıyorum” diyerek Pervâne’ye cevap verir. Şem‘in bu sözlerinden
etkilenen Pervâne heyecanının etkisiyle de, büyük bir iştiyakla kendini ateşe atar
ve onun varlığında yok olur. Bunun üzerine Şem‘ “Varlığımdan utanıyorum.
Pervâne gibi yok olmak istiyorum” diyerek ateşe seslenir. Ateş de şem‘e “gerçek
âşık olan pervâne varlığından korkmadı ve kendi canını sevgilisinin önünde feda
etti. Sonunda da sevgilisiyle bütünleşerek arzusuna kavuştu.” diyerek cevap verir.
Böylece şem‘ topluluk içinde kendisini ifşa ettiğinden dolayı arzusuna kavuşamaz.88
83 Dîvân-ı Senâ’î, s. 311 84 Dîvân-ı Eş’âr-ı Nâsır-ı Buhârâ’î (nşr. Mehdî Dırahşân), Tahran 1353 hş., s. 428. 85 Dîvân-ı Eş’âr-ı Nâsır-ı Buhârâ’î, s. 429. 86 Külliyât-ı Kâsım-ı Envâr (nşr.Sa’îd-i Nefîsî), Tahran 1337 hş., s. 381-382. 87 Külliyât-ı Kâsım-ı Envâr,s. 381. 88 Külliyât-ı Kâsım-ı Envâr, s. 382.
TAED 39, 2009, 877-907
~ 892 ~  S. ARMUTLU: Kelebeğin Ateşe Yolculuğu: Klâsik Fars ve Türk Edebiyatında
Şem ü Pervâne Mesnevileri
TAED 39, 2009, 877-907

6. Bağımsız Bir Eser Olarak Yazılan Şem‘ ü Pervâne Mesnevileri
Başlangıçta sembol olarak kullanılan şem‘ ve pervâne kelimeleri, gazel ve
rübâîlerde âşık-maşûk ilişkileri içerisinde ele alınmıştır. Sonra da herhangi bir
eser içerisinde mesnevi nazım şekliyle, özellikle de münâzara tarzında yazılarak,
pervânenin şem‘e karşı duyduğu aşk ve bu aşk uğrunda kendini ateşe atarak canını
feda etmesi işlenmiştir. Daha sonra da herhalde şairler tarafından çok beğenilmiş
olacak ki başı şairler de ayrı bir eser olarak Şem‘ ü Pervâne mesnevileri
kaleme almışlardır.
6.1. Farsça Yazılan Şem‘ ü Pervâne Mesnevileri
6.1.1. Ehlî-i Şîrâzî
XIV. yüzyılın sonu ile XV. yüzyılın ilk yarısında yaşamış ünlü bir şairdir.
Ehlî-i Şirâzî (ö.1535), Şem‘ ü Pervâne mesnevisini Akkoyunlu hükümdar Sultan
Yakub adına kaleme almıştır.89 Mesnevi, Allah’ın 1001 isminden dolayı, şair
tarafından 1001 beyit olarak yazılmıştır.90 Hezec bahrinin “Mefâîlün mefâîlün
feûlün” kalıbıyla yazılan Şem‘ ü Pervâne, yazarının ifadesine göre 1489’da tamamlanmıştır.91
Yedi el yazma nüshası tespit edilen92 Ehlî’nin Şem‘ ü Pervâne
mesnevisi basılmıştır.93
6.1.2. Fehmî
Hayatı hakkında şimdiye kadar herhangi bir bilgi elde edemediğimiz
Fehmî’nin kim olduğunu bilemiyoruz. Fehmî’nin bilinen tek eseri Şem‘ ü
Pervâne mesnevisidir. Mesnevi 1486 yılında II. Bayezid adına hezec bahrinin
“mefûlü mefâîlün feûlün” kalıbıyla yazılmıştır. Mesnevinin bugüne kadar tesbit
edilen iki nüshası Süleymaniye Kütüphanesinde, Fatih 4002 ve Kadızâde Mehmet
Efendi 415 numaralarda kayıtlıdır.941009 beyit olan Şem‘ ü Pervâne mesnevisi
Türkçe’ye tercüme edilmiştir.95
6.1.3. Şeyh Abdullah-i Şebüsterî-i Niyâzî
Ünlü mutasavvıf Şeyh Mahmûd-ı Şebüsterî (ö. 1320)’nin torunudur.İlk
tahsilini Şebüster’de yaptıktan sonra tahsilini ilerletmek için bazı şehirler dolaş-
mış ve 1520 yılında Anadolu’ya gelmiştir. Niyâzî, Yavuz Sultan Selim’in takdirini
kazanmış, O’nun adına eserler yazmıştır. İstanbul’da Abdullah Niyâzî Efendi
89 Külliyât-ı Eş’âr-ı Mevlânâ Ehlî-i Şîrâzî (nşr. Hâmîd-i Rabbânî),Tahrân 1344 hş., s.514-516. 90 Külliyât-ı Eş’âr-ı Mevlânâ Ehlî-i Şîrâzî, s. 619/b.13. 91 Külliyât-ı Eş’âr-ı Mevlânâ Ehlî-i Şîrâzî, s. 619/b.16. 92 Ahmed-i Münzevî, Fihrist-i Nüshahâ-yı Hattî-i Fârsî, c. III, Tahran 1348 hş., s. 1847 vd. 93 Külliyât-ı Eş’âr-ı Mevlânâ Ehlî-i Şîrâzî (nşr. Hâmîd-i Rabbânî),Tahrân 1344 hş., s.571-619. 94 Mehmet Kanar, Şem‘ ve Pervâne, s. 57. 95 Mehmet Kanar, a.g.e., s. 139-185.
A.Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi Sayı 39, Erzurum 2009
Prof. Dr. Hüseyin AYAN Özel Sayısı
        ~ 893 ~ 

adıyla bilinen şair, Kanuni Sultan Süleyman adına kasîdeler de kaleme almıştır.
Niyâzî 1529’da İstanbul’da ölmüştür.96
Nîyâzî, Şem‘ ü Pervâne mesnevisini Yavuz Sultan Selim adına kaleme almıştır.97
826 beyit olan mesnevi hafif bahrinin “feilâtün mefâilün feilün”98 kalı-
bıyla yazılmıştır. Mesnevinin bilinen tek nüshası Süleymaniye Kütüphanesi
Kadızâde Mehmed Efendi kısmı 415 numarada kayıtlıdır.99 Mesnevi Türkçe’ye
tercüme edilmiştir.100
7. Türkçe Yazılan Şem‘ ü Pervâne Mesnevileri
Konunun kaynağı ve ilk çıkış noktası olarak Fars edebiyatında yazılan
Şem‘ ü Pervâne mesnevileri, Türk şairlerinin de ilgisini çekmiştir. Ortak bir medeniyetin
temsilcisi olarak Türk şairleri kendilerinden önce Farsça kaleme alınmış
şairlerin Şem‘ ü Pervâne mesnevilerinden etkilenerek, aynı tarz ve bağımsız
olarak Türkçe Şem‘ ü Pervâne mesnevileri yazmışlardır. Fars edebiyatında oldu-
ğu gibi Türk edebiyatında da önce şiirlerde (gazel, kasîde, rubâî vb.) görülen
şem‘ ü pervâne sembolü, XIV. yüzyıldan itibaren beyitlere paralel pek çok tasavvufî
eserde özellikle mesnevilerde küçük hikâyeler şeklinde görülür.101 Daha
sonra da ayrı bir eser olarak Şem‘ ü Pervâne mesnevileri yazılmıştır:
7.1 Gülşehrî
XIII. yüzyılın sonu ve XIV. yüzyılın başında yaşayan Şeyh Ahmed-i Gül-
şehrî’nin en tanınmış eseri Mantıku’t-Tayr’dır. Gülşehrî , Ferîdüddîn-i Attâr’ın
aynı isimli eserini esas alarak yazdığı bu eserinde şem‘ ile pervâne hikâyesine yer
vermiştir. Gülşehrî, pervânelerin hikâyesini anlatırken, Attâr’ın eserindeki konuya
bağlı kalmakla beraber, kendine ait düşüncelere yer vererek, konuyu uzatmış-
tır. Attâr’ın 18 beyitte anlattığı pervânelerin hikâyelerini, Gülşehrî 62 beyitte
anlatmıştır. Ayrıca hikâyenin başında 15 beyit tutan şem‘in tasvirini yapan
Gülşehrî, 60. beyitte de adını zikretmiştir. Hikâyede kelebeklerin mumdan haber
getirmeleri işlenmiştir.102
Ayrıca Gülşehrî, Feleknâme isimli Farsça mesnevisinde de şem‘ ile
pervâne hikâyesine yer vermiştir. 44 beyit olan bu hikâye, Feleknâme’nin ilk
96 Mehmet Kanar, a.g.e., s. 58-59.
97 Mehmet Kanar, a.g.e., s. 59. 98 Mehmet Kanar, a.g.e.., s. 69.
99 Mehmet Kanar, a.g.e., s. 81. 100 Mehmet Kanar, a.g.e., s. 91-138. 101 Günay Kut, “Şem‘’ ü Pervâne”, Türk Dünyası Edebiyat Kavramları ve Terimleri Ansiklopedik
Sözlüğü, c. V, Ankara 2006, s. 388 102 Günay Kut, “Şem‘’ ü Pervâne”, a.g.e., s. 1388; Gülşehrî, Mantıku’t-Tayr-Tıpkı Basım (nşr. Agâh
Sırrı Levend), Ankara 1957, s. 280-285.
TAED 39, 2009, 877-907
~ 894 ~  S. ARMUTLU: Kelebeğin Ateşe Yolculuğu: Klâsik Fars ve Türk Edebiyatında
Şem ü Pervâne Mesnevileri
TAED 39, 2009, 877-907
ır.

hikâyesidir. Gülşehrî, Mantıku’t-Tayr’da işlediği konuyu, aynen Feleknâme’de
de tekrar eder.103
7.2. Zâtî
Şem‘ ü Pervâne yazan şairlerden biri de Zâtî’(ö. 1546)’dir. Eser hezec bahrinin
“mefâîlün mefâîlün feûlün” kalıbıyla yazılmıştır. 1534’de yazılan mesnevi,
3937 beyittir. Eserin konusu Rum hükümdarı Şah Jale’nin oğlu Pervâne ile Çin
Fağfuru’nun kızı Şem‘ arasında geçen aşktır.104 Dolayısıyla bu mesnevi, çift
kahramanlı, aşk ve macera konulu eserlerden biridir. Zâtî’nin Şem‘ ü Pervâne
mesnevisinin diğer Şem‘ ü Pervâne mesnevileriyle isim benzerliği dışında bir
benzerliği yoktur. Mesnevinin şimdiye kadar bilinen beş nüshası vard 105
7.3. Lâmi’î Çelebi
XVI. yüzyıl Türk edebiyatının tanınmış mutasavvıf şairlerinden Lâmi’î
Çelebi (ö. 1532)’nin önemli eserlerinden biri de Şem‘ ü Pervâne mesnevisidir.
Lâmi’î Çelebi mesnevisini Rodos’un fethi münasebetiyle yazmıştır. 1522 yılından
yazılan eser, Kanuni Sultan Süleyman’a sunulmuştur.106 Eserin bugün için
bilinen sekiz nüshası vardır.107 Mesnevi hafîf bahrinin “feilâtün mefâilün feilün”
kalıbıyla yazılmıştır. Eser 1653 beyit olmakla beraber sonuna eklenen Kanuni’nin
övgüsü (18 beyit), Rodos’un fethi üzerine söylenmiş bir kıt‛a ve padişah
için yazılan dua (29 beyit) ile birlikte beyit sayısı 1704’tür.
7.4. Mu‛îdî
XVI. yüzyıl şairlerinden olan Mu‛îdî (ö. 1586)’nin hamsesini oluşturan
mesnevilerinden biri de Şem‘ ü Pervâne’dir. Mu‛îdî mesnevisini hafîf bahrinin
“feilâtün mefâilün feilün” kalıbıyla yazmıştır. Mesnevinin bilinen iki nüshası
vardır. Bunlardan birincisi Millet Kütüphanesi, Ali Emirî kısmı, manzum 1193
numarada; diğeri de İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi, Türkçe Yazmalar, 2255
numarada 78b-121b sayfaları arasında kayıtlıdır. İstanbul Üniversitesi nüshası,
1418 beyit; Ali Emirî nüshası da 1496 beyittir. Mu‛îdî Halep’te ikamet ettiği bir
sırada eğlence olsun diye eserini iki üç haftada yazmıştır.108
103 Gülşehrî ve Feleknâme (haz. Saadettin Kocatürk ), Ankara 2000, s. 95-98. 104 Sadık Armutlu, Zâtî’nin Şem‘ ü Pervâne Mesnevisi (yayınlanmamış Doktora tezi), İnönü Üniversitesi
SBE, Malatya 1998, s. 230-237. 105 Sadık Armutlu, a.g.t., s. 400-403. 106 Günay Kut, “Lâmî’i Çhelebi and His Works” Journal of Near Eastern Studies, Volume 35,
Chicago 1976, number 2, p. 88.
107 Nuran Tezcan, “Bursalı Lâmi‘î Çelebi” Türkoloji Dergisi, c. VIII, Ankara 1979, s. 315. 108 Mu‘îdî, Şem‘ ü Pervâne, Millet Ktp., Ali Emiri Kısmı, Nr. 1193, v. 5b/str. 10.
A.Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi Sayı 39, Erzurum 2009
Prof. Dr. Hüseyin AYAN Özel Sayısı
        ~ 895 ~ 
t eder.

7.5. Feyzî Çelebî
Feyzî Çelebi’nin hayatı hakkında bilgimiz yok denecek kadar azdır. Şem‘ ü
Pervâne mesnevisinde belirttiğine göre mahlası Feyzî, unvanı Çelebi’dir. Mesnevisini
Osmanlı hükümdarı I. Ahmed (ö. 1614) zamanında yazıp, Niğbolu mutasarrıfı
Tiryaki Mehmet Paşa’ya sunduğu doğru ise, Feyzî’nin XVII. yüzyılda
yaşadığını söyleyebiliriz.109
Feyzî Çelebi eserini 1603 yılında yazmıştır. Mesnevi’nin bilinen tek nüshası
vardır. Bu nüsha, Gönül A. Tekin’’in özel kütüphanesindedir. Eser 31 varak
olup 987 beyitten ibarettir. Eserin sonu eksiktir. Orijinal yönü, eser mesnevi nazım
şekliyle yazılmasına rağmen, eserde 11’li hece vezni kullanılmıştır.110 Bu
bakımdan bu mesnevi, şimdiye kadar eşine henüz rastlanmamış bir özellik taşı-
maktadır. Yine Mesnevi’nin önemli özelliklerinden biri, belki de en önemlisi,
Mesnevi’de geçen sembollerin hangi anlamlara geldiklerinin ifade edilmesidir.
Mesnevi yeni harflerle neşredilmiştir.111
8. Şem‘ ü Pervâne Mesnevilerinde İşlenen Tema
Mutasavvıflara göre insan ruhu, ruhlar âleminden, bu hasret ve firak dünyasına
gelerek, muhabbet meclisinden, beden hapishanesine girmiş, beden ağı tarafından
sıkıca bağlanmış ve geldiği yeri unutmuştur. Yine onlara göre insan, ayrıldığı
bütünün yabancısı değil, sadece uzağına düşmüştür Yani insanla Allah iki
yabancı değil, asılları bir fakat ayrı kalmış iki sevgilidirler. Ayrı kalmadan oluşan
yabancılaşma, yakınlaşma ile mümkündür. Bu da istemek ve özlemekle olur.
İnsan ruhunun bedenden kurtularak unutulan aslî vatanına dönmeye davet
edilmesi ve bu davete icabet ederek cevap vermesi yani asli vatanı hatırlaması
mutasavvıflara göre imanla olur. Bunun temeli de aşk ve özlemdir. İman ve hidayet
nuru kalpte parlar. Çünkü imanın madeni kalptir.112 Kalpte beliren aşk kıpırdanışları,
Allah’ın bizi çağırmakta olduğuna delil sayılmıştır.113 İman nuru herkesin
kalbinde parlamaz, yanmaz. Bu nur/ışık kalbini tasfiye ve tezkiye eden
kimselerde yanar. Kalbin temizlenmesinden gaye; iman nurlarının orada hasıl
olmasıdır.114Bu nur Allah’ın seçtiği insanlara verilir. “Allah, dilediği kimseye
nurunu iletir.”115 beyanının sebebi budur. Böylece aslî vatana uzanan yolda çağ-
rı/davet Allah’tan gelir, kul da ona cevap verir, yani icabe
109 Feyzî Çelebi, Şem‘ ü Pervâne, s. 1-4. 110 Feyzî Çelebi, a.g.e., s. 2. 111 Feyzî Çelebi, Şem‘ ü Pervâne, İnceleme-Metin (haz. Gönül A. Tekin), Harvard 1991. 112 Mehmet Ali Aynî, Tasavvuf Tarihi, İstanbul 1992, s. 283. 113 Yaşar Nuri Öztürk, Kur’an ve Sünnete Göre Tasavvuf, İstanbul 1990, s. 402. 114 İmam Gazzâlî, İhyâ’u Ulûmi’-Dîn, c. III, s. 2206. 115 Nûr suresi, ayet 35.
TAED 39, 2009, 877-907
~ 896 ~  S. ARMUTLU: Kelebeğin Ateşe Yolculuğu: Klâsik Fars ve Türk Edebiyatında
Şem ü Pervâne Mesnevileri
TAED 39, 2009, 877-907

Yukarıda kısaca anlatılanlar Şem‘ ü Pervâne mesnevilerindeki Pervâne
sembolüyle tam bir uygunluk içindedir. Allah aşkı, Pervâne’nin içini yakmış,
dünya varlığından kurtulmuş, dünya yaşantısıyla ilgisini keserek Allah’a yönelmiştir.
İşte Allah, nurunu seçtiğine yani Pervâne’ye de bu davete karşılık vermiş-
tir. Bundan dolayıdır ki Pervâne nura/Şem‘e talib olmuştur:
Hasıl-ı kıssa ol şeb ol mehcûr
Mâh-ı nev gibi oldı tâlib-i nûr116
Maksada ulaşmak, nura/Şem‘e talib olmak için evini barkını terkeden
Pervâne, karanlık ülke olan Şebistân’a/Şâm‛a gelir.
Didi gelmişdi mülk-i magribden
Şâma ol nev-civân-ı nahîf-beden117
Gedâ şeklinde ehl-i hiffet idi
Lîkin gâyet ehl-i ma’rifet idi118
Her ne kadar Şebistân veya Şâm’a kalender ve ehl-i marifet olarak gelen
Pervâne bu uzun yolun henüz başındadır. O, marifet bağında yeni filizlenmekte
olan bir yapraktır.
Bâg-ı ma’rîfetde berg-i ter idi
Evvel anda olmış müheyyâ idi119
Pervâne Şem‘e ulaşma yolunda daha çok makamlar geçecek, geçtiği her
makamda kendiliğinden gelen bir takım ruhî yaşantıları/halleri yaşayacaktır.
Pervâne bu hallerden önce “ yakaza”yı yaşar. Gaflet uykusundan uyaran kulun
kendine gelme mertebesi “ yakaza”dır.120
Çeşmi dûş oldı şem‘-i dil-ârâya
Kapıldı şarkdan garba nûr-efzâya
Gaflet uyhusundan itdi çün kıyâm
Zâhir oldı çeşmine serv-i hırâm121
Gaflet uykusundan uyanan Pervâne “terk” ve “tecrîd” halini yaşar. O, dünya
varlığından kurtulmuş, dünya yaşantısıyla ilgisini kesmiş ve halvet köşesinde
nefsini öldürmüştür:
Terk ü tecrîdde kalender idi
Kişver-i aşka şâh ü server idi
116 Lâmi’î Çelebi, Şem‘ ü Pervâne, Süleymaniye Ktp., Esad Efendi Kısmı, nr. 2744, v.21a/str.6. 117 Lâmi’î Çelebi, a.g.e., v. 20a/str. 7. 118 Feyzî Çelebi, Şem‘ ü Pervâne , s. 15/b.13, 15. 119 Feyzî Çelebi, a.g.e.., s. 65/b. 489. 120 İsmail-i Ankaravî, Minhâcü’l-Fukarâ, İstanbul 1328, s. 141. 121 Feyzî Çelebi, Şem‘ ü Pervâne, s. 65/ b. 493, 495.
A.Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi Sayı 39, Erzurum 2009
Prof. Dr. Hüseyin AYAN Özel Sayısı
        ~ 897 ~ 

Eylemiş âlem içre izzetler
Künc-i halvetde çok riyâzetler122
Masivadan gönlünü arındıran, nefsani arzularından sıyrılan Pervâne, gönlündeki
sevgi ateşiyle “maksad kıblesine” yönelmiştir. Yani Şem‘i aramaya
kalkmıştır. Bu da bize Pervâne’nin sülûk yolunun başlangıç derecelerinden olan
“irâde” makamında olduğunu gösterir. İrâde kalbin Hakk’ı aramaya kalkması-
dır.123
Pervâne zi-sûz-ı aşk-bâzî
Fârig zi-hakîkî vü mecâzî
Ez cân şod şem‘ râ taleb-kâr
Bî-çâre ne-dâşt cüz taleb-kâr
“Pervâne, aşk ateşiyle yanarak, hakiki ve mecazi derdinden fâriğ bir halde
içtenlikle şem‘e talip oldu. Zavallının talep dışında bir işi yoktu.” 124
Pervâne doğru yoldadır. Pervâne’nin aslî vatana dönme eyleminde yükseklik/terakkî
hali devam eder. Bunu Şem‘in tecelli etmesiyle anlıyoruz:
Didi kim burda ol durur çâre
Azm kılam bu gice gülzâre
Gördi ol perdeden çıkar bir nûr
Ruh-ı dehre onunla gerdûn yur125
Pervâne, Şem‘in ışığını/nûr müşâhedesini görür ona âşık olur, kendinden
geçer ve bayılır. Pervâne “muhabbet” halini yaşar. Muhabbetin olduğu yerde
ızdırap da vardır. Pervâne de ızdırap çeker ve yüzü sararır:
Çeşm-i ter u rûy-ı zerd dârî
Der-sîne zi-hicr-i derd dârî
“Yaşlı gözlerin, sarı yüzün, gönlünde de ayrılık derdin var”126
Nihayet Pervâne’nin Şem‘e karşı duyduğu aşk, o kadar fazlalaşır ki bu
aşk ile kıpkızıl bir divâne olur:
Âşık oldı şem‘e çünki pervâne
Işk ile oldı kıpkızıl dîvâne127
122 Lâmî’î Çelebi, Şem‘ ü Pervâne, v. 20b/str. 5, 7. 123 Süleyman Ateş, İslam Tasavvufu, İstanbul 1992, s. 167. 124 Niyâzî, Şem‘ ü Pervâne, Süleymaniye Ktp., Kadızâde Mehmed Efendi Kısmı, Nr. 415,13b/str. 4. 125 Lâmî’î Çelebi, a.g.e., v. 21b/str. 13, 14. 126 Fehmî, Şem‘ ü Pervâne, v. 26a/str. 5. 127 Feyzî Çelebi, Şem‘ ü Pervâne, s. 68/b. 536.
TAED 39, 2009, 877-907
~ 898 ~  S. ARMUTLU: Kelebeğin Ateşe Yolculuğu: Klâsik Fars ve Türk Edebiyatında
Şem ü Pervâne Mesnevileri
TAED 39, 2009, 877-907

Pervâne’nin yükselişine/terakkisine devam ettiğini sarı ve kızıl renklerden
anlıyoruz. Kalpte tecelli eden ışıkların renkleri ile salikin içinde bulunduğu
hal arasında paralellik vardır. Sarı renk zayıflığı, kırmızı da himmetin yani kudretin
işaretidir.128
Bu da nefisle yapılan mücadelenin sertliğini gösterir. Buradan da
Pervâne’nin nefs-i emmâreden sıyrılıp, nefs-i levvâmeye geldiğini anlıyoruz. Yine
Pervâne’nin nuru müşahede etmesi de O’nun “levvâme” makamına ulaştığını gösterir.

Levvâme makamında kıpkızıl bir dîvâne olan Pervâne, derdine çare aramaya
başlar. Bu sırada karşısına Bâd-ı Sarsar/Nesîm çıkar. Pervâne bunlardan
yardım ister. Bâd-ı Sarsar/Nesîm, Pervâne’ye acıyarak O’na yardım ederler. Bâd-
ı Sarsar, Pervâne ile birlikte Şem‘in bulunduğu yere gelir, fakat Şem‘in dostu “
Fanus”tan büyük bir direniş görür. Sonunda Pervâne’yi Şem‘e ulaştıramayacağı-
nı anlayarak verdiği sözden dolayı utanır ve geldiği yere geri döner.129 Nesîm de
Pervâne’yi Şem‘in sarayının dışına kadar götürmesine rağmen içeri sokmak için
çok uğraşır, fakat başarılı olamaz. Neticede Pervâne’den özür diler ve pencereden
çıkıp gider.130
Pervâne her ne kadar “levvâme” makamında bulunuyorsa da Bâd-ı Sarsar
ve Nesîm gibi madde dünyasına mensup olan kişiler ile arkadaşlık yaptığı için
kendisi hâlâ emmarenin izlerini taşıyor diyebiliriz. Çünkü nefs-i levvâmenin iki
yüzü vardır. Bir tarafı nefs-i emmareye diğer tarafı nefs-i mülhime’ye yönelmiş-
tir. Eğer nefs-i levvâme, nefs-i emmâre’ye tabi olursa, emmâre kuvvetlenir,
vücud mülkünü eline alır, mutasarrıfı olur. Onda haram olan arzu ve istekler belirir.131
Bu da Pervâne’nin Şem‘e kavuşması için en büyük engeldir. Kendisinden
yardım isteyen Pervâne’ye Anber şöyle cevap verir:
Çeşm-i cânunda yok durur ol fer
K’ide bî-perde âfitâba nazar
Hiç ola mı ki dîde-i huffâş
Tal‛at-ı âfitâbı seyr ide fâş
Yürü ey perr ü bâlı hasta-mekes
Vasl-ı ankâ da‛vasın itme heves132
128 Necmeddîn Kübrâ, Fevâihü’l-Cemâl / Tasavvufî Hayat (nşr.Mustafa Kara), İstanbul 1980, s. 97. 129 Feyzî Çelebî, a.g.e., s. 73/b. 609-610. 130 Fehmî, a.g.e., v. 19a/str. 6. 131 Eşrefoğlu Rûmî, Müzekki’n-Nüfûs (nşr. Ali Arslan), İstanbul 1991, s. 243 vd. 132 Lâmı‛î, Şem‘ ü Pervâne, v. 23b/ s. 11-13.
A.Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi Sayı 39, Erzurum 2009
Prof. Dr. Hüseyin AYAN Özel Sayısı
        ~ 899 ~ 

Ayrıca Pervâne, Nesîm’e Şem‘in sarayının giriş yolunu sorunca güler ve
“ bu şahın sarayına girmek için ne benim iznim var ne de sana bir yol var”133
diyerek cevap verir. Buradan da anlaşılıyor ki Pervâne’de hâlâ nefs-i emmâre’nin
izleri kalmıştır. Pervâne zor durumdadır. Aslî vatanına geri dönmesi için yükseli-
şe devam etmesi gerekir. Bu da bulunduğu hal ve makamı aşmakla mümkündür.
İşte Bâd-ı Sarsar ve Nesîm’in Pervâne’yi Şem‘in bulunduğu yerde yalnız başına
bırakıp terk etmeleri, aynı zamanda Pervâne’deki son heva ve isteklerin de O’nu
terk edip gittiğine işarettir.134
Nesîm ve Bâd-ı Sarsar’ın Pervâne’yi Şem‘e ulaştıramamalarının sebebi,
O’nu koruyan, yabancıların O’nun yanına yaklaştırmayan dostlarının olmasıdır.
Bunların adı “Kâfûr”ve “Fânûs”tur. Kâfûr, Şem‘in etrafında Pervâne’yi görür,
onunla münazaraya başlar. Onu incitir, eziyet eder ve onu kovarak, Pervâne’yi
Şem‘in bulunduğu yerden uzaklaştırır.
Kerd û-râ cefâ-yı gûnâgûn
Kerdeş ângeh be-sad-cefâ bîrûn
Gûyed ân rûz k’ez cefâ kâfûr
Kerd pervâne-râ zi-cânân dûr
“Kâfûr ona çeşitli cefalar yaptıktan sonra, onu yüzlerce cefayla beraber dı-
şarı çıkardı. Kâfûr, o gün cefâ ederek Pervâne’yi canandan uzaklaştırdı.”135
Fânûs da Şem‘i koruyandır. Şem‘i herkesten saklar, yüzünü kimseye göstermezdi.
Pervâne’yi Şem‘e gammazlayarak, Şem‘in yanından uzaklaştırılmasını sağ-
lar. Kâfûr ile Fânûs, âşık ile maşukun birleşmesini engelleyen unsurlar olarak karşı-
mıza çıkar. Bunun tasavvufta karşılığı “hicâb/perde”dir.
Ol ki fânûs dinmişti şem‘e nikâb
Fi’l-mesel insânda yetmiş bin hicâb136
İnsan geldiği yerdeki ülfet ve ünsiyet zevkini unutmayıp orayı arzu ederse,
aradaki perdeleri kaldırması gerekir. Visale en büyük perde insanın kendi benliği,
vücududur:
Perde keşf ola dirsen âhir-i kâr
Çeşm-i lâ-perde hâsıl it yüri var
Perde sensin hemîn aradan çık
Terk-i cân it bu gam-serâdan çık137
133 Fehmî, Şem‘ ü Pervâne, v.15b/ s. 6-7. 134 Feyzî Çelebî, Şem‘ ü Pervâne, s.14. 135 Niyâzî, Şem‘ ü Pervâne, v. 18a/str. 2, 4. 136 Feyzi Çelebi, a.g.e., s. 96/b. 985. 137 Lâmi’î, Şem‘ ü Pervâne, v. 24a /str. 5-7.
TAED 39, 2009, 877-907
~ 900 ~  S. ARMUTLU: Kelebeğin Ateşe Yolculuğu: Klâsik Fars ve Türk Edebiyatında
Şem ü Pervâne Mesnevileri
TAED 39, 2009, 877-907

Şem‘in etrafında tek başına kalan Pervâne, Şem‘den uzaklaştırılmasıyla
aklı başından gider, deliye döner ve çöle yönelir. Çölde tek başına kalan Pervâne,
sıkıntılı günler ve zifiri karanlık geceler yaşar. Pervâne korkulu anlar geçirmektedir.
Bu korku gelecekte olabilecek kötü bir olaydan kalbin yanması, rahatsız
olmasıdır. Çünkü Pervâne, çölde kendi kendine şöyle konuşur:
“Vuslata kavuştuğun zaman niçin ölmedim? Çünkü
bizim için ölmek arzuladığımız bir şeydi. Kim
bize Şem‘den haber getirir? Kim bizden Şem‘e
bir haber götürür? Kiminle onun bulunduğu yere
mektup göndereyim? veya ona can kuşunu yollayayım?”138
Pervâne’nin endişesi geleceğe ait endişelerdir. Çünkü çölde tek başına kalan
ve içini dökecek bir dostu dahi olmayan Pervâne’nin olabilecek olayları bilmeden
beklemekten başka yapacak bir şeyi yoktur. Zira bu, Şem‘e kavuşamama
gibi hoş olmayan bir şey de olabilir. Pervâne, “havf” makamında “haşyet” halini
yaşamaktadır.
Şem‘in yanından uzaklaştırılmasıyla Pervâne için “araf” makamı dönemi
başlar. Araf makamında ruhun bekletilmesi gerekir. Bu bekleyiş maşuka olan
muhabbeti ve hasreti fazlalaştırır. Öyle bir mertebeye ulaşır ki, gayb âleminden
kerametler ve inayetler ulaşmaya başlar.139Yine bu “araf” makamında ruhaniyet
nurları, gönül gözünde müşahede edilmeğe başlar ve salik kalbinin göğünde yıldızları
ay ve güneşi temaşa eder.140
Şem‘den ayrılarak çöllere düşen Pervâne de uzun süre çöllerde dolaşır.
Şem‘e karşı duyduğu şevk fazlalaşır ve önce, gökyüzünde yıldızların doğduğunu
görür, onlarla konuşur ve “ben batanları sevmem”141 diyerek onlardan yüzünü
çevirir. Sonra da gökyüzündeki ay ile konuşur, ondan yardım ister. Güneşle konuşur,
ondan da yardım ister, fakat sözlerine cevap alamaz.
Kimseden yardım göremeyen Pervâne’nin sabrı tükenir, takatı kesilir,
feryat ve figan ederek aklını yitirme durumuna gelir. Pervâne, kendi varlığından
bile bezme noktasındadır. Artık, O, “fakr” makamına ulaşmıştır. Kişinin kendisini
mutlak surette Hakk’a muhtaç bilmesi demek olan “fakr” makamında yapacak
tek hareket vardır. Allah’a yönelmek ve O’na yalvarmaktır. Çünkü Pervâne, kimseden
yardım görmediği için Allah’a muhtaç olmuştur.
Fakr makamında bulunan Pervâne acz içinde Allah’a yalvarır.
Pervâne’nin yoluna devam etmesi ve Şem‘e kavuşarak onda yok olması için,
Allah’ın lütfunun Pervâne’ye ulaşması gerekmektedir. Pervâne’nin acz içinde
138 Ehlî, Şem‘ ü Pervâne, s. 595. 139 Feyzi Çelebi, Şem‘ ü Pervâne, s. 21. 140 Feyzi Çelebi, a.g.e., s. 22. 141 En‛am Suresi, ayet 76.
A.Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi Sayı 39, Erzurum 2009
Prof. Dr. Hüseyin AYAN Özel Sayısı
        ~ 901 ~ 

yalvarması neticesinde Allah da katından O’na bir lütuf olarak Şeb-i Târîki/ Şeyh
Nurullah’ı gönderir. Bu semboller Allah’ın yardımı olup, saliki Allah’a götüren
yoldur ve güzel bir mükafattır:
Şeb-i târîk dimişdüm şem‘ün yâri
Hakîkatde oldı inâyet-i bârî142
Bu gelen mürşid-i İlahîdür
Düşmen-i sohbet-i melâhîdür
Gönlidür râz-ı gaybdan âgâh
Şeyh-i devrân ü adı Nûrullâh143
Bunlardan Şeyh Nurullah, Pervâne’nin önündeki visal engelini ortadan
kaldırır. Şeb-i Târîk ve Nûr da Pervâne’yi bulduğu yerden alarak Şem‘in huzuruna
getirirler. Şem‘in semtine gelen Pervâne’de Şem‘i görme arzusu aşırı derecede
fazlalaşır. Çünkü O, bir şeyi arzu etmek, gönülden istemek sevilen bir şeye meyl
ve teveccüh etmek demek olan “rağbet” makamına ulaşmıştır. Visali arzulayan
Pervâne, Şem‘i arzulamaktan şaşkına dönmüş bir haldedir:
“Hızır’ın ab-ı hayatla yaşaması gibi, o da sevgiliye
kavuşma ümidi ile yaşamıştır. Ey güzel o, senin
muhitinde uzağında durmuş ve sana olan arzusu
nedeniyle kendinden geçmiştir.”144
Pervâne, Şem‘in huzuruna varınca sinesi tutuşup alevlenir, kendinden ge-
çer. Şevkiyle mest olur, halden hale girer. İçinden bir ah çekerek dönmeye başlar.
Artık Pervâne “sekr” makamına ulaşmıştır. Bu makamın derecesi sevginin kuvveti
ile sevileni algılama gücü ile orantılıdır. Öyle ki Şem‘in hizmetçisi Şem‘in
zülüflerinden tutup bir tutam kesince, Pervâne kendinden geçer, ah çeker, halden
hale girer, etrafında döner ve sonunda Şem‘in ayağının dibine düşer:
“Meşşâte, Şem‘in zülüflerinden tutup bir tutam kesti.
Pervâne onun şevkiyle mest oldu, halden hale girdi.
Döne döne sonunda Şem‘in ayağına düştü.”145
Kul, marifette öyle bir sınıra varır ki Allah’ın kemal ve cemal sıfatlarını
görür gibi olur, ruhunu Allah’a yakın görür. Hatta ruhu ve kalbi ile Allah arasındaki
perdenin kaldırıldığını müşahede eder. İşte Şem‘ Pervâne’yi huzuruna ça-
ğırdığından hizmetçisi Meşşâte’den aradaki perdenin kalkmasını ister. Artık
Şem‘ ile Pervâne arasındaki perdenin kalkma zamanıdır.
142 Feyzî Çelebi, Şem‘ ü Pervâne, s. 96/b. 687. 143 Lâmi’î, Şem‘ ü Pervâne, v. 50a/str. 4-5. 144 Fehmî, Şem‘ ü Pervâne, v. 54a /str. 6-7. 145 Fehmî, a.g.e., v. 52a /str. 9-11.
TAED 39, 2009, 877-907
~ 902 ~  S. ARMUTLU: Kelebeğin Ateşe Yolculuğu: Klâsik Fars ve Türk Edebiyatında
Şem ü Pervâne Mesnevileri
TAED 39, 2009, 877-907

Hâhem ki ne-bâşedeş hicâbî
Ber-hîz ü be-rov be-kun sevâbî
“Arada perde olmasını istemiyorum: Kalk ve git, bir sevap yap”146 Zira
perde, kulun kendi nefsidir. Allah onun nefsini aradan kaldırınca, kalp ve ruh
Allah’a akar. Artık O, Allah’tan başkasını görmez. Çünkü basireti kapatan nefis
perdesi açılmış, kalp gözünden bulutlar kaldırılmıştır.147
Nâgehân tarf-ı havza itdi nigâh
Âb içinden tecellî ider o mâh
Lîk perhîze kanı cânda mecâl
Kaplamışdur cihâñı nûr-ı cemâl
Derd ü gam bana kendü odumdur
Perde ol nûra bu vücûdumdur148
Böylece “mükâşefe” makamında bulunan Pervâne’nin önündeki engeller
kalkmıştır. “Uyuyan bahtı uyanmış, gül bezminde mihnet dikeni kalmamış: Sevgili
yabancıları yanından uzaklaştırmış, ümid gözünü yola dikerek âşığını beklemede…”149.
Artık Pervâne, “müşâhede” makamına ulaşmıştır. Mükâşe-fe’den
sonra gelen müşâhede, perdenin tamamen kalkması; engelsiz, perdesiz açıktan
açığa sırların kalbe açılmasıdır. Bu hal kalbin basîret denen kendine has gözüyle
gizli gizli bilgileri algılamasıdır. Sır göğe, gölge yapan perde bulutlarından temizlenince,
garet burcunda şühûd güneşi görünür.150 Şem‘, kendini tecellî ile
Pervâne’ye gösterir:
Didi ey şehr-yar-ı hüsn ü cemâl
Bu tecellîye kimde ola mecâl
Tûr-ı aşkumda çagırup Lebbeyk
Hayretümden dirüm ki unzur ileyk151
Beşeri vasıflardan ve aşağı arzulardan sıyrılan Pervâne, artık yanıp, yok
olmaya hazırdır. O, yanarak vuslata nail olup, Şem‘le özdeşleşme noktasına gelmiştir.
Yani “fenâfillah” mertebesine ulaşmıştır.152 Cüzlerin, kendi cüz’i varlıklarını
zât deryasında yok edip, zât olmaları demek olan fenâfillah, başka bir vücutla
146 Fehmî, Şem‘ ü Pervâne, v. 50a/str. 4. 147 İbn Kayyım el-Cevziyye, Medâricü’s-Sâlikîn, (trc. Ali Ataç ve diğerleri), c. III, İstanbul 1991,s. 195. 148 Lâmi’î, Şem‘ ü Pervâne, v. 43a/str. 5, 9, 12. 149 Lâmi’î, a.g.e., v. 45a/str. 3-5. 150 Süleyman Ateş, İslâm Tasavvufu, s. 476. 151 Lâmi’î, a.g.e., v. 43b/str. 2-3. 152 Sühreverdî, Avârîfü’l-Ma‘ârif (haz. Kamil Yılmaz-İrfan Gündüz), İstanbul1989, s. 646 vd.
A.Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi Sayı 39, Erzurum 2009
Prof. Dr. Hüseyin AYAN Özel Sayısı
        ~ 903 ~ 

Allah’ın ışığında yeniden hayata doğmak demek olan “ bekâbillah” mertebesinin
eşiğidir.153
Ân sûhte şod be-şem‘ vâsıl
Ber-vey mî-suht şem‘-râ dil
“O, yanarak Şem‘in vuslatına nail oldu. Şem‘ için yanarak onun gönlü/alevi
haline geldi”154
Pervâne sevinç ve mutluluktan kendini kaybeder ve kendisini Şem‘in ate-
şine atarak, Şem‘in ışığında kaybolur. Daha doğrusu vücudu Şem‘in ışığına dö-
nüşür. Şem‘le bir olmak bir yakadan baş çıkarmak isteyen Pervâne, arzusuna
kavuşmuştur. Bu da bize Şem‘ ile Pervâne’nin birbirinden ayrı olmadığını gösterir.

Böylece kelebeğin ateşe yolculuğu bitmiştir.
9. Şem‘ ü Pervâne Mesnevilerinde Sembolik Anlatım
Bilindiği gibi bir duyguyu, bir düşünceyi, bir kavramı ya da bir varlığı
başka bir varlık ya da nesneyle somutlaştırarak, yani sembollerle canlandırıp
anlatılmasına alegori denir. Başka tasavvufî eserlerde olduğu gibi Şem‘ ü
Pervâne mesnevilerinde de alegoriye başvurulmuştur. Bu yolla da “bir şeyi, kendisiyle
benzetme ilgisi bulunan başka şeylerle anlatma” denenmiştir.
Buradan hareketle sufîlerce nûr-ı ilahî demek olan şem‘ ve bu ilahî nura
kavuşup onda yok olmak isteyen salik, pervâneye benzetilerek orijinal bir konu
oluşturmuştur.
Fenâfillaha ermek isteyen salik/pervâne, maksada/şem‘e ulaşabilmesi için,
çeşitli engellerle karşılaşarak, bunları birer birer aşması gerekecektir. Bu engeller,
karşımıza başka başka semboller olarak çıkar. Böylece Şem‘ ü Pervâne mesnevilerinde
şem‘ ve pervâne sembolünün yanında diğer semboller de yerlerini
almış olur.
Bu semboller, Şem‘ ü Pervâne mesnevilerinde soyut ve somut kavramlar
olarak karşımıza çıkar. Başka bir ifadeyle, eserlerdeki bazı kavramlar, sembollerle
ifade edilmiştir. Mesnevilerde sembollerle ifade edilen kadrolar ile ne kastedildiğini
bilemiyoruz. Zira bunların sembolik anlamları hakkında bilgi verilmemiştir.
Sadece bu bilgiler Feyzî Çelebi’nin eserinde görülmüştür.
9.1.Ehlî-i Şîrâzî’nin Mesnevisi’ndeki Semboller
Anber: Şem‘in hizmetçisi, Nesîm: Şem‘ ile Pervâne’nin düşmanı, Fânûs:
Şem‘ in otağı, Kâfûr: Şem‘in hizmetçisi, Nûr: Gizli sırları bilen, ümmî bir elçi
153 Kelâbâzî, Ta‘arruf (nşr. Süleyman Ateş), İstanbul 1979, s. 182 vd. 154 Fehmî, Şem‘ ü Pervâne, v. 57b/str. 2, 5.
TAED 39, 2009, 877-907
~ 904 ~  S. ARMUTLU: Kelebeğin Ateşe Yolculuğu: Klâsik Fars ve Türk Edebiyatında
Şem ü Pervâne Mesnevileri
TAED 39, 2009, 877-907
9.2.Fehmî’nin Mesnevisi’ndeki Semboller
Nesîm: İyiliğin sembolüdür. Meşşâte: Şem‘in hizmetçisidir.
9.3.Niyâzî’nin Mesnevisi’ndeki Semboller
Anber: Şem‘in hizmetçisi, Kâfûr: Şem‘in hizmetçisi, Nesîm: Sert huylu bir
rakip, Hâce-i Nûr: Bir Allah dostunun kabri
9.4.Lâmi’î Çelebi’nin Mesnevisi’ndeki Semboller
Anber: Şem‘in hizmetçisi, Nesîm: Gönlü neşeli, içi aydınlık bir pir, Bahâr:
Aydın görüşlü, eli açık ve cömert olup bağın amiri ve kumandanı, Bâd: Sert mizaçlı
olup meclis ehlini yok eden, Kâfûr: Şem‘in hizmetçisi, Şeyh Nurullah: İlahî
mürşid.
9.5.Mu’îdî’nin Mesnevisi’ndeki Semboller
Anber: Şem‘in hizmetçisi, Kâfûr: Şem‘in hizmetçisi, Hâce-i Nûr: Allah
dostu birinin türbesi, Nesîm: Pevâne’nin Şem‘ ulaşmasına mani, engel olan
9.6. Feyzî Çelebi’nin Mesnevisi’ndeki Semboller
Bâd-ı Sarsar: Nefs-i emmâre, nefsin arzu ve istekleri, Fânûs: Âşığı, maşuktan
uzak tutan engeller / perde, hicap, Şeb-i Târîk: Pervâne’ye gönderilen ilahî
lütuflar, subh-ı sâdık: Halkı gaflet uykusundan uyandıran, Âfitâb: Subh-ı
Sâdık’ın oğlu, âleme iyilik saçan birisi
10. Sonuç
Şem‘in çevresinde dönen ve şem‘in ateşinde kendini yakan kelebek arasındaki
ilişki, şair ve yazarlara esin kaynağı olmuştur. Kelebeğin / pervânenin
kendisini ateşe atarak varlığını yok etmesi, şairler ve yazarlar tarafından gerek
beşerî aşkın, gerekse ilahî aşkın ifadesinde kullanılmıştır.
Şem‘le pervâne arasındaki ilişki, aşkı, âşığı ve sevgiyi sembolize etmiş-
tir. Beşerî aşkta görülen âşık, pervâne sembolüyle, maşuk da şem‘ sembolüyle
ifade edilmiştir. İlahî aşkta da pervâne, fenâfillah mertebesine ulaşmaya çalışan
tarîk ehlini yani sâliki temsil ederken, şem‘de Tanrıyı simgeler. Ayrıca şem‘ ile
pervâne kelimelerinden tamlamalar ve bileşik kelimeler teşkil edilerek, beşerî ve
ilahî aşkta kullanılan yeni anlamlar da ortaya konulmuştur.
Şem‘ ü pervâne sembolleri önce mensur eserlerde yer almıştır. Özellikle
de mutasavvıf yazarlar, tasavvufî duygu ve düşüncelerini açıklarken bu iki sembolden
yararlanmışlardır. Şem‘ ü pervâne sembolleri daha sonra mesnevilerde
küçük hikâye şeklinde ve münazara tarzında yazılmıştır. Mensur eserlerin ve
mesnevîlerin yanında, divânlarda da şem‘ ü pervâne sembol ve şiirleri yer almış-
tır. Bu semboller, beyit, rübâî ve gazellerde, mutasavvıf olan veya olmayan şairler
tarafından âşıkâne tarzda ele alınmıştır.
A.Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi Sayı 39, Erzurum 2009
Prof. Dr. Hüseyin AYAN Özel Sayısı
        ~ 905 ~ 
Başlangıçta sembol olarak kullanılan şem‘ ve pervâne kelimelerinden
yola çıkarak XVI. yüzyıldan itibaren Fars edebiyatında müstakil bir eser olarak
Şem‘ ü Pervâne mesnevîleri yazılmıştır.
Fars edebiyatında olduğu gibi Türk edebiyatında da önce şiirlerde görüle
şem‘ ü pervâne sembolü XVI. yüzyıldan itibaren beyitlere paralel olarak pek çok
tasavvufî eserde özellikle de mesnevîlerde küçük hikâyeler şeklinde görülmüştür.
Daha sonra da XVI. yüzyılda Türk edebiyatında müstakil bir eser olarak Şem‘ ü
Pervâne mesnevîleri yazılmıştır.
Böylece ortak kültürün insanı olarak, ortak malzemeyi kullanan şairler,
gerek Fars diliyle gerekse Türk diliyle Şem‘ ü Pervâne mesnevîleri yazarak İslâ-
mî doğu edebiyatlarında işlenen mesnevî konularına Şem‘ ü Pervâne’yi de katarak,
bir geleneği, yani ortak malzemeyi kullanma geleneğini devam ettirmişlerdir.
KAYNAKÇA:
AFÎFÎ, Rahîm, Ferhengnâme-i Şi’rî, c. II, Tahran 1372 hş.
AHMED GAZZÂLÎ, Kitâb-ı Sevânih (nşr., Helmut Ritter), İstanbul 1942.
ARMUTLU, Sadık, Zâtî’nin Şem‘ ü Pervâne Mesnevisi (Basılmamış Doktora
tezi), İnönü Üniversitesi SBE, Malatya 1998.
ATEŞ, Süleyman, Yüce Kur‛an‛ın Çağdaş Tefsiri, c. 11, İstanbul 1991.
ATEŞ, Süleyman İslam Tasavvufu, İstanbul 1992.
ATTÂR, Feridüddîn, Esrârnâme (nşr. Seyyîd Sâdık-ı Gevherîn ), Tahran 1338
hş.
ATTÂR, Feridüddîn, Mantıku’t-Tayr (nşr. Seyyîd Sâdık-ı Gevherîn), Tahran
1348 hş.
AYNÎ, Mehmet Ali, Tasavvuf Tarihi, İstanbul 1992.
BAŞARAN, Orhan, Makdisî’nin Arapça Keşfü’l-Esrârı ve Farsça Tercümesi
(Basılmamış
Yüksek Lisans tezi), Atatürk Üniversitesi SBE, Erzurum 1995.
Büyük Larousse (Sözlük ve Ansiklopedisi), c. XV, İstanbul 1986.
CELÂLEDDÎN-İ RÛMÎ, Mevlânâ, Mesnevî-i Ma’nevî, c. II, Tahran ts.
DİHHUDÂ, Ali Ekber, Lugatnâme,c. XXXI, Tahran 1349 hş.
Dîvân-ı Eş’âr-ı Nâsır-ı Buhârâ’î (nşr. Mehdî Dırahşân), Tahran 1353 hş.
Dîvân-ı Kâmil Emîr Mu’izzî (nşr. Nâsır-ı Heyyirî), Tahran 1362 hş.
Dîvân-ı Menuçehrî-i Damgânî (nşr. Muhammed Debîr Siyâkî ), Tahran 1347 hş.
Dîvân-ı Mes’ûd-ı Sa’d-ı Selmân (nşr. Mehdî Nûriyân), Isfahan 1364 hş.
TAED 39, 2009, 877-907
~ 906 ~  S. ARMUTLU: Kelebeğin Ateşe Yolculuğu: Klâsik Fars ve Türk Edebiyatında
Şem ü Pervâne Mesnevileri
TAED 39, 2009, 877-907
Dîvân-ı Senâ’î (nşr. Müderris-i Radavî), Tahran 1354 hş.
el-HALLÂC, Kitab al-Tawâsîn (nşr. Louis Massıgnon), Paris 1913.
el-MEKKÎ, Ebû Tâlib, Kûtu’l-Kulûb (trc. Muharrem Tan), c. I, İstanbul 1999.
ENÛŞE, Hasan, Ferhengnâme-i Edeb-i Fârsî, c. II, Tahran 1381 hş.
ESEDÎ-İ TÛSÎ, Ebû Mansûr, Lügat-ı Furs (nşr. Fethullah Müctebâ’î-Alî Eşref
Sâdıkî), Tahran 1365 hş.
EŞREFOĞLU RÛMÎ, Müzekki’n-Nüfûs (nşr. Ali Arslan), İstanbul 1991.
FEYZÎ ÇELEBÎ, Şem‘ ü Pervâne (haz. Gönül A.Tekin), Harvard 1991.
GEVHERÎN, Seyyîd Sâdık, Ferheng-i Lugat u Ta‛birât-ı Mesnevî-i Celâleddîn
Muhammed b. Hüseyn-i Belhî, c. II, Tahran 1338 hş.
GÜLŞEHRÎ, Mantıku’t-Tayr-Tıpkı Basım, (nşr. Agâh Sırrı Levend), Ankara
1957.
Gülşehrî ve Feleknâme (haz. Saadettin Kocatürk ), Ankara 2000.
HEMEDÂNÎ, Aynu’l-Kudât, Temhîdât (nşr. Afîf Useyrân), Tahran 1341 hş.
İBN KAYYIM EL-CEVZİYYE, Medâricü’s-Sâlikîn, (trc. Ali Ataç ve diğerleri),
c. III, İstanbul 1991.
İMAM GAZZÂLÎ, İhyâ'u Ulûmi’d-Dîn (trc. Abdullah Aydın), c. 4, İstanbul ts.
İMAM GAZZÂLÎ, Mişkâtü’l-Envâr (çev. Süleyman Ateş), İstanbul 1994.
İSMAİL-İ ANKARAVÎ, Minhâcü’l-Fukarâ, İstanbul 1328.
KANAR, Mehmet, Şem‘ ve Pervâne, İstanbul 1995.
KELÂBÂZÎ, Ta‘arruf (nşr. Süleyman Ateş), İstanbul 1979.
KURNAZ, Cemal, Hayali Beg Divanı Tahlili, Ankara 1997.
KUT, Günay, “Şem‘ ü Pervâne”, Türk Dünyası Edebiyat Kavramları ve Terimleri
Ansiklopedik, Sözlüğü, c. V, Ankara 2006.
Külliyât-ı Eş’âr-ı Mevlânâ Ehlî-i Şîrâzî (nşr.Hâmîd-i Rabbânî),Tahran 1344 hş.
Külliyât-ı Kâsım-ı Envâr (nşr. Sa’îd-i Nefîsî), Tahrân 1337 hş.
LÂMİ’Î ÇELEBİ, Şem‘ ü Pervâne, Süleymaniye Ktp., Esad Efendi Kısmı, Nr.
2744.
MASSIGNON, Louis, La Passion de Hallaj, c. III, Paris 1975.
MEKKÎ, Hüseyin, Gülzâr-ı Edeb, Tahran 1329 hş.
MU‘ÎDÎ, Şem‘ ü Pervâne, Millet Ktp., Ali Emiri Kısmı, Nr. 1193.
MU‛ÎN, Muhammed, Ferheng-i Fârsî, c. II, Tahran 1360 hş.
MÜNZEVÎ, Ahmed, Fihrist-i Nüshahâ-yı Hattî-i Fârsî, c. III, Tahran 1348 hş.
A.Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi Sayı 39, Erzurum 2009        ~ 907 ~ 
Prof. Dr. Hüseyin AYAN Özel Sayısı
TAED 39, 2009, 877-907
NECMEDDÎN KÜBRÂ, Fevâihü’l-Cemâl/Tasavvufî Hayat (nşr. Mustafa Kara),
İstanbul 1980.
NECM-İ RÂZÎ, Mirsâdü’l-İbâd (nşr. Muhammed Emîn-i Riyâhî), Tahran 1374
hş.
NİYÂZÎ, Şem‘ ü Pervâne, Süleymaniye Ktp., Kadızâde Mehmed Efendi Kısmı,
Nr. 415.
ÖZTÜRK, Yaşar Nuri, Kur’an ve Sünnete Göre Tasavvuf, İstanbul 1990.
RUZBİHÂN BAKLÎ, Şerh-i Şathiyyât (nşr. Henry Corbın), Tahran 1344 hş.
SADÎ-Yİ ŞÎRÂZÎ, Şeyh Muslîhüddîn, Gülistân (nşr. Gulâm Hüseyn-i
Yûsufî),Tahran 1377 hş.
SADÎ-Yİ ŞÎRÂZÎ, Şeyh Müslîhüddîn, Sa’dînâme yâ Bûtsân(nşr.İsmail
Emîrhîzî),Tahran1317 hş.
Sahîh-i Müslim Tercüme ve Şerhi (trc. Ahmed Davutoğlu), c. X, İstanbul 1983.
Sohanân-ı Manzûm-ı Ebû Sa’îd-i Ebû’l-Hayr (nşr. Sa’îd-i Nefîsî), Tahran 1350
hş.
SÜHREVERDÎ, Avârîfü’l-Ma‘ârif (haz. Kamil Yılmaz-İrfan Gündüz), İstanbul
1989.
ŞEMŞEDDÎN SÂMÎ, Kâmûs-ı Türkî (nşr. Ahmed Cevdet), c. I, İstanbul 1317.
ŞÜKÛN, Ziya, Gencîne-i Güftâr, c. II, İstanbul 1984.
TARLAN, Ali Nihat, Şeyhî Dîvânı’nı Tetkik, İstanbul 1964.
TEZCAN, Nuran, “Bursalı Lâmi‘î Çelebi” Türkoloji Dergisi, c. VIII, Ankara
1979.
TOLASA, Harun, Ahmet Paşa’nın Şiir Dünyası, Ankara 1973.
ULUDAĞ, Süleyman, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, İstanbul 1995.
YAZIR, Elmalılı M. Hamdi, Hak Dini Kur’an Dili, c. 9, İstanbul ts.

Konular