KIRK HADÎS TERCÜMELERİNE UMUMÎ BİR BAKIŞ ve Ankaralı İsmail RüsûM'nin "TERCÜME-İ HADÎS-İ ERBAÎN'İ,,

islâm kavimleri arasında, edebî bakımdan, kırk hadîs tercüme ve
şerhlerine en fazla alâka gösteren ve, bü vadide, birinci sınıf sanatkârlarının
kalemi ile en çok manzum risaleler meydana getirenler,
türkler olmuştur. Yaİnız dinî-tedrisî mahiyette olmak üzere Osmanlı
ulemâsı tarafından tasnif edilen kırk hadîslerde tercih pâyı, umumiyetle,
Arap diline verilmiştir. Misal mahiyetinde olarak: Cemalüddin
Aksaragî, Kemal Paşa-zâde, Lütfî Paşa, Şemsüddin Dalcı, Taşköprü-
zâde, Tokatlı Ahmed, Bursalı ismail Hakkı, Birgivî-Akkirmam... v.b.
nin Arbac
ün Hadîs'lerinin hep Arap dili ile yazılmış olduğunu düşünmek
eiverir. Ara-sıra da, Osmanlı müellifleri veya diğer Türk boylarına
mensup kalem erbabı, dinî-edebî kırk hadîs tercümelerini, farsça tertip
ve tanzime özenmişlerdir. Seyyid Sadr, Idris-İ Bitlisi, Firdevsî-i Rûmî,
Özbek Veltuüddin... v.b. nin bu neviden risaleleri, bunun[ şahidleridir.
Esasen arapça ve farsçaya ilim ve edebiyat lisanları olarak ehemmiyet .
vermiş bulunan müslüman türkierin evvelâ dinî, sonra da edebî hüviyeti
göze çarpan bu mevzuda, adı geçen dillerde eserler vücude getirmeleri
gâyet tabiîdir. Üstelik türkün çok dil bilirlik hususunda da kuvvetli bir
istidat sahibi olduğu meçhul değildir.
Bu nevide 'arapçaya temayül, daha ziyâde, hadîslerin o dille olması
ve arap edebiyatında geniş bir maziye malik bulunması; dinî-didaktik
hüviyeti itibarı ile din ulemasının elinde işlenmesi hasebiledir. Türk
âlim ve ediplerinin ana dillerinden başka arapça ve farsçada, bilhassa
edebî eser üzerinde tedkikat yapabilecek derecede ve hattâ bu iki
dilde risaleler meydana getirilebilecek bir iktidarda vukufa sahip oldukları,
sık sık, görülegelen bir hâdisedir. Halbuki türkçe yazan iranlılara,"]
veya farsça ve türkçe tasnifler vüc.ûde getiren arap.Iara ya hiç raslanmaz,
yahut ender tesadüf edilir. Bu vâKa, kırk hadîs mevzuunda bir kerre
236 Abdiilkadir Kar ab an
daha, açıkça görülmektedir. Ancak arapça ve farsça bütün bu Türk tasnifleri,
ana dille kaleme alınan kırk hadîs tercümeleri derecesinde edebî-
didaktik bir değere, hiç bir zaman, vasıl olamamış ve türkçede oldukları
nisbette bu sahanın ilk plândaki mahsulleri arasına girememiştir. Bunun
böyle olması da zaruridir. Zirâ yabancı dilde yazan adam, Berthels'm
de dediği gibi, s O dilin kanunlarım, kaidelerini kullandığından kendi
asıl şahsiyetini pek o kadar gösteremez. O lisanın kanunlarının itaât
hükmü altına girer. Eserlerinde o lisanda olan şeyleri t akli d eder*1
.
Türkçede dinî edebiyata ait eserler kemiyet ve kıymet itibariyle
hayli yüksektir. Siyer, hilye ve bilhassa makteî 2
gibi] mevzularda
çok meydana getirilmiştir ve bunların bir kısmı, denilebilir ki, edebiyatımızın
şaheserleri meyanında yer almışdır. Süleyman Çelebi'nin
Mevlid'i ile Fuzulî'nîn HadJk.it üs-suc
ada'sı ve Hakanî'nin Hilye'si bu
hususun beliğ şahidleridir.
XIV. asırdan itibaren Türk edebiyatında beliren kırk hadîs tercü­
meleri, sırası ile XV, AVI, XVII ve XVIII. asırlarda İnkişaf eden bir
dinî edebiyat kategorisi olarak kudret ve kıymetini muhafaza etmiş
ve hasseten tam tekâmülünü, bizde,. XVI-XVII- asırlara borçlu bulunmuştur.
Bu nevin, şâirlerimizin devamlı bir meşgalesi olması, ona bir
başka canlılık ta kazandırmıştır. Bizim tesbit ettiklerimiz-manzıım-mensur
türkçe kırk hadîs sayısı- «8l> adet olup, bunlardan s 16* sı XVI. asra,
«13» ü de XVII. asra ait bulunmaktadır. Tanınmış şâirlerimizden: Kemal
Ümmî (ölm. 880/1475?), Nevayî (1441-1501), Fuzulî (ölm. 963/1556),
Nev'î (1533-1598), Âşık Çelebî (trc. 979/1571), Lâtifî (ölm. 990/1582),
Âlî (1541-1600), Hakanî (trc. 1011/1603), Okçu-zâde Mehmed(1039/1630),
Kefeli Feyzi. (ölm. 1025/1616), Nabî (ölm. 1124/1712),.Taib (trc. 1120/
1708), Antakyalı Münif (trc. 1146/1733).. v.b. nin, aynı zamanda, birer
kırk hadîs tercümelerine de sahip oldukları düşünülürse mütalâamızın
yerinde olduğu daha kolayca anlaşılır. Burada şuna da - işaret etmek
münasip düşer: Türk şâirlerinden kırk hadîs tercümeleri ile uğraşmalarında,
XV. asrın ikinci yarısından itibaren, Abdurrahman Câmî(J414-
1492) nin geniş ölçüde tesiri olmuştur. Nevayî, Fuzulî, Rihletî, Nabî,
Münif'in risaleleri, Câmî'nin Erbaîn'imn tercümeleridir. Ayrıca Nevevî
(Muljy al-Dîn Abu Zakariyâ Yahya b. Şaraf al-Nawawî, 1233-1277)'nin
meşhur ASbaan'unun da Osmanlı müelliflerini, hassaten XVIII. asırdan
itibaren, bu yola sevketmekte, az-çok, müessir olduğuna işaret edilmeli-
1
E . Berthels, JPıızulî'nİn arapça şiirleri, Rus ilimler Akademisi Asy a Müzesinin
müsteşrikle r cemiyeti bülteni, Leningrad, V, 1930j s. 4S.
.* Bk. Abdiilkadir Karahan, Türk Edebiyatında Maktel-i Hüseyn, mezuniyet tezi,
1S39 Türkiyat Enstitüsü, Kütüp. No* 96.
Kirk hadîs tercümelerine umumî bîr bakış 237
dır. Süleyman Fazıl Efendi (ölm. 1134/1722), Bursalı İsmail Hakkı (ölm.
1137/1725), İsmail Mûfid Efendi (ölm. 1217/1802), Ahmed Naim (trc.
1343/1924) v.b. 'nin Kırk hadîsleri, ya Nevevî tercümesi, veya şerhidir.
Bunların dışında da türkçeye tercüme edilen arapça 3
ve farsça*
er.baînler-ki bunların bâzıları da yine Osmanlı müelliflerinin eserleridirs>
az değildir. Bu hareketin şöylece mânalandırılıp izah edilmesi mümkündür:
Bir taraftan kendi mesaileri ile muhtelif hadîs kitaplarından
intihaplar yaparak kirk hadîs tercüme edenlerin, yanı-başında, kendilerinden
evvel, gelen islâm ulemâ ve üdebasınm şöhret kazanmış kırk
hadîs risalelerini türkçeye çevirmek suretile bu cereyana katılma arzusu
da, asırlar boyunca devam etmiş ve rağbet görmüştür.
Türkçe kırk hadis mütercimleri arasında ön safta, kemiyet ve
keyfiyet bakımlarından, şâirler gelmektedir. Ulemâ ve ehi-i tarik da az
değildir. Bu kabil risalelerin manzum yazılanlarında, nazım şekli olarak,
umumiyetle kıt'a veyahut mesnevi şekilleri tercih edilmiştir. Vezin
olarak ta, ekseriyetle, aruzun şu: Feiiâtün mefâilün feİlün; Fâilâtün
fâilâtün fâîlât; MüfteÜün müfteilün feilün vezinleri kullanılmıştır.
Tercümelerde, istisnalar bir tarafa bırakılacak olursa, sıhhat mevcut
ve edebî çeşni mahsustur. İşlenen mevzûlar da çok çeşidlidir. Tek bir
mevzua hasredilmiş olanlar arasında, gaza ve cihad hakkındaki hadîslerden
toplanmış kırk hadîs tercümeleri ehemmiyetli bir yer tutar".
Hemen, her mevzû kırk hadîse girmiştir, hattâ tıb7
bile. Bu arada
mensup oldukları tarikatları müdafaâya elverişli 40 hadîs toplayıp şerhedenlerle
fakirlik ve dervişliğin methiyesini yapanlar8
da vardır. Fakat
ekseriyet, muhtelif mevzularda toplanmış Kırk hadîs'lerdedir. Bu kitaplardan
istifâde etmek suretile, devirlerinin siyasî, içtimaî, ahlâkî tema-
3 Meselâ Hazini. (XVI. asır), arapçsdan, Muhammad b. Ab ü Bakr'in Arha^ün'uau
manzum olarak türkçey e çevirmiştir. Bk. Ankar a Dil ve Tarih-Coğrafya Fak., ismail
Saip yaz., nr. 738; Burea Orhan kütüp., nr. 32S (yeni 85). '
1
Meselâ farsçadan Husayn Vâ [
i z Kâşifi (ölm. 910/1505) 'nin Risale-i 'Alîya'si
yalnız XVI! . asırda, Seyyid Kadri tarafından Tufıfc-i 'Atebe-i 11Aliye (bk. Murad MollaHamidiye
kütüp. , nr. 1055) ve. Abdurrahmaa Hibrî tarafından Riyöz ül-cArifiri (bk.
Universita kütüp. , TY. , ET . 601) unvanlarıyl e iki defa tercüme edilmiştir .
B Meselâ Aşı k Çelebi] (XVI. asır), Kema l Paşazad e (ölm; 940/1534)'nin arapea
jŞerh-i ljladiş-i Arba'in (İstanbul, 1316)'ini türkçeye çevirmiştir (Aşı k Nattaî, ffadiş-i
Erbain tercümesi, İstanbul, 131S).
* Al i b. Hac ı Mustafa, 'Amâ'il-i Feiâ'il-i CihSd (Raif Yelkenci'nin hususî kütüphanesi
yaz. ından) ; Abdullah h. lsrhail, Hadis-i Erbain der Hakk:
ı Faza'il-i Tir-ü-keman
(Üniversit e kütüp. , TY. , nr. 382fi, 7348 ve 7347; trc. 1233/1818).
* Dr. Hüseyin. Remzi, Tıbh-t Nebevi, İstanbul, 1309.
a
RibVetî (XVI. asır), Tercizme-i Hadiş-i Erba'in (Ankara, Dİ1 ve Tarih-Coğrafy a
Fak. kütüp., İsmail Saip ya?., nr. 3254).
•238 AbdiilkadirKarah.a n
yüllerine dâir bâzı fikirler serdetmek, veya onları vücûde getirenlerin
psikolojik durumlarının akislerini tesbit etmek mümkündür. Bu eserler
arasında medrese, tekke, kibar konakları veya şuara meclisleri ile alâ­
kadar olanlar, oralarda okunanlar bulunduğu gibi; bir karşılığa nâil
olmak veya' göze girmek Ümidi ile padişahlara °, devlet ricaline10
takdim edilenleri de vardır. Hassaten Sultan Ahmet 1. (1603-1617), Sultan
Ahmet ııı. (1703-1730) ve Sultan Mahmud ıı. (1808-1839) nin bu neviden
eserlere hususî bir alâka gösterdikleri anlaşılmaktadır.
İşte bizim şimdi üzerinde duracağımız Kırk Hadîs Tercümesi, hemen '
her bakımdan bu nevin en yüksek bir gelişme çağı olan XVıı . asırda,
muayyen bir tarik ve sülûkün müdafaası zımınında kaleme alınmış bir
örnek olmak dolayısı ile hususî ehemmiyeti haizdir.
Asıl künyesi İsmail b. Ahmed Ankaravî olan ve şiirlerinde Rü-
sûhî mahlâsını kullanan bu zat (ölm. 1041/1631), mevlevîlİği ve Mesnevi
şarihliği ile şöhret bulmuştur. Tercüme-i Hadis-i Erbaininin,(
şimdiye kadar y.alnız bir tek yazma nüshasına tesadüf etmiş bulunuyoruz.
Eserin, mutad veçhile, en baş tarafta bulunan hamd-ü-şenâ'sı dahi,
maksudunun bir beraattı istihlâli olduğu için mevzua oradan gireceğiz:
I V J JlüJI) <*-Ul.>l 0
. J'J-I, J^JIİ J*l. ^ U U jj l âJ-l
1 3
JijîVr^ijjj ^u^ ı uJi — ^jjuucij Şârih, hemen bütün Kırk Hadîs tercüme ve şerhlerinin dibacelerinde
tekrar edilen meşhur: ' Zn ^ ^ t-j - c^ıjl ¿-1 lü- ^
*L)J ı J tl^îi'l l^j J' hadîsinin muhtelif rivayetlerine temas ettikten . sonra,
maksadını gayet açık ve kât'î bir şekilde ifade eder. Bu, kırk hadîs
tercümelerinden bir kısmının nasıl birer muayyen gaye ile vücude getirildiğinin
izahı bakımından şayan-ı dikkattir. Aynı zamanda bunların
bâzılarında zâhir ulemâsına karşı tarikat esaslarını müdafaa için
Peygamberin sürinet've hadîsinden, islâm âlim ve fâkihlerinden ne
B
Meselâ . Taşköprü-iad e Kemalüddin Mehmed (1552—1621) Kırk hadîs tercü­
mesi (Fatih kütüp., nr. 5427, meç., 38. risâlej'ne Sultan Ahmed I. emriyle başlamıştır .
Osmari-ıâde Tâib, Sthhat-âbâd (Murad Molla kütüp. • Hamidiye ksm., UT.. 229, 230, 240,
387 ; Üniversit e kütüp., TY. , nr. 2?Ö0 ve Topkapı-saray ı Müı e kam.,, nr. 329)'ini Sultan
Ahmed III. 1120/1708'de hastalıktan, İfakatı üzerine hünkâra takdim etmiştir . Abdullah
b. îsmailde, 1233/1818'de tercüme ettiği Ktrk hadis (yaz. İçin kgr, not 7) Sultan Mah¬
nrad li.'ye arzetmiştir . ,. . -,- .. , .
1° Bu husus, bir çı k risalenin dibacesinde görülejelmektedir .
}} Sii ley ma niye:- Nafiz , Paşa kütüp, , nr. 184 (1081'de Kadı Al i b. Yusuf tarafından
talik kırması ile İstinsah olunmuştur).
!2 Vr k 1 b.
Kırk hadîs tercümelerine umumî bir bakış 239
türlü istifâde edildiğinin bir delili olmak üzere de, şu aşağıdaki satırlar,
gayet mühimdir ve bir vesika kıymetini taşır :
•j *Pes ba. fakir ve hakir mevlevi eş-Şeyh Ismâc
il el- Ankaravi imtî-
şâlen li-hazih il-işâret iî-c
âlıye ve sürüren bi-hazih il-beşâret is-samiye
ahadiş-i nebeviden, tarikimizi mü'eyyed olan ve sülükümüze
takviyet kılan sahih ül-isnâd kırk fradiş-i şerifi ihtiyar edab türkî
c
ibâret üzere anları şerh ve tefsir kıldım. Ve L
ulemâ ve fukahâriın kitâbların
tetebbtf edüb her bir hadisin şerhinde münâsib mahalle anların
kelâm-ı hidSyet-encâmını nâkil oldum. Evvelâ luğat-i ç
arabi hakkında
iir hadis-i şerif rivayet edüb zebân-i fârisi tuğat-i ehl-i nardır' di->
yenlere anın şerhinin zımnında red içün vâfir cevâb-i şâfi ve kelam-l
vafi geiürdim. Baz
dehu sünnet ve bidz
ati. mübeyyin ve müfessir ve
iemâ:
_'üe ğmâ ve zarb ve def den ve rakş ve hareketi mü eyyid ve
müzetckir olan hadisleri irâd eyleyüb anların şerh ve tahkiki miyanında
tarikımıza bidz
at ve zalaldır deyü inkâr eyleyenlere red içün nice
delâ^il ve berahin getürüp sünnet ve bidz
at ne idügini muhakkikler beyân
eyledügi üzere beyân edüb tahkik mertebesine yetürdihi. Tâ ki
zığy-İ vuc
azâ, ve fukahâc
da alan süfeha ye ehl-i İnkârı dinleyenler ve
•ânların bâ-garaz olan güftârların istimâc
eyleyenler hileler ve tarikc-
.mıza hidrat demeden ve anın ehline ehl-i bİdz
at ve zalâlet tac
bir eyle'
meden müctenib olalar. Pes kırk hadis tamâm oluncıya dek menâfic
-i
diniye ve esrzr-ı yakiniyeyi eSmTa olan hadisleri hem getürüb anları
dahi şerh. ve. beyân eyledim. Tâ tâlib-i z
ilm ve maarif et olanlar ve
aşhafc-i tarikata"meyi ve makabbet kılanlar banlardan nice menâfic
-i
•celile ve feva'.id-i' ceziie bulalar. Umiddir ki Hak subhanehu ve Ta'âlâ
Hazretleri cümlemizi zahiren ve bafınan Sultan-ı Eıbiyântn sünnet-i
seniyyesİne fSpt olanlardan v.e anın tarik-ı müstakimi üzere seyr ve
sülük kılanlardan eyleye* (vrk 1 b V.d }
Hadisler, riıukaddemedekı maksada uygun düşen ve onun müdafaası
mahiyetinde telâkkileri mümkün olanlar arasından seçilmiştir.
Arapça metni hemen turkçe mensur tercümeleri takıp .eder Ondan
sonra da hadislerle alakalı ve mütercimin meslek ve meşrebine muvafık
geniş açıklamalar yer alır Burada başka hadislerden, bir çok âlıniİerirfve
hassaten mutasavvıfların kitaplarından yapılmış ist ışh adlara Taslanır.
İmam Gazzklı (olm. 505/11¡1)
;
den Mevla'na Celaluddın Rumi
{1207-1273)
:
ye kadar bir çok büyı k /eyattan iktibaslar vardır. Hâsseten
Mevlânâ .ve mevlevîlik birçok fikirlerin mihveridir;.ağırlık, merkezidir.
Esasen eserin, gayesi, mevleyîliğin hakka ve hakikâte "miivafik bir
tarikat olduğunu, mevlevî âyinlerindeki raks" ve semâın bir bid'at ..teş-.
iciletmediğini, Peygamber'in sünnet ve hadîsi ile tevsik etmek "ol üğüna
240 Abdülkadir Karahan
göre, Mevlânâ 'nm manevî kudretinin, sıksık, sayfalarda tecellisine
şahit olmak tabiîdir. Nitekim ilk hadis 'in bile, farsça kaleme alınmış
bulunan Megnevî'nin dil noktasından müdafaası için iradedildiği, buna
dâir şerh ve beyânın sonlarında zâhir olmaktadır. İşte birinci hadîsin
metni, mânası, şerh ve beyanından bâzı cümleler ki, bu vesile ile, risâ-
lenin, devrine göre, sade ve güzel telâkki edilmesi gereken üslûbu hakJjl
S1
* *—j J1
* kında da fikir edinmek imkânı hasıl olur:
*Mac
nâ-yi şerifi.—- Arabiyeti evvel on yaşında olduğa hâlde îsmâc
ıl Peyğamber Hazretleri ''Aleyh is-selâm feth eyledi ve Hak sübhânehu
ve Ta^âlâ Hazretleri ol Hazrete ilhâm peyda eyleyüb ibtidâ ba
lisân-ı t
arabı ol söyledi... Lâkin ol Hazretin soyledügi lügat mürur-i
zamanla mahv ve münderis olub sonra Nebi Hazretleri vücade geldikde
Cebrail Hazretleri gelü'b ol lûğatt ana hıfz etdirdi... Pes lâğat-ı c
arabi
evvelâ bu cihetden ve şâniyen Hazret-i KUR.3AN ba lisân üzere nâzil
olduğu hayşiyetden sâ3
ir lûğatden ef'zal oldu. Bundan sonra lûğat-i
fârisi hem efzal-i lûğat oldu ve Hazret-i Nebi^-yi mükerrem... ahyânen
anı dahi tekellüm eyledügi dolayısı ile şeref buldu ve bu iki lûğai
lûğat-i ehl-i cennet,., oldu Ve bunun lûğat-i ehl-i cennet olduğuna cümle-i
de'laftlden biri bu olduki bu lûğat ile namaz kılmakda c
inde İmâminâ
câ3
iz oldu* (Vrk. 2n.).
Burada, Ziya Paşa'nın da çocukluğunda duyduğu tarzda: 'Kim ki
okur farisî, gider dinin yansı» gibi inanışların da, kaynağını dinden
alıp almadığı, hatıra gelmektedir. Bu ilk hadîsin şerhinde, böyle mukadder
bir sualin de cevabı mevcuttur; şarih, evvelâ şu şekilde, soruyu
vazetmektedir:
"Eğer sa^âl olunursa ki Şarlat al-lslâm sahibi faşl-ı kelâmda
j bl J»l cJİ v-jtdlj iltj l jb(Bj il i J*l ^j . ¿11 öjj l j. } akil Ji»l J»j
dediğine göre bunun cevabı nedir?* (Vrk. 2b). Sonra da, musannif buna
karşılık olmak üzre farsça tedrisatının mahzurlu değil, faydalı ve lü­
zumlu olduğunu belirtmeğe çalışmıştır (gös. yer). Bu birinci hadîsin
şerhine sarfedilen cehid ve burada farsçaya atfedilen ehemmiyet, daha
yukarıda da bilmünasebe söylediğimiz gibi, yalnız mevlevîlerin değil,
bütün islâm dünyasının Ommühât-i âsârı meyanında bulunan Meşnevi-i
mac
nevi'nin farsça yazılmış, söylenmiş olması hasebiledir. Hadîsin şerhine
müteallik son satırlar zımnında bu manâ zâhirdir ve burada netice
sebep hüviyetine bürünmüştür.
tBâ-huşUş ki Hazret-i Mesnevi'nin dahi bu lisân üzere nazm olunması
bu lisâna bir âher şeref vermişdür ve pâye-i şi'ri mertebe-i a^lâya
ir-görmişdür» (Vrk. 3a-b).
Kırk hadîs tercümelerine umumî bir bakış 2«
Ankaralı Şeyh İsmail, âdetâ plânlı bir şekilde Mevlevî tarik atındaki
adâb ve erkânın müdafaasına girişiyor hissini veriyor, ikinci hadîsin,
bu neviden başka risalelerde de bir çok defalar tekrar edilmiş bulunan,
şayan-ı dikkattir. Burada, müellif, hem şiirin mezmum olduğu,
y.erjldiği, hem de teşvik ve tertip edildiği yerleri, hususları belirtmektedir.
Filhakika şiirin zemmedildiği âyet ve hadîsler mevcut olduğu
gibi, nâzme muvafık düşen, ve onu teşvik ve terğip eder mâhiyet taşı­
yanlar da vardır: Bu her iki çeşitten örneklere temas edildikten sonra,
Peygamber'in hayatında şâirlere gösterdiği yakınlık ta bahis mevzuu
olmaktadır. Şeyh'in kanaati şudur:
"Mezmüm olan şiz
r şairi Kurbân okumadan ve zikr-i Huda kılmadan
kcf eyleyüb mücefred şfr-güfakla* (vrk. 4a v.d.). meşgul edendir.
Yoksa Peygamber'in bir hadîsinde de buyurduğu gibi, «Şi'rin
kaseni hasen, kabihi kabihdir... Pes şol şi r ki htkmet-ümiz ve nasihat"
engiz ola kişi kendü evlâdına tabiim eylesün ki feşahat-i zebân ve
talâkat-lisâna sebep olur* (gös. yer). Burada dahi neticenin Mevlânâ'ya
çıktığı şu cümlelerle teayyün ediyor: «Bâ hvşûş bir şıc
r ki evliya
Jeeiâmı ola ve iihâm-ı ilahi ile nazma gele ol kelâmı okumck kalbe
ve ruha hayat verir... Ve kırâ^et kılanları ma^rljet ve hakikat mertebesine
irgörür... Ve müsiem? olanların dahi başar-i bcşiretleri anın kü'hl-i
ma^ânisinden münevver olub vech-i mokşüdu kemâ-yenbaği görür. Nitekim
Hazret-i Mesnevi şol âb-ı hoyât-i md^nevidir ki andan nûş eden
asla Ölmezler ve ebed el-ebed teşne ve zar olmazlar* (vrk. 5 b).
Şayan-ı dikkat olan diğer bir nokta da, müellifin gerçekten iyi
bir polemikçi evsâfını hemen her hadîs şerhi vesiîesile göstermiş olmasıdır.
Mevlevi tarikat ve sülûkünü, bid'at ve dalâlet töhmetinden
korumaya çalışırken lehte ve aleyhteki mütalaaları, ayrı ayrı, ele almakta
ve kendi görüşüne muvâfık yolu, yüksek dozlu bir propağanda
hevesine kapılmış gözükmeden, telkin etmektedir.
///. Hadiseden itibaren mesele asıl tarikat işine intikal eder... (vrk. 6a)
IV. Hadİs'de, tarikatın hayırlısının Tarikat-i Muhammedi olduğu açıklanır.
Mevlevîlik bakımından en fazla alâka çekici hadîslerin başında, şar..Ih
oldukları söylenilen, V. ve VI. hadis'ler gelmektedir. Bunlardan ilkinde,
Peygamber'in, Afr oğlu Ma'uz (_,** ö. ^»") 'un kızı Rabi'a 'nin evinde
bulunduğu bir sırada, câriyeciklerinin def çalmaya başladıkları ve Bedr
gününde babalarından maktul düşenlerin şecâât ve mehasinini yad
ve terennüm ettikleri ve Peygamber'in de câriyelerden birine:
tMukeddemâ söyledûgin sözleri söyle ve ol şiirleri teganni eyle*
(vrk. 8b) dedikleri kaydedilmektedir. Ötekinde ise, bir bayram gününTürkiyat
Mecmuası — 16
242 Abdiilkadir Karahan
de kalkanlar ve harbelerle oynıyan ve- raksedenlere P eygamber'in,
oyunlarına devamı emrettikleri anlatılıyor (vrk. 10b). İşte kolayca gö­
rülebilir ki, bu gibi hadîsler delâleti ile, Ankaralı İsmail Rüsûhî Dede
meselâ semain ve raksın bir bid'at, bir dalâlet olmadığını ve musikî
ve raksa mevki veren mevlevîlerin de, asla bid'at ve dalâlet ehli olamıyacaklarını
izah etmeğe çalışıyor. Bu suretle de, aksi iddiada bulunan
vâiz ve fakih kılıklı münkirlere cevap veriyor.
Bu Kırk Hadîs tedkik edilirken, XVI. asırdaki Sünnî-Şiî mücadelesinden,
şüphesiz, çok daha zayıf olmakla beraber, XVII. asırdaki
Medrese-Tekke (şeriat-tarikat) anlaşmazlıklarını hatırlamamak müşküldür.
Ulema-yi rüsûmun, bilhassa, mevlevîlik gibi oldukça serbest bir tarikat
karşısında takındıkları tenkidkâr ve hattâ tehditkâr • tavrı ve bunun
halk üzerindeki tesir ve akislerini, yine onların inançları ve silâhları
ile gevşetmek; yıpratmak, önlemek, hattâ silmek ihtiyacının şiddetle
duyulduğuna bu risâle, kuvvetli bir misal teşkil eder.
KuPan-ı Kerim'den tarikatlara dâir ahkâm çıkarmak müşkülâtı
karşısında, gerek İmam
cAli'nin fezâilini ispatı dinî bir vazife bilen
şiîler • ve gerek tarikatların islâm esaslarına aykırı olmadıklarını ve
tohumlarının zaman-ı Saâdetten itibaren mü'minlerin kalbine serpİldiğini
göstermeğe çalışan arifler,, hadîsten istimdad eylemişler ve aradıklarını
ondan bulmak için elden geleni esirgememişlerdir. İşte İsmail
Rüsûhî Dede 'nin Hadis-i Erbain Tercümesi, ehl-i tarikin revişi bakı­
mından hususî bir ehemmiyet ve kıymette görüldüğünden dolayıdır
ki, bu makalemizin mevzuu olarak tetkik ve tetebbu edilmiştir.

Konular