ŞEYH GĀLĐB’ĐN GAZELLERĐNDE “VÂSÛHT” TARZI AŞKIN ĐZLERĐ

ÖZ: Divan şiirinde, âşığın maşûka tamamen mahkûm ve mecbur
olduğu klâsik aşk anlayışı, XVII ve XVIII. yüzyıllardan itibaren önemli
bir kırılmaya maruz kalmıştır. Bu kırılmada ilk safhalardan birinin, Farsça
şiirde “Vâsûht” adı verilen şiir tarzının Türk şiirindeki yansımaları oldu-
ğunu düşünmekteyiz. Vâsûht tarzının ana temaları, sevgiliden yüz çevirme,
onun cefasından usanma ve onu terk etmektir. Vâsûht tarzı, söz konusu
yüzyıllardan itibaren bazı divan şairlerinin şiirlerinde görülür. Ancak
Şeyh Gālib’in gazellerinde, kendisinden önceki şairlere nispetle daha belirgin
bir şekil alır. Vâsûht, XVIII. yüzyılda bazı Batılı ıslahatların şiire
yansımalarının aksine, Doğu kaynaklı bir etkiyi temsil eder. Ancak divan
şiirinde sıklık ve süreklilik kazanamayan bu tarz, bağımsız bir üslûp ya da
ekol halini alamamıştır.
Anahtar Kelimeler: Şeyh Gālib, divan şiiri, vâsûht, divan şiirinde
aşk.
The Reflections of “Vâsûht” Type of Love On Şeyh Gālib’s Ghazels
ABSTRACT: In Divan poetry, the classical love conception in
which the lover is totally attached to the beloved and seeks the love of her
desperately had been changed for a while by some poets in the 17th and
18th centuries. The first step in the process of this change is probably inserted
to Divan poetry by the result of the effect of “Vâsûht” the kind of
poetry which belongs to Persian poetry and being reflected onto Turkish
poetry. The themes of “Vâsûht” type of poetry involves turning against
the beloved, being tired of her tortures on the lover himself as a result
leaving her. As mentioned “Vâsûht” style can be traced in some poets’
poems. However it becomes clearer in Şeyh Gālib’s ghazels rather than
other poets. “Vâsûht” represents an eastern effect on the contrary of the
reflections on Divan poetry based on western originated reforms made in
the 18th century. However; this kind of poetry couldn’t become an independent
style or a form of a school as it wasn’t used much by the poets.


Giresun Üni. Fen-Ed. Fak. ibabacan76@gmail.com
58
TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Yrd. Doç. Dr. Đsrafil BABACAN
Key Words: Şeyh Gālib, Divan poetry, Vâsûht, Love in Divan poetry.

Giriş
Divan şiirinin başlıca konusu olan aşk, estetiği, teşrifatı, sınırları,
kaideleri ve tarafları belli olan bir aşktır. Divan şiirin dünyasına adım
atan her şair, zikredilen bu hususları önünde hazır bulur. Onun şahsiyetini,
üslubunu ve kişisel tarzını ortaya koyması söz konusu unsurlar üzerinde
yapacağı değişikliklerle değil, dil ve üslup malzemesini farklı istifi ile
ortaya çıkar. Đşte şairin “orijinal” sayılabilecek becerisi de bu noktada etkin
olmaya başlar.
Dolayısıyla, hemen her divan şairinin gazelleri incelendiğinde, ana
tema olan aşkın benzer biçimlerde işlendiği görülür. Divan şiirinde “aşkın
başlıca ayırıcı hususiyeti tek taraflı olmasıdır. Onda seven ve aşkın ıstırabını
çeken yalnız âşıktır. Sevgili ise âşığın duygularına karşı seyirci tavrı
takınan, ilgisini ondan esirgeyen bir tutum içinde görünür. Moral yapısı,
âşığına ıstırap çektirmekten hoşlanmak, ona yüzünü göstermekte nazlanmak
olan sevgilinin onunla kendisi arasına daima bir mesafe koyması dolayısıyla
ayrılık ve hasret, buna eşlik eden şikâyet bu aşkın özünü teşkil
eder” (Akün 1994: 415).
Yani “divan şiirinde konu edinilen aşk, aslında tek taraflı bir aşktır.
Bunda seven, aşkın bütün acılarını çeken ve nihayet aşkını anlatan/şiir
söyleyen âşıktır. Sevgilinin yaptığı ise yalnızca naz etmek, âşığı hasret
ateşi içinde yanmaya terk etmek ve âşığın bütün davranışlarına kayıtsız
kalmaktır. Đşte bu, âşığı, sevgilisinin yaptığı her türlü davranıştan, hatta
onu kovmasından, azarlamasından, acı çektirmesinden bile zevk alır bir
psikolojiye sürükler” (Kalpaklı 1999: 455). Görüldüğü gibi bu “senaryo”da
rolünü baştan kabullenmiş görünen âşığın yani şairin, “bu durumdan
şikâyeti ise yersizdir” (Pala 1998: 43).
Ancak XVII ve XVIII. yüzyıllara gelindiğinde, siyasal ve toplumsal
değişikliklere bağlı olarak Osmanlı zihniyet ve estetik dünyasında
önemli değişiklikler vücut bulmaya başlamıştır. Divan şiirinde, diğer sanat
dallarına göre daha yavaş olmakla birlikte, şiir estetiği ve muhteva
konusunda yeni anlayışlar filizlenmeye başlamıştır. Bu durum, kaçınılmaz
bir şekilde şiire yansıyarak çok büyük boyutlarda olmasa da, ciddî
muhteva farklılıklarına neden olmuştur.
Bu dönemde toplumsal alandaki ıslahatlarla kökleşen yenilik arayı-
şı, divan şiirindeki ilk önemli muhteva değişimini geleneksel aşk ve âşıklık
hallerinde göstermiştir. “Şiirdeki bu yenilik arzusu, gerek şekil, gerekse
içerik bakımından klâsik estetiğin katı kurallarında çözülmelere yol
açmıştır. Eski şiirin kadim konuları, aşk, tasavvuf, rintlik ve tabiat, önceki
59
TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Şeyh Gâlib’in Gazellerinde “Vâsûht” Tarzı...
asırlardan itibaren artmaya başlayan mahallî konular, bu asırda da devam
etmekle birlikte şairin yüzü iç ve dış gerçekliğe daha fazla dönmüş, sosyal
hayatta ve zihniyet dünyasındaki değişimin iz düşümleri az da olsa şiirde
görülmeye başlamıştır” (Horata 2009: 54). Dolayısıyla “her dem taze
olan aşk, geleneksel soyut kalıplarından çıkıp Nedim (ö. 1730) ve Enderunlu
Fazıl (ö. 1810) gibi şairlerin elinde daha gerçekçi, yer yer müstehcenlik
ve bayağılık boyutlarında ifade edilmeye başlamıştır” (Horata
2009: 54). Ancak XVII ve XVIII. yüzyıllarda geleneksel çizgideki kırılmalar,
bahsedilen durumlarla sınırlı kalmamıştır.
Âşık-maşûk arasındaki geleneksel ilişkinin değişimi, ilkin daha hafif
kırılmalarla başlamıştır. Yani önce âşığın maşûka şartsız bağlılığı gev-
şemiş, daha sonra bu ilişkinin türlü yönlerden itibarsızlığı ortaya çıkmış-
tır. Bu noktada dikkat edilecek çok önemli bir husus da gelenekteki deği-
şimin, sadece Batılı örneklere bakarak gerçekleştirilen ıslahatlar neticesinde
vuku bulan toplumsal değişime bağlı olmamasıdır. Bir yandan Batı
ile hızla yakın bir ilişkiye giren Osmanlı toplum ve sanatı, öte yandan
Sebk-i Hindî örneğinde görüldüğü gibi Doğuyla olan köklü ilişkilerini ve
sanatsal-zihnî etkileşimini sürdürmüştür. Đşte bizim bu yazıda söz konusu
edeceğimiz “vâsûht” tipi aşk, kökü geleneksel Farsça şiirde XVI ve XVII.
asırlardaki değişime dayanan ve Osmanlı ile Hint-Đran sahalarının etkile-
şimi neticesinde divan şiirinde belirginleşen bir tarzdır.
Vâsûht Tarzı
“Vâsûht” kelimesi, sözlüklerin bildirdiğine göre, Farsça vâsûhten
fiilinin sonundaki “nun” harfinin düşmesiyle oluşmuş mürekkep bir
masdardır (Dehhudâ 1377/1999: 23078). Vâsûhten fiili, bir şeyden tiksinme
ve yüz çevirme anlamına gelmektedir (Çendbahâr 1380/2001:
2104). Vâsûht mürekkep mastarı ise Đran şairlerinin kullandığı bir ıstılah
olarak maşuktan bıkkınlık, ondan tiksinme ve yüz çevirme manalarına
gelir (Muhammed Pâdişâh 1363/1984: 4463). Görüldüğü gibi Vâsûht,
vâsûhten fiilinin ıstılahî anlam kazanmış şeklinden ibarettir.
Vâsûht’un kendisinden bir önceki adım olan “Vukû” mektebinin
bir yan kolu olarak ortaya çıktığı Farsça kaynaklardaki ortak bir görüş-
tür1
. Vâsûht hakkında en eski bilgileri veren Şiblî, bu tarzı kendine has
bir üslup hâline getiren ilk ve tek şair olarak Vahşî-i Yezdî/Bâfkî’yi (ö.
974/1566) görür. Ona göre bu tarz Vahşî ile başlayıp Vahşî ile bitmiştir
(Nu’mânî 1363/1984: 16). Ancak başka araştırmacılar bu görüşe katılmamaktadır.
Örneğin Gulâmrızâî’ye göre, diğer Vukû mektebi şairlerinin
şiirlerinde, Vâsûht tarzında yüz çevirmelere ve tiksintilere rastlanmakta-

1
Bu görüşün kimlere ait olduğunu görmek ve Vukû mektebi hakkında daha
geniş bilgi için bk. Ma’ânî 1374/1996: 3-13.
60
TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Yrd. Doç. Dr. Đsrafil BABACAN
dır. O, Vahşî-i Bâfkî’den sonra da Hindistan’daki Farsça şiirde bu tarz
muhtevanın tamamen terk edilmediğini ancak, Vahşî-i Bâfkî’nin, şiirinin
önemli bir özelliği olacak biçimde bu konuya diğerlerinden fazla eğildi-
ğini söyler (Gulâmrızâî 1377/1999: 412) ve Zuhûrî-i Terşîzî’den (ö.
1026/1617) şu beyitleri örnek verir:

 د
رم ز  ا و

#"ا!  
ن 

ا()
 در '%
 &%  &%  ای

وا (/د. ی -, از +* 

د!1 (/د ا(0  د  دو2
&
( ام د و ا ا!3

45) 45) 45) &د 45) 678 ا
193 2 و و و ا و

Kısacası Vâsûht, bağımsız bir mektep olarak ortaya çıkmamış, Vukû
mektebi içinde farklı bir eğilim olarak gelişmiştir.
Vukû mektebi içinde böyle bir farklılaşmaya gidişin en önemli nedeni
olarak söz konusu mektepte zamanla ortaya çıkan bayağılaşma ve
tekrar gösterilir. Böylece tekrar yeni bir tarza yol açmıştır (Şemîsâ
1381/2001: 272). Öte yandan, “her ne kadar Vâsûht, Vukû mektebinin tü-
rü veya kolu kabul edilmişse de, bu dönemden önce de pek çok Đran şairinin
divanında Vâsûht muhtevasına sahip şiirler görmek mümkündür.
Yani onu belli bir dönemle sınırlamak doğru değildir” şeklinde bir görüş
de öne sürülmüştür (Mîrsâdıkî 1373/1995: 253). Buna göre, maşûka sert
davranmak ve onu terk etmekle tehdit etmek, Gazneliler devri şairlerinin
şiirlerinde de görülüyordu (Enûşe 1376/1998: 1413). Hatta bu devirdeki
bazı kasidelerde, maşûkun tahkir edilen bir hüviyeti vardır ve maşûk cariye
ya da köledir. (Şemîsâ 1381/2001: 277). Kısacası Vâsûht, ilk dönemlerden
itibaren Farsça şiirde var olan, uzun bir süreye yayılan ama Vukû
mektebi ile belirginleşen bir tarzdır.
Vasûht tarzı ve Vukû mektebi arasında gerçekte ayırt edici tek bir
nokta vardır: o da dil açısından değil, konu ve ifade tarzı bakımındandır

2
Senin hileni yuttuk ya ey vefasız! git. Đddianın iddiacılarından vazgeçtik, git.
Zihninde var olan her ne söylemişsek söylemişiz. Artık ağzımızı açmamışız
yanımızdan git. Senin dostuna yaptığını düşman yapmamıştır. Ey âşinâ! bî-
gâneyiz sana artık git. Barışma ümidi artık yoktur! yoktur! yoktur!. Git ey vefasız!
oturma git! git! git!.
61
TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Şeyh Gâlib’in Gazellerinde “Vâsûht” Tarzı...
(Güleryüz: 2006: 107). Bu bakımdan Vâsûht’u Farsça şiirde bağımsız bir
mektep ya da üslup olarak değerlendirmek mümkün görünmemektedir.
Şeyh Gālib’de Vâsûht
Aslında Vâsûht tarzı şiirlere divan edebiyatında tam olarak ne zamandan
itibaren rastlandığını bilmemekteyiz. Bu konuda daha geniş bir
inceleme gerektiğinden böyle bir araştırma bizim çalışmamızın boyutları-
nı aşmaktadır. Ancak şu kadarını söyleyebiliriz ki, XVII ve XVIII. yüzyıllarda,
özellikle Sebk-i Hindî tesirinde kalan bazı divan şairlerinin şiirlerinde,
Vâsûht tipi aşka rastlamaktayız. Her ne kadar bu dağınık şiir ya
da beyitler tam Vâsûht örneği değilse de, türlü yönlerden Vâsûht’a yakın
oldukları söylenebilir. Örneğin aşağıdaki beyitte Đsmetî (ö. 1665), sevgilinin
bin naz ile bir bakışının yıllarca beklemeye değmeyeceğini söyler:
Hezâr nâz ile uşşâka bir nigâhı o şûhun
Reh-i niyâzda yıllarca intizârına degmez
(G. 39/4, s. 62)
Aynı şair başka bir gazelinde ise, kendisinden ayrılan sevgiliden
ümidini kesmiştir ve geleneğe mugayir olarak artık onun, başkasıyla birlikte
olmasıyla ilgilenmemektedir. Yani onun kendisini terk edişi karşı-
sında çaresizdir:
Ne çâre n’eyleyeyim çünki benden ayrıldun
Kimünle ister isen ey nedîm-i cân yâr ol
(G. 52/4, s. 72)
Şu beyitte ise Fehîm-i Kadîm (ö. 1647), yine geleneğin tersine,
sevgilinin kendisinden korkarak “gamzeye” sığındığını söylemektedir:
Havfumuzdan çeşm-i dilber gamzeyi eyler penâh
Kûçe-i aşk içre bî-pervâ yürür mestâneyüz
(G. CXXXIV/3, s. 482)
Aşağıda sadece matla beytini aldığımız bir gazelde ise Şehrî (ö.
1660), kendisini, aşka düşmekten dolayı kınayan sevgilinin de aşka düş-
tüğünü söyleyerek ona sitem etmektedir:
Belâ-yı aşka düşdün aşk-ı mihnet-kârı gördün mü
Beni âzâr iderdün sevdigüm âzârı gördün mü
(G. 124/1, s. 229)
Yukarıdaki örneklerin, Hint-Đran sahası Vâsût tarzı şiirlerden farklı
olduğu açıktır. Hint-Đran sahasında Vâsûht, sevgiliyle tamamen rabıtayı
kesmek ve ondan bütünüyle yüz çevirmek suretinde tezahür ederken,
Osmanlı şairlerinin şiirlerinde geleneğe aykırılık, sitem, çaresizlik ve
bıkkınlık şeklinde görülmektedir. Ancak devrindeki diğer şairlere nispetle
62
TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Yrd. Doç. Dr. Đsrafil BABACAN
Hint-Đran sahası şairlerini bilhassa da Şevket-i Buharî’yi (ö. 1691) yakından
tanıması dolayısıyla olsa gerek Şeyh Gālib, gazellerinde Vâsûht’u az
sayıda olmakla birlikte daha derin bir şekilde ele almaktadır. Onun bu
konudaki en önemli gazeli, “hâtırını hôş tut” redifli olanıdır.
Söz konusu gazelde Gālib, gönlünün “gam dersi”ni unuttuğunu ve
“gönül kuşu”nu başka bir avcının tuttuğunu belirterek artık sevgiliyle “sı-
cak ülfet”inin olamayacağını söylemektedir. Çünkü sevgilinin soğuk sözleri
onu candan soğutmuştur. Bu yüzden şair, sevgili için “kanlı gözyaşı”
akıttığı demleri unutmuştur. Zira, “gamın sert rüzgârı”, onun “kanını kurut”muştur.
Şair sevgiliden “inleyen gönlünün hal”ine gülmesini sitemle
ister. Çünkü onun “şeker gülücüğü” şimdi “zehir yutmakta”dır. Sevgilisine
“zülfünü perişan etmemesi”ni tavsiye eden Gālib, buna sebep olarak
başka bir “siyeh-îmân”ın “gözlerini uyutması”nı gösterir. Dolayısıyla şairin
“papağan tabiatı” aynasını bulmuş ve böylece gönlü, eski gam dersini
unutarak yeni bir aşk dersi talimine başlamıştır3
:
Gönül ders-i gamın çokdan unutdu hâtırın hôş tut
O murgı başka bir sayyâd tutdu hâtırın hôş tut
Seninle ey sitem-hû germ-ülfet olmayız artık
Soğuk sözler beni cândan soğutdu hâtırın hôş tut
Gözümden çıkdı hûn-âb-ı sirişk akıtdığım demler
Hevâ-yı tünd-i gam kanım kurutdu hâtırın hôş tut
Anup ey şîr-i mestim gül hemân hâl-i dil-i zâra
Şeker-handın çün ol çok zehr yutdu hâtırın hôş tut
Perîşân etme zülfün senden özge bir siyeh-îmân
Uyardı çeşmimi bahtım uyutdu hâtırın hôş tut
Bulup âyînesin tûtî-i tab‘ı Gālib’in söyler
Gönül ders-i gamın çokdan unutdu hâtırın hôş tut
(G. 33, s. 521)
Görüldüğü gibi bu gazelde Gālib, önceki sevgilisinin soğuk tavırlarından
usanmıştır. Bu açıdan geleneğe zıt bir tavır takınan şair, aslında
“başka bir aşka yelken açmak” suretiyle geleneğin “aşk denizi” dışına
çıkmamaktadır. Sadece aşkının “rotası” değişmektedir. Bu noktada gele-

3
Şeyh Gâlib’den alınan beyitler, Nâci Okçu’nun hazırladığı, Şeyh Gālib Dîvânı
I-II, (Kültür Bakanlığı, Ankara 1993) adlı çalışmadan alınmış olup yer yer,
Muhsin Kalkışım’ın hazırladığı, Şeyh Gālib Dîvânı, (Akçağ Yayınları, Ankara,
1994) adlı kitaba da başvurulmuştur.
63
TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Şeyh Gâlib’in Gazellerinde “Vâsûht” Tarzı...
neğin sınırlarını zorlayan şair, sahile çok yaklaşmışken demir atmaktan
vazgeçen bir kaptana benzemektedir. Đşte Gālib’in bu tavrı onu, Hint-Đran
sahasında sevgiliyle tamamen “kat‘-ı revâbıt” yapan şairlerden ayırmaktadır.

Gālib bir başka gazelinde, “aşk hevesi”ni yersiz bularak gönlüne
“artık bu kadarla kifâyet etmesini” tavsiye etmektedir. Kendi canına
“zülf-i cânân”a sarılmamasını söyleyen şair, sevgilinin hevesinden vazgeçmeyi,
ases (gece bekçisi) korkusu olmadan şarap içmeye benzetmektedir.
Sabah rüzgârının artık, işret mumunu söndürmekle tehdit etmemesini
dileyen şair onu, mum etrafında dönen sinek misali usandırıcı bulur.
Ayrıca bu durum, dolaylı yönden, aşığın maşûka gereksiz bağlılığı olarak
değerlendirilir. Öte yandan yine bir aşka düşen şair, “ten kafesi”ni, “ruh
kuşu”nun aşka pervaz etmesi yolunda engel olarak görmektedir. Nihayet,
“hayret yolu”nda, fânûs mumu”nun alevini çana teşbih etmektedir. Son
olarak aşkın hallerinden yorulan şair, “aşk gamı pehlivanı”nın pazu kuvveti
harcaması”nı yersiz bulmaktadır. Görüldüğü gibi burada da Gālib,
doğrudan sevgiliden olmasa da, aşkın hallerinden bıkkınlık içindedir:
Yeter ey dil bu heves besdir bes
Ber-hevâ sarf-ı nefes besdir bes
Zülf-i cânâna sarılma ey cân
Rişte-i hâhişi kes besdir bes
Ba’dez-în sâgar-ı sahbâ çekelim
Çekilen havf-ı ases besdir bes
Sen de bâr olma sabâ şem’imize
Sıklet-i per-i meges besdir bes
Yine bir dâma düşürdü beni aşk
Murg-ı rûha bu kafes besdir bes
Şem‘-i fânûs reh-i hayretde
Şu‘le-i âvâz-ı ceres besdir bes
Pehlevân-ı gam-ı aşkın Gālib
Zûr-ı bâzûsına bes besdir bes
(G. 157, s. 657)
Yine “kıldım ferâğ” redifli bir gazelinde Gālib, “dert ehlinin âh ku-
şu” olan gönlünün “aşk yuvasından pervâz etmesi”, yıllardır ateşe tapan
“Hindû”nun ateşe tapmaktan vazgeçmesi, “şâhin bakışlı” sevgilinin yeme
benzeyen “hâl u hatt”ına gönül kuşunun avlanmaması, “aşk hazinesi”ni
64
TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Yrd. Doç. Dr. Đsrafil BABACAN
bulan gönlün artık “ten Kâbesi”ni tavaf etmemesi ve “şûh sevgili”nin
“mahmûr gözü” için “sarhoş narası”ndan vazgeçilmesi gibi imajları dile
getirir. Böylece Vâsûht’u türlü yönlerden işleyen şair bu durumu, “artık
sevgilinin dudağına ve ayva tüylerine alışmak” gibi divan şiirindeki geleneksel
aşka pek uygun olmayan bir nedene bağlamaktadır:
Murg-ı âh-ı ehl-i derdim lâneden kıldım ferâğ
Gör o Hindûyum ki âteş-hâneden kıldım ferâğ
Beste-i hâl ü hatın olmam ben ey şâhîn-nigâh
Ta’ir-i kudsüm ki dâm ü dâneden kıldım ferâğ
Ten-perestân eylesinler Ka‘be-i cismi tavâf
Genc-i aşkı buldum ol vîrâneden kıldım ferâğ
Pür-safâ gördüm o şûhun nergis-i mahmûrunu
Bezm-i meyde nâle-i mestâneden kıldım ferâğ
Hatt ü la‘l-i yâra oldum Es‘edâ çün âşinâ
Lafz-ı rengîn ma‘nâ-yı bîgâneden kıldım ferâğ
(G. 184, s. 685)
Son olarak “n’eyleyim” redifli gazelinde Gālib, yine bezgin ve
ümitsiz bir ruh hali içindedir: “Gül terli sarhoş yâr”i görmek istemeyen
şair, onun “şeker saçan dudağı”nı da öpmek istememektedir. Divan şairlerince
son derece önem verilen sevgilinin saçlarını, boynuna kadar inmiş
halde gören şair, bu durumun da kendisini heyecanlandırmadığını ima
etmektedir. Sevgilinin “nâz ve şîve ile gidişini” dahi çekici bulmayan
Gālib, “yasemin yanaklı” sevgilinin başı yastıkta yanı başında yatmak suretiyle,
her dem divan şairlerinin şikayet ettiği uyuyan “kara talih”ini
uyandırmasını bile istememektedir. Artık kendisinden habersiz ve ona
sert davranan bir sevgili istemeyen şair “iltifât” beklemektedir. Öte yandan
divan şairlerinin son derece güzel buldukları sevgilinin “mestâne”
güzelliği ve “destâr”ının kenarlarından sarkan kıvrımlı saç lülelerini, yakışıksız
bulmaktadır. Ayrıca divan şairlerince, mahmur bakışları derde
deva görülen sevgilinin gözlerini “hasta” olarak tavsif eder. Görüldüğü
gibi bu gazelde o, sevgiliye eleştirel bakış açısıyla yaklaşarak Vâsûht tarzı
aşkı işlemektedir:
Sermest-i gül-arak görüp ol yârı n’eyleyim
Bûs eyleyip o la‘l-i şeker-bârı n’eyleyim
Tâ gerden-i sefîdine inmiş ol kâfirin
Sünbül gibi bu zülf-i siyeh-târı n’eyleyim
65
TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Şeyh Gâlib’in Gazellerinde “Vâsûht” Tarzı...
Tasvîr-i cân mı rûh-ı revân mı bilinmiyor
Bu gûne nâz u şîve-i reftârı n’eyleyim
Mest ola ser-be-bâliş-i hâb ol semen-izâr
Ben tâ seher bu tâli‘-i bîdârı n’eyleyim
Ger iltifât ederse de mahsûsdur bana
Ben öyle pür-tegâfül ü gaddârı n’eyleyim
Eyler güşâde kâkum içinde o sîneyi
Rûz-ı safâda subh-ı pür-envârı n’eyleyim
Vermiş nizâm-ı hüsnüne mestânelik halel
Olmuş hamîde perçem ü destârı n’eyleyim
Her bir nigâhı âşıka bin cân verir velî
Pek hastadır o nergis-i bîmârı n’eyleyim
Ser-hadd-ı nazmı bulmadı tab‘-ı suhanveri
Đ’câza vardı Gālib’in eş‘ârı n’eyleyim
(G. 251, s. 761)
Yukarıdaki örnekler bir bütün olarak, çeşitli açılardan Vâsûht tarzı
aşkı dile getiren şiirler idi. Bazen Gālib, gazellerinin arasına bu tür tek
beyitler de yerleştirmektedir. Örneğin aşağıdaki beyitte sevgilinin saygınlık
ve kıymetini muma teşbîh eden şair, onun, “hayal feneri” etrafında,
pervâne misali döner âşığının kalmayacağını söylemektedir:
Söner şem‘-i revâcın mahv olur cânâ bu sûretler
Ki fânûs-ı hayâlinle döner pervâne kalmaz hîç
(G. 47/4, s. 534)
Đncelediğimiz örneklere dayanarak, Gālib’in “şiirlerinde aşk teması
incelenirken hayatın türlü etkilerine, hem de en üst seviyede açık bir divan
şairini göz önünde bulundurmak” (Arı 2008: 60) oldukça faydalı gö-
rüldüğü söylenebilir. Çünkü Gālib sadece gazellerinde değil, Hüsn ü Aşk
mesnevisinde de tam anlamıyla Vâsûht olmasa bile geleneğe aykırı olarak
Hüsn’ü, Aşk’a âşık ederek, bu durumu “alevin pervâne etrafında dönmesi”
şeklinde tasvir etmiştir4
:

4
Hüsn ü Aşk’tan beyitler, Muhammed Nur Doğan neşrinden (Yelkenli Yayınları,
Đstanbul 2006) alınmıştır.
66
TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Yrd. Doç. Dr. Đsrafil BABACAN
Oldı reh-i fikreti mu‘attal
Pervâne için yanar mı meş‘al
(b. 808, s. 178)
Hatta Aşk’ın ilk başlarda Hüsn’e ilgi duymaması, şu beyitte açıkça
dile getirilmektedir:
Hüsn’in dil zülfi gibi pâ-mâl
Aşk eylemez ana hîç ikbâl
(b. 814, s. 178)
Đşte buna benzer nedenlerden olsa gerek Tarlan, divan şiirinin Şeyh
Gālib’de kemal bulduğunu belirterek, artık o bir hamle daha yapsa, klâsik
mazmunların ortadan kalkıp anlamsız bir hale geleceğini öne sürmektedir
(Tarlan 1990: 75-76). Ancak şu noktayı unutmamak gerekir ki, XVII ve
XVIII. yüzyıl divan şiirinde pek çok yenilik ve değişiklik divanlar arasına
serpiştirilmiş çizgi dışı söyleyiş ve arayışlardır. Bunları düzene sokacak
bir fikir akımının olmaması, söz konusu arayışların, bir ekole dönüşmeden
istisnaî örnekler seviyesinde kalmasına neden olmuştur (Horata 2009:
56). Dolayısıyla Gālib’deki Vâsûht tarzı yenilikleri de kısmen bu çizgide
değerlendirmek mantıklı görünmektedir. Ancak her şeye rağmen Gālib’in
şiirlerinde kendinden öncekilere göre daha açık olan yenilik ve değişiklik
arayışları, ondan bir yüzyıl sonraki köklü değişimlerin habercisi olduğu
kanaatindeyiz.
Sonuç
Divan şiirinin geleneksel aşk anlayışı ve âşık-maşûk ilişkisi, XVII
ve XVIII. asırlarda ilk ciddî kırılmalarla karşı karşıya kalmıştır. Bu durumun
başlangıcı, XVIII. yüzyıl şairlerinin bazılarının divanlarında görü-
len “bayağılaşmış aşk ilişkisi” değildir. Kanaatimizce Vâsûht ve Vukû
mektebi tesiri, geleneğin ilk kırılma noktasıdır. Ancak burada dikkat edilecek
en önemli husus, değişimin, söz konusu yüzyıllarda Batı tarzı ıslahatlarla
oluşan toplumsal yeniliklerin şiire yansımasıyla değil, geleneksel
Şark-Đslam, bilhassa o devirdeki Farsça şiirin kısmî tesiriyle oluşma ihtimalidir.
Çünkü Sebk-i Hindî örneğinde görüldüğü gibi bu asırlarda divan
şiiri, henüz beslendiği Şark kaynaklarından vazgeçmiş değildir.
Anlaşıldığı kadarıyla, Farsça şiirde sevgiliden tamamen yüz çevirme
ve onu terk etme şeklinde tezahür eden “Vâsuht”, Gālib’in gazellerinde,
aşkın külfetinden ve sevgilinin ezasından bıkkınlık, bezginlik, umutsuzluk
ve bu yüzden yeni aşk arayışları şeklinde ortaya çıkmaktadır.
Onun gazellerinde sevgiliyi tamamen terk etmek değil, onu tenkit ve vazgeçme
tehdidiyle yola getirme çabası, olmazsa yeni bir sevgiliye bağlanma
söz konusudur.
67
TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Şeyh Gâlib’in Gazellerinde “Vâsûht” Tarzı...
Vâsûht tarzı arayışlar ve yenilikler, o dönem divan şiirinde, Sebk-i
Hindî ya da Hikemî tarz gibi süreklilik ve yaygınlık kazanamamış, divanlar
veya şiirler arasına serpiştirilmiş az sayıda örnekler şeklinde kalmıştır.
Bu yüzden en azından Gālib’deki Vâsûht’u bağımsız bir üslup ya da ekol
olarak değerlendirmek mümkün değildir kanaatindeyiz.
KAYNAKÇA
AKÜN, Ömer Faruk (1994), “Divân Edebiyatı”, TDV Đslam Ansiklopedisi, C. IX,
TDV Yayınları, Đstanbul, s. 389-427.
ARI, Ahmet (2008), Gālib Dede’nin Aşk Ateşi-Şeyh Gālib Divanında Aşk, Profil
Yayınları, Đstanbul.
ÇENDBAHÂR, Lâletîk (1380/2001), Bahâr-ı Acem, C. III, Đntişârât-ı Tılâye,
Tahran.
DEHHUDÂ, Ali Ekber (1377/1999), Lügatnâme-i Dehhudâ, C. XV, Çâphâne-i
Dânişgâh-ı Tahran, Tahran.
DEMĐREL, Şener (1999), Malatyalı Ali Çelebi-Şehrî Divanı, ( Fırat Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü Basılmamış Doktora Tezi), Elağzı.
DOĞAN, Muhammet Nur (2006), Şeyh Gālib-Hüsn ü Aşk, Yelkenli Kitabevi, Đstanbul.

ENÛŞE, Hasan (1376/1998), Dânişnâme-i Edeb-i Fârsî, C. I, Sâzmân-ı Ferheng
ve Đrşâd-ı Đslâmî, Tahran.
GULÂMRIZÂÎ, Muhammed (1377/1999), Sebk-Şinâsî-i Şi’r-i Pârsî, Kitâbhânei
Tahûrî, Tahran.
GÜLERYÜZ, Ali (2006), “Sebk-i Irakî ile Sebk-i Hindî Arasında Geçiş Dönemi
Üslûbu: Mekteb-i Vukû”, Sözde ve Anlamda Farklılaşma Sebk-i Hindî,
Turkuaz Yayınları, Đstanbul s. 102-107.
HORATA, Osman (2009), Has Bahçede Hazan Vakti-XVIII. Yüzyıl: Son Klâsik
Dönem Türk Edebiyatı, Akçağ Yayınları, Ankara.
ĐPEKTEN, Haluk (1974), Đsmetî Dîvânı, Atatürk Üniversitesi Yayınları, Ankara.
KALKIŞIM, Muhsin (1994), Şeyh Gâlîb Dîvânı, Akçağ Yayınları, Ankara.
KALPAKLI, Mehmet (1999), “Divan Şiirinde Aşk”, Osmanlı Divan Şiiri Üzerine
Metinler, YKY, Đstanbul, s. 454-455.
MA‘ÂNÎ, Ahmed Gülçîn (1374/1996), Mekteb-i Vukû Der-Şi‘r-i Fârsî, Đntişârât-
ı Dânişgâh-ı Firdevsî-i Meşhed, Meşhed.
MÎRSÂDIKÎ, Meymenet (1373/1995), Vâjenâme-i Hüner-i Şâirî, Kitâb-ı
Mihnâz, Tahran.
Muhammed Pâdişâh (1363/1984), Anandrec: Ferheng-i Câmi-i Fârsî, C. VII,
Çâphâne-i Haydarî, Tahran.
NU’MÂNÎ, Şiblî (1363/1984), Şi’rü’l-Acem, C. III, Dünyâ-yı Kitâb, Tahran.
OKÇU, Naci (1993), Şeyh Gālib Divanı, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara.
PALA, Đskender (1998), Ansiklopedik Divan Şiiri Sözlüğü, Ötüken Yayınları, Đstanbul.

68
TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Yrd. Doç. Dr. Đsrafil BABACAN
ŞEMÎSÂ, Sîrûs (1381/2001), Sebk-Şinâsî-i Şi‘r, Đntişârât-ı Firdevs, Tahran.
TARLAN, Ali Nihat (1990), “Divan Edebiyatında San’at Telakkisi”, Prof. Dr.
Ali Nihat Tarlan’ın Makalelerinden Seçmeler, AKM Yayınları, Ankara, s.
70-80.
ÜZGÖR, Tahir (1991), Fehîm-i Kadîm Dîvânı, AKM Yayınları, Ankara.

Konular