İnançlararası Diyalog

Giriş
Çağımızın en önemli problemi inançla ilgilidir. Açlık, kıtlık, mesken, hülasa
ekonomik sorunlar dıştan görünmekte ve bunun aşılması için faaliyet göstermek
kolay olmaktadır. Yoksulu yedirmek, içirmek, giydirmek, barındırmak, borçların
ödenmesi imkanının sağlanması, rahatsızın tedavi edilmesi, maddî sorunların
çözümleri arasındadır. Bunlardan daha önemlisi manevî so- runlardır. İnsanların iç
dünyalarında saklı tuttukları, kolaylıkla kimseye de açamadıkları inanç sorunları
vardır. Bunların başında inkar problemi gelmektedir. İnançsız insanın iç
dünyasında yaşadığı sorun tüm müminleri ilgilendirir. Kişinin kendisi, kendi
düşüncelerini ortaya koyup ifade etmedikçe bunların tespiti de mümkün
olmamaktadır.
İnanç ve inkar konusunda kişilerin kendi itirafları ve beyanları esas
alınır. Buna göre inandığı anlaşılan kimsenin inancını takviye etme, daha üst
düzeylere getirme, şayet varsa inançtaki şüphe ve tereddütlerin giderilmesi
faaliyeti yapılır. Esas sorun inkar edenle ilgilidir. Ona sunulacak delillerle
kendisinin ikna edilmesi ve inkardan kurtulmasının sağlanması gerekmektedir. Bu
da onunla yapılacak diyalog sonunda gerçekleşecektir. Getirilen deliller onun
inkardan vazgeçip inanmayı kabul etmesi sağlayacak düzeyde güçlü, sağlam ve
geçerli deliller olmalıdır.
Önemli bir sorun da inananlar arasındaki farklı fırka, ekol, grup,
mezhep ve din farklılığından kaynaklanan anlayış tarzıdır. Diğer peygamberlere
inandığı halde Hz. Muhammed’in peygamberliğine inanmayan ehl-i kitapla olan
ihtilaflar ancak diyalogla çözüme yaklaştırılacak, aradaki sertliğin hafifletilmesine
çalışılacaktır. Müslümanlar açısından özellikle itikâdî mezheplerin ele aldıkları
konularda kendi mezhep düşüncesini esas alıp diğerlerini suçlama yolu
1
izleyen tutumları, bir takım zorlukları beraberinde getirmektedir. Burada anlayış
ve yorum farklılıkları, nasları yorumlamak veya yorumlamamak, yorumlanacaksa
hangi metotlardan hareketle yorum getirileceği sorunu bulunmaktadır.
Tarafların birbirini dışlayan tutumu, ancak diyalogla hafifletilecek, sağlıklı
bir zemine oturmasının imkanı bulunacaktır. Biz burada esas itibariyle kişiyi
inanmaya sevk eden ve inançsızın düşünerek, aklını kullanarak inançsızlıktan
vazgeçmesini sağlayacak olan hususlar üzerinde yoğunlaşmak istiyoruz. Bu da
imanla inkar, inananlarla inanma- yanlar arasındaki önemli kopukluğa değinmek
suretiyle olacaktır.
İnanan kimsenin zayıf inançtan kurtulup inancını takviye etmesi, makbul bir
seviyeye getirmesi gerekmektedir. İnanmayan kimseye de deliller sunularak
inandırılması yolu takip edilecektir. Kelamî ve felsefî deliller, önermelerden
hareketle mantıkî karmaşık deliller sunma metodu, her kesimin kavrayamayacağı
niteliktedir. Bu nedenle, Bediüzzaman’ın Kur’an’ın ışığında sunduğu, kişinin
kendisine ve çevresine bakarak deliller bulması ve sonuçta ulaştığı delillerle ikna
olarak inkarı bırakıp iman etmesi daha kolay ve beklenen bir faaliyettir.
İnanmış İnsanın Meziyetleri ve Diyalogları
Kutsal kitaplar insanlık tarihinde yaşamış insanlarla ilgili bilgiler aktarır.
Bunları genelinde inanan ve inanmayanlar diye gruplarına ayırmak mümkündür.
İnananların inanmayanlarla ilişkisi ve inananların kendi aralarındaki ilişkileri
şeklinde insanlar arasındaki münasebeti taksim etmek mümkündür. Kur’an
kıssaları buna örnek teşkil eder.
Bunlardan anlaşıldığı üzere inanç insana güç vermektedir. Özellikle
peygamberlerin kıssalarından alınacak dersler vardır. Mucizeleri görüldüğünde
peygamberlere ve onların getirdiği İlahî esaslara inanma gereği ortaya
çıkmaktadır. İnancında üst düzeydeki insanların ve başta peygamberlerin harika
işleri görülebilen vakalardandır. Hz. İbrahim’i ateşin yakmaması, Hz. Musa’nın
elindeki asâsı ile gösterdiği harikalar buna belirgin örneklerdir.
İnanmış insan evrene bakarken, onu Allah’ın yarattığı varlıklar olarak
görür. Allah’ın ona verdiği fevkalâde sistemi müşahede eder. Ondaki düzeni,
2
sistemi meydana getiren yüce gücü fark eder. İnanmış insan çevresindeki tüm
cisimlerden hareketle Allah’a ulaşma, Onunla ilişkisini daha düzenli tutma çabası
verir. Bir yerde o tüm varlıklarla diyalog halindedir. Onlarla adeta konuşur,
onların mükemmel olduklarını görür. Çünkü onları var eden “yüce güç”
mükemmeldir. Tüm kemal vasıflarına sahiptir. Ona hiçbir noksanlık isnat
edilemez.
Bu düşünceyle mümin insan varlıklarda Allah’ın merhametinin tezahürlerini
görür. Onlardaki hassas dengelerin, güzelliklerin, ince hesapların farkındadır.
O sadece çevresine bakmakla yetinmez. İnsana, dolayısıyla da kendisine bakar,
gurura kapılmaz, sahip olduğu nimetleri fark eder ve bunları verenin Allah
olduğunu anlar. O Allah’ı tanımak, Ona karşı minnettar olmak, kulluk görevlerini
yerine getirmek gerektiğini düşünür. Artık ona göre hayat bir vasıtadır. Elindeki
tüm nimetlerle kul Allah ile güzel ilişki içinde olmak durumundadır. Aksi halde
Yaratana karşı görevi ihmal etmenin bir takım kötü sonuçları vardır.
Kutsal kitaplar ve tarihi kalıntılar insanlık tarihindeki helâk olmuş
kavimlerin durumuna delildir. Bunların helâk oluş nedeni, iman etmemeleri,
azgınlıkları, gönderilen peygamberlere muhalefetleri, en önemlisi de azapla tehdit
edildiklerinde bu korkutuldukları azabı peşin istemeleriydi.
Bütün insanlık geçmişinde inançla yaşayan veya inkarları sebebiyle helâk
olan kavimlerin özlü kıssaları kutsal kitaplarda sunulmuştur. Bununla insanların
ibret almalarını sağlama, uyanmalarını temin, inanç yolunu takip etmelerine
katkıda bulunma kastedilmiştir. Göklerin ve yerin yaratılışı, insanların dil ve
renklerinin farklı oluşunun Allah’ın varlığına, birliğine delil olduğu belirtilmiştir
(Rum 30/22). Bu ve daha pek çok delillerden hareketle tevhid inancına
ulaşmak insanın görevidir.
Bunu ve peygamberin getirdiğini kabul etmemek, kötü sonu
hazırlamaktadır. İnananlar inançta üst düzeye gelme, Allah’ı sevme, Ona yakın
olma çabası verirler. Bu yol peygamberlerin yoludur. Buna muhalif olan ise
rehbersiz, dayanaksız, delilsiz yoldur ki, sonu ile ilgili hayli uyarı yapılmıştır.
Mümin, Allah ile ilişkisini tüm ibadet türleriyle üst düzeyde tutar. Ona
3
yalvarır. Taleplerini Ona arz eder. İsteklerini Ondan ister. Onun merhamet
ve şefkatine sığınır. Onu tüm noksanlıklardan tenzih eder (Şura 26/11, Rum
30/27, Bakara 2/32). Ona benzer, zıt ve denk varlık kabul etmez. İnancını kemale
erdirmesi için kendini ıslah etmesi gerekmektedir. Bu da kulun kendi- si ile
diyalogu sonucunda gerçekleşecektir. Mümin insan verilen örneklerden hareketle
Yüce Yaratıcının belirlediği esasları kabul etmekte kararlıdır. Sonunda güzel
sonuçlar ortaya çıkmakta, ahirette de güzel akıbet onu beklemektedir.
İnsan, dinin yaptığı teşvikler doğrultusunda kabiliyetlerini iyi yönde
geliştirir. Ona yüklenen vazifeleri samimiyetle yerine getirir. Gönlüne genişlik,
işine kolaylık, diline açıklık gelmesi için Rabbine yalvarır (Ta-Ha 20/25-8). Böylece
Allah ile ilişkisi ileri düzeyde olur.
Mümin, Allah’ı yüce isim, sıfat ve fiilleriyle tanır. Onu kendisinin kitabında
belirttiği ve kendisine isnat ettiği adlarla anar (Ta-ha 20/8). Kendini ahiret
âlemine hazır hale getirir. Zira din kıyametin kopma vaktinin yakın olduğunu
haber vermiştir (Kamer 54/1). Bu doğrultuda mümin o âlemle ilgili hazırlıklar
içindedir. Çünkü gaybı o değil, Allah bilmektedir (Neml 27/65). Burada “Eğer
Allah’ı seviyorsanız bana tabi olun ki; Allah da sizi sevsin” (Al-i İmran 3/31) emri
gereğince, Allah’a olan sevgisini peygambere uyarak ortaya koyar. Elde ettiği
nimetleri Allah’ın birer lütfu olduğunu kabul eder (Yunus 10/58).
Müminin Kendi Nefsi İle Diyalogu
Zahit ve üst seviyede imana sahip olan kimselerde, başkasından önce
kendi nefsine hitap vardır. Bu “kendi kendine konuşana deli derler” şeklinde ifade
edilenden tamamen farklı bir anlayıştır. Bu düşüncede müminin başkalarına öğüt
verirken, önce kendini öğüt almaya daha fazla lâyık görme ve nasihati kendi
nefsine yapma vardır. İşin içeriğinde kendisi o kadar kötülenecek konumda
değildir. Orada verilmek istenen mesaj başkalarının bundan yararlanması, bu
yöntemi her ferdin kendine uygulamasıdır. Hz. Peygamberin dua, tesbih, zikir ve
istiğfarında da bu yöntem vardır. O insanlara tevbe ve istiğfarı öğretmek, duanın
nasıl yapılacağı eğitim ve öğretimini vermek için rivayetlerde sunulan pek çok
türden dualar ve tesbihler yapmıştır. Hedefi insanları yetiştirmektir.
4
Aynı yöntemi Onun yolunda olan şahsiyetlerin uyguladığını görürüz.
Kendi nefsine hitap, onu terbiye etme, kötü arzularına engel olup bunları nefse
vermeme, ıslah olmasını sağlama ve hayra yönlendirmedir. Kendini çirkin görme,
onu uyarma, kibirlenmesini önleme, kalp âlemini önemseme ve değerli bulma,
orada yoğunlaşma yöntemi uygulamışlardır. Hedef hakikati görmek ve müminin
bunu önce kendisinin görmesi, benimsemesi ve sonra da başkalarına bu konuda
yol göstermesidir. Şayet insan merhametli ise önce kendine acıyıp onun
noksanlarını giderme çabası verir. Şayet vehim ve şüpheleri varsa bunları atma,
kendine ve çevresine bakarak Allah’ı daha iyi tanıma, Onun yüceliğini kabul etme
telkini vardır.
Kurtuluş her müminin arzusudur. Fakat ebedî kurtuluşun temini için
dünyada suçlara pişmanlık duymak, Allah ile ilişkiyi daha ileri düzeylere getirmek,
bir ömür boyu verilecek çabanın ürünü olacaktır. Kendi ile barışık olma, iç
dünyası ile dışı, kalbi ile diğer varlığı aynı şeyleri paylaşması, ruhsal sorunları
önlemekte ve kâmil mümin olmayı sağlamaktadır. “Ey nefis, işte ey nefis bil ki”
vb. kavramlar kullanılarak kişinin önce kendi nefsini muhatap alması, ona hitap
ederek öğüdü önce ona vermesi, ey insan şeklindeki hitabından çok daha
önemli görülmüştür. Önce kendine yararlı olma, onu ıslah ve irşat etme,
yanlışlıklarını önleme, azgınlığını durdurma, faydalı olana yönlendirme
yapılmaktadır. Bir çok önemli şahsiyette bu metot görülür. Önce kendine
telkinlerde bulunma, bu deneyimden sonra başkalarına yöneliş daha yararlı
sonuçlar almaya neden olmaktadır. Batıdan önce Müslüman düşünürlerde bu
yöntem çok ileri bir düzeydedir. Nefsin ıslahı, kibirlenmesinin önlenmesi,
kontrolünün sağlanması, hatalarının önüne geçmek ancak bu yolla mümkün
olmaktadır. Zahit ve ibadet ehli şahsiyetler, takvaya yönelenler bu metodu takip
etmişlerdir. Bunu eserlerine yansıtmışlar, insanların terbiye ve ıslah işine
buradan başlamalarını önermişlerdir.
Kendi deneyimlerini eserlerinde yansıtırken nefsi suçlama metodu
uygulamışlardır. Bu da onu isyankar, itaat etmeyen olduğuna vurgu yapmak
suretiyledir. Onun itaatli hale gelmesi ise yoğun çabalar ve uğraşılarla olacak,
onu uysal hale getirmenin yolu izlenecektir. Züht kaynakları nefsi kendi içinde
kısımlara ayırarak onunla ilgili bilgi sunar. Kur’an bu kavrama geniş yer verir.
Burada üzerinde durulan husus ise Risalelerde de görüleceği üzere nefsin
5
terbiyesi, ruhî olgunlaşma için sıkıntıları, felâketleri değerlendirme, şikayet etme
değil halin ıslahı çabasına yönlendirmedir.
Müminle Diyalog ve Üstün İnanç Düzeyi
Mümin hakkı tanır, Allah’ın varlığını, birliğini tasdik eder, kendi hayatının
ona bir sınav için verildiğinin farkındadır. Bu imtihanda başarılı olmak onun en
büyük hedefidir. Hayattaki tüm çabası bu denemede yanlışlık yapmamak, yaptığı
hatalardan dönmek, görevlerinin tamamını ibadet ruhu ve şuuruyla yerine
getirmektir. İstikamette olmak, yolun doğrusundan sapma göstermemek, onun
hedefidir. O imanın tadını tatmıştır. Hayatı bu lezzeti yaşayarak geçirme
çabasındadır.
Sürekli bir mukayese yapar, bu da mümin ve inançsız mukayesesidir.
Bunu cennet ve cehennem kıyaslaması olarak algılamak da mümkündür. Aslında
bu yöntem Kur’an’ın sunduğu bir metottur. Belki konuların anlaşılmasında bu
üslup çok daha faydalıdır. İman ve İslâm nimetlerine eren kimse adeta manen
cennet hayatı yaşamaktadır. Bundan mahrum olanlar ise, henüz dünya hayatında
iken iç dünyasında kalbinin derinliklerinde cehennemi yaşamaktadır.
“Allah müminlerden canlarını ve mallarını karşılığında onlara cennet
vermek suretiyle satın almıştır” (Ta-ha 20/111) âyetine göre Allah için olanlar ve
bunu kabul etmeyenler ayrımı söz konusudur. Allah yolunda olanlar, feda olma
seviyesinde kendini Allah’a veren kimseler için cennet müjdesi verilmiştir.
Böylece geçici olan mal ve can verilerek ebedî olan ahiret hayatı kazanılmaktadır.
Şüphesiz bu faaliyet en kârlı olan bir iştir. Kıymeti az olan feda edilerek,
çok kıymetli olan elde edilmektedir. Her türlü güçlüğe katlanarak, sabır ve
tahammül göstererek, ibadeti devam ettirmek suretiyle ebedî mutluluk elde
edilmektedir. Dünya hayatında yapılan geçici varlıkları Allah yolunda kullanmanın,
zaten yok olacak şeyleri Allah için, Onun yolunda yok etmenin karşılığı olarak
ebedî mutluluk elde edilmektedir.
Mümin, hayır-şer, melek-şeytan, madde-mana, dünya-ahiret
mücadelesinde ahireti kazanma yolu seçerek “Biz Allah içiniz, Ona döneceğiz”
(Bakara 2/156) kuralına uyar, İlahî huzura giderken hazırlıklıdır. Burada yol
6
ayırımının iyi tespit edilmesi gerekmektedir. İnanç ve inkar yolları dünyada
olabilecek bir çok örnekle anlatılabilir. Bu yöntemle akıllı hareket etme, şer
yollara uymama, iyi ve doğruyu uygulama, huzur veren, güzel olanı alırken,
çirkin ve keder verenden sakınma öğütleri verilir. İmanın sırlarını sıradan mümin
kavrayamamaktadır. Ancak ileri düzeyde inanç hayatı yaşayan kimse bunu
kavramakta, onunla kazanılan güzelliği hissedebilmektedir. İn-karcının yaşadığı iç
dünya boşluğu, huzursuzluk ve bedbaht hali tasavvur ise kolay olmamaktadır.
Müminin beklentileri vardır. O da ebedî mutluluktur. İnkarcı ise onu
kaybetmiş, tahammülü imkansız olan acıklı bir hali beklemektedir. İşte bunun
farkında olan mümin Allah ile ilişkisini ileri düzeyde tutma, kâmil mümin olma
çabasındadır. Bunu başaran ebedî saadeti elde etmiş, hayattaki sınavı başarmış,
Allah için olmuştur.
İnançta üst düzeyde diyalog, manevî yönü yoğun olan bir anlayıştır.
İnançta derece kat edenlerde kalp âlemini önemseme, kalbin takvasına değer
verme, kalbe doğan bilgileri alacak düzeye gelmektedirler. Buna ilham, keşif vb.
isimler vermek mümkünse de Allah’ın kişiye yüklediği bilgiler söz konusudur.
Âyetlerde gayb âleminin anahtarlarının Allah’ın katında olduğu belirtilmiştir
(Enam 6/59). O kendi gayb hazinelerinden ehil gördüğü kimselere ihsan eder.
Mülkün sahibi Odur (Al-i İmran 3/26). Her şey Onun emrindedir (Araf 7/54). Yer,
gök, su ve varlıklar Onun emriyle faaliyetini devam ettirir (Hud 11/44). Her şey
Onu tesbih eder (İsra 17/44). Tüm insanları ya- ratmak ve diriltmekle, aynı
şeyi tek kişide uygulamak Ona eşittir (Lokman 31/28). Hal böyle olunca,
Onun katından bir takım ihsanların verilmesi tabii görülür. Kulun Onu hakkıyla
bilme yükümlülüğü vardır. Bilenler Onu hakkıyla bilme çabası vermekle
yükümlüdürler (Zümer 39/69).
İnsanın beşer olarak üstlendiği önemli bir sorumluluk bulunmaktadır. Bu da
İlahî emanettir (Ahzab 33/72, Haşr 59/21). Bu husus Kur’an’da belirtilmiştir.
İnkarcı kimse sorumluluğunu kavrayabilmek için Kur’an üzerinde
yoğunlaşmakla sorunlarına çözüm bulur. İslâm, Allah’ın kulundan uzak değil,
“ona şah damarından daha yakın” (Kaf 50/16) şeklinde ifade edilen bir
yakınlıktan söz eder. Bu şuur ve ruh halindeki insan, Allah ile ilişkisini daha
düzenli hale getirmenin heyecanını yaşar.
7
İmanda üst düzeyde olanlar kâmil mümin konumundadırlar. Mümin
kendine hedef olarak ahiret mutluluğunu kazanmayı seçmiş ve bunu
hayat programına almış, başına gelen olumsuzlukları sabır ve tahammülle
karşılamıştır. Böylece hayatın acılı işleri ona acı gelmez. Zira sabır ve şükrederek
sevap kazandığını farkındadır. O kendi merkezli değil, başkası merkezli bir
hayat sürer, diğer kimselere yardımcı olmak, destek vermek, maddî ve manevî
fedakarlıklarda bulunmak gibi bir seçeneği vardır. Hayatı boşuna geçirmeme,
onun her anını bulunduğu her türlü şart ve ortamda değerlendirme yolu izler. O
sosyal ilişkilerinde affedici ve müsamahalıdır. İnsanlara nasihat ve irşatlar sunar.
Kardeşlikte din kardeşliğini önemser. Kalp ve ruhu önemli tutar. İç dünyasını
arındırma yolundadır. Ona göre dünya hayatı aldatıcı bir menfaatten ibarettir (Al-i
İmran
3/84). O konuşurken kalbin derinliklerinden konuşur. Kalbe doğan bir takım
manalar olabilir. Bunları dile getirir. Kalp gözü ile görmek söz konusudur. Bu da
nadir kimselere nasip olan bir durumdur. Çevresindeki varlıkları sözlerinde
canlandırır. Onlara hitap eder. Onlar adına kendisi onların diliyle onları anlatır.
Adeta varlıkların hal dilini anlar. Onları anlayan bir tavırla durumlarını
ifadelendirir. Kendilerine tercüman olur.
Varlıkları düşünen, iyi tanıyan ve onlardaki hikmetleri okumayı
başaranlar, takvada ileri düzeye gelebilmekte, yaratıklarla ilişkileri fevkalâde
olmaktadır. İnanmış insan için bu önemlidir. Pek çok önemli şahsiyette bu
anlayış görülür. Allah katında ileri derece ve mertebelere ulaşmışlar, müstesna
kimse olmayı başarmışlardır. Aynı kimseler, Allah’ın yarattıklarını da tahkir edici
değil, Yüce Yaratıcının var ettiği varlıklar olarak görmüşler, burada güzel denge
kurmayı başarmışlardır. Allah’a yakın olmaları mahlukları unutmalarını
gerektirmemiştir. Hem iyi kul, kâmil mümin olmuşlar, hem de varlıkları
Allah’ın var ettiği mevcutlar olarak değerli bulmuşlardır. Bir yerde onlarla
konuşma, onlardaki sır ve hikmetleri anlama çabası vermişler, onlarla diyaloga
geçmişlerdir. Bu uygulamaları ile diğer insanlara ders vermeyi, bu yolu
izlemeye teşvik etmeyi denemişlerdir. Sonuçta insan hem Yüce Yaratıcıyla
ilişkisini ibadetleriyle sürdürmekte, hem de varlıklarla diyalog halinde olmaktadır.
8
İnsanların Geneli ve İnançsızlarla Diyalog
Kur’an’ın takip ettiği önemli bir metot vardır: Mesajını kapsamlı tutar. “Ey
insanlar! Rabbinize kulluk ediniz” (Bakara 2/21) şeklindeki emirlerin sayısı hayli
fazladır. İnsan unsurunu hiç ayırım yapmadan ele alır ve ona Yaratıcısını hatırlatır.
Özellikle insanın yaratılmış olduğuna, yaratanın Allah olduğuna vurgu yapar.
Mümin, kendisi inancın gerçeklerini gören kimse olarak muhataplarına
imanın güzelliklerini aktaracaktır. İyiliği emretmek, kötülükten alıkoymak gibi
önemli bir görevi vardır. Bunu da ayırım yapmaksızın tüm insanlara ulaştırma
çabasındadır. Onun muhatabı tüm beşerdir. Böyle olmakla beraber beşeri iki
guruba ayırmak gerekmektedir. Tevhide çağrı sürecinde tabii gelişme bu yönde
olmaktadır. Gelen İlahî esasları kabul edip buna uyanlar ve uymayanlar, kalbini
ve içindeki manevî sesi dinleyenler ile arzularına uyanlar ayırımı söz
konusudur. Fakat yolun sonuna gelindiğinde mümin ile muhalifi arasında artık
kapatılması mümkün olmayan farklar, ayrılıklar ortaya çık- maktadır. İnkarın sonu
pişmanlıktır. Sınav bittikten sonraki nedametin hiçbir yararı olmamaktadır. Mümin
ise ibadetlerini düzenli yaparak hayatını tanzim etmekte, ömrün sonuna kadar
nasların belirlediği doğrultuda yürütmekte, sonunda mutmain bir kalp ile hayatı
tamamlayıp, İlahî huzura varmaktadır. Emre uyan ile isyankâr kıyaslamasının
sonucu açık, farkları ortadadır.
Peygamberleri ve mümini en çok üzen olaylar arasında insanlardan önemli
bir kesitin inkara ve fasıklığa düşmesidir. Adeta onlar yerine kendisi azap
çekecekmiş gibi acı hissederler. Onları anlamaya çalışırlar. Fakat niçin delilleri
düşünerek yollarını düzeltmediklerine üzülürler. Tevhidin delillerinin çok açık ve
çok sayıda olmasına rağmen insanların inkarlarını sürdürmesi mümini üzer. Buna
en çok üzülenler peygamberlerdi. Tebliğlerini yapmalarına rağmen insanlardan
bir kısmının azabı peşin isteyerek inkarda ileri gitmeleri, peygamberleri en çok
rahatsız eden durumdu (Enfal
8/32-3). Fakat sonunda inkarın akıbeti bellidir. Peygamber de olsa yapabileceği
bir şey bulunma- maktadır. İnkarcı kesim cezasını görmektedir. Aynı üzüntü
duyguları müminler için de geçerlidir. Mümin bunun acısını yaşar.
İnkarcılarla Diyalog: İnkarcılarla diyalogda Allah’ın yakın olduğunu sunan,
9
damarlarından da yakın olduğunu ifade eden hatırlatma yapılır. Bu derece
yakın diyaloga geçilirken, onlara uyanmaları için ipuçları verilmiştir. Artık
onların çaba sarf etmesi gerektiği vurgulanmış, Kur’an’ı inceleme ve anlama,
evren üzerinde ibretle düşünmeleri gerektiği hatırlatılmıştır. Hatta kendi varlığını
düşünerek şahitlerden hareketle artık aslı esası olmayan, delil ve hücceti
bulunmayan inkarı bırakıp, inanmayı kabul etmeleri için düşünce ortamı
hazırlanmıştır. Onların gafleti bırakmaları, Allah’tan uzaklaşma değil, Ona yakın
olma sürecine girmeleri önerilmiştir.
Âyetlerde putperestlerle diyalog yapılmıştır. İnsanlardan bir kısmı Allah’ın
varlığını kabul ediyor, ibadeti putlar aracılığı ile Allah’a yaptığını iddia ediyor,
peygamberin peygamberliğini kabul etmiyordu. Kur’an hakkında onun şiir
olduğunu iddia ediyorlardı. Kur’an onların sözlerine cevap veriyor, “Biz
peygambere şiir öğretmedik, bu ona yakışmazdı” (Yasin 36/69) buyuruyordu.
Böylece onun üstün hakikatlerini kabul etme yerine, şiir olma ile ithamlarına
cevap gelmiştir. “En yüce sıfatlar Allah’ındır” (Nahl 16/60). “Allah kişinin kalbine
ondan daha yakındır” (Enfal 8/24) hatırlatması yapılmıştır.
Gaflet içinde yaşayanlara sürekli uyarı yapmak önemli görülmüştür. Allah
için amel edenin karşılıksız bırakılmayacağı, mükafatının verileceği
belirtilmiştir. Her şeyi mükemmel var eden Allah’ın adaletinin
gerçekleşeceğinde şüphe olmadığı, bu nedenle inkar ve isyanın karşılığı olan
cezanın verileceği hatırlatılmıştır. İnkarcı insan hiç değilse içinde bulunduğu ve
istifade ettiği nimetleri düşünecekken, kişinin bunlara karşı teşekkür borcunun
varlığını, nimeti vereni tanımanın gerektiği, nankörlüğün bırakılması icap ettiğini
hatırlayacaktır. Geçici dünya zevklerinde kendini kaybederek ebedî hayatı harap
etmenin akıllı insan işi olmadığını düşünecektir. İnsan dünyada sı- navda
olduğuna göre başıboş değildir. Sonucu başarmak veya kaybetmek olan bir
sürecin içindedir. İnsan yaptıklarından hesaba çekileceğini düşünerek hayatını
tanzim etmek durumundadır. Aksi halde kötü akıbet onu beklemektedir.
İnkarcının tasarladığı ahireti inkar, hesabı kabul etmeme, dirilişi hesaba
katmama onun temel sorunu ve çıkmazıdır. İnançtaki yaşadığı şüphelerini
gidermek için din önemli deliller ortaya koymuştur. Bunlar ikna edici, aklı iknaya
sevk eden delillerdir. Düşünen insan ortaya konan ibretli hususları tefekkür
10
ederek, inanma imkanı bulacaktır. Dünyada yaşanan haksızlıklar ve mazlumların
çektikleri boşa gitmeyecek, yeni bir âlem oluşacak, ahiret âleminde İlahî huzurda
toplanan mahluklar üzerinde Allah’ın mutlak adaleti tecelli edecek, adalet yerini
bulacak, mazlumlar hakkını alacaktır. Bu konular tekrarlanarak anlatılmış,
yaşanan hayattan misaller verilmiş, vurgu yapılmış- tır. Böylece inkar eden
kimsenin aklını kullanması, hadiseler üzerinde düşünmesi istenir. Dünya
hayatında yaşayanlardan ibret alarak ahiretle kıyaslama yapacak adaletin
gerçekleşmesinin düşünülemeyeceği bir gerçektir. Bir sistemin haksızlıklara,
başıboşluğa dayalı olarak yaşayamayacağı anlaşılır. Delillerde İlahî adaletin
tezahür edeceği açıklığıyla ortaya konur. Bu deliller inkardakileri düşünmeye sevk
edecektir.
İnkarda temel düşünce nefse uyma, Allah’ı tanımamaktır. Bunlara eserin
müessirsiz olmadığı, kainattaki tüm varlıkların var eden bir var edicinin varlığına
delil olduğu şeklinde hüccet getirilir. Genelde varlıklardan hareketle düşünme
süreci geliştirilir ve bunların düşünülmesinin yüce var edicinin varlığını haber
veren deliller olduklarına dikkat çekilir. Var edilenlerin fevkalâdelikleri Onun
varlığını kabul etmeye sevk eder. “Hiçbir şey yoktur ki Onu hamd ile tesbih
etmesin” (İsra
17/44).
İnkara düşenler tefekkür etmeyen, aklını kullanmayan, varlıklardaki
incelikleri kavramayan kimselerdir. Bunların düşünmeyi başlatabilmesi için
sorular sorması gerekmektedir. Nereden geldiği, nasıl geldiği, kimin var ettiği,
nereye gideceği sorularına cevap araması önemlidir. “Ben kimim?” sorusu, hiç
değilse kendisinin inceliklerini düşünmesine yardımcı olacaktır. Buradan hareketle
Yüce Yaratıcının varlığını, Onun kullarına vahyini melekleri vasıtasıyla, kitaplar
şeklinde peygamberlerine ulaştırdığını düşünecek, karşılığın, yani mükafat ve
cezanın gerekli olduğunu kabul edecek, ahirete, sevap ve cezaya inanacaktır.
Hz. Peygamberden sonra ondan daha ehil ve peygamberlik görevini ondan
daha iyi yapabilmiş birisinin ortaya çıkmadığını düşünecek, onun peygamberliğini
kabul edecektir. Diğer mucizeler yanında Kur’an mucizesini tefekkür edecektir.
İnkarcı kimse bunu düşünerek Kur’an’ın icazını, ondaki mükemmelliği, tefekkür
ederek onun Yüce Yaratıcının kelamı olduğunu kabul edecektir. Bu bir yerde
11
Kur’an’la diyalog sonunda gerçekleşecektir.
Kişi varlıklar içinde insanın ayrı bir yeri ve değerinin olduğunu tefekkür
edecek, dünyadaki sonsuz nimetlerin ona hizmet ettiğini, dünyanın harap edilip
ahiretin başlamasının da onun amellerinin karşılığını görmesi için gerçekleşeceğini
düşünecektir. Sonuçta insan, kendi önemini kavrayacak, inkar değil inanç yolunu
seçecektir. Amellere karşılıklarının verileceği bir âleme inanan insan, oradaki
güzel karşılığı elde edebilmek için dünya hayatını orayı kazanma yolunda
geçirecektir. Yüce Allah bol karşılık, güzel mükafatlar vereceğini vaat etmiştir.
Onun sözü gerçekleşecektir. İbadetleri yerine getiren, müminin güzel karşılıklar
göreceğine inanan kimse, inkarda ısrar etmez, iman etme yolu izler. Kendisine
ibadet edilen yüce Allah duaları kabul etmekte, tüm mahluklarına bol rızıklar
vermektedir. Dünyada kullarına bu ikramlarda bulunan Allah Teala, kulun ahirette
göreceği nimetleri önceden haber vermiş ve mükemmel olarak belirtmiştir.
Öyleyse kul buna ulaşma çabası verecek ve dünya hayatını Yüce Yaratıcının
istediği esaslara bağlı kalarak geçirecektir. Aksi halde Ona isyanın sonu şiddetli
azapta ceza çekmek olacaktır. Bu nedenle inkarcı kimse bu inceliklerden hareketle
inanma çabası verecektir.
İnkarcı insan çevresinde olan kimseleri düşünecek, hayatın sona ereceği,
geçici olduğu, insanın dünya hayatında misafir olduğu, bu misafirhanede nasıl
kalmak gerekiyorsa öyle kalmayı planlaması önerilir. Taparcasına dünyaya
bağlanmak değil, ahiretin hesap edilmesi, o âlemin kazanılması çabası içinde
olması öğretilir. Geçici dünyada, baki ahireti kazanmayı planlayacak, bunu
dünya hayatında elde edecektir.
İnkarcının düşünmesi gereken önemli bir husus da tüm kutsal kitapların
adlarını vererek andığı, kıssalarını anlattığı peygamberlerin şahitliğidir. Bunların
tamamının yalancı ve verdikleri haberlerin yalan olması mümkün olamaz.
İnsanlık tarihi boyunca beşerden iman edenler onlara uymuş, ulaştırdıkları
esasları kabul etmiştir. Bunların tamamının inanç, ibadet, ahlâk, muamele,
ahkam, haber, gayb bilgisi, geçmiş ve geleceği, tüm hayatı kuşatan kapsamlı
risalet ve nübüvvetlerinin inkar edilmesi mümkün değildir. Bu kadar şahidin
tamamının reddedilmesi, yok sayılması, akıl işi değildir. Allah’ın verdiği sözler
vardır. O vaatlerinden dönmez, vaadi gerçekleşecektir. O dediğini yapacak,
12
Onun dediği olacak, sonunda herkes amellerinin karşılığını bulacaktır.
Diriliş İnancını Telkin: İlkbaharda bitkilerin canlanışını gören insan, Allah’ın
kudretinin büyüklüğünü görecek ve inanmayı tercih edecektir. “O ol der ve
oluverir” (Yasin 36/82) ifadesinde verilen haberde olduğu üzere, Allah’ın
kudretiyle olan hadiselerden hareketle var eden güce inanacaktır. Tabiatın dirilişi
ile insanın ahirette dirilmesi benzetmesi yapılmıştır (Rum 30/50). İlahî kudretin
herhangi bir manisinin bulunmadığını kabul edecektir. Zira o acizlikten münezzeh,
mutlak kudret sahibidir. Bu kadar hakikatlerden sonra inkarı sürdürenler
hakkında “şirk büyük bir zulümdür” (Lokman 31/13) şeklinde belirtilen
hususlar, “sizin yaratılmanız da diriltilmeniz de, tek bir kişinin yaratılıp
diriltilmesi gibidir” (Lokman 28) esasını getirir. Bu prensipler esas alınarak
Allah’a zor bir şeyin bulunmadığını kabul eder. Yaratanın tekrar
diriltmeye kadir olduğu belirtilmiştir. Allah’ın rahmetinin eserlerine bakmak
emredilmiştir. (Enam 5/149). Bu bakış ve incelemeden hareketle kul Rabbini
bulacaktır. Dünyadaki canlılık ahiretteki dirilişi anlamaya yardımcı olacaktır
(Rum 30/50). İnkarcı kimse çürümüş kemiklerin diriltilemeyeceğini düşünürken,
onun endişelerine, onu ilk yaratanın diriltmeye kadir olduğu cevabı verilmiş,
diriliş fikri ısrarla savunulmuştur (Yasin 36/78-9). Kur’an, ahiret ahvalini, azap
manzaralarını tasvir eder ve insanın bu haberleri değerlendirmesini istemiştir
(Hac 22/1-2). Mutlaka bir gün haşrin gerçekleşeceği ile ilgili haberler
vurgulanmaktadır (Nisa 4/87).
İyilerin nimetler içinde mükafat göreceği, kötülerin ise şiddetli azapta ceza
çekeceği haberi yalan yere söylenmiş değildir (İnfitar 82/13-4). Kur’an zerre
ağırlığınca da olsa istisnasız tüm amellerin değerlendirileceğini haber vermiştir
(Zilzal 99/1-8). Kıyametin dehşeti sadece insanı değil, dağları, gökyüzündeki
cisimleri, tüm varlıkları etkileyen, dünyanın sistemini bozan korkunç bir olaydır.
Tüm bu ciddi haberler karşısında artık insan gafleti bırakıp uyanmasının
gerekli olduğunu anlayacak, dinin sunduğu delilleri incelemeye değer bulacak,
inkarın sonunun hüsran olduğunun farkına varacaktır.
Akıl, dünyadaki işleri tanzimle ilgilenmektedir. Ahiretle ilgili bilgiler gayb
bilgileridir. Allah’ın verdiği, peygamberlerin ulaştırdığı haberlerin yalan olma
ihtimali bulunmamaktadır. Dünya ile ilgili işlerde mahkemelerde belirli sayıda
13
şahit, bazen de ipuçları delil kabul edilmektedir. İnanç konu- sunda ise
peygamberlerin şahitliği üç yüz onu aşkın resul ve yüz yirmi dört bin nebinin
şahitliği söz konusudur. Kutsal kitaplarda sunulan İlahî haberler buna şahittir.
Vahiy yoluyla gelen tüm bilgiler buna delalet etmektedir. Akıl da bir işin
karşılığının olmasını makul görür. Suç işleyen cezalandırılmalıdır. Güzel
davranışlarda bulunanlara mükafat verilmelidir.
Dünyada pek çok haksızlıklar olmakta ve adalet gerçekleşmeden
insanlar ölmektedir. Bunun bu şekilde bitmesi mümkün değildir. Mutlaka gerçek
adalet vardır. Suçlular cezasını çekecek, iyiler karşılık görecektir. Bu inanç
insanları sabır ve tahammüllü olmaya, bir çok işi ahirete bırakmaya
yönlendirmektedir. Aksi halde insanların tamamının tüm haklarını dünyada
almaya kal- kışması toplumları kargaşaya götürecektir. Çünkü pek çok güçlü
kimse zayıfı ezmeye kararlıdır. Zayıf ise ona “Senden büyük Allah var, seni Ona
havale ediyorum” demek suretiyle teselli olmaktadır. Din ise hakiki
hesaplaşmanın ahirette olacağını haber vermiştir. Ahiretin inkarına dayalı bir
dünya anlayışı dünyaya da mutluluk getirmeyecektir.
İnanç dünyasına hep inkar gözüyle bakma yerine, iman etme yönüyle
bakılabilir. Allah’ı inkar yerine, Onu sevme, sevenlerin deneyiminden
yararlanma yolu izlenebilir. Kainatta bir intizamın varlığını gören insan, tanzim
eden gücün varlığını kabul edecektir. Beşeriyetin sonu yok olmaktır. “O ölüden
diriyi, diriden ölüyü çıkarır. Ölümünden sonra yeryüzünü o diriltir. Siz de
kabirlerinizden böyle çıkarılacaksınız” (Rum 30/17-9), “Kıyametin kopması yalnız
tek bir sesledir (Yasin 36/53), “Yalnız göz açıp kapayıncaya kadardır” (Nahl
16/77) şeklinde âyetler, kıyametin kopma anını çok canlı anlatır ve insanın bunu
göz önünde bulundurmasını ister. “Göz açıp kapayıncaya kadar, yahut ondan
daha yakındır” (Nahl 16/77) şeklinde bir anlıktan daha yakın, bir zaman
biriminden daha küçük bir vaktin içinde dünya ölecek ve kıyamet kopacaktır.
Öyleyse harap olacak bu âlemde, harap olmayacak olan ahireti kazanma yolu
izlenecektir. İnanmayan insana yapılan uyarıda “Biz onu bir damla sudan
yarattık da, sonra bize apaçık bir düşman kesiliverir” (Yasin 36/77) buyurulur.
İnsana kendi Yaratıcısını düşünmek, Yaratana hasım olma değil, Onu dost kabul
etmesi emredilmiştir. Kul her şeyin hüküm ve tasarrufunun Allah’ın elinde
olduğunu kabul edecektir (Yasin 36/83). Sonuç itibariyle dönüş Allah’ın huzuruna
14
olacaktır. Amel defterlerinin verilmesine kadar (Tekvir 81/10), teferruatı ve en
ince ayrıntılarıyla anlatılan ahiret âlemini inkar etmek mümkün değildir.
İnançta ileri düzeydeki insanların nefsine hitap etmesi onun yanlışlıklar
yapmasını önleme girişimlerinin bir benzerini inkarcılar da yapabilir. Sonuçta
yanlışlıklarını anlayacak ve yanlış işlerinden vazgeçme ihtimali bulunacaktır.
Kişiler Kur’an üzerinde düşünerek, âyetlerin vermek istediği fikri kavrayarak
istikametini düzeltecektir.
İnanmaya çağrıda kötülerle diyalog yolu izlenmiştir. “Yaptıkları kötülüklerle
sevinen ve yapmadıkları hayırla öğünmekten hoşlanan kimseleri azaptan
kurtulurlar zannetme” (Al-i İmran 3/188). Allah’ın kudretinin alameti olan
hususları düşünen insan, çekirdekten meydana gelen ağacı, her şeyin
yaratılışındaki fevkalâdeliği, bu mükemmelliklerin onu var edenin varlığına delili
olduğunu kabul eder. Mükemmel yapılmış sanat eseri, sanatkarın mahir
olduğuna delil teşkil ettiği gibi, mükemmel varlıklar da onu var edenin
varlığının delilidir. Kainatın iyi incelemesi Kur’an’ın en çok
üzerinde durduğu husustur.
Hz. Peygamberin delaleti başlı başına bir delildir. Hz. Peygamberin
müstakil olarak incelenmesi gerekmektedir. Onun hayatı tüm teferruatıyla ortaya
konmuş, siyret kitapları, tabakat kaynakları onunla ilgili teferruatlı bilgi
sunmuştur. Onun hayatının peygamberlik öncesi ve peygamberlik sonrası
dönemlerinin tüm safhaları sağlam rivayetler, sağlıklı bilgiler verilerek ko-
15
runmuştur. Bunlar onun peygamberliğinin delillerini içerir. Ayrıca Delailü’nnübüvve
çalışmaları yapılmış, bu yolla onun peygamberliğini ispat eden deliller
ortaya konmuştur. Burada onu inkar eden kesimle yapılacak diyalogda onunla
ilgili olarak sunulan dini metinler, tarihi bilgiler, aklî deliller, onun doğruluğunu
ispat eden hususlardır. Tevhide ulaşmak için delil arama sürecine giren kimse,
buna sayısız delil bulabilecektir. Kapsamlı olarak Hz. Peygamberin şahsiyeti,
ahlâkı, yaşantısı, getirdiği esaslar, onun doğruluğunun açık delilleridir.
Kur’an bunlardan en önemli görünen örnekleri vermiştir. Diğerleri hadis
kaynaklarındadır. Buradan hareketle onun getirdiği kitabın, takdim ettiği
hususların, uyguladığı dinin doğru olduğu sonucuna varılacaktır. Onun dünyanın
sorunlarına getirdiği çözümler yaşadığı toplumda gerçekleştirdiği olumlu değişim,
onunla ilgili olumlu sonuçlara varmaya götürecek niteliktedir. Beşeriyet onu kabul
etmiş, âlem ona iltifat göstermiştir. O doğru olmasa geçen asırlarca bilinemez
sayıda insanı kendi getirdiği din etrafında toplayamaz., ümmet oluşturamazdı.
Onunla insan aklı ikna olmuş, kalpler mutmain hale gelmiş, beşer aradığını onda
bulmuştur. Vahşi durum ve kötü halden kurtulup medeni hale gelmek ancak
onunla mümkün olmuştur.
O Allah’tan aldığı vahiyle beşeri yönlendirmiş (Necm 53/4), beşere
Rabbini tanıtmış, hakikati görmelerini sağlamıştır. Ortaya koyduğu deliller kabul
görmüş ve insanlar onun nurunun cazibesinin alanına girmiş, ilgi göstermiş, pek
çok yerde hasmı ona dost olmuştur. Onunla insan onur ve şerefini kazanmış,
putlara delilsiz ve asılsız yere tapınmaktan kurtulmuştur. Onun mucizeleri ve
başta Kur’an mucizesi onu tasdik ettiği gibi, bunlar tevhidin de en büyük
delilidir. Tüm delillerle insanın kalp katılığını gidermek, onda yumuşamayı ve
inanmayı sağlamak esas alınmıştır.
Meleklerin secde edeceği düzeyde (Bakara 2/34) değerli olan, Allah’ın
isimler öğretmesi ile
(Bakara 2/31) önem kazanan varlık, daha sonra taştan da katı kalpli hale
gelebilmektedir (Bakara
2/74). Taşlar yarılıp içinden su akmakta, nehirler geçmektedir. Kişi bunu
insanlarla kıyaslayarak vahdaniyeti kabul eder. Bu düzeyin sağlanması
peygamberin getirdiğini kabul etmekle mümkün olmaktadır. Onun getirdiği
Kur’an mucizesinin yalanlanması mümkün değildir. Yaş kuru ne varsa
onları açıklayan bu kitap (Enam 6/59), hidayet rehberidir. Onun anlattığı kıssalar
16
insanlık tarihinin en özlü yönü ve ana meseleleridir. Geçmiş peygamberin
mucizeleri döneminin en önemli vakalarıydı.
Bunlar tevhidin belirgin
delilleridir.
Harikalar sunularak insanlara tevhid ulaştırılmıştır. Müşriklerin girişimine
rağmen Kur’an’ın benzerinin yapılamaması onun mucizeliğinin delilidir. Onda
sunulan insanın geçmişindeki en önemli vakaları özetleyen bilgiler, ancak vahiy
yoluyla elde edilebilecek hususlardı. Medeniyet, peygamberler eliyle ve en son
peygamber yoluyla sunulmuştur.
Allah’ın yaratıcı gücünü düşünen insan, yaratmanın Ona mahsus olduğunu
bilecek, Onun dışında ilah kabul edilip tapılan varlıkların hiçbir şeyi yaratma
gücünde olmadığını bilecektir (Hac
22/73). Kur’an Allah’ın yarattığını her şeyin Onun yaratmasıyla varolduğunu
haber verir. Onun verdiği bilgiler kesin doğrulardır. Bu deliller karşısında beşer
kendi durumunu tefekkür edip inanacaktır.
İbadetin gerekliliği esastır. Mümin olup ibadetlerinde noksanı olanlara
özellikle namaz gibi ibadetlerin yerine gelmesi için sabır gösterilmesi
emredilmiştir. Maddî ihtiyaçları sürekli yerine getiren kimse dinin nasları yoluyla
mükafatı büyük olup külfeti az olan bu kullukları yapmaya teşvik edilir. Bu bir
vazifedir. Kul bunu yerine getirmekle yükümlüdür. Ne tür bahane ortaya atılırsa
atılsın, bunları değil, ibadetlerin ifasını esas alma yoluna gidilecektir.
İnançla ilgili sorunların tespiti ve giderilmesi insanlık tarihinin temel
sorunudur. Kalpte bir takım tereddütler bulunabilir. Bunların giderilmesi,
şüphelere meydan verilmemesi gerekmektedir. Vesveselerin bırakılması
önemlidir. İnkarcıya örneklerle anlatımla ikna yöntemi uygulanmıştır.
“Allah insanlara misaller verir ki düşünüp öğüt alsınlar” (İbrahim 14/25,
Haşir 59/21). Bunlardan hareketle düşünen insan, Yüce Yaratıcının varlığını,
birliğini kabul edecek, Onu tanıyacaktır. Allah’ı tanımama ve konuya duyarsız
kalmanın hiçbir menfaatinin bulunmadığını düşünecek, varlıkların tesadüfün eseri
olarak meydana gelemeyeceğini hesap edecektir. Bunların noksansız bir ilahın var
etmesiyle vücut bulduğunu kabul edecektir. İşlerin kendi başına işlemediği, elde
17
mevcut kullanılan malzeme ve eşyanın hammaddesini kimin yarattığını
tefekkür gerekmektedir. Varlıkları sıradan bir bakışla değil, ondaki süsleri,
ziynetleri, incelikleri, renkleri, motifleri, hassas çizgileri görmek gerekmektedir.
Sonuçta onların muntazamlığını kabul etmek, mükemmelliğini görmek sonucuna
götürür. Her şeyin yerli yerinde olduğunu fark etmek, insanınistifade ettiği
varlıkların ona sunduğu yararlardan faydalanmasını sağlayan gücü tanımasını
temin eder. Allah’ı tanımak isteyen için sunulan deliller, hayatın içinden ve
insanın çevresindendir. Bu bilgiler onu delile dayalı olarak inanmaya götürecektir.
Burada sorun insanın varlıkları incelemeye alması ve bulgulardan hareketle
onları var eden yüce gücün Allah olduğunu kabul etmesiyle ilgilidir. Varlıkları
inceleme olmasına rağmen, inanma, yaratan gücü tanıma
gerçekleşmemektedir. İbretle bakmayınca, inanmak istemeyince, deliller fayda
vermemektedir. İkna olmak isteyen kimse sıradan bir varlığı hatta kendi
yaratılışını dahi düşünerek inanma imkanı bulmaktadır. Basiret sahibi olmak,
ibret nazarıyla bakmak, delil arayışı içinde olmak gerekmektedir. İnanan için
sorun bulunmazken inanmayanın aklında belki bir kısmını açıkladığı, bir kısmını
ise gizli tutmayı yeğlediği sorunlar bulunmaktadır. Onun iç dünyasını okuyup
şüphelerine cevap verip ikna etmek gerekmektedir. Güneşin ışınlarının ve ısısının
varlığı, güneşin varlığına delalet olduğu gibi, âlemin varlığı da yaratanın varlığına
delildir şeklindeki izahla inkarcı tatmin olmamaktadır. Sağlıklı düşünen için
evrendeki noksansızlık, kusursuzluktan hareketle (Mülk
67/3) onu var edenin güç ve kuvvetine delil getirmek ikna edicidir. Fakat vehim
ve şüpheler taşıyan insanla diyalog yapılarak onun ne derece ikna olduğu
anlaşılacaktır. Mümin için şahitler sadık, burhanlar yeterli, her şey açıktır. Delil
zikretmenin bile gereği bulunmamaktadır. Bir bakıma insanın kalbinin selim olması
meseleyi algılamakta temel unsurdur.
Başta inkara kararlı olan kimseye getirilen deliller ikna edici olmamaktadır.
Fakat diyalogun sürdürülmesinin pek çok yararları vardır. Tevhidin delillerini hiç
duymayan ve bunları düşünmeyen, benimseme gözüyle bakmayan kimse ile en
azından duyan, dinleyen kimse arasında fark vardır. Delillere vakıf olan kimse
belki bir gün kararını değiştirecek ve inanmaya karar verecektir. Müminin görevi
ise kişi ile delilleri buluşturmaktır. Nitekim peygamberler de tebliğ vazifelerini
yerine getirmişlerdir. Bundan sonrası kişi ile Allah arasındadır.
18
Peygamberlerin ve tüm inananların sundukları açık deliller İlahî kitapların
ortaya koyduğu âyetler aklın ürettiği açık delillerden sonra, inkarı meşru
gösterecek hiçbir delil bulunmamaktadır. Bu kadar şahitten sonra insanın inkarını
sürdürmesine bir anlam vermek mümkün değildir. Fakat inkar da çözüm değildir.
Var olanı yok saymak, delilleri yok kabul etmek, şahitleri önemsememek kurtuluş
yolu değildir. Allah’ın, meleklerin, peygamberlerin, kutsal kitapların
şahitliğinden sonra inkarda ısrar etmek kabul edilir bir tutum olamaz.
Din delillerini ortaya koymuş, peygamberler çağrısını yapmıştır. Müminler
bu çağrıyı insanlara ulaştırmakla yükümlüdür. Fertlerin verecekleri karar onların
kendini ilgilendirir. Burada yapılacak olan ise diyalogun devam ettirilmesidir.
Daha önemlisi de inananla inanmayan diyalogunun kurulması, bunların birbirini
muhatap kabul etmeleridir. Diyalogun sürdürülmesi bir çok yararları beraberinde
getirmektedir. İnsan kalbinin inkar, gaflet vb. dönemleri olduğu gibi, açıldığı,
ferahladığı, kararmaktan uzaklaştığı, bir yerde müteyakkız hale geldiği dönemler
olacaktır. Bu durumda kalbin kasvetinin ağırlık ve dışa kapalılığının olduğu
dönemde sunulan deliller kabul görmeyecektir. İnsanda açılımın (İnşirah 94/1-2)
başladığı, kabule temayülün görüldüğünde deliller kabul edilecektir.
İnsan tereddütlerini atmak, şüphelerinden kurtulmak, kalbini huzurlu
inancından memnun hale getirebilmesi için yöntemlerden birisi de insanın
kendine dönmesi, bizzat kendi varlığını düşünmesidir. “Biz insanı en güzel şekilde
yarattık” (Tin 95/4-6) âyeti, insanın en güzel varlık olduğu ve oluşumunun da
fevkalâdeliğini haber vermektedir. Kur’an bunu vurguyla belirttikten sonra,
inkarcının aşağı seviyelerde olduğu, inananın ise iyi halde olacağına vurgu
yapar. Bu durumda insan kötü halden kurtulup iyi hal içinde olabileceği için,
imanlı olması, inançsızlıktan kurtulması gerekmektedir. Kişinin inanması, Allah’ın
dostluğunu kazanması, inkarı ise azgın düşmanla dost olmaya götüren bir
durum olacaktır (Bakara 2/257). İnanç insana kuvvet sağlayacak, Allah’a
teslim olma, Ona tevekkül etmeyi, Allah ile sağlıklı yakın ilişki kurmayı temin
edecektir. İnsana insan olmayı, Yaratıcısını bilmeyi, Ona dua etme şuurunu
vermektedir. “Duanız olmazsa ne ehemmiyetiniz olurdu” (Furkan 25/77), “Bana
dua edin size icabet edeyim” (Mümin
40/60) şeklinde belirtilen bir kulluk türünü
ifade eder.
19
İnsanda bir çok kabiliyetler vardır, o bunları olumlu yönde geliştirir. Onun
bir takım ihtiyaçları vardır. Bunları gidermede şerre değil, hayra yönelir. İnançlı
insanın işlediği bir yanlışın bir hata olarak belirlenmesi, iyi işlerinin ise kat kat
fazlasıyla, hatta kötülüklerin de iyiliğe değiştirilerek yazılması (Furkan 25/70),
onun iman sahibi olmasının getirilerinden yararlanmasını sağlamıştır. İnançsızda
ise bu getiriler bulunmamaktadır. İnsan zayıf bir yaratıktır. İnanç ona manevî güç
vermektedir.
Mümin elde ettiklerini Allah’ın lütfu ve fazlı olarak görür. Karun
örneğinde olduğu gibi (Kasas 28/78), inançsız elindeki nimetleri kendi bilgisi,
iktidarı ile elde ettiği düşüncesine kapılır ve bundan kolaylıkla vazgeçemez. Kibri
artar, artık ona öğüt ve mucizeler fayda vermez hale gelir. Kur’an bunun bir çok
örneklerini, gelecekte yaşayacak modellerin göz önünde bulundurması için
vermiştir. Bu nedenle geleceğin sağlıklı olması için geçmişteki inkar
örnekleri ile diyalogun kurulması yararlı olacaktır.
Kur’an, Karun, Firavun, Nemrut, Ebu Cehil, Ebu Leheb, Haman ve Ebrehe
örneklerini müşrik toplumların putperest liderlerinin örneklerinden çoğu kez
isimler verir. Bazen onların sözlerini de aktarır. Böylece o yanlış örneklerin
tekrar etmemesini sağlamak ister. Bunun güzel bir örneğini Mehmet Akif
“Firavunla Yüz Yüze” adlı şiirinde adeta onunla diyalog kurarak anlatır. Böylece
tarihle diyalogun örneğini verir. Bunun örneklerini Mevlana’da, İbn Arabi’de
görmek mümkündür. Olmuş vakalar anlatıldığı gibi, bazen kurgular yapılır. Sadi
Şirazi’nin yaptığı gibi iyi ve kötü örnekleri suna- rak, onları konuşturarak geleceğe
modeller çizer. Bu faydalı bir yaklaşım olmalı ki Kur’an ve diğer kutsal kitaplar,
hadisler, toplumu yönlendiren şahsiyetler örnekli sunumda insan modelleri
seçmişlerdir. Bu yöntemle geçmişteki olmuş, gelecekte olması muhtemel
vakalara canlılık kazandırılır. İnsanların meseleleri örnekler ışığında kavramasına
imkan sağlanır, kahramanlar belirlenir.
Şüphesiz vakayı takip eden kimse o kahramanlar yerine kendini koyarak
karar verecektir. Dış görünüm itibariyle bir hikâye anlatılmaktadır. Fakat işin
gerçeği o hikâyenin içeriğinde insana ders veren, ibret olan bir çok olay
geçmektedir. Bunlar çoğu kez her insanın başından geçebilecek işlerdir. Bu
nedenle insan çoğu kez bir hikâyecik okuduğunu zannetse de, onun içinde
kendini bulmaktadır. Kendi ile orada anlatılan veya konuşan kişiyi kıyaslama
imkanı bulabilmektedir. Şayet kendi yanlışları varsa kıssada anlatılan kişinin
20
karakteri, davranışları ile okuyucununki uyuşuyorsa, burada birçok faydalı
sonuçlar alınacaktır. Kişi aynı kötü akıbetin kendisine de gelebileceğini dü-
şünecek, yanlışlarından vazgeçmeye karar verecektir. İyi yoldakileri örnek
alma, onları kendine model seçme, bir karşılaştırma yapma imkanı doğacaktır.
Bu nedenle olmalı ki yukarda isimlerini verdiğimiz şahsiyetlerin belirttiğimiz
üslubu kullanarak vermiş oldukları eserleri kalıcı olmuştur. Bunlar bu yöntemle
toplum gerçeğini yansıtmışlar, kahramanlarını toplumun realitesinden seçmişler,
okuyan kimse de bunların imkansızlığı değil, olabilecek vakalar olduğunu
kabullenmekte ve kendini onlarla kıyaslama, olayların, başına gelen işlerin kendi
başına da gelebileceğini düşünme imkanı bulmaktadır. Anlatılan kıssalar sıradan
hikâye olmayıp insanlara önemli öğütler içeren yaşanmış veya yaşanması
muhtemel vakalardır. Anlatan şahsiyetin hedefi bu yöntemle insanlara öğüt
vermektir. Okuyan ise bunların olmuş veya olabilecek vakalar olduğu kanaatine
sahiptir. Sürekli bu kıssadan ne hisse alınabileceği beklentisi vardır.
Kur’an arzularına uyan kimseyi “hayvan gibi hatta onlardan da aşağıdır”
(Furkan 25/44) şeklinde değerlendirir. Bu uyarı karşısında insan, insan olmanın
onuru içinde olacak, geçici olanlara tapar seviyede bağlanmayacaktır (Enam
6/76). İnancı Kur’an’ın gösterdiği istikamet üzere, Allah sevgisi içinde olacaktır.
Mümin Kur’an’la hemhaldir. Onu tanıma, ondan yararlanma, mucizelerini,
icazlığını (Bakara 2/23, İsra 17/88) görme yolu izleyecektir.
Kur’an tevhid inancına götüren delilleri sunmuştur. İnsan Allah’ın
rahmetinin yer ve gökteki eserlerine bakacak ve buradan hareketle tevhid inancı
güçlenecek (Rum 30/50, Kaf 50/6), sonuçta kalbi katılaşmaktan kurtulacaktır
(Bakara 2/74).
Şirk inancı geçmişin temel sorunuydu. Peygamberi kabul etmeyen
putperestler, ona şair, deli gibi ithamlarda bulunmuşlardır. Onlar da, Hz.
Peygamberin bu vasıflarda olmadığını bildikleri halde, bu iddia ve ithamları ortaya
atıyorlardı. Kur’an onlara cevap vermiş, “Rabbinin sana verdiği peygamberlik
nimeti hakkı için ne bir delisin, ne de şair” (Tur 52/29-30) demiştir. Bu
ithamları yanında onun başına felâket gelmesini bekliyorlardı. İnançsızlardan
gelen tüm ithamların cevapları verilmiş, onların tasarıları boşa çıkmıştır.
Kıyamete kadar gelecek olan tüm inkar girişimleri ve peygamberi suçlama
21
faaliyetlerinin cevabını Kur’an vermiştir. (Tur 52/29-43). Ona şiir öğretmenin
gerekmediği belirtilmiştir (Yasin 36/69). Kur’an inkarcıları azgın kesim olarak
haber vermiştir (Tur
52/32). “Yahut Kur’an’ı kendisi mi uydurdu diyorlar? Doğrusu onların iman
etmeye niyetleri yoktur” (Tur 52/33). İnkarda devam etmek isteyenler farklı,
asılsız haberler ileri sürerek, Kur’an ve Hz. Peygamberi ithama kalkışmışlardı
Onların bu aleyhteki girişimlerine rağmen kendileri ile diyalog devam ettirilmiş,
içlerinden iman edenler olmuş, inancın aleyhine kurulan güçlü tuzaklar geçersiz
olmuştur.
Kur’an’ın Allah’ın gönderdiği İlahî vahiy olduğu ispat edilmiş (Necm 53/1-4),
onun icazı belli olmuş, gelecekle ilgili verdiği bilgiler gerçekleşmiştir (Rum 30/1-
3). Tüm bunlardan sonra hakkı kabul etmemekte ısrar edenlere karşı sabırlı
olmak emredilmiştir (Rum 30/60, Mümin 40/55,77). Peygamberler, hakkı ve
hidayeti getirmişlerdir (Fetih 48/28). Evrende ve insanın bizzat kendisinde
tevhidin pek çok delillerinin bulunduğu bilgisi sunulmuştur (Fussilet 41/53).
Bunlarla diyaloga geçen insan inanma yolu izleyecektir.
İman edip salih amel işleyenler övülmüştür (Tin 95/4). Fakat dalalet ehli
olan, hidayetten mahrum kimseler için, “gök ve yer onlara ağlamaz” (Duhan
44/29) ifadesi geçmektedir. Yer, gök ve insan ilişkisi, inanana karşı bu varlıkların
tavrı ve inanmayanların vefatı durumunda mahiyet ve keyfiyetinin bilmediğimiz
tavır almalar olmaktadır. Bu âyetin ışığında semalar ve yeryüzünün müminle
ayrı, kafirle ayrı ilişkisi vardır. Birinin vefatına üzülürken, diğerini de
yine yer barındırmakta gökyüzü de ona kubbe olmaktadır. Âyetin sunduğu bu
ilişkiyi tefekkürle, insan, inkardan vazgeçip inancı takviye edebilir. “Onlara afak
ve kendi nefislerinde âyetlerimizi göstereceğiz” (Fussilet 41/53) âyetine göre,
insan kendinde ve tüm varlıklarda tevhidin delillerini bulacaktır. Allah Teala
delillerini göstereceğini vaad etmiş ve göstermiştir. Burada esas olan insana
gösterilen, açıklığa kavuşturulan bu delillerden yararlanmasıdır. İnsanın sahip
olduğu lütufların bir kısmı açıktır. Bunları az bir düşünceyle kavraması
mümkündür. Bir kısmı ise derin düşünceyle kavranabilecek nimetlerdir. Sonuçta
o muntazam varlıkları görecek ve buradan hareketle Yüce Yaratıcının varlığını
kabul etmek gerektiğine inanacaktır. Bunun gerçekleşmesi için insanın
çevresindeki varlıklardaki hayat sistemini, onlardaki işleyiş tarzını görmesi
gerekmektedir.
22
Şu var ki pek çok şahsiyet insanı yetiştirmek için Kelile ve Dimne’nin
hayvanlar âleminden ibreti vakalar anlattığı gibi, Sadi Şirazi, Mevlana ve
özellikle Bediüzzaman kendi dönemlerindeki bilgiler ışığında eserlerinde ibretli
vakalar anlatmışlardır. Şayet bilimdeki gelişmelerin ileri düzeyde olduğu,
incelemeler neticesinde varlıklarla ilgili pek çok sistemin varlığının keşfedildiği
günümüzde yaşasalardı, eserleri çok daha farklı içerikli ve derunilik anlatan
mahiyette olacaktı. Bizim dönemimizde bilimde büyük ilerlemelerin ortaya
çıkmasına rağmen bunu insana yansıtıp, bunlar üzerinde düşünerek Allah’ın
varlığı ve birliği sonucunu hatırlatma, insan bu yönü tefekkür etmeye
yönlendirmenin yeterince yapıldığı söylenemez.
Bilimin verilerinin sonucu şu olabilirdi: Varlıklardaki bu fevkalâde sistem
kendiliğinden kurulmuş olamaz Bu varlıklar kendi kendilerine de bu gelişmeleri
sistemleri geliştirmiş olamazlar. Tesadüfün ve varlıkların gücünün üstünde gizli
bir el bunu düzenlemiş, bu sistemleri oluşturmuş olmalıdır. Bu gizli eli
görmemek veya görmezlikten gelmek mümkün değildir. Çünkü varlıkların hayat
sistemi sıradan bir sistem değildir. Bunun var edicisi, tanzim ve tertip edicisi
yoktur. Bunu ben yaptım diye sahiplenen tek mevcut vardır. O da Allah Teala’dır.
Onu yok kabul edip tüm mükemmellikleri rastlantıyla izah etmenin mümkün
olmadığı anlaşılmaktadır.
Örneğin evrim nazariyesinde belirlenen gelişmeler sonunda insanın
varolduğu düşüncesi İlahî kitapların haber verdiği inançla bağdaşmazken, bilimde
bir gelişme olarak insan kanı ile maymun kanının farklılığı, maymun kanının
insan kanına dönüşemeyeceği tezi önemli bir cevap olarak savunulmaktadır.
Sonuçta insan yaratılmışlardaki sıradan olmayan, maharet isteyen yönleri görüp,
bunlardan hareketle Yüce Yaratıcının varlığı sonucuna ulaşacaktır. Kur’an, gecegündüz,
yer- gök, deniz, su, rüzgar, bulut vb. bir çok varlığı anar, bunların
insanların yararına sunulduğunu belirtir. Aklını kullanan toplumların bundan
yararlanarak tevhid inancını doğrulayan delillere ulaşabileceğine vurgu yapar
(Bakara 2/164). Mucize ve kerametler yoluyla gösterilen delillerin dışında, bunlar
insanın düşünerek bulabileceği, ulaşması mümkün olan delillerdir. Varlıklardaki
sıradan olmayan sistemi görerek, onları meydana getireni tanıma imkanı
bulunmaktadır.
İnkardaki kimse için önemli bir yaklaşım da inananla diyaloga geçmesidir.
23
İnsanlık tarihinde peygamberler ve ilk ata Hz. Adem’le başlatılan kıyamete kadar
devam edecek olan tevhid inancı bir süreçtir. Onlar tarafından insana tebliğ
edilmiş, insanlardan bunu kabul edenler hayatlarını bu çizgi doğrultusunda devam
ettirmektedir. Bir kısmı ise tevhid inancını kabule yanaşmamaktadır. Bu iki
tarafın mukayesesi haklılık payları üzerinde düşünülebilir. İnananlar açısından
bakıldığında peygamber, verilen İlahî emirleri yerine getirmenin gerektiği
düşüncesinden hareketle, görevlerini yerine getirmiştir. İnkar eden ise kendi
açısından bakarak kendini haklı bulmaktadır. Birbirine zıt iki şeyin ikisinin de
haklılığı söz konusu olamaz. Burada hücceti, sağlam delili olanın haklı olduğu
sonucuna varılacaktır. İnkarcının ise bunları düşünmesi gerekmektedir. Din,
insanın yiyip içtiği veya diğer ihtiyaçlarını gidermek için günlük hayatta
yararlandığı nimetleri hatırlatmakta, “Allah’ın nimetlerini saymaya kalkarsanız
saymakla bitiremezsiniz” (İbrahim 14/32-4) sonucunu vermektedir. Bu
saymaya da kimsenin imkanı olmayacağından günlük olarak tüketilen nimetler
üzerinde düşünmek olumlu sonuçlara götürecektir. Şüphesiz insan
dış yaşantıya özen göstermektedir. Din ise kalbi önemli
tutmaktadır. “Kalpler Allah’ın zikriyle huzura kavuşur” (Ra’d 13/28)
hatırlatmasını yapmaktadır. Yaratan, düzene koyan, şekli veren, ölçü tayin
eden Allah’ın noksanlıklardan tenzih etmek emredilmiştir (Ala 87/3).
Önemli bir hatırlatma ise, diğer yaratıkların Allah’ı tenzih etmeyi
sürdürdüğü şeklindedir (İsra 17/44). Bu arada Allah ile ilişkide sorunları olan
beşere sürekli görevleri hatırlatılmaktadır. İnkarcı kimse bu uyarılar karşısında
toparlanmak, kendine çeki düzen vermek, yanlışlıklarından vaz geçmek, kulluk
yükümlülüklerini yerine getirmek durumundadır. Bu kadar mülk, bitmeyen
hazineler ve bol tasarrufta bulunan, cimrilik yapmayan bir güç var. Bunların
sahibi, tasarrufu elinde tutan, koruyan ve yenilerini en güzel şekilde var eden
gücün Allah olduğu sonucuna varacaktır. Fakat kudret ve rahmetin bu
işaretlerinden müminler yararlanmaktadır (Casiye 45/3). Bu nazar ve istidlal
varlıkların ifade ettiği manalardan yararlanma (Araf 7/185), inkar edenin
yoğunlaşması gereken bir husustur.
İnsan yaşadığı bu hayatın kendisine deneme mahiyetinde ve sınava tabi
tutmak için verildiğini düşünecektir (Mülk 67/2). Sonuç itibarıyla varlıklar ve
dünya ölecek, tek hakimiyet Allah’ın olacaktır (Kasas 28/88). Diriliş
gerçekleşecek (Rum 30/50), insan ebedî hayata azap veya nimet içinde geçiş
24
yapacaktır. Kul delillerden hareketle yüce Allah’ı tanımakla yükümlüdür (Enbiya
21/22). Kendi acizliğini görecek, Allah’ın koyduğu sistemde kusur bulunmadığını
anlayacak (Mülk
67/34), en güzel surette yaratan Allah’a karşı sorumluluğunun idrakinde
olacaktır (Tin 95/4, Zariyat 51/20-1).
Burada önder peygamberlerdir. Onlar hidayet getirmişlerdir (Fetih 48/28,
Araf 7/158). İlahi kitap elde burhandır. Kur’an insanları karanlığın her çeşidinden
aydınlığa çıkaracaktır (Kehf 18/1-2, İbrahim 14/1). İnsan yanlışlıklarını anlayacak,
Yüce Yaratıcıya “tevbemizi kabul et” (Bakara 2/286) vb. diyerek tevbe edecektir.
Bunun sonu cennet, Allah’ın cemali (Kıyame 75/22-3), Allah’ın müminlere orada
selâmı olacaktır (Ta-ha 20/47).
Tüm bu diyaloglar imanı olmayanı inanmaya, ikna etme, imanı zayıf olanın
imanını kuvvetlendirme, inancı güçlendirme çabasıdır. İnançsız insan
hayatın önemli bir gayesinin olduğunun farkına varacak, hayata anlam
verecektir.
Ehl-i kitapla diyalog çağımızın önemli bir girişimidir. Bunu Hz. Peygamber
döneminde başlatılmış önemli bir süreç olarak görmek mümkündür. “Ey kitap
ehli, sizinle bizim aramızda ortak olan bir söze gelin” (Al-i İmran 3/64) çağrısı
yapılmış ve Hz. Peygamber gerekli gördüğü hükümdarlara elçileriyle mektuplar
göndererek bu diyalog çağrısını ulaştırmıştır. Kitap ehlini mektep ehli
mektepliler şeklinde bir anlayış tarzı da söz konusudur. Biz burada kitap ehli
olarak tanınan ve Yahudiler ve Hıristiyanların kastedildiği anlaşılan hitabı
tüm bu kesimleri tevhide çağrıdır. Tevhid çağrısı tüm kesimlerle diyalog ile
yapılacaktır.
Sonuç
İnançlar arasındaki diyalog kapsamlı bir konudur. Beşerin yaşadığı tüm
inançları kapsar. Biz burada konunun bir boyutunu ele aldık. Üzerinde durulan
şahsiyetin yöntemini göz önünde bulundurduk. Bunu yapılması gereken bir
girişim olarak gördük. Burada bir takım önemli hususun tespitinin yapılması
gerekli olduğu açıktır. Bu da başta inanmış insanın diyaloglarıyla ilgilidir. Önce
kendi nefsiyle diyalogu, sonra da diğer varlıklar ve şahıslarla diyalogu
25
şeklinde ayırmak mümkündür. Kendisi ile uğraşısı sonucunda inanç düzeyini
ileri konuma getirecektir. Tabiatla diyalog Bediüzzaman’ın temaları arasındadır.
Diğer insanlarla diyalogu ise müminlerle ve inkarcılarla olan türleri kapsar.
Müminlerle diyalog, onların inanç kalitesini yükseltmeyi hedef alır. Burada esas
yoğunlaşılan husus ise inkar edenlerle olan diyalogdur. Onlara deliller sunarak,
inanmalarını sağlama girişimi yapılır. Bunu da tüm varlıklarla diyalog kurarak
sağlayabilir.
Varlıkların tamamı ile yapılan söyleşi kişiyi inanmaya çağıran
birer delil olarak görülmektedir. Bu yöntem pek çok şahsın planlayıp uyguladığı
önemli bir ıslah ve irşat metodudur. İnsan kendisi ve varlıklarla diyaloga geçerek
yaratıcının varlığı ve birliği sonucuna varacaktır. Onun düşünceleri özgün İslâm
düşüncesinin ürünüdür. Bunları genelde insan ve diğer varlıklarla diyalog şeklinde
ortaya koymuş, gönül felsefesi yapmıştır.
26
Said Nursî verdiği eserleriyle insanın kendi varlığına ve çevresine bakarak
tevhid inancına ulaşmasının yollarını göstermiş önemli bir şahsiyettir. İnkarcının
ikna olması için sunulmuş, aklı ikna edici önemli deliller getirmiştir. Bunlar,
tevhidi güçlendiren çalışmalar ve ciddiye alınması gereken delillerdir. O diyalogu
kendisiyle yapmış, kendine yazmış, kendine hitap etmiş, kendini muhatap almış,
kendisi gibi başkaları da yararlanmıştır.
27

Konular