FARSÇA EDEBİYATIN TÜRK MİMARLARI*

TurkishStudies - International Periodical For The Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 8/13 Fall 2013, p. 1505-1516, ANKARA-TURKEY
ÖZET
Ulusçuluk, ulus devlet, ulusal dil gibi kavramların henüz hiçbir
şekilde insanların zihninde bir karşılık bulmadığı ve iktidarların
meşruiyetini ilahî doktrinlerden aldığı Orta Çağ dünyasında, medeniyet
daireleri doğrudan doğruya dinler etrafında teşekkül etmiştir. İktidarın
meşruiyet kaynağının din olduğu ve medeniyet dairelerinin dinler
etrafında teşekkül ettiği bir çağda, tabii olarak insanların kimlik ve
aidiyetleri de din ve kutsallıkla irtibatlıydı. Dolayısıyla Orta Çağ’da bir
bölgenin yönetimini elinde tutan iktidar sahiplerinin, o bölgenin halkı
ile aynı kavimden olmaması veya o bölge halkının dilini konuşmaması
gibi durumlar normal ve yaygın bir durumdur. Bu sebeple Türk
toplulukların İslam’ı kabul ettikten sonra kurdukları devletlerde
yazışma ve edebiyat dili olarak anadilleri dışında bir dili kullanmaları, o
dönem için yadırganacak bir durum değildir. Türkler, İslam medeniyet
dairesine girdikten sonra bu medeniyetin Türkçeden önce mevki
kazanmış dillerinde (Arapça ve Farsça)üstün sanat eserleri meydana
getirmişlerdir. Bu durum bilhassa Farsça için söz konusudur. Türkler,
hükmettikleri coğrafya ve ilişki kurdukları topluluklar vasıtasıyla İslam
medeniyet dairesinin önemli dillerinden birisi olan Farsçayı idare ve
edebiyat dili olarak kullanıp, henüz o dönemde gelişmekte olan bu dile
gelişme yolunda önemli katkılar sağlamışlardır. İranî toplulukların
yaşadığı coğrafyanın idaresinin 10. asırdan 20. asra kadar Türk
hanedanlarının elinde bulunması, Farsça edebiyatın gelişme
macerasında Türklerin rolünün anlaşılması bakımından kayda
değerdir.
Anahtar Kelimeler: Farsça, Türkler, edebiyat, İslâm.
TURKISH ARCHITECTS OF PERSIAN LITERATURE
ABSTRACT
In the Medieval World, where notions like nationalism, nation
state, and nation language had by no means no reflection on people's
mind and governments found their legitimacy in the divine doctrines,
civilization circles have been formed directly around religions. In an age
when religion is the source of legitimacy of power and civilization which
formed around the religion, of course, people’s identity and belonging

*Bu makale Crosscheck sistemi tarafından taranmış ve bu sistem sonuçlarına göre orijinal bir makale olduğu
tespit edilmiştir.
** ArĢ. Gör. Kırklareli Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, El-mek:
bunyamin.tas@klu.edu.tr
1506 Bünyamin TAŞ
Turkish Studies
International PeriodicalFortheLanguages, LiteratureandHistoryofTurkishorTurkic
Volume 8/13 Fall 2013
was relevance with religion and the holinesses. Therefore, in the Middle
Ages owners who have controlled the ruling an area wasn’t from the
same tribal or not speaking the same language which the people of area
have. This was normal and common. For this reason, after accepting
Islam, states which founded by the Turkish communities used another
language than their mother tongue, as the language of writing and
literature, was not a strange situation for the period. After Turks get
involve the circle of Islamic civilization, they brought high works of art
from not the Turkish but the former languages(Arabic and Persian).
This is particularly the case for Persian. Turks used Persian which one
of the important language of Islamic civilization as the language of
administration and literature on their ruled area. This developed the
emerging language. The Turkish dynasties ruled the Iranian
communities for 10 century from 10th to 20th. This is important to
understand the role of turkd on development of Persian literature.
KeyWords: Persian, Turks, literature, Islam.
Giriş
Orta Çağ dünyasında iktidarların en temel meĢruiyet kaynağı dindir. Taçları
Konstantinopolis patriği tarafından giydirilen Bizans imparatorları, Tanrı’nın yeryüzündeki
temsilcileri olarak kabul görüyorlardı ve dolayısıyla otoriteleri de Hıristiyan hükümdarı olmalarına
dayanıyordu.1Bizans imparatorlarının doğudaki en büyük düĢmanları olan Sasani kralları da
kendilerini ilahî bir otorite olarak görüyordu.2Batı Avrupa kralları için de durum farklı değildi.
Papa II. Stephanus’un 754 yılında Frank kralı Pepin’i kral olarak kutsaması, papalara bütün Orta
Çağ boyunca Avrupa’daki iktidarlar üzerinde kutsal yağı ihsan etme gücünde yatan gizli otoriteyi
kazandırarak iktidarların meĢruiyetini tayin eden dinî referansı bizzat ellerinde tutma imkânını
vermiĢti.3Diğer Avrupa devletlerine nazaran birçok bakımdan kendine özgü bir yapıya sahip olan
Rusya’nın çarları da kendilerini Bizans’ın varisi görerek Bizans imparatorlarının Ortodokslar
nazarındaki kutsal otoritelerini devralmıĢ oluyorlardı.4Çin hükümdarları ise ―göğün oğlu‖ ya da
―Tanrı‟nın oğlu‖ olmak gibi bir kutsallığa bürünmüĢlerdi.5Eski Türk inançlarına göre de
Hükümdar, Tanrı’nın iradesi gereği yeryüzündeki bütün insanları “töre”nin himayesinde yönetme
idealine hizmet etmelidir.6Müslümanların kurduğu devletlerde de benzer bir durum vardı. Orta Çağ
Ġslam toplumunda hanedanların nesebine teslim olmak halk arasında dinî bir inanç haline gelmiĢti.
Hanedana itaat, adeta Allah’ın değiĢtirilemez bir hükmü gibidir. Zira padiĢah, Allah’ın
yeryüzündeki gölgesidir,yani ―pâdişâh-ı rûy-ı zemînvezıllu‟llâhfi‟l-arz‖dır.7

1
J. M. Roberts, Avrupa Tarihi, Çev.: Fethi Aytuna, Ġnkılap Yay., Ġstanbul 2010, s. 136.
2
age, s. 102. Eski Ġran devletlerinde ve Roma Ġmparatorluğu’nda hükümdarların bizzat tanrının kendisi olarak kabul
edildikleri dahi olmuĢtur (Haldun Eroğlu, ―Osmanlılarda Ġktidarın DeğiĢim Süreci ve MeĢruiyet Sorunu‖, Ankara
Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Dergisi, C: 43, Ankara 2003/2, ss. 19-39.).
3 Roberts, age, s. 161.
4
age, s. 367.
5 Eroğlu, agm.
6 Abdulkadir Donuk, ―Eski Türklerde Hükümdarın Vazifeleri ve Vasıfları‖, Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi, S. 17,
Ġstanbul 1982, ss. 103-152.
7
Ġbni Haldun, iktidarın ilahî bir iĢlev kazanmasının zamanla gerçekleĢen bir durum olduğunu düĢünür ve bu süreci Ģöyle
izah eder: ―Devletteki mülke mahsus nisap sahiplerinin riyasetleri istikrar kazanıp art arda gelen birçok nesil ve birbirini
takip eden hanedanlar/iktidarlar boyunca mülk, hanedan mensuplarının birinden öbürüne veraset yolu ile geçer hale
geldiğinde insanlar başlangıç durumunu unutur; söz konusu nisap sahiplerinde riyaset rengi koyulaşır; hanedan
mensuplarına boyun eğmek ve teslimiyet göstermek dinî bir inanç haline gelir; halk, hanedan mensupları ile beraber
onların işi için tıpkı imanî akideler için savaştıkları gibi savaşırlar.‖ (Ġbn Haldun, Mukaddime, Çev.: Süleyman Uludağ,
Farsça Edebiyatın Türk Mimarları 1507
Turkish Studies
International PeriodicalFortheLanguages, LiteratureandHistoryofTurkishorTurkic
Volume 8/13 Fall 2013
Ġktidarın meĢruiyet kaynağının din olduğu bir çağda insanların kimlik ve aidiyetlerinin de
din ve kutsallıkla ifade ediliyor olması ĢaĢırtıcı olmamalıdır. Zira bu dönemde ulusçuluk8
düĢüncesi
ve ulus devlet diye bir teĢekkül henüzdoğmamıĢtır.9Dolayısıyla Orta Çağ’da bir bölgenin
yönetimini elinde tutan iktidar sahiplerinin (hanedanın) o bölgenin halkı ile aynı kavimden
olmaması veya o bölge halkının dilini konuĢmaması gibi durumlar bugünkü gibi yadsınmamıĢtır.
Vakıa, hanedanların hemen hemen hiçbirisi idare ettiği halkın dilini kullanmamıĢtır.10 Halk dilinin
iptidailiği bir yana, aynı dilin farklı ağız ve lehçelerinin çeĢitliliği dolayısıyla tercih edilen yerel dil,
zaten hiçbir Ģekilde umumun dili olmayacaktı. Nazarıdikkata alınması gereken diğer bir husus da
Orta Çağ devletlerinin bir dili ―resmî dil‖ olarak belirlerken ulusal hislerden ziyade bürokratik
faydayı gözetiyor olmalarıdır. Bu dil, memurlar tarafından iĢler kolaylaĢsın diye kullanılan bir

Dergah Yay., Ġstanbul 2005, s. 376.) Süleyman Uludağ, bu telakkinin halk arasında kökleĢmesinde, imamet ve hilafet
konusunu itikadî ve dinî bir konu olarak ele almaları dolayısıyla ulemanın da önemli bir rolü olduğunu belirtir ve
ulemanın, hanedanlara yaranmak adına hadis uydurmaktan sakınmadıklarını söyler (age, s. 376.). Bu hadislerden biri
Ģudur: ―Sultan, arzda Allah‟ın gölgesidir. Zayıf, ona sığınır; mazluma o vasıta ile yardım olunur. Kim dünyada Allah‟ın
sultanına ikramda bulunursa Allah da kıyamet günü ona ikramda bulunur.‖ (Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, C:I, Mısır
1351/1931, s. 456.) Örnekleri çoğaltıp bu konuyla ilgili ortaya konulmuĢ olan teolojik malzemeyi detaylı bir Ģekilde
burada ele almak bizi asıl konunun dıĢına çıkarabilir. Sözün kısası, insanlık tarihinin bu döneminde tarihin rotasını din
belirlemektedir. Son olarak, J.M. Roberts’in dinin Orta Çağ’da tarihi yönlendirmedeki etkisi üzerine söylediği, aydınlatıcı
olacağını düĢündüğümüz Ģu ifadelerini buraya kaydetmek istiyoruz: ―Bu uygarlığın (Avrupa) özünde Hıristiyanlık
yatıyordu. Avrupa‟nın ortaya çıkması büyük ölçüde –hatta harita üzerinde bile- öncelikle kilisenin oluşması, bu kurumun
coğrafi alanının ve örgütsel yapısının belirlenmesi sayesinde gerçekleşmişti.‖ (Roberts, age, s. 158)
8Milliyetçilik kavramının Batılı nationalism kavramından farklı olduğu düĢünülerek bu yazıda nationalism kavramına
karĢılık olarak ulusçuluk kavramı kullanılmıĢtır. Ġbranice ve Aramicedeki melel(:konuĢmak, söylemek) ve mille (:kelime,
söz) kelimeleriyle iliĢkili olarak Arapçadaki imlâl(imlâ) kökünden türeyen millet kelimesi, iĢitilen ve okunan bir Ģeye
dayanması veya dikte edilmesi ve yazılması bakımından ―din‖ karĢılığında kullanılmıĢtır. Kuran-ı Kerim’de ve sair
Ġslamî literatürde kelime bu anlamıyla kullanılmıĢtır (Recep ġentürk, ―Millet‖, DİA, C:30, Ġstanbul 2005, ss. 64-66.).
Mesela, Osmanlı Devleti’ndeki ―millet sistemi‖ uygulaması, millet kelimesinin temel anlamıyla ifade bulduğu bir hukukî
varlıktır. Bu sisteme göre devlete tabi olan zümreler, etnik ve dil aidiyetine göre değil dinî ve mezhepsel aidiyetlerine
göre teĢkilatlandırılırdı. Sözgelimi, Ermenilerin hepsi tek bir Ermeni milleti olarak görülmeyip Gregoryen (Ermeni
ismiyle) ve Ermeni-Katolik (Katolik ismiyle) Ģeklinde iki millet olarak teĢkilatlanmıĢtır (Ġlber Ortaylı, ―Osmanlılar’da
Millet Sistemi‖, DİA, C:30, Ġstanbul 2005, ss. 66-70.). Bu verilerden hareketle, Türkiye’deki milliyetçilerin söylem ve
eylemlerini de göz önünde tutarak milliyetçilik kavramının ulusçuluk kavramıyla aynı Ģey olmadığı söylenebilir.
Türkiye’deki milliyetçilik fikri,millet kelimesinin lugavi manasına yakın bir duruĢ sergileyerek Osmanlı Devleti’ndeki
millet sisteminin Türklerle birlikte teĢkilatlandırdığı diğer unsurları hiçbir zaman ―öteki‖ konumunda
değerlendirmemiĢtir.
9 Bugünkü anlamda ulus devlet, XX. Yüzyılın baĢlarına kadar da doğmamıĢtır. Zira XIX. yüzyılın ikinci yarısında dahi
dünyaya hanedanlar hükmetmektedir ve bu hanedanların meĢruiyetlerinin kaynağı millî olmaları değildir. Romanof
hanedanı Tatarlar, Letonyalılar, Almanlar, Ermeniler, Ruslar ve Finleri; Habsburg hanedanı Macarlar, Hırvatlar,
Slovaklar, Ġtalyanlar, Ukraynalılar ve Avusturya Almanlarını; Hanover hanedanı Ġskoçlar, Ġngilizler, Galliler ve
Ġrlandalıları yönetiyorlardı. Aynı hanedan üyelerinin farklı devletleri yönettikleri dahi vakidir. XI. yüzyıldan beri
Ġngiltere’yi yöneten hanedanların hiçbirinin Ġngiliz olmaması ise ayrıca dikkate değer bir durumdur (Benedict Anderson,
Hayali Cemaatler, Çev.: Ġskender SavaĢır, Metis Yay., Ġstanbul 2011, s. 99.).
10
Çünkü yukarıda da belirtildiği gibi Orta Çağ toplumları çoğunlukla dinî referanslarla teĢkilatlanmıĢlardır. Hâl böyle
olunca saraylıların, âlimlerin ve bürokratların dili -çoğu zaman dinle iliĢkili olan ―kutsal‖ bir yazı dili olmak suretiyletabiiyetlerinin
dilinden farklı olmuĢtur. Normanların adayı fethinden sonra Ġngiltere’de X. yüzyılın sonlarından XIII.
yüzyılın ilk çeyreğine kadar sarayın dili Latince olmuĢtur. 1220-1350 yılları arasında ise Norman Fransızcası, Latincenin
yerini almıĢtır. Anglosakson olmayan bu yabancı hanedanın dili ile Anglosakson dilinin kaynaĢmasından ise erken
Ġngilizce doğmuĢtur (age, s. 56.). Latincenin yoz bir biçimi sayılan Fransızca, Fransa’da ancak 1539’da mahkemelerde
kullanılabilen bir dil haline gelmiĢtir. Habsburglar ise XIX. Yüzyıla kadar Latinceden vazgeçmemiĢlerdir. Rusya’yı
yöneten Romanof hanedanın XVIII. yüzyıldaki dili Fransızca, taĢradaki soyluların dili ise Almanca idi (age, s. 57.).
Ayrıca Bu dönemde bilimle din iç içedir ve öğretimin dili de haliyle kutsal dil olmaktadır. O dönemin batı Avrupa’sında
kutsal dil olan Latince, kilisenin dili olmakla birlikte aynı zamanda öğretimin dilidir ve Latince dıĢında baĢka da hiçbir
dil öğretilmeye layık görülmemiĢtir (age, s. 60). Kökenleri kilisenin kurmuĢ olduğu eğitim kurumlarına dayanan
üniversitelerde dersler ve tartıĢmalar Latince yapılıyordu. Latince, Avrupa’nın çoğu yerinde XX. Yüzyılın baĢlarına kadar
kilisenin ve bilim adamlarının ortak dili olmuĢtur (Roberts, age, s.269; milliyetçilik ve ulusal dil bahsinde benzer
mütalaalar için ayrıca bk. EricHobsbawm, Devrim Çağı, Çev.: Bahadır Sina ġener, Dost Kitabevi Yay., Ankara 2008, s.
147-160.).
1508 Bünyamin TAŞ
Turkish Studies
International PeriodicalFortheLanguages, LiteratureandHistoryofTurkishorTurkic
Volume 8/13 Fall 2013
dildir.11Bu durum, farklı bölgelerde olsalar dahi aynı bürokratik dili kullanan imparatorluklara
kaliteli memurları transfer etme imkânını da doğuruyordu. Örneğin Gazne ve Selçuklu
bürokrasisinin idari iĢlerde Farsçayı da kullanıyor olması bu tip bir bürokratik nakil
dolayısıyladır.12
Daha sonraları yerel dillerin ulusal dil haline gelmelerinde matbaanın rolü önemlidir. Zira
Avrupa’da matbaanın seri üretime geçmesinden sonra yayıncılar, bir buçuk asır boyunca Latince
okuryazara yönelik üretim yapmıĢlardır. Latince okuryazar pazarının doyum noktasına ulaĢması ve
Avrupa’da doğan nakit sıkıntısının da etkisi ile yerel dillerde yazılmıĢ ucuz baskılar bir alternatif
olarak öne çıkar. Yerel dil deyince bugün adlarını bir çırpıda sayabildiğimiz ulusal diller
düĢünülmemelidir. O zaman için birden çok Fransızca, Ġngilizce ve Ġspanyolca vardır. Normalde
birbirini çok güç anlayan veya hiç anlamayan insanlar baskı ve basılı kâğıt aracılığıyla birbirini
anlamaya baĢladı. Yerel dillerin iktidar dillerini zorlamaya baĢlamasında yayıncılığın bu kitlesel
etkisinin büyük rolü olmuĢtur. Nihayetinde kazancını düĢünen kapitalist yayıncılık anlayıĢı,
böylece dile yeni bir sabitlik kazandırır. Bu geliĢmeden sonra dillerin değiĢim hızı artık eskisi
kadar hızlı olmamaktadır. Söz konusu sabitlik, öznel ulus kavramları için son derece önemli bir rol
oynayan ―kadimlik‖ fikrinin inĢa edilmesine hayatî katkılarda bulunmuĢtur.13
Sözü edilen geliĢmeler yaĢanmadan önceki dünyada dil, ulusal bir sembol değildi. Bu
sebeple insanlar kendi ana dilinin dıĢında, geliĢmiĢ bir bilim ve edebiyat dilini -genellikle kutsal
veya kutsal dille iliĢkili olmak koĢuluyla- ulusal gurur meselesi yapmadan rahatlıkla
kullanabiliyorlardı. Türklerinyabancı dillerde hatırı sayılır miktarda eser vermeleri bu durumla
ilgilidir. Türkler, sonradan dâhil oldukları Ġslam cemaatinde ileri bir ilmî ve edebî birikimle
karĢılaĢtılar. Bu birikimin dili Arapça ve kısmen de Farsça idi.Dolayısıyla Türklerin Arapça ve
Farsçaya kayıtsız kalmaları söz konusu olamazdı. M. Fuad Köprülü bu durumu Ģöyle değerlendirir:
―Bir kavim yeni bir dini kabul ettiği zaman, yeni dinin mefhumları ile beraber o dinin
mukaddes kitaplarının lisanî tesirini de kabul etmek mecburiyetinde kalır. Türkler meselâ
Maniheizm‟i kabul ettikleri zaman nasıl Sogd medeniyetinin ve bu dinin mukaddes lisanı olan Sogd
lehçesinin tesiri altında kalmışlarsa, Budist eserlerini Çin veya Hind asıllarından tercüme ederken
nasıl o lisanlara aid terimleri kullanmışlarsa, İslâmiyet‟ten sonra da Kur‟an lisanı olan Arapçanın
ve Arab-Acem tesirlerinden mürekkep İslam medeniyetinin baskısı altına düştüler. Millî lisan
hazinesinin ifade edemediği mefhumları ister istemez Arapça veya Farsçadan aldılar. Bilhassa
İslam medeniyeti merkezlerinde medreseler ve hankâhlar teessüs ettikten sonra, din lisanı olan
Arapça ile edebiyat lisanı olan Farsçanın nüfuzu günden güne çoğaldı.‖
14
Bugünkü konumu itibarıyla Türkçe de hiç Ģüphesiz Arapça ve Farsça ile birlikte Ġslam
medeniyet dairesinin önemli bir dilidir. Burada vurgulanmak istenen durum, Arapça dıĢındaki bu
iki dilin (Farsça ve Türkçe) Arapça kadar ehemmiyetli bir konuma gelmelerinde iĢlemiĢ olan
süreçtir. Ġranî topluluklar,15 Türklerden daha önce MüslümanlaĢtıkları için Türkler Müslüman

11Roberts, age, s. 60.
12 Aygün Attar, ―Ġran’ın FarslaĢma Süreci ve Bu Süreçte Farsçanın Rolü‖, Erdem Dergisi, S. 58, 2008, s. 5.
13Anderson, age, s. 60.
14 M. Fuad Köprülü, Türk Edebiyatı Tarihi, Ötüken Yay., Ġstanbul 1981, s. 151.
15 O dönemde ―Ġran‖ adı, ―Fars‖ karĢılığında kullanılmayıp yalnızca bir coğrafi bölgeyi ifade etmektedir. Bu bölgede
farklı etnik gruplardan halklar yaĢamaktadır. ―İran‟daki halklar için ana etniksel birleştirici bir tanım oluşturmak
gerekirse, iki önemli isimden söz edebiliriz: “İranî Halklar” ve “Türk Halkları”. Birinciler Hint-Avrupa kökenli olup
hem coğrafi, hem dilsel, hem de kültürel ve sosyal anlamda çok sayıda topluluklara ayrılarak birleştirici ögelerden
yoksundurlar. Yani bu halkları bir çatı altında tutacak dilsel anlaşabilirlik oranı oldukça düşük olup, etnik bağlarda
daha milat öncesi zamanlarda kopmuş durumdadır. Eğer bugün için iki İranî grubu bir arada tutan şey Farsça
anlaşabilirlik ise bu ancak 1930 sonrası netleşmeye başlayan bir etkendir. İkinciler ise Miladi başlarından beri bölgede
yerleşmeye başlayıp, Selçuklularla birlikte aşağı yukarı bin yıl boyunca İran‟a egemen olan ve bugünde İran bölgesinin
Farsça Edebiyatın Türk Mimarları 1509
Turkish Studies
International PeriodicalFortheLanguages, LiteratureandHistoryofTurkishorTurkic
Volume 8/13 Fall 2013
olduğunda onların dili, Ġslam medeniyet dairesi içinde zaten belli bir konum kazanabilmiĢti.
Türkçenin de benzer bir konum kazanması zamanla olacak bir durumdu ve nihayetinde Türkçe de o
konuma yükselmiĢtir. Yoksa ilk Müslüman Türk devletlerinde Farsça ile edebiyat yapılıyor olması
zannedildiği gibi bir kendini inkâr hadisesi değildir. Yukarıdan beri anlatılmaya çalıĢıldığı üzere o
dönemde henüz ulus, ulus devlet, ulusal dil ve ulusçuluk gibi kavramlar yoktur. Nasıl ki Türkler,
Arapça ve Farsçayı öğrenme ihtiyacı hissettiyseler sonraki dönemlerde,anadili Farsça ve Arapça
olanlar da Türkçeyi öğrenme ihtiyacı hissedeceklerdir. Bu itibarlaOsmanlı Devleti döneminde
Türkçe yazan Ģairlerin hepsinin etnik olarak Türk olduğunu kim söyleyebilir ki? Türkçe, Arapça ve
Farsça Ġslam medeniyet havzasının ortak dilleridir. Ulus devlet teĢekküllerinden önceki dönemde
söz konusu havzada tesis edilen hiçbir siyasî otorite bu üç dilden herhangi birisine kayıtsız
kalamazdı. Aynı Ģekilde okuryazar takımı da her üç dile aĢina olmak durumundaydı.16
Farsça Edebiyat ve Türkler
Ġslam fetihlerinden sonra yaklaĢık iki asır boyunca kendi unsurları tarafından tesis edilen
bir devlet kuramayan Ġranî topluluklar, SasaniPehlevicesinin ve bu dille yapılan edebiyatın hayattan
çekilmesine engel olamamıĢlardır. Harun ReĢid’in oğulları Emin ve Me’mûnarasında çıkan taht
mücadelesinden istifade ile Horasan’da yarı müstakil bir devlet kuran Ġran asıllı Tahir b. Hüseyin
ve takipçileri, iktidarlarını meĢrulaĢtırmak için soylarının Sasani hanedanına dayandığı iddiasıyla
çeĢitli Ģecereler uydurmuĢlardır. Bu durum, ilgili devlet ve toplumun tarih ve toplumsal hayatının
araĢtırılmasını ve destanlarının toplanmasını icap ettirmiĢtir. Bunun sonucunda da ulusçuluk ve
ulusal dile dönüĢ hareketi denilebilecek bir eğilim ortaya çıkmıĢtır.17Bu hareketinçok da etkili
olduğu söylenemez. Zira Tahirîlerve Saffarîlerdöneminden bugüne ulaĢan birkaç beyit dıĢında
hiçbir eser yoktur.18
Birer yerel hanedan olmaktan öteye gidemeyen Tahirîler (821-873)ve Saffarîler (867-903)
döneminde geliĢmeye baĢlayan bu yeni edebiyat, Samanoğulları (867-903) döneminde yöneticilerin
kuvvetli desteğiyle oluĢumunu tamamlamıĢtır. Söz konusu yeni edebiyat, Ġran bölgesinde daha

en kalabalık kesimini oluşturan, öte yandan aralarındaki anlaşabilirlik oranı ve etnik bağları güçlü olan Türklerdir.‖
(Attar, agm, s.4.)
16 Ġslam medeniyetini bütün unsurlarıyla birlikte yekpare görmek bu gerçekliğin bir ifadesidir. Aynı Ģekilde Batı
medeniyeti de detaya inilince birçok farklılarla dolu gibi görünmesine rağmen nihayetinde dünya görüĢü ve ahlak anlayıĢı
itibarıyla Hıristiyanlığa, kültür ve sanat itibariyle de eski Yunan ve Latin geleneğine yaslanan, organik bir bütünlük ve
tek’liğe sahip bir medeniyet havzası olarak görülmektedir. Bunun içindir ki Avrupa ve Amerika edebiyatı ―Batı
edebiyatı‖ baĢlığı altında bir bütün olarak değerlendirilebilmektedir. Octavio Paz, Batı edebiyatının bütünlüğünü Ģu
Ģekilde ifade etmiĢtir: ―Batı edebiyatının bir bütün olduğunu öne sürmek, hem akla yakın hem de yadsınmaz görünüyor.
İngiliz, Alman, İtalyan ve Polonya edebiyatı dediğimiz birimlerin her biri, bağımsız ve tek başına bir birlik oluşturmaz,
ama diğerleriyle sürekli ilişki halinde bir bütün oluşturur. Corneille, JuanRuiz de Alarcon‟unyapıtını okudu ve ondan
yararlandı; Shakespeare de Montaigne ile aynı şeyi yaptı. Batının edebiyatı bir ilişkiler ağıdır; idyomlar, yazarlar,
biçemler ve yapıtlar sürekli bir iç içelikle yaşadılar ve yaşıyorlar. (…) Batı edebiyatı, kendi kendisiyle kavga halinde, bir
yönüyle de yinelemeler ve değişmeler olan bir evetlemeler ve hayırlamalarpeşpeşeliği içinde, durmadan kendi kendine
ayrışan ve buluşan bir bütündür.‖ (OctavioPaz’dan aktaran Ġsmail ÇetiĢli, Batı Edebiyatında Edebî Akımlar, Akçağ
Yay., Ankara 2008, s. 39.) Aynen bu Ģekilde Batı taklitçiliği döneminden önceki Müslümanların edebiyatı da Ġslam
edebiyatı baĢlığı altında bir bütün olarak görülmelidir. Burada yine M. Fuad Köprülüye kulak verelim: ―İslâm ortak
medeniyeti, her hususta olduğu gibi zevk ve edebiyat hususunda da kendi dairesine aldığı kavimler üzerinde tesirli oldu.
(…) medeniyetin bütün unsurlarında olduğu gibi edebiyatta da kavmî farklara rağmen, İslâm medeniyetinin müşterek
hatlarını görmemek kabil olmaz. İslam ümmetinin müşterek verimi olan bu medeniyet, edebiyatta da hiç olmazsa birtakım
müşterek ve umumî kalıplar vücuda getirmiştir ki, bu medeniyet dairesine giren her kavim, kendi harsını ve ananesini ne
kadar kuvvetle muhafaza ederse etsin, ruh ve hissiyâtını o kalıplar dairesinde ifadeye mecbur olacaktı. İşte yalnız Türkler
değil, İslâmiyet dairesine giren diğer kavimler ve meselâ Hindliler de bu İslâmî edebiyat kaidelerine ve kalıplarına
şiddetle itinaya mecbur kalmışlardır. Bu bakış noktasından İslâmî edebiyatı “klasik” bir edebiyat saymak zaruridir.”
(Köprülü, age, s. 100-101.)
17 A. Naci Tokmak, ―Ġran-Edebiyat‖, DİA, C:22, Ġstanbul 2000, ss. 416-424.
18agm, s. 417; Nimet Yıldırım, İran Edebiyatı, Pinhan Yayıncılık, Ġstanbul 2012, s. 98-99;Zebihullah-ı Safa, İran
Edebiyatına Genel Bir Bakış, Çev. Hasan Almaz, Nüsha Yay., Ankara 2003, s. 5-6.
1510 Bünyamin TAŞ
Turkish Studies
International PeriodicalFortheLanguages, LiteratureandHistoryofTurkishorTurkic
Volume 8/13 Fall 2013
önceleri devlet dili olmuĢ lehçelerden farklı bir yapı arz eden Derî dili (:saray dili) veya diğer bir
deyiĢle Yeni Farsça ile yapılmıĢtır.19Samanoğulları döneminde önemli geliĢmeler kaydeden Yeni
Farsça ile yazılan ilk edebî ürünler, Türk nüfusunun yoğun olduğu Batı Türkistan’da kaleme
alınmıĢtır. Bu sebepten olmalıdır ki, Yeni Farsça ile Ģiir söyleyen ilk Ģairler arasında Türkî-i KeĢî-i
Îlâkî, Pûr-ı Tigîn, EmîrAlî b. Ġlyâs el-Ağacî ve Abbas b. Tarhan gibi Türk asıllı kiĢiler de vardır.20
Ġran coğrafyası, yukarıda adı anılan birkaç yerel hanedanın az süreli hâkimiyetleri ve daha
sonra Türk kimliği kazanan Moğol idaresi dıĢında 1925 yılına kadar yaklaĢık bin yıl boyunca
sürekli Türk asıllı hanedanların yönetimine tabi olmuĢtur. Gazneliler (963-1186), Selçuklular
(1040-1308), HarizmĢahlar (1097-1231), Celayirliler (1340-1431), Timurlular (1370-1507),
Karakoyunlular (1351-1469), Akkoyunlular (1340-1517), Safevîler (1501-1736), AfĢarlar (1736-
1804) ve Kaçarlar (1796-1925)yirminci yüzyılın ortalarına kadar Ġran’da hüküm süren Türk
hanedanlarıdır. Türklerin bu coğrafyadaki hâkimiyetleri elbette ki yalnızca askerî ve idarî değildir.
Türkler, nüfus olarak da bu bölgenin en kalabalık topluluğudur. Hâl böyle iken Ġran coğrafyasında
yapılan edebiyatın Türklerin dıĢında ve Türklere rağmen olamayacağı kendiliğinden ortaya
çıkacaktır.
Samanoğulları devletinden sonra Ġran coğrafyasına tamamıyla hâkim olan Gazneliler,
Samanoğulları’nın bürokratik geleneğini aynen muhafaza etmek suretiyle resmî iĢlerde Yeni
Farsçayı kullanmıĢlar ve bu dille yapılan edebiyatı da daima teĢvik etmiĢlerdir.21X. yüzyılda, ilk
büyük Ģairi Rûdekî’yle güç kazanan Yeni Farsça, Gaznelilerin himayesi sayesinde XI. yüzyılda en
parlak dönemini yaĢamıĢtır. Samanoğulları döneminde resmî dil olma hüviyetini kazanıp bu
hüviyetini Gazneliler döneminde de kısıtlı bir süre muhafaza eden Yeni Farsça, XI. yüzyılın
baĢlarından itibarenĠran coğrafyasında yaĢayıp farklı dil ve lehçeleri konuĢan bazı Ģairler tarafından
da edebiyat dili olarak kabul edilmiĢtir.22 Bu durum, farklı dil ve lehçeleri konuĢan bir kısımĠranî
ve Turanî topluluklar arasında Yeni Farsçanın yaygınlık kazanmasına da yol açmıĢ olmalıdır.
Gazne’nin Türk sultanları, âlimlere ve Ģairlere son derece önem vermiĢ ve onları
saraylarında ikram içinde barındırmıĢlardır. NitekimDevletĢah, GazneliMahmud’un sarayında dört
yüz tane Ģairin bulunduğunu söylemiĢtir.23GazneliMahmud’un âlimlere ve Ģairlere son derece önem
verdiğini gösteren birçok anekdot vardır:
―GazneliMahmûd‟un, Hindistan yolu üzerinde kuşattığı bir kalenin Nenda isimli Hind
emiri, kendisi hakkında Hintçe bir şiir söylemiştir. Sultan Mahmûd, bu şiiri bütün Hind, Arap ve
Fars şairlerinin okumasını istemiştir. Şiirin, okuyan herkes tarafından beğenilip bundan daha
güzelinin söylenemeyeceğinin ifade edilmesi üzerine, Sultan Mahmûd bir fermanla o emire on beş
kalenin komutanlığını vermiştir.
Yine GazneliMahmûd, Şehzâde Mes‟ûd, Horasan‟dan Gazne‟ye geldiğinde şairler birtakım
kasideler yazarak sarayda okuduklarında, her şair için 2 bin dirhem, Unsûrî ve Zînetî‟ye 50 bin
dirhem ihsan etmiştir.‖
24

19 ―Her ne kadar araştırmacılar „Deri dili‟ni Pers ve Pehlevî dillerinin bir uzantısı sayarak Farsça dil soyağacının çeşitli
katmanları arasına oturtsalar da, söz konusu dillerin özellikleri ve yapısı ölçü alındığında böyle bir durumun söz konusu
olamayacağı çok açıktır. Dolayısıyla Farsça veya Farsça konuşan azınlık, idari kesim İran bölgesine ancak IX. yüzyıl
sonrasında nüfuz etmeye başlayan bürokratik bir güç konumundadır.‖ (Attar, agm, s. 3.)
20 Adnan Karaismailoğlu, ―Osmanlı Dönemi Türk ġiirinin Ġran Edebiyatı ile Münasebetleri Üzerine DüĢünceler‖,
Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, S. 17, Erzurum 2001, ss. 81-93.
21VeyisDeğirmençay, Farsça Şiir Söyleyen Osmanlı ġairleri, Atatürk Üniversitesi Yayınları, Erzurum 2013, s. 1;
Hüseyin FeyzullâhîVahîd, Gasdânnâme-i Firdevsî, Mecmû’a-i Bîst u ÇehârMakâle-i Ġnternetî, 1387, s. 124.
22 Safa, age, s. 18.
23 Ahmet Kartal, ―KeĢke ġehnâme’yi Yazmasaydım‖, Şiraz’dan İstanbul’a, Kriter Yay., Ġstanbul 2008, s. 99.
24 Kartal, ―Türk-Fars Edebî ĠliĢkileri‖, age, s. 31-32.
Farsça Edebiyatın Türk Mimarları 1511
Turkish Studies
International PeriodicalFortheLanguages, LiteratureandHistoryofTurkishorTurkic
Volume 8/13 Fall 2013
Farsça Ģiir söyleyen Ģairlerin Gazne sarayı tarafından desteklenmesi sonucu bu çevrede
zengin bir Farsça edebî birikim oluĢmuĢtur. Farsçanın ilk büyük Ģairleri Gaznelilerin himayesi
sayesinde yetiĢmiĢtir. Unsûrî, Firdevsî-i Tûsî, Gazâirî, Ferrûhî-i Sistânî, Ziynetî, Ascedî, Mes’ûd-i
Râzî, Senâî-i Gaznevî, veMenûçihrî-yiDamgânî bu dönemin öne çıkan Ģairleridir.
Farklı topluluklara ait efsaneleri, keyfî bir Ģekilde kendi kavmi lehine deforme ederek
yekpare bir Fars ulusu algısının yaygınlık kazanmasını baĢaran Firdevsî, bu baĢarısını hiç Ģüphesiz
GazneliMahmud’a borçludur:
―GazneliMahmûd, Firdevsî‟ye İran-Turan savaşlarını objektif bir bakış açısıyla yazması
için Şeh-nâme isimli eserini hazırlaması emrini vermiş, ancak eser hazırlanıp kendisine
sunulduğunda, istenilen şeyin tam tersinin ifade edildiğini görmüştür.‖25
Firdevsî, bu eserinde Türklere ve Araplara hakaret edip Ġran ulusunu yüceltmiĢtir. X.
yüzyıldan itibaren Ġran kökenli Ģair ve yazarların eserlerinde bu kompleksin izini sürmek zor
değildir. Ġranlı araĢtırmacı Zebihullah-ı Safa’nın Samanoğulları dönemindeki tarih ve destan
yazıcılığına dair kaydettikleri bu konuda aydınlatıcı niteliktedir:
―Bu durum, İranlıların tarihi ve üstünlükleri ile Arapların kusurları konusundaki kitapların
yazılmasına kaynaklık ettiği kadar Fars dilinde de birçok kitabın yazılmasına ve geçmişlerin
üstünlüklerinin zikredilmesine söz konusu oldu.‖
26
―X. yüzyıl Fars şiiri, ruhun neşesi, millî gurur, hamasî düşünce, mutluluk, bağımsızlık
yanlısı söylemlerle doludur. Bundan dolayı bu dönemi, gerçek İran endeksli ruhunu ve düşüncesini
gösteren bir ayna olarak görmek gerekir. Yani İran dışı etkenlere yenilmediği ve sağlam bir şekilde
yerinde durduğu düşünce ve ruhtur.‖
27
Söz konusu eserlerin yazılmasındaki motivasyondan hareketle o dönem Ġranlılarında, Ġslam
öncesi atalarına karĢı derin bir hasret ve Müslüman Araplara karĢı da nefret hissinin geliĢtiği
söylenebilir. Arap hâkimiyetine karĢı geliĢen bu nefret hissinin sebebini bu yazının konusu dıĢında
görerek28Firdevsî’nin aynı nefreti Türkler üzerine yönlendirmesinin anlaĢılmazlığına değinelim.
Zira bugün yekpare Fars dili, edebiyatı ve kültürü diye bir Ģeyden söz ediliyorsa bu Türk
hanedanlarının ruhsat ve himayesi sayesindedir. Firdevsî’nin zamanında Karahanlılar ve Gazneliler
olmak üzere iki büyük Türk devleti vardı. Her ikisi de Müslüman yöneticiler tarafından idare
ediliyordu ve Ġranî topluluklar bu devletlerin sınırları içinde yaĢıyordu. Gazneliler, resmî iĢlerinde
Farsçayı da kullanmıĢlardı. Her iki devlet de Farsça Ģiir söyleyen Ģairleri himaye etmiĢtir. ġu halde
Firdevsî’nin, içinde yaĢamıĢ olduğu dönemin Ģartlarından dolayı Türklerden nefret ettiğini
söylemek abes olur. O halde bu nefretin sebebi nedir? Üç sebep akla gelmektedir: Birincisi Türk
hâkimiyetininĠranî unsurlarda kıskançlık hissini yaratması, ikincisi Ġslam öncesi Ġran-Turan
iliĢkilerinin toplumsal hafızanın derinlerinde kalan izleri, üçüncüsü ise ZerdüĢt rahiplerinin
(mûbed) Ġranlılar üzerindeki tesirinin o zaman hala devam ediyor olmasıdır.
Gazneliler döneminde Farsça yapılan edebiyata yalnızca hükümdarlar kanalıyla değil, aslen
Türk oldukları halde Farsça Ģiir söyleyen Ģairlerce de katkı yapılmıĢtır. Ġranlılarca belagat

25 Kartal, ―KeĢke ġehnâme’yi Yazmasaydım‖,age, s. 101.
26 Safa, age, 10.
27age, s. 16.
28 O dönem Ġranlılarında gözlemlenen bu Arap düĢmanlığında, Emevî iktidarı döneminde Ģiddetli bir hâl alan ve
Emevîlerden sonra da büsbütün kaybolmayan Arap Ģovenizminin etkisi büyük olmalıdır. Arapların o dönemdeki bu
tutumları yüzünden Abbasî devletinin ilk asırlarında ve takip eden yüzyıllarda özellikle Arap ve Acem Ģair, edip ve
âlimler arasındaki kavmî münakaĢaları tahrik eden şuûbiyyehareketi doğmuĢtur. Bu hareket ve Arap-Acem çekiĢmesi,
Ġslam dünyasında liderliği ele geçiren Türk hükümdarlarının ırkçılık konusunda hiçbir heyecanlarının olmaması
dolayısıyla zamanla küllenmiĢtir (Konuyla ilgili detaylı bilgi için bk. Mustafa Kılıçlı, Arap Edebiyatında Şuûbiyye,
ĠĢaret Yay., Ankara 1992, s. 83-84).
1512 Bünyamin TAŞ
Turkish Studies
International PeriodicalFortheLanguages, LiteratureandHistoryofTurkishorTurkic
Volume 8/13 Fall 2013
meydanının atlılarından sayılanFerrûhî-yiSistânî ve üslubu kendisinden sonra da uzun müddet
Farsça Ģiirde etkili olan Menûçihrî-yiDamgânî bu dönem Türk Ģairlerinin öne çıkanlarıdır.29
Büyük Selçuklular da aynen Gazneliler gibi resmî iĢlerde Farsçayı kullanmıĢlardır.
Dolayısıyla Farsçanın geliĢimi bu dönemde de yine Türk hükümdarlarının himayesiyle devam
etmiĢtir. Türk Ģairleri bu dönemde de Farsçayla Ģiir söylemeye devam etmiĢlerdir. Selçuklu
sultanları da bu Ģairler arasındadır. Sultan MelikĢah’ın Ģairliği, Süleyman ġah’ın Ģiirlerinin Hind ve
Gazne’de meĢhur olduğu, Sultan Sencer ve II. Tuğrul’un Ģiir söylediği kaynaklarda belirtilmiĢtir.30
Selçuklu sarayları da tıpkı Sultan Mahmud’un sarayı gibi âlimler ve sanatçılar için emin bir
sığınma yeriydi. Vîs ü Râmînyazarı Fahreddîn-i Gurgânî, Büyük Selçuklu Devleti’nin ilk
hükümdarı Tuğrul Bey’in himayesinde yaĢamıĢtır. Emirü’Ģ-Ģu’arâBurhânî Sultan Alparslan’ın,
Melikü’Ģ-Ģu’arâMu’izzî ise MelikĢah’ınhimayesi altında bulunarak onların son derece cömert
ihsanlarından istifade etmiĢlerdir. Farsça yapılan ilim ve edebiyatın o dönemdeki en büyük hamisi
Büyük Selçuklu Devleti’dir. Hâkânî-i ġirvânî, Ezrakî-i Herevî,Am’ak-ı Buhârî, Ebu’l-Me’âlî,
Râvendî, Baba Tâhir-i Uryân, EbûSâ’id-i Ebu’l-Hayr, Baba Kûhî-yiġirâzî, Esedî-i Tûsî, Ömer
Hayyâm,Enverî,EdîbSâbir, Abdülvâsi-i Cebelî, Zâhireddin-i Faryâbî ve Katrân-ı Tebrîzîgibi
devrinin önde gelen sanatçıları Selçuklu sarayları tarafından himaye görmüĢlerdir.31
Tuhfetü‟l-Irâkeynadlı mesnevînin yazarı Hâkânî-i ġirvânî, bu dönemde Farsça eser veren
Türk asıllı ekol sahibi bir Ģairdir. Hâkânî’nin üslubu, kendisinden uzun yıllar sonra da kaside
söyleyen Ģairler üzerindeki etkisini sürdürmüĢtür. Yine Mu’izzî-i Semerkandî ve Samanoğulları
dönemi Ģairlerinin üslubunu lâfzî sanatlarla karıĢtırmasıyla ün kazanan Katrân-ı Tebrîzî bu
dönemde Farsça Ģiir söyleyen Türk asıllı diğer büyük Ģairlerdendir.32
Büyük Selçuklular’ın devamı niteliğinde olan HarizmĢahlar’ınhüküm sürdüğü Hârizm ve
Gürgenç âlim ve Ģairler için birer cazibe merkezi olmuĢtur. Sultan Sencer’i yenen HarizmĢahlı
Atsız, birçok âlim ve Ģairi Harizm’e götürdü. Kamerî-i Cürcânî, ġahfûr-ı EĢherî, Seyfeddîn-i A’rec,
BahâeddînMüeyyed el-Bağdâdî ve ReĢîdüddin-i VatvatHarizm sarayına mensup Farsça Ģiir
söyleyen Ģairlerdir.33
Farsça edebiyatın en büyük temsilcilerinden birisi hiç Ģüphesiz Nizâmî-yiGencevî’dir.
Doğumunun 850. yıldönümü olması sebebiyle 1991yılı UNESCO tarafından kendisine adanan
Nizâmî, bugün Azerbaycan sınırları içindeki Gence Ģehrinde doğmuĢ bir Türktür. Farsça edebiyatın
ilk hamse sahibi Ģairi olan Nizâmî, ölümünden sonra da asırlar boyunca etkisi devam etmiĢ büyük
birekol Ģairidir.Konuları iĢleme tekniği, anlatım gücü, yeni manalar ve mazmunlar bulması,
anlatımda estetiğe önem vermesi, güçlü tasvirleri, ruh tahlillerindeki derinlik, hayal gücündeki
enginlik, üslubundaki parlaklık ve kültür zenginliği dolayısıyla Farsça edebiyatın dâhi Ģairi olarak
anılmıĢtır.34Nizâmî, hikâyecilik alanında müstesna bir maharet göstererek hikâyelerini
sahnelendirmenin ve konularını bağlamanın üstesinden en iyi Ģekilde gelmiĢtir. Onun bu baĢarısı,
kendisinden öncekilerin eserlerini unutturmuĢ ve hikâye (mesnevî) yazıcılığında en büyük üstat
olarak asırlarca takip edilmesini sağlamıĢtır.35

29 Safa, age, s. 31-33;
30 Kartal, ―Türk-Fars Edebî ĠliĢkileri‖,age, s. 42; Değirmençay, age, s. 3.
31 Hüseyin Kayhan, ―Selçuklular Devrinde Türk Saraylarında Fars ġairleri‖ TurkishStudies - International
PeriodicalForTheLanguages, LiteratureandHistory of TurkishorTurkic, Volume6/1 Winter 2011, ss. 1433-1441;
Değirmençay, age, s. 3.
32 Ahmet Atilla ġentürk – Ahmet Kartal, Eski Türk Edebiyatı Tarihi, Dergâh Yay., Ġstanbul 2005, s.66
33 Tokmak, agm.
34 Mehmet Kanar, ―Nizâmî-i Gencevî‖, DİA, C: 33, Ġstanbul 2007, ss. 183-185.
35 Safa, age, s. 36.
Farsça Edebiyatın Türk Mimarları 1513
Turkish Studies
International PeriodicalFortheLanguages, LiteratureandHistoryofTurkishorTurkic
Volume 8/13 Fall 2013
Tebaasının çoğu hanedanın da anadili olan Türkçeyi konuĢuyor olmasına rağmen Anadolu
Selçukluları döneminde de Farsça edebiyat, sarayın büyük desteğini görmüĢtür. Anadolu Selçuklu
hanedanından I. GıyaseddinKeyhüsrev, Rükneddin Süleyman, I. Ġzzeddin Keykavus, I. Alaeddin
Keykubad, NasıreddinBerkyaruk ve dönemin devlet adamlarından MecdeddinEbiBekr, Emir
Kemâleddin Kâmyâr, ġemseddin Muhammed-i Ġsfehânî, NizâmeddinHurĢîd, NizâmeddinAhmed-i
Erzincanî, Alaeddin DavudĢah, ġerafeddinMes’ûd ve Ferîdun b. Ahmed-i Sipehsâlârda Farsça
Ģiirler söyleyerek Farsça edebiyatın geliĢmesine bizzat katkı sağlamıĢlardır.36
Türk hükümdarlarının bizzat himayesi ve Türk Ģairlerinin de katkısıyla büyük ilerlemeler
kaydeden Farsça edebiyatın yanı sıra yazdıkları ilmî eserlerle Farsçanın bilim dili olmasında büyük
bir paya sahip olan Türk asıllı bilim adamlarını da kısaca zikretmek gerekmektedir.
Türk asıllı Muhammed b. Ahmed el-Bîrûnî’nin matematik ve astronomi alanında büyük
öneme sahip et-Tefhîm li-EvâiliSinâ‟ati‟t-Tencîmadlı eseri, Farsça astronomi ve matematik
kavramları açısından çok değerlidir. XI. yüzyılın baĢlarında felsefe ve tıp konusundaki birkaç
eserini (Hikmet-i Alâî, Risâle-i Mi‟râciye, Risâle-i Nübüvvet, Risâle-i Nabziyye) Farsça yazan Ġbn
Sina, felsefe ve tıp kavramlarının Farsçaya kazandırılmasında önemli bir yere sahiptir. Böylece
hem Bîrûnî hem de Ġbn Sina yazdıkları Farsça eserlerle Farsçanın nesirde zirve dönemi olan bir
safhanın kurucuları olmuĢlardır. Satır altı çevirileriyle Farsçaya ilmî bir dil olma yolunda büyük
katkıları olan Mukaddimetü‟l-Edebadlı eseri de Türk asıllı meĢhur kelamcı ZemahĢerî yazmıĢtır.37
Türk asıllı olup Farsça eseriyle (Cevâmiu‟l-Ulûm) bu dilin ilmî bir dil olmasına katkı sağlayan bir
diğer isim de FahreddînRâzî’dir. Moğol istilasının ilmî faaliyetleri bıçak gibi kestiği bir dönemde
yazdığı eserlerle (Esâsü‟l-İktibâs, Miyâru‟l-Eş‟âr, Ahlâk-i Nâsirî, Evsâfu‟l-Eşrâf) hem ilmî
sürekliliğe hem de Farsçaya katkı yapan Türk asıllı NâsıreddînTûsî de bu bağlamda ismi
zikredilmeden geçilemeyecek önemli bir kiĢidir. Tıpla ilgili Farsça yazılmıĢ ilk ansiklopedik eserin
sahibi Ebu Ġbrahim Ġsmail b. Hasan-ı Curcânî, hayatı boyunca HarizmĢahlar’dan himaye görmüĢtür
ve eserini de onlara ithaf etmiĢtir.38 Asıl konumuz olan Farsça edebiyat meselesinden
uzaklaĢmamak adına bu listeyi daha fazla uzatmıyoruz.
Gazneliler, Büyük Selçuklular, HarizmĢahlar ve Anadolu Selçukluları dönemlerinde sürekli
geliĢen ve yoğun bir Ģekilde iĢlenen Farsça edebiyat, XIII. yüzyıldaki Moğol istilası ile birlikte
zayıflamaya baĢlamıĢtır. Moğol orduları, önlerine çıkan bütün Ģehirleri yerle bir etmiĢ; Horasan,
Mâverâunnehir, Rey, Ġsfahan ve Bağdat gibi ilmî merkezleri adeta kurutmuĢlardı. Böylece Farsça
Ģiir ve edebiyatın hamisi olan saraylar ortadan kaldırılmıĢ ve edebiyat, devlet desteğinden uzak
kalmıĢtır. Ġstila yıllarının baĢ döndürücü kaosuna rağmen bu yıllarda daSa’dî ve Mevlânâ gibi iki
büyük Ģair var olabilmiĢtir.
Dünyanın büyük düĢünürleri arasında görülen, edebiyat âleminin dâhilerinden ve aynı
zamanda büyük bir maneviyat önderi olarak kabul edilen, Farsça irfanî eserlerin ĢaheseriMesnevî-i
Ma‟nevî’ninmüellifi, Türk asıllı Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin Moğol istilası yıllarında kaleme
aldığı eserleriyle Farsça edebiyata ne derece büyük bir güç kattığını anlamak çok da zor olmasa
gerek.
Moğol istilasından sonra Ġlhanlılar’ın hükmettiği Ġran coğrafyasında kendisine yer
bulamayan Farsça edebiyat, Türk hâkimiyetindeki Anadolu, Mısır ve Hindistan’da daha sonrasında
ise Hüseyin Baykara döneminde Horasan’da himaye görmüĢtür. Bu dönemde de Türk Ģair ve
yazarlar Farsça eserler vermeye devam etmiĢlerdir. Daha önce adı zikredilen Mevlânâ’dan baĢka
Anadolu’da AhmedEflâkî, Sultan Veled; Hindistan’da Emir Hüsrev-i Dihlevi; Timurlular

36Değirmençay, age, s. 5.
37 Nuri Yüce, ―Mukaddimetü’l-Edeb‖, DİA, C: 31, Ġstanbul 2006, ss. 120-121.
38 Safa, age, s. 22, 29, 50; Fahreddin Olguner, Üç Türk-Ġslam Mütefekkiri DüĢüncesinde VaroluĢ (Ġbn Sina, Fahreddin
Razi, NasireddinTusi), Ötüken Yay., Ġstanbul 2001.
1514 Bünyamin TAŞ
Turkish Studies
International PeriodicalFortheLanguages, LiteratureandHistoryofTurkishorTurkic
Volume 8/13 Fall 2013
hâkimiyeti altındaki Herat’taHüseyin Baykara, Ali ġîrNevâî ve Farsça Ģiir söyleyen Ģairlere iliĢkin
en önemli tezkirelerden birinin yazarı olan DevletĢah Farsça edebiyata katkı yapan Türk asıllı Ģair
ve yazarlardır.39
Farsça Ģiir söyleyen büyük Ģairlerin sonuncusu sayılan Molla Câmî, Semerkant’ta Uluğ
Bey Medresesi’nde eğitim görmüĢ, Hüseyin Baykara kendisine Herat’ta bir medrese kurmuĢ, Ali
ġîrNevâîonun müridi olmuĢ ve Fatih Sultan Mehmet çok saygı gösterdiğiCâmî’ye her sene 1000
flori altını göndermiĢtir.40
XVI. yüzyıla kadar Türk saraylarında daima himaye gören Farsça edebiyat,Safevîler’in
Ġran coğrafyasına hâkim olmasıyla birlikte, burada eskisi gibi himaye edilmemiĢtir. Bu dönemde
Türkçe daha çok tercih edilmiĢtir. Safevî Ģahları, kaside yazan Ģairlerden ziyade ehlibeyt için
mersiye yazan Ģairleri taltif ediyorlardı. Bu durum dahi Farsça edebiyatta mersiye türünün
geliĢmesi açısından olumlu bir sonuç doğurmuĢtur.41Safevî Ģahlarından himaye göremeyen bu
dönemin Farsça Ģiir söyleyen Ģairleri,himaye ve iltifat buldukları Hindistan Türk saraylarına intisap
etmiĢlerdir. Hindistan’a giden Ģairler, oranın yerel özelliklerinden de etkilenerek Sebk-i Hindîadıyla
anılan yeni bir üslubun geliĢmesine önayak oldular. Dönemin Ġranlı Ģairlerince pek tuhafbulunup
alayla karĢılanan bu üslup, çok daha uzaklarda bulunan Osmanlı Ģairlerince beğeni ile
karĢılanmıĢtır. Farsça Ģiirin belki de son hamlesi denilebilecek Hint üslubunun kendisiyle doruğa
ulaĢtığı Sâib-i Tebrîzî ve onun takipçisi Vâiz-i Kazvînî’nin de yine Türk olduklarını belirtmek
gerekir.42
Sonuç
Ġslamiyet’in Ġran coğrafyasına hâkim olmasından yaklaĢık iki asır sonra geliĢmeye baĢlayan
Yeni Farsça, klasikleĢme yolunda ilerlerken daima Türklerin himayesi altında bulunmuĢtur. Ġran
bölgesine hâkim olan Türk devletleri, Farsçayı gerek resmî yazıĢma dili olarak benimsemeleri
gerekse bu dille yapılan edebiyatı koruyup teĢvik etmeleri açısından Farsça edebiyatın banileri
olmuĢlardır. Farsça edebiyatın Türklerden gördüğü destek yöneticilerin dıĢarıdan verdikleri
teĢviklerlede sınırlı değildir. Aynı zamanda Türkler, bu edebiyatı bizzat üreten kiĢilerdir. Farsça
edebiyat, adeta Türksaraylarının coğrafyasını takip eden seyyar bir edebiyattır. Gazneliler
döneminde Hindistan’da barınırken Selçuklular döneminde bütün Mâverâunnehir ve Anadolu’da,
Safevî Ģahlarından iltifat görmeyince tekrar Hindistan Türk saraylarında konaklamıĢtır.
Farsça edebiyatın üretilmesinde ve geliĢmesinde böylesine etkin bir role sahip olanTürkler,
bu edebiyata kendi renklerini de bulaĢtırmıĢ olmalıdırlar.OkumuĢ olduğunuz yazıda,baĢlıktan
itibaren ―Fars edebiyatı‖ yerine ―Farsça edebiyat‖ ifadesinin tercih edilmesi bu yüzdendir. Çünkü
Farsça yapılan edebiyatta Türklerin çok derin izleri mevcuttur. Bu itibarla Türklerin Farsça ile
yaptıkları bir edebiyat olgusundan söz etmek mümkündür. Söz konusu dönemlerde ortaya konulan
Farsça edebiyat numuneleri detaylı bir muhteva incelemesine tabi tutulduğu takdirde bu durum
daha net ortaya çıkacaktır.
KAYNAKÇA
Aclûnî, KeĢfü’l-Hafâ, C:I, Mısır 1351/1931.
ANDERSON Benedict, Hayali Cemaatler, Çev.: Ġskender SavaĢır, Metis Yay., Ġstanbul 2011.

39 Safa, age, s. 59-73.
40 Ömer OkumuĢ, ―Câmî‖, DİA, C:7, Ġstanbul 1993, ss. 94-99; ġentürk-Kartal, age, s. 180.
41 Safa, age, s. 77-94.
42 Ġsrafil Babacan, ―Vâiz-i Kazvînî ve Türkçe ġiirleri‖, Türkiyat Araştırmaları Dergisi, S. 22, Konya 2007, ss. 167-198.
Farsça Edebiyatın Türk Mimarları 1515
Turkish Studies
International PeriodicalFortheLanguages, LiteratureandHistoryofTurkishorTurkic
Volume 8/13 Fall 2013
ATTAR Aygün, ―Ġran’ın FarslaĢma Süreci ve Bu Süreçte Farsçanın Rolü‖, Erdem Dergisi, S. 58,
2008.
BABACAN Ġsrafil, ―Vâiz-i Kazvînî ve Türkçe ġiirleri‖, Türkiyat AraĢtırmaları Dergisi, S. 22,
Konya 2007, ss. 167-198.
ÇETĠġLĠ Ġsmail, Batı Edebiyatında Edebî Akımlar, Akçağ Yay., Ankara 2008.
DEĞĠRMENÇAY Veyis, Farsça ġiir Söyleyen Osmanlı ġairleri, Atatürk Üniversitesi Yayınları,
Erzurum 2013.
DONUK Abdulkadir, ―Eski Türklerde Hükümdarın Vazifeleri ve Vasıfları‖, Türk Dünyası
AraĢtırmaları Dergisi, S. 17, Ġstanbul 1982, ss. 103-152.
EROĞLU Haldun, ―Osmanlılarda Ġktidarın DeğiĢim Süreci ve MeĢruiyet Sorunu‖, Ankara
Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Dergisi, C: 43, Ankara 2003/2, ss. 19-39.
HOBSBAWM Eric, Devrim Çağı, Çev.: B. Sina ġener, Dost Kitabevi Yay., Ankara 2008.
Ġbn Haldun, Mukaddime, Çev.: Süleyman Uludağ, Dergah Yay., Ġstanbul 2005.
KANAR Mehmet, ―Nizâmî-i Gencevî‖, DĠA, C: 33, Ġstanbul 2007, ss. 183-185.
KARAĠSMAĠLOĞLU Adnan, ―Osmanlı Dönemi Türk ġiirinin Ġran Edebiyatı ile Münasebetleri
Üzerine DüĢünceler‖, AÜ Türkiyat AraĢtırmaları Enstitüsü Dergisi, S. 17, Erzurum 2001.
KARTAL Ahmet, ġiraz’dan Ġstanbul’a, Kriter Yay., Ġstanbul 2008.
KAYHAN Hüseyin, ―Selçuklular Devrinde Türk Saraylarında Fars ġairleri‖ TurkishStudies -
International PeriodicalForTheLanguages, LiteratureandHistory of TurkishorTurkic,
Volume6/1 Winter 2011, ss. 1433-1441.
KILIÇLI Mustafa, Arap Edebiyatında ġuûbiyye, ĠĢaret Yay., Ankara 1992.
KÖPRÜLÜ M. Fuad, Türk Edebiyatı Tarihi, Ötüken Yay., Ġstanbul 1981.
OKUMUġ Ömer, ―Câmî‖, DĠA, C:7, Ġstanbul 1993, ss. 94-99.
OLGUNER Fahreddin, Üç Türk-Ġslam Mütefekkiri DüĢüncesinde VaroluĢ (Ġbn Sina, Fahreddin
Razi, NasireddinTusi), Ötüken Yay., Ġstanbul 2001.
ORTAYLI Ġlber, ―Osmanlılar’da Millet Sistemi‖, DĠA, C:30, Ġstanbul 2005, ss. 66-70.
ROBERTS J. M.,Avrupa Tarihi, Çev.: Fethi Aytuna, Ġnkılap Yay., Ġstanbul 2010.
SAFA Zebihullah, Ġran Edebiyatına Genel Bir BakıĢ, Çev.: Hasan Almaz, Nüsha Yay., Ankara
2003.
———, Ġran Edebiyatı Tarihi, C:I-II, Çev.: Hasan Almaz, Nüsha Yay., Ankara 2005.
ġENTÜRK Ahmet Atilla – KARTAL Ahmet, Eski Türk Edebiyatı Tarihi, Dergâh Yay., Ġstanbul
2005.
ġENTÜRK Recep, ―Millet‖, DĠA, C:30, Ġstanbul 2005, ss. 64-66.
TOKMAK A. Naci, ―Ġran: Edebiyat‖, DĠA, C:22, Ġstanbul 2000, ss. 416-424.
VAHÎD Hüseyin Feyzullâhî, Gasdânnâme-i Firdevsî, Mecmû’a-i Bîst u ÇehârMakâle-i Ġnternetî,
1387.
YAZICI Tahsin – ÖZTÜRK Mürsel, ―Ġran: Dil ve Lehçeler‖, DĠA, C: 22, Ġstanbul 2000, ss. 413-
416.
1516 Bünyamin TAŞ
Turkish Studies
International PeriodicalFortheLanguages, LiteratureandHistoryofTurkishorTurkic
Volume 8/13 Fall 2013
YILDIRIM Nimet, Ġran Edebiyatı, Pinhan Yayıncılık, Ġstanbul 2012.
YÜCE Nuri, ―Mukaddimetü’l-Edeb‖, DĠA, C:31, Ġstanbul 2006, ss. 120-121.

Konular