FERRÎ’NİN FARSÇA BİR TERCÎ-İ BENDİNİN TÜRKÇE’YE ÇEVİRİSİ VE AÇIKLANMASI

Selçuk Üniversitesi/Seljuk University
Edebiyat Fakültesi Dergisi / Journal of Faculty of Letters
Yıl/ Year: 2010, Sayı/Number: 23, Sayfa/Page: 55 – 67
Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi
Fars Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı
ibrahimkunt@yahoo.com
Özet
Divan şairlerinden Ferrî mahlaslı Mehmet Efendi XVIII. yy. da Osmanlı
Devleti’nde yaşamıştır. Onun tek eseri Dîvân’ıdır. Çoğunluğu Türkçe şiirlerden
oluşan Dîvân’ında bazı Farsça şiirler de bulunmaktadır. Bu makalede Ferrî’nin
Farsça bir tercî-i bendi incelenmiş, şairin kullandığı tasavvufî terimler açıklanmaya
çalışılmıştır. Böylece Ferrî’nin tasavvufî bilgi birikimi ortaya çıkarılıp ilim âlemine
sunulmuştur. Ayrıca, Osmanlı döneminde yaşamış bir şairin Farsça şiir
söylemedeki yeteneği de belirlenmeye çalışılmıştır. Netice itibariyle Ferrî’nin
kullandığı tasavvufi terimlerinden geniş bir tasavvufî birikimi olduğu söylenebilir.
Anahtar Kelimeler: Ferrî, Fars Şiiri, Tasavvuf, Ferrî Divanı, Tasavvuf şiiri
EXPLANATION AND TRANSLATION OF A FERRÎ’S PERSIAN
POETRY
Abstract
One of the Diwan poets of the XVIIIth century Mehmet Efendi, whose
pseudonym was Ferî, lived in the Otoman State. The Diwan of Ferrî is a single
work of him. There are aslo Persian poems in his Diwan, most of which are
composed of Turkish poems. In this article a Persian poem of Ferrî has been
handled. We tried to explain the mystic words used by the poet. Thus, the mystic
knowledge and capability of Ferri has been revealed. Besides, the writing skill of
poet, who lived during the Otoman Empire, was attempted to be explained. As a
result, we can say that Ferri was so talented and succesfull in using the terms of
the mysticism.
Key words: Ferrî, Persian Poetry, Mysticism, The Diwan of Ferrî, Mystic
poem
56_________________________________________________________İbrahim KUNT
GİRİŞ
Dîvân şairlerinden Ferrî mahlaslı Mehmed Efendi, XVIII. yüzyılın ikinci
yarısı ile XIX. yüzyılın başında yaşamıştır. 1170/1756 yılında, bugün
Bulgaristan’da bulunan Filibe’ye bağlı Tatarpazarcık’da doğan1
şairin ailesi
hakkında elimizde kesin bilgi mevcut değildir. Ferrî’nin vezirlerin divan kâtipliği ve
mektupçuluk gibi görevlerde bulunmuş olması onun iyi derecede bir tahsil
gördüğünü düşündürmektedir. Mesleğiyle ilgili olarak Ferrî Dîvânının
mukaddimesinde, Dîvân kâtibi Mehmed Hâmî; şairin Beğlik Odası, Defter-i
Hâkânî, Vezirlerin Dîvan Kâtipliği ve mektupçuluk gibi görevlerde bulunduğunu
belirtmektedir2
. Ayrıca Mehmed Süreyyâ da onun Mültezim olduğunu
kaydetmektedir3
. Keza Tatarpazarcık yakınlarında, cizye iltizâmı ve bakâyâ tahsili
sırasında vurularak öldürüldüğünü de Dîvânından öğreniyoruz4
. Kaynaklarda
Ferrî’nin ölüm tarihi 1220/1805 olarak verilmektedir
5
.
Yapılan çalışmalar, Ferrî’nin tek eserinin, Dîvânı olduğunu göstermektedir.
Ferrî Dîvânının bilinen iki nüshası bulunmaktadır6
.
Dîvanda bulunan 10 kasîdeden biri Farsça’dır. Bu çalışmada konu edinilen
Farsça Tercî-i Bend de, Dîvandaki tek tercî-i bend’dir. Bu şiir, her biri 6 beyitlik
beş bentten oluşmaktadır. Dîvanda bulunan 12 tahmisten biri ve 200 gazelden de
dördü Farsçadır. Ayrıca Ferrî Dîvanında müstezad, 10 kıt’a, 9 müfred ve 149
beyitlik bir Mesnevî vardır.
Ferrî’nin çokça kullandığı aruz vezinleri şu şekildedir:
Mef‘ûlü/Mefâ‘îlü/Mefâ‘îlü/Fe‘ûlün
Fâ‘ilâtün/ Fâ‘ilâtün/ Fâ‘ilâtün/Fâ‘ilün
Mef ‘ûlü/ Fâ‘ilâtü/ Mefa ‘îlü/ Fâ‘ilün
Mefa ‘îlün/ Mefa ‘îlün/ Mefa ‘îlün/ Mefa ‘îlün
Fe‘ilâtün/ Fe‘ilâtün / Fe‘ilâtün/ Fe‘ilün
Mefâ ‘îlün/ Mefa ‘îlün/ Fe ‘ûlün
Mefâ ‘îlün/ Fe‘ilâtün/ Mefâ ‘îlün/ Fe‘ilün
Fe‘ilâtün/ Mefâ ‘îlün/ Fe‘ilün
Müstef ‘ilün/ Müstef ‘ilün/ Müstef ‘ilün/ Müstef ‘ilün
__________
1
Mehmet Nâil Tuman, Tuhfe-i Nâilî, II, 770; Mehmet Kırbıyık, Ferrî Mehmed Hayatı, Eserleri ve
Dîvânının Tenkitli Metni, (Selçuk Üniv. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış yüksek lisans tezi,
Konya 1994,), V
2
Ferrî, Dîvân-ı Ferrî, Mevlana Müzesi Ktp., No:2426, vr. 2a.
3
Mehmed Süreyyâ, Sicil-i Osmânî, Matbaa-i Âmire, IV, 18.
4
Ferrî, Dîvân-ı Ferrî, Mevlana Müzesi Ktp., No:2426, vr. 2a.
5
İsmail Paşa el-Bağdadî, Keşfu’z-zunûn Zeyli, II, 522; İsmail Paşa el-Bağdadî, Esmâ’u’l-müellifîn, II,
35.
6
1: İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi, No: 2840; 77 yaprak, 19 satır, nesih yazı ile yazılmış olup kırmızı
deri bir cilt içerisindedir. 2: Mevlana Müzesi Kütüphanesi, No: 2426; 52 yaprak, 15 satır, talik yazı ile
yazılmış olup kırmızı deri bir cilt içerisindedir.
Ferrî’nin Farsça Bir Tercî-i Bendinin Türkçe’ye Çevirisi ve Açıklaması ___________________________ 57
Ferrî’nin üslubunun sanatlı ve dilinin ağır olduğu söylenebilir. En çok
rastlanılan sanatlar arasında tenâsüb, tevriye, telmîh, sihr-i helâl, cinâs ve tekrîr
sayılabilir. Arapça ve Farsça kelimelere çokça yer vermiştir. Türkçe birçok
manzumesinde 5 hatta 6 Arapça ve Farsça kelime ile tamlama yaptığı
görülmektedir.
Ferrî’nin şiirlerine genellikle hüzün ve keder hâkimdir. Dîvanda tespit edilen
25 nazîre, onun nazîre alanında oldukça yetenekli bir şair olduğunu
göstermektedir. O, genellikle Keşanlı Zihnî, Sabîh ve Neyyir gibi, şöhretini
duyuramamış şairlerin şiirlerini tanzir etmiştir. Şairin şiirlerinde dikkati çeken bir
diğer husus ise, denizcilik ve mûsikî terimlerini güzel bir üslupla kullanabilmiş
olmasıdır. Şiirlerinde bazen müstehcen kelime ve deyimlere de yer vermiştir.
Özellikle gazellerinde aşk açısından kaynaklanan karamsar bir ruh hâli hâkimdir.
Tercî‘-i bend nazım şekli; aynı vezinde, farklı kafiyelerde söylenmiş birkaç
şiirden yani bentten oluşmuş manzumedir. Aynı vezinde ve kafiyede birkaç beyit
söylenip (bent); sonra önceki beyitlerle vezinde aynı, kafiyede farklı, musarra
(kafiyeli) bir beyit getirilir ve bu iş, her bendin sonunda münferit bir beyit
getirilerek birkaç defa tekrar edilir. Terciibentte bentleri birleştiren ve aynen tekrar
edilen beyitlere, Fars Edebiyatında bend-i terci‘ veya bend-i gerdan, Türk
Edebiyatında ise vasıta adı verilir. 7
Yazımıza esas teşkil eden Farsça tercî-i bend, ‘Tercî‘-i bend be-lisân-ı
sûfiyye’ başlığını taşımaktadır. Bu başlık, ‘Sufî diliyle yazılmış bir tercî‘-i bend’
şeklinde düşünülebilir. Bu başlıktan, Ferrî’nin Farsça’yı tasavvuf dili olarak kabul
ettiği anlaşılmaktadır. Ferrî bu tercî‘-i bendi, divanında en çok kullandığı vezin
olan hecez bahrinin “mef‘ûlü/mefâ‘îlü/mefâ‘îlü/fe‘ûlün” vezniyle kaleme almıştır.
Her beytine tarafımızdan sıra numarası verilen bu manzûmenin Farsça aslı,
Türkçeye tercümesi ve izahlar şu şekildedir:
در
ۀ مِ ازل
 ا وار ۀ ِ هس ذوق ا .1
‘Ezelî meclis meyhanesinde sarhoşluktan harap olmuşuz; heves bağından
kurtulup azaptan zevk alıyoruz.’
Ferrî ilk beytinde, ezel bezmi meyhanesinde sarhoş olduğundan
bahsetmektedir. Tasavvufta ve İslam edebiyatında en eski zaman, en eski meclis
olarak bilinen bezm-i ezel ya da bezm-i elest tabiri Allah’ın ‘Ben sizin Rabbiniz
değil miyim?’8
sözüne ve ruhların ’Evet, sen bizim Rabbimizsin’ demelerine işaret
etmektedir. Ezel bezminde ruhların verdiği söze sadık kalıp kalmadıkları ise dünya
hayatındaki davranışlarıyla belirlenecektir. Ferrî bu mecliste kendinden geçip
harap olma derecesinde sarhoş olduğunu, yani aşk deryâsına gark olduğunu
__________
7
Veyis Değirmençay, Nazım Şekilleri, 41
8
A’râf sûresi, 7/172
58_________________________________________________________İbrahim KUNT
belirtmiş, seyr ü sülûk yolunda geçtiği merhaleleri ve heves bağından nasıl
kurtulduğunu dile getirmiştir9
.
*ن )' &%$ در د# اد"ر  ا!از &' ق )%"! و &%$ !ر +%" . 2
‘Bazen bir damla gibi talihsizlik köyünde sarhoş; bazen cihanın şimşeği,
bazen de yıldızın ışığıyız.’
Sarhoşluk, âşığın bütün varlığına aşkın hâkim olmasıdır. Sarhoş, ne
yaptığının ve nerede bulunduğunun bilincinde olamadığından, bazen kötü ve
istenilmeyen yerlerde, bazen de iyi ve istenilen mevkilerde bulunabilir.
در 0 0ۀ / .-ّ" &%$  &' ذرۀ !"د-ۀ ر+ 1ا .3
‘Bazen Ülker yıldızının gerdanlık zincirinde bağlıyız; bazen de doğruluk
güneşinin görünmeyen zerresiyiz.’
Gerdanlığına benzetilen Süreyyâ yıldızı, kamer menzilindedir; güneş
vahdete, ay kesrete işaret eder10. Şair 3. beyitte vahdette kendisinin görünmeyen
bir zerre olduğunu, yani dördüncü seyr mertebesi olan Seyr ani’llah mertebesinde
bulunduğunu belirtmektedir. Ayrıca zerre aczi, güneş ise kemâli yüceliği temsil
eder. Divan şiirinde şairler çoğu zaman kendilerini zerreye, sevgiliyi(maşuğu)
güneşe benzetirler. Zerre nasıl güneşe meylederse aşık da maşuğun cezbesindedir.
&' 5"ژۀ ر "رۀ 3ران %2$ &' در 89 و در 7ۀ !"ه 4. "63
‘Bazen cennet hurilerinin yanağının allığı; bazen avuçta, bazen de çoban
yıldızının kâkülünde kınayız.’
Nâhid, zühre ve Venüs, Dîvan şiirinde güzel bir kadın olarak tasvir edilir.
Gök cisimlerine, özellikle seyyârelere şahsiyet verilerek bazı insanî özellikler
yüklenmesi, Yunan, Roma mitolojisinde olduğu gibi bizde de kullanılmıştır. En
parlak gezegen olan Zühre, kadına ait tasavvurlarla kullanılır.
5. "? #@A $B" دم 8?C '& !":
; ئ
= ش ۀ+ '&
‘Bazen muğların pirinin hoş geldin şivesiyiz; bazen kutlu hitap eden sakinin
lütuf nefesiyiz.’
__________
9
Ethem Cebecioğlu, Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, 101
10 İskender Pala, Ansiklopedik Divan Şiiri Sözlüğü, 403
Ferrî’nin Farsça Bir Tercî-i Bendinin Türkçe’ye Çevirisi ve Açıklaması ___________________________ 59
Muğların pîri, aşk şarabını sunan hakikî ve kâmil mürşittir. Allah sevgisini
insanlara öğretmeye çalışan mürşit anlamındadır. Seyr ü sülûk’un mertebelerini
anlatabilmek için şair somut olandan soyuta doğru bir yolculuk içerisine girmiştir.
Buna istinaden bir cennet hurisinin allığı olmaktan yola çıkmıştır. İkinci durak,
Nâhid, Zühre ya da çoban yıldızı olarak bilinir. Bu yıldıza bakmanın gönle neşe
doldurduğu söylenir. Zühre’nin tüm güzelliğine rağmen yolculuğa devam eden
şair, kamîl mürşid veya kutb-ı âlem yerinde aşk şarabı sunan, Allah sevgisini
insanlara öğretmeye çalışan bir mürşid olmuştur. O artık muğların piridir. Ulaştığı
son noktada ise bezm âleminde meclise neşe ve canlılık veren O’dur. Vahdetde ve
kesretde tartışmasız birdir11
.
دD EC$ "ز- و ا 
$ !" &' G" در-"- و &%$
ج +ا .6
‘Âşıklık yapmaktayız, saf şarabın esiriyiz; bazen deniziz, bazen de şarabın
dalgasıyız.’
Âşıklık yapmak, elest bezminde verilen söze sadık kalmak, Hakk’ı ululayıp,
onun yolunda deli divane olmaktır. Saf şarabın esiri olmak, ilahî ilham ve
manaların esiri olmak demektir. Bazen deniz, bazen şarap dalgası olmak; bazen
insanları yönlendiren insan-ı kâmil mertebesine çıkmak, bazen de ilahî ilhama
mazhar olmak şeklinde anlaşılabilir12
.
7. ن"H/C ِH3 ه #+ ّ2
مJ
ن"H0 %
ۀIدا ۀ+ م"! $
‘Süleyman mührünün dairesinde isimsiz; Lokman’ın hikmetinde de irade
mahkûmuyuz.’
Hz. Süleyman’ın parmağında bulunan yüzükte İsm-i a’zam yazılı
olduğundan insan ve cin, vahşi hayvanlar ve kuşlar ona itaat halindedir. Hz.
Süleyman’ın hanımına emanet ettiği yüzüğü Sahr adlı bir dev alır ve Süleyman’ın
tahtına geçer. Hz. Süleyman yüzüğünü geri almak için türlü zorluklar çekmiştir13
.
Kur’ân-ı Kerîm’de kendisine hikmet verildiğinden bahsedilen ve adıyla
anılan bir sûre bulunan Lokman (as)’ın peygamber olup olmadığı konusu
tartışmalıdır. ‘‘And olsun biz Lokmân’a: Allah’a şükret! Diyerek hikmet verdik. Kim
şükrederse, ancak kendi nefsi için şükreder. Kim de nimeti inkar ederse, şüphe yok
__________
11 Ethem Cebecioğlu, Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, 502; İskender Pala, Ansiklopedik
Divan Şiiri Sözlüğü, 538; Nimet Yıldırım, Fars Mitolojisi Sözlüğü, 540
12 Bu manzûmede bulunan bend-i tercî‘ her altı beyitte bir tekrarlanmaktadır. Bundan sonraki
tekrarlarda açıklama yapılmayacaktır.
13 Ali Nihad Tarlan, Şeyhî Divanı’nı Tedkik, 261-262
60_________________________________________________________İbrahim KUNT
ki Allah (onun şükrüne) muhtaç değildir, her türlü övgüye layıktır. 14’’ Kimi zaman
peygamber olduğu da iddia edilen Lokman, hikmet ve hekimliğin pîridir15
.
8. ن" M+ EJ
M"( ازان ش!زA K/2 ِKG= ِ.ا از L0 #!ز
‘Onun aşk ateşinden Halil yanmış; onun oğlu muhabbet nedeniyle kurban
olmuş.’
Hz. İbrahim, Nemrud’a itaat etmediği için ateşe atılarak cezalandırılmak
istenmiştir. Ancak ateşe atılırken Cebrail (as) gelip ‘‘Ben Cebrail’im bana ihtiyacın
var mı?’’ diye sormuş, ‘‘Benim sana ihtiyacım yok. Benim ve ateşin yaratıcısı olan
Allah’tan yardım isterim.’’ şeklinde cevap veren İbrahim peygamberin içinde
bulunduğu ateş gül bahçesine çevrilmiştir. Bu olay neticesinde Hz. İbrahim
Halîlullah sıfatına mazhar olmuştur. İlk karısı Sâre’nin çocuğu olmayınca Hacer ile
evlenen İbrahim peygamberin İsmail adında bir oğlu dünyaya gelmiş, İsmail
dünyaya gelmeden önce çocuğunu kurban etme vaadinde bulunan Hz. İbrahim
zamanı gelince İsmail’i süsleyip kurban etmeye hazırlamıştır. Bütün yaşanacakların
farkında olan İsmail (as) büyük bir sabır ve sakinlik göstermiş, kurban edilme
esnasında Cebrail (as) bir koç ile gelerek Allah tarafından sınandıklarını ve böyle
bir hikmete mazhar olduklarını müjdelemiştir16
.
 اJCن
J- =را ۀ -O/ب =-@ۀ @@# د-D +"ه ا-H"ن .9
‘Yakup mahviyetin hüzünler evini süslemiş; gören ayna artık imana şahit
olmuş.’
Hz. Yakub, oğlu Yusuf’u kaybettikten sonra yıllarca ağlamış ve ızdırap
çekmiş, Hz. Yakub’un hüzün ve ızdırab içerisinde yaşadığı bu eve Beytü’l-hazen
denmiştir. Hz. Yakub Yusuf’undan ayrılma dehşetini yaşarken sabır ve metaneti
elden bırakmamıştır.
Kur’ân-ı Kerîm’de, Peygamberimizin kendi ümmetine, ümmetin de diğer
insanlara şahit olacağı çeşitli ayetlerde belirtilmekte olup, bu durumun bir mikyas
olarak kabul edileceği söylenmektedir17. Ferrî, gören aynanın imana şahit
olmasından bahsetmektedir, çünkü ona göre ayna, insan-ı kamilin kalbidir. Bu
kalp, insan-ı kamil için şahitlik edecektir18
.
__________
14 Lokman sûresi, 31/12
15 Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedesi, ‘Lokman’ maddesi, XXVII, 205-206
16 M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, I, 186-190
17 Bkz. Örneğin, Bakara sûresi, 2/143 ve Nîsâ sûresi, 4/41
18 Ethem Cebecioğlu, Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, 71
Ferrî’nin Farsça Bir Tercî-i Bendinin Türkçe’ye Çevirisi ve Açıklaması ___________________________ 61
10. انH T 
K-ر3 M"U #د" ا K-P ع"Rاو S!" 'Hه بّ-ا
‘Eyüp bütün belalara katlanmış; İmran ailesinden olan Musa asasıyla
durmuş.’
Sabır numûnesi olan Hz. Eyüp, uzunca bir dönem hastalık sahibi olarak
yaşamış, bu dönem içinde türlü belalara uğramıştır. Kur’an’ı Kerim’de kendisinden
‘‘Ne güzel, ne iyi kuldur’’19 şeklinde bahsedilmiştir.
Hz. Musa, ailesiyle birlikte memleketine doğru gelirken, Tûr dağı civarında
bir ateş görür. Ateşe yaklaştıkça, bir ağaçtan ses geldiğini duyar. Allah, orada
bulunan bir ağaçtan Musa’ya seslenmektedir. Musa’dan nalınlarını çıkarmasını ve
asasını yere bırakmasını ister. Emri yerine getiren Musa (as)’ya bazı mucizeler
bahşedilerek Firavun’a gidip tebliğde bulunması emredilir. Musa (as)’ya verilen en
büyük mucizelerden biri, asasının yılan şekline girerek sihirbazların sihirlerini
yutmasıdır20
.
11. ن"( و دل ز HJ
م ِ'&#2! در V 'Hه $  #+ 3"
LHG
‘İsa’nın bütün sözleri gerçekleşti; canı gönülden Muhammed’in neşve
meclisinde,’
İsa (as.) ülü’l-azm peygamberlerdendir. İsa’nın sözü doğruluktan yanadır.
‘Ben size balçıktan bir kuş sureti yapar, ona üflerim, tekrar Allah’ın izniyle kuş
olur21’ ayetinde de belirtildiği üzere, Allah’ın yardımıyla verdiği sözde durmuş ve
mucizeyi meydana getirmiştir. Allah’ın izniyle ölüleri diriltme mucizesi gösteren İsa
peygambere inanmayanlar onu öldürmek istemişler ancak Allah, İsa peygamber’e
şöyle buyurmuştur: “Ey İsâ! Seni vefat ettireceğim, seni nezdime yükselteceğim,
seni inkar edenlerden arındıracağım ve sana uyanları kıyamete kadar kâfirlerden
üstün kılacağım. Sonra dönüşünüz bana olacak. İşte o zaman ayrılığa düştüğünüz
şeyler hakkında aranızda ben hükmedeceğim. 22”. Arşa çekilip dördüncü
mertebeye yerleştirilen Hz. İsa ile Hz. Muhammed Mi’rac’da buluşup
konuşmuşlardır23
.
دD EC$ "ز- و ا 
$ !" &' G" در-"- و &%$
ج +ا .12
‘Âşıklık yapmaktayız, saf şarabın esiriyiz; bazen deniziz, bazen de şarabın
dalgasıyız.’
__________
19 Sâd sûresi, 38/41-44
20 M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, II, 25-55
21 Âl-i İmrân sûresi, 3/49
22 Âl-i İmrân sûresi, 3/55
23 Sahîh-i Buhârî, 104-105
62_________________________________________________________İbrahim KUNT
د-م '
ا-"M
$ِ &هِ اH3 ر "ر !Hد# هW- 'H ا $ ; .13
‘Mübarek bir sevgilinin yüzünün tamamını; kırmızı cevher şarabının
meziyetlerinde gördüm.’
Cevher; Allah, O’ndan başka olan her şey araz olarak isimlendirilir. Cevher
şarabı sevgilinin vuslatı ile aşığın gönlünü temsil eder. Sevgiliye kavuşma şerefine
erişen âşık artık sevgilide yok olmanın sarhoşluğundadır. Gönlünün karışıklığını
bertaraf eden âşık, artık zühd alemine kavuşarak kendine bir mevki elde etmiştir24
.
رA از دلِ +ر-# هH' ر+ و ادم د-م 3" W- 
= -; '9ۀ ا14. 63
‘Karışık gönülden bütün hidâyet ve muradım gitti; bir yeşil alanın ortaya
çıktığını gördüm.’
& &2' هH' ه T ا ار و ااز در
T ! ِ%Y مِ 15.  - ' X0
‘Bütün sırların ve âşikârların varlığı, yaratılanların adem yokluğunda
kaybolmuş.’
Bu beyitte şairin ele aldığı konu, her dönemde insanoğlunu düşündüren en
önemli mevzulardandır. Tasavvufi açıdan bakıldığında Hakk’dan başka tevehhüm
edilen mevcûdat hakikatte yoktur, yani Vahdet-i vücud düşüncesinde, Hakk’tan
gayrısı, yokluğa (adem) atfolunur. Tasavvufta adem iki türlüdür: Mutlak adem ve
mümkün adem. Mutlak adem, hâlis şer ve mutlak karanlıktır. Bunun mukabili olan
vücûd da hâlis hayır ve sırf nurdur. Adem bâtıl, vücûd Haktır. Mümkün adem ise,
olmamakla birlikte olması mümkün olan ademdir. Mümkün adem, tasavvufta ‘zıll’
kelimesiyle ifade edilir25
.
=دم !! دم 0ّ ا5= "H Z"ز# !اد# دل داود ;16. EH
‘Âdem, ‘isimleri öğretti26’den dem vurmaz; Davud peygamberin gönlü
yankıyla seslenmez.’
Allah’ın Hz. Âdem’e isimleri öğrettiği ve meleklerle Hz. Âdem’i bu isimler
konusunda sınadığı Kur’ân-ı Kerîm’de anlatılmaktadır
27. Bu isimlerin ne olduğu
konusunda mutasavvıflar arasında ihtilaf varsa da, genellikle bunların eşya
__________
24 İskender Pala, Ansiklopedik Divan Şiiri Sözlüğü, 103
25 Süleyman Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, 19-20
26 Bakara sûresi, 2/31
27 Bakara sûresi, 2/31
Ferrî’nin Farsça Bir Tercî-i Bendinin Türkçe’ye Çevirisi ve Açıklaması ___________________________ 63
isimleri, melek isimleri, tüm dillerle ilgili bilgiler ya da Esmâ’ü’l-hüsnâ olduğu
yönünde rivayetler bulunmaktadır28
.
Davud (as) sesiyle ünlenmiş bir peygamberdir, ‘Dâvûdî sesli olma’ tabirinin
kaynağıdır. Kendine indirilen kitap olan Zebûr’u okuduğunda dağların inlediği,
hatta bazı insanların can verdikleri rivayet edilmiştir29
.

ه ر#
]"!ۀ ! $ 9' ر م د-م 9 '9@ +][ م ا- ] از .17
‘Ben de yokluk meyhanesi yoluna ulaşınca; bu sözü ezberleyen bir yokluk
şahsı gördüm.’
Burada şair kendini Mirac’a çıkmış kabul ederek Yokluk meyhanesi
yolunun Allah’a giden yol olduğunu anlatıyor. Bu yolda, o sözü, olmayan birinin
ezberlediğini gördüğünü söylüyor. Olmayan kimse, dünyadan sıyrılmış insan-ı
kâmil olmalıdır. Ezberlediği söz ise açıkça belirtilmemiştir ama Ferrî’nin şiirini
ezberlemeye çalıştığını düşündürmektedir.
دD EC$ "ز- و ا 
$ !" &' در-"- و &%$
ج +ا .18
‘Aşıklık yapmaktayız, saf şarabın esiriyiz; bazen deniziz, bazen de şarabın
dalgasındayız.’

19. ّ-3ا و - ِ!او ِبEJ
C" ر ِ#"2@%+ '9 C" ِ[V
ن=
‘Peygamberliğin şâhı, Kadim ve Ehad olan Allah’ın sevgilisi (Hz.
Muhammed) alemin kıvancıdır.’
د-م ' -RA K[ @9 '9 M"ت
د2C# را در د
$ A
د ا+"رت .20
‘Onu bir tahtın üzerinde feyizler saçarken gördüm; bir anda ben âşığı işaret
etti.’
Ondokuz ve yirminci beyitlerde, Ferrî Hz. Peygamberi gördüğünü ve
kendisini işaret ettiğini belirtmektedir. Hz. Peygamberi görmek kutlu bir durum
olarak kabul edilmektedir. Peygamber tarafından işaret edilmek ise ayrı bir övünç
kaynağıdır.
__________
28 İsmail Hakkı Bursevî, Rûhu’l-Beyân, I, 347-383
29 M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, II, 179-196
64_________________________________________________________İbrahim KUNT
رو
"ل +م ;"-K وردم ز E5"رش =ن "_ +M
"-ۀ A"ن و درا- .21
‘Onun ayağına yüzümü sürüp, yolunun tozunu toprağını yuttum; o toz
toprak irfan ve dirâyet mayası oldu.’
Şair bu beyitte Hz. Peygamberin yolunun tozu toprağı olduğunu ve O’nun
yolundan ilerlediğini ifade etmeye çalışmıştır. Hâk-i pây ve türâb-ı kadem gibi
ifadeler ayağının tozu anlamına gelmekte olup, tevâzû ve hayranlık ifadesi olarak
kullanılmaktadırlar. Onun yüzünü görmek, ayağına yüz sürmek, tozuna ve
toprağına bulanmak bir şeref kaynağıdır.
دارم ' ها !]ت و د @2[ E` T# + ا9  دZرا22. ّEJ
M
‘Kibrimi bıraktım, muhabbetin gönül süsleyen iksiri bağışlandı.’
Bu beyitte kibrini bir kenara bıraktığından bahseden Ferrî, şeytanî
huylardan kurtulduğunu ifade etmektedir. Zira şeytanı Hz. Âdem’e secde etmekten
alıkoyan kibirdir. İksirle kastedilen, kendisine bağışlanan manevî kuvvettir. Şair bu
kuvvetle kendini aşmış, açılan maneviyat penceresi sayesinde uzun ve zor yolları
katetmiştir30
.

" را ز
=ن !E 'B2د "J
@9 '* MّA $ ! ِCم و در
!' ارادت .23
‘O neşe bizi benden alıp yokluk alemine götürdü; Ferrî, ne yapayım yok
oldum bende irade kalmadı.’
Şairin bir önceki beyitte de dile getirdiği üzere bu neşe onu kendinden
geçirmiş, bambaşka bir âlemde huşû içerisinde yok olmasına vesile olmuştur. Bu
sözlerle fenâ fi’llâh mertebesine erdiğini anlatan şair, artık kendisinde irade
kalmadığını belirtmektedir.
دD EC$ "ز- و ا 
$ !" &' در-"- و &%$
ج +ا .24
‘Âşıklık yapmaktayız, saf şarabın esiriyiz; bazen deniziz, bazen de şarabın
dalgasıyız.’
&' در دلِ 
 `b ر!A a "د- "7 +ِ "رفِ ا ار &2"د- .25
‘Bazen bedbaht gönülde sarhoş, fesadın garip rengindeyiz; (bazen de) sırları
açan arifin gönlünü kırarız.’
__________
30 İskender Pala, Ansiklopedik Divan Şiiri Sözlüğü, 251
Ferrî’nin Farsça Bir Tercî-i Bendinin Türkçe’ye Çevirisi ve Açıklaması ___________________________ 65
Tasavvufta; ‘‘Nefsini bilen, Rabbini bilir’’ hadis-i şerifiyle tanımlanan arif
kimselerin can gözleri açıktır. Sır, kalpte bulunan Rabbanî bir lâtîfedir. Ruh
sevginin, kalp ma’rifetin, sır da müşâhedenin mahallidir. Sır ruhânî bir nur olup,
nefsin hâletidir. Sır olmaksızın nefs, iş yapmaktan aciz kalır. Nefsin beraberinde
sırrın himmeti olmazsa, bir fayda elde edilemez31
.
&' در T د2Cۀ ر ِ
EJ " !ۀ +ر اDAِ دل !/Kِ اد- .26
‘Bazen âşık bir güzelde muhabbet; (bazen) gönlün nakşını karıştıran kara bir
noktayız.’
Âşık ile ma’şuk arasındaki muhabbet, samimiyet üzerine kuruludur. ‘‘Ben
gizli bir hazineydim, bilinmek istedim’’ kudsî hadîsi üzerine şekillenen aşk
mefhumu vahdet-i vücûd felsefesinde ‘Allah bilinmeyi ve tanınmayı aşk yoluyla
gerçekleştirmek ister’ şeklinde tanımlanmıştır32. Ma’şuk sülûk yolunda ilerlerken
zaman zaman kalbinde çeşitli olumsuzluklar hissedebilir. Bu dönemde sâlik,
parçadan bütüne; kendinden ‘‘Hakim-i mutlak’’a doğru bir ilerleyiş ile artan
yakınlaşmanın heyecanını duyar. Bu yolun sonunda ise âşık ma’şûka dönüşür.
Faniliğin ‘‘Baki’’ alanda eridiğini hissettiği anda iradesi kaybolur.
27. -دار  ر bُ3 ۀ2! #د $+( '& ق2O
ِX+" ِدل Mا- ِd@9 در
‘(Bazen) Sevgilinin âşığının gönlündeki kara noktada; bazen de sevgi
neş’esinin çoşku veren usûlüne sahibiz.’
Süveydâ, kalpteki siyah lekedir. Rivayetlere göre, Hz. Peygamberin
melekler tarafından iki defa kalbi yıkanmıştır. Bir defa çocukken, süt annesi
Halime’nin evinde, diğeri de Mîrâca çıkmadan önce vukû bulan bu olayla, Hz.
Peygamber kalbindeki siyahlıkların zemzemle temizlendiğini ifade etmiştir33
.
&' دا-' Vز! ! &ه دوران &' !"H:! $%& 'C' ز!"ن &"#
%"د- .28
‘Bazen iyi huylu bir çocuğun dadısı; bazen inilti, bazen ninni söyleyen,
bazen beşiğiz.’
Nâle yani inilti, münâcât ve Allah’a yakarmadır. Sevgiliye âşığın durumunu
anlatır.
__________
31 Ethem Cebecioğlu, Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, 569
32 İskender Pala, Ansiklopedik Divan Şiiri Sözlüğü, 51
33 Sahîh-i Buhârî, 104
66_________________________________________________________İbrahim KUNT
دم + 9'
ا در هH' ا7ارِ
2ّ در ;K درِ ;ِ ا"ت !%"د- .29
‘Bir zaman olur, bendeki bütün istekleri harâbat pîrinin kapısının önüne
koyarım.’
Mutasavvıflar harâbâtı bir tekke kabul ederek orada İlahi aşk şarabının içilip
sarhoş olunduğunu söylerler. Böylece harâbât bir neş’e ve feyz kaynağı, gerçeğe
ulaşılan bir yer olur ve tekke mukabili kullanılır. Pir-i muğan da o tekkenin
şeyhidir. Meyhane bir can kıblesidir, oraya varan bütün üzüntülerinden kurtulur34
.
دD EC$ "ز- و ا 
$ !" &' G" در-"- و &%$
ج +ا .30
‘Aşıklık yapmaktayız, saf şarabın esiriyiz; bazen deniziz, bazen de
şarabın dalgasıyız.’
SONUÇ
XVIII. yüzyılda yaşayan Ferrî, bu dönem şairlerinin genel özelliklerini
taşımaktadır. Bu dönemde Farsça bilmek oldukça önemli bir şairlik özelliği olarak
görülmektedir. Ferrî de Farsça manzûmeleriyle bu özelliği hâiz bir şair olduğunu
kanıtlamaktadır.
Onun şiirinde kullandığı tasavvufî kavram ve ifadeler, azımsanamayacak
ölçüde yoğundur. Herhangi bir tarikate bağlılığı konusunda bir kayıt bulunamasa
da, tasavvufla iç içe bir hayat yaşadığı rahatlıkla söylenebilir. Şiirlerinde çeşitli
ayet ve hadislere de yer vererek Kur’an ve hadis bilgisinin yeterli olduğunu, bu
konuda iyi bir eğitimi bulunduğunu da bizlere göstermektedir.
Tercî‘-i bendini yazarken kullandığı bend-i tercî‘, büyük bir ihtimalle
kendisinindir, zira tüm araştırmalara rağmen önemli Fars şairlerinden birine ait
olması konusunda bir bilgiye rastlanamamıştır.
Peygamberimize olan hayranlığını anlattığı beyitler, hem etkili bir na’at gibi
coşkulu, hem de birçok şairde bulunan kendi şiirini beğenme ögeleriyle süslüdür.

__________
34 age., 212
Ferrî’nin Farsça Bir Tercî-i Bendinin Türkçe’ye Çevirisi ve Açıklaması ___________________________ 67
KAYNAKÇA
İSMAİL Paşa el-Bağdadî, Hediyyetü’l-ârifîn Esmâ’u’l-müellifîn ve Âsârü’lmusannifîn,
II, Beyrut 1990.
İSMAİL Paşa el-Bağdadî, Îzâhu’l-meknûn fi’z-zeyli alâ Keşfi’z-zunûn, II, Beyrut
1990.
EBÛ Abdullah Muhammed b. İsmâil el-Buhârî, Sahîh-i Buhârî, Çev: Abdullah
Feyzi Kocaer, Hüner Yay., Konya 2004.
İSMAİL Hakkı Bursevî, Rûhu’l-Beyân, Osmanlı Yay., Terc: Ömer Faruk Hilmi, IXII,
İst. trsz.
CEBECİOĞLU, Ethem, Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, Anka Yay., İst.
2005.
DEĞİRMENÇAY, Veyis, Nazım Şekilleri, Erzurum 2006.
FERRÎ, Dîvân-ı Ferrî, Mevlana Müzesi Ktp., No:2426.
KIRBIYIK, Mehmet, Ferrî Mehmed Hayatı, Eserleri ve Dîvânının Tenkitli Metni,
(Selçuk Üniv. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Konya 1994, Yayınlanmamış
Yüksek Lisans Tezi).
KÖKSAL, M. Asım, Peygamberler Tarihi, I, Türkiye Diyanet Vakfı Yay., Ankara
2004.
PALA, İskender, Ansiklopedik Divan Şiiri Sözlüğü, Ankara 1990.
SÜREYYÂ, Mehmed, Sicill-i Osmânî, Matbaa-i Âmire, IV, İst. 1308.
TARLAN, Ali Nihad, Şeyhî Divanı’nı Tedkik, İst. Üniv. Edebiyat Fak. Yay., İst.
1964.
TUMAN, Mehmet Nâil, Tuhfe-i Nâilî, Haz.: Cemal Kurnaz, Mustafa Tatcı, I-II,
Bizim Büro Yay., Ank. 2001.
UZUN, Mustafa, “Lokman” maddesi, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedesi,
XXVII, Ankara 2003.
YILDIRIM, Nimet, Fars Mitolojisi Sözlüğü, Kabalcı Yay., İst. 2008.

Konular