NASREDDİN HOCA’YLA İLGİLİ BAZI ANLATMALARDA MİTOLOJİK UNSURLAR

ÖZ: Şimdiye kadar Nasreddin Hoca fıkralarına çok çeşitli açılardan
bakılmış, ancak Hoca’nın mitolojiyle ilgisinin olup olmadığı tartışılmamıştır.
Bu çalışmada; Hocayla ilgili fıkralar ve bir efsanede yer alan
mitolojiyle alakalı motifler incelenmiştir. Hoca’nın ağaçtan öteye yol olması,
eski ayın kırpılıp yıldız yapılması, kurbanın kemiklerinden tekrar
diriltilmesi, tavukların yas tutması, oğlak burcunun teke olması, ceviz a-
ğacında kabağın niçin bitmediği, devenin niçin kanatlı olmadığı ve insanların
niçin tek yöne gitmedikleriyle ilgili fıkraları mitolojiyle alakalı fıkralardır.
Bu fıkralar önemli kaynaklarda yer alan mitolojik delillerle açıklanmıştır.
İncelemeye tabi tutulan fıkralarından hareketle Hoca’nın belirli
bir mitoloji bilgisine sahip olduğunu söyleyebiliriz. Çalışmayla, Hoca’nın
bilinmeyen bir yönünü daha ortaya çıkarılmış olmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Nasreddin Hoca, mitoloji, fıkra, efsane
Mythological Elements in Same Narratives About Nasreddin Hodja
ABSTRACT: Nasreddin Hodja’s jokes have been examined in
many different point of views so far, but have never beeen discussed if
they are related to mythology or not. In this study motifs concerning
Nasreddin Hodja’s jokes and a legend which are related to mythology
were studied. Nasreddin Hodja’s jokes like “There is no way beyond tree,
stars which are made from old moon by cutting it, sacrificed animal
which is revived from its bones, mouring chickens, capricorn which
becomes billy goat, reason of why there is no squash on walnut tree, why
camel has no wing and why people don’t go in the same direction” are
related to mythology. These jokes have been commented by the
mythological evidences found in important sources. We can say that
Hodja had mythology knowledge after examining these jokes. With this
study an unknown side of Hodja is discovered.
Key Words: Nasreddin Hodja, mythology, joke, legend


. Niğde Üni. Fen-Edeb. Fak. TDE Böl. fcolak@nigde.edu.tr.
TÜBAR-XXII-/2007-Güz/Yard. Doç. Dr. Faruk ÇOLAK
66
Hoca üzerine yapılan çalışmalarda onun tarihî şahsiyeti, yaşadığı
coğrafya ve mezarı gibi özün dışındaki tartışmalar hep öne çıkmıştır. Bu
tür bilimsel bir yaklaşımı eleştiren Şükrü Kurgan, Hoca’nın mezarını
araştırma çabalarının bizde 300 yıl, batıda ise 500 yıldır devam ettiğini
ancak bir arpa boyu yol alamadığını kaydeder ve bundan sonra da başarı-
sızlığa mahkûm olacağını belirtir (Kurgan 1986: 80). Bu tür çalışmaları
bir başarısızlık olarak yorumlamak doğru olmasa bile, edebiyat münekkidi
açısından elzem değildir. Edebiyatçı, metnin kendisiyle daha çok meş-
gul olmalı ve onu yorumlamalı diye düşünüyoruz. Metin incelemesi yö-
nünden de Nasreddin Hoca’nın fıkraları üzerine çok çeşitli araştırmalar
yapıldığını görüyoruz. Bu araştırmalardan pek çoğu Hoca’nın fıkralarının
yapısı, tasnifi ve konuları üzerine yoğunlaşmış, birkaç araştırmada ise
felsefesinden bahsedilmiştir. Ancak onunla ilgili anlatmalarda mitolojik
unsurların olup olmadığı tartışılmamıştır. Meseleye bu açıdan bakıldığında
ise Hocaya atfedilen anlatmaların çoğunun ona ait olmadığı vurgulanacak,
hatta bu anlatmaların büyük bir kısmının geç devirlerde ortaya
çıktığıyla ilgili itirazlar yükselecektir. Bundan dolayı da Hocaya atfedilen
anlatmaların onun düşüncelerini tam olarak yansıtamayacağı ileri sürülecektir.
Bu itirazları yükseltenler edebî metin ile onu yaratan veya atfedilen
şahsiyeti aynîleştirmektedirler. Halbuki günümüzde, edebiyat araştırı-
cısı metni ve metnin içerdiği muhtevayı daha çok ciddiye almalı diye
düşünüyoruz.
Bizim bu düşüncede oluşumuz, eseri meydana getiren dehayı kü-
çümsediğimiz anlamına gelmemelidir. Bir edebiyat araştırıcısı olarak
eseri yaratana sonsuz saygı ve hayranlık duymaktayız. Ancak, şurası unutulmamalıdır
ki; topluma mal olmuş şahsiyetlere atfedilen materyalin
(Halk Edebiyatı ve bağlantılı olduğu edebiyat kollarına ait materyaller)
menşeini araştırma elbette takdire şayan bir uğraştır ve bu uğraşı verenlere
de her zaman ihtiyaç vardır. Ama bu materyallerin sağlıklı olup olmadığını
tartışmak abesle iştigaldir. Çünkü Türk Halk Edebiyatı ve tesir
alanındaki sahalarda yeterli yazılı kaynak sıkıntısı olduğu bu işi bilenlerin
malumudur. Hâl böyleyken zaten kaynakları sınırlı olan malzemeyi, bunların
kaynakları sağlam değil düşüncesiyle görmezlikten gelirsek, incelenecek
Halk Edebiyatı materyali kalmayacaktır. Yüzyıllardır sözlü olarak
varlığını sürdürmüş, hemen hemen hiç yazılı kaynağı olmayan Halk Edebiyatı
mahsulleri incelenirken yazar merkezli yaklaşımların değil de metin
merkezli yaklaşımların dikkate alınması zorunludur diye düşünüyoruz.
Böyle bir yaklaşım Halk Edebiyatının sorunlarını tam olarak çözmeyecektir.
Çözmesi de beklenmemelidir. Fakat yeni kaynaklar bulununcaya
kadar mevcut sorunları dondurmaya yetecektir. Kaldı ki; folklor materya-
TÜBAR-XXII-/2007-Güz/Nasreddin Hoca ile İlgili Bazı Anlatmalarda...
67
line uygulanan metin merkezli yaklaşımlar Halk Edebiyatının bazı malzemeleri
için de uygulanabilir diye düşünüyorum
Folklor materyalinin ait olduğu toplumun düşünce yapısını yansıttığıyla
ilgili görüşler yeni değildir. Genelde folklor materyallerinin bütü-
nünün, özel anlamda ise fıkraların bir kişiye ait olup olmadığının çok
büyük önem taşımadığı kanaatindeyiz. Önemli olan, meseleye metin bağ-
lamında bakılması (Oğuz 1997: 73) ve söz konusu metnin bize verdiği
mesajdır. Aslında folklor materyallerinin tamamı bir toplum tarafından
yaratılır, yaratılan bu materyallerden anonim olma özelliği taşıyanlar
toplumun bütünü adına, ferdî olma özelliği taşıyanlar ise toplumda sivrilmiş,
malzemeyle bütünleşmiş bir ferdin adına tescil edilir. Bu nokta-i
nazardan bakıldığında, Nasreddin Hoca fıkraları da çoğunlukla toplumca
yaratılmış, fakat Hoca adına tescil edilmiş metinlerdir. Metinlerin çoğunluğunun
sonradan yaratılmış ve Hoca adına tescillenmiş olması materyalin
değerini düşürmediği gibi, bu durum materyaller üzerine yorum yapmak
isteyenlerin çalışmalarına da mani değildir.
Toplumca yaratılan ve ait olduğu toplumun adına tescillenmiş folklor
materyali; o toplumun dünya görüşünü, bilgisini ve inançlarının ansiklopedisini
teşkil eder. Dursun Yıldırım, “Edebiyat ve kültür hayatımızın
en zengin hazinelerinden biri olan fıkraların içinde milletimizin tarihini,
siyasî, dinî, iktisadî içtimaî hayatını, inanç ve fikir mücadelelerini, geleneklerini,
dünya görüşünü, hayata bakış tarzını aksettiren bilgiler vardır.”
(Yıldırım 1999: 6) sözleriyle fıkraların bir millî ansiklopedi olduklarını
yıllar önce ortaya koyar. Bahse konu ansiklopedinin yazılı kaynaklarını
bulmaya çalışmak zahmetin de ötesindeki bir gayret ve zaman gerektirir
ki; bu imkânsızla eş anlamlıdır. Şükrü Kurgan, Dursun Yıldırım ve Öcal
Oğuz’un anlatmaya çalıştıkları metni anlamaya yönelik edebiyat yakla-
şımlarının, Halk Edebiyatı araştırmalarında kaynak kıtlığı problemini
aşma ve metni anlamada önemli bir çıkış yolu olabileceği kanaatindeyiz.
Aşağıda Nasreddin Hoca’ya mâl edilen bazı anlatmalar, mitolojik
değerleri açısından incelenecektir. Malzemeler seçilirken onların mitolojik
değerleri dikkate alınmıştır. Seçilen malzememin gerçekte Hocaya ait
olup olmadığı bu yazının konusu olmadığı için dikkate alınmamıştır. Söz
konusu anlatmaların Hoca’ya ait olup olmadığı meselesi başka bir araş-
tırma konusu olabilir ve böyle bir çalışma bütün kaynak problemlerine
rağmen yapılırsa takdire şayan bir çalışma olacaktır.
Tespit edebildiğimiz kadarıyla Hoca’ya ait yedi fıkrayla bir efsanede
mitolojiyle ilgili motifler yer almaktadır. Bu malzemelerdeki mitolojik
motiflerin bir kısmı umumî bir yaratma düşüncesiyle alakalıdır. Söz
konusu metinlerin ilkinde ağaçtan öteye yol olması, ikincisinde eski
ayın parçalanarak yıldızları veya şimşeği oluşturması, üçüncüsünde
TÜBAR-XXII-/2007-Güz/Yard. Doç. Dr. Faruk ÇOLAK
68
oğlak burcunun zamanla teke olması, dördüncüsünde kurbanın kemiklerinden
yeniden canlandırılması, beşincisinde tavukların yas
tutması, altıncısında ceviz ağacında niçin kabağın olmadığı, yedincisinde
devenin niçin kanatlarının olmadığı ve sekizincisinde dünyanın
dengesinin bozulmasıyla ilgili mitolojik kabuller yer almaktadır.
Ağaçtan öteye yol olması ile ilgili fıkra (Radloff-Kunos 1998: 413)
1
bize Türklerdeki kutsal ağaçla ilgili inanışı çağrıştırmaktadır. Bilindiği
gibi kutsal ağac, Türk mitolojisindeki en önemli unsurlardan birisidir ve
sıklıkla hayat ağacı olarak karşımıza çıkmaktadır. Mesela; Manas Destanı’nda,
Manas’ın ölümü üzerine karısı Kanıkey’in gördüğü bir rüyada
anlattıkları, Hoca’nın fıkrasındaki ağaca çıkma motifi ile benzerlik arz
eder. Kanıkey’in rüyası şöyledir: “...Manas’ın hatunu Kanıkey, bir gece
yatarken bir rüya görmüş. Hemen koşarak gitmiş ve rüyasını kayın babası
Yakup-Han’a anlatmış:
Çok karanlık geceydi, birden parlak ay çıktı,
Çok karanlık bir gündü, birden bir güneş çıktı.
Bir kavak büyüyerek, ta göklere dek çıktı.
Birini sen eğmiştin, kavağın dallarından,
Birini de annesi tutmuştu kollarından.
Göğe çıkmış idiniz, dallara tutunarak,
Sonra da kayboldunuz, bulutlara dalarak
Benim efendim Manas, toprak oldu mu dersin?
Tanrı ona can verip hayat buldu mu dersin?”
(Ögel 1989: 519).
Ağaçtan öteye yol olması için ötelerde bir dünyanın olması gerekir
ki; Türkler öte dünyanın varlığına inandıkları gibi, öte dünyadaki ile ilişki
kurulmasında veya bu dünyadan oraya geçişte ağacın önemli bir rolü
olduğuna da inanırlar. Hayat ağacı motifi tam bu noktada anlam kazanmaktadır.
Türk mitolojisine göre ilk insanların yaratıldığı ağaç, aslında
hayatın kendisini de sembolize etmektedir ki; bu hayat her iki dünyayı da
kapsamaktadır. Ağaç ile öte dünya ilişkisi hakkında “...bir ağacın üzerine
yerleştirilen cesedin tanrısal göğe yükseldiğini kabul etmemek benim için
zordur. Hükümdarın tahta çıkışı sırasında, keçeden yapılmış bir halıda
göğe sunulmak üzere kollarda taşındığı bilinmektedir. Ayrıca, cesedi bir
ağacın üzerine yerleştirmek, onu bir hayat kaynağıyla buluşturmak anla-

1
Radloff’tan sadeleştirerek aldığımız fıkra şöyledir: “Bir gün semt çocukları bir büyük
ağaç altında toplanıp otururlarken bakarlar ki Hoca geliyor. Birbirlerine birleşip:
“Gelin Hocayı ağaca çıkaralım da pabuçlarını alalım” derler. Hoca geldikten sonra
bunlar: “Bu ağaca kimse çıkamaz” derler. Hoca: “Çıkarım” der. “Çıkamazsın” derler.
Hemen Hoca eteklerini beline sokup pabuçlarını koynuna kor; “Çıkmağa başlayınca
pabuçları ne yapacaksın, niçin beraberine aldın?” demelerine Hoca: “Belki
ondan öte yol vardır, yanımda bulunması daha iyidir.” demiş”.
TÜBAR-XXII-/2007-Güz/Nasreddin Hoca ile İlgili Bazı Anlatmalarda...
69
mına gelmektedir.” (Roux 1999: 224) şeklinde bilgi veren Roux, ağacın
Tanrı’ya veya öte dünyaya ulaşma aracı olduğunu kabul ederek dolaylı da
olsa Türk düşüncesinde ağaçtan öteye yol olduğunu kabul etmiş olmaktadır.
Ayrıca Mircea Eliade, şamanlığa giriş ritüeli olarak Sibiryalı şaman
adaylarının ağaçlara tırmandıklarını, bu tırmanışın göğe çıkmada son
derece yaygın bir mit olduğunu belirtir (Eliade 1999: 154-155; Armstrong
2005: 25). Nasreddin Hoca gibi keskin zekâya sahip olan bir düşünür
ağaçtan öteye yol olduğunu veya ağaçtan öteye yol olduğuyla ilgili inanı-
şın abesliğini başka nasıl anlatabilirdi? Hoca fıkraya konu olan ağaca
ayakkabısını muhafaza ederek tırmanırken aslında kendisine aktarılan
genelde folklorik, özelde mitolojik bilgiyi kullanmış ve bu bilgisini gülme
unsuruna dönüştürerek de sorgulama yolunu seçmiştir. Bize göre bu
hareket çocuklara karşı alınmış basit bir tedbir değildir. Öyle olsaydı,
çocukların pabuçlarını niçin yanına aldığıyla ilgili sorusuna “…belki
oradan öteye yol vardır.” şeklinde bir cevap vermezdi. Cevabın bu şekilde
verilmesi bizce Hoca’nın ağaçla ilgili mitolojik bilgiye sahip olduğunu
veya fıkranın teşekkül ettiği devirde mitolojik verilerin canlı olduğunu
gösterir.
Eski ayın parçalanarak yıldızları veya şimşeği oluşturmasıyla ilgili
fıkra (Radloff-Kunos 1998: 394)2
da kozmogoniyi çağrıştırmaktadır.
Zaten fıkranın kendisi de doğrudan doğruya bir yaratma düşüncesiyle
alakalıdır. Ancak bu fıkraya konu olan yaratmanın Türk Yaratılış Destanındaki
kozmogoniyle doğrudan ilişkisinin olduğunu ispatlamak oldukça
zor gözükmektedir. Halk eskittiği eşyalarını küçük ve daha farklı amaçlara
hizmet eden aletlere dönüştürür. İsmail Taş, bize Türk düşüncesindeki
kozmogonik olayların kökeninin izahının yerel varlıklara dayandığını
ispat etmektedir (Taş 2002: 164). Taşa göre, Türk düşüncesi gök ve göksel
olayları yaşadığı çevrede meydana gelen olay veya etrafındaki mevcut
nesne ve varlıklarla izah etme yolunu seçmiştir. Eski ayın ne olduğuyla
ilgili bir başka fıkra da şimşekle ilgilidir (Radloff-Kunos 1998: 415)3
. Her
iki fıkrada da ayın dönüşüme uğrayarak yıldızları veya şimşeği oluştur-

2
Radloff’tan sadeleştirerek aldığımız fıkra şöyledir: “Hocaya: “Ay yeni olduğunda
eskisini ne yaparlar?” demişler. Hoca dahi: “Kırparlar kırparlar yıldız yaparlar”
demiş.”
3
Radloff’tan sadeleştirerek aldığımız şimşekle ile ilgili fıkra şöyledir: “Bir gün Hoca
bir yere giderken bir çobana uğrar. Çoban: “Bire adam sen hoca mısın?” der. Hoca:
“Evet” der. Çoban: “Bak şu yatan canlara bir soru sordum, bilemediler. Gel seninle
söz bir edelim, eğer soracağıma karşılık verebilirsen sorayım. Değilse ben bilirim.”
deyince, Hoca: “Sorun nedir?” der. Çoban: “Yeni ay olduğunda küçük olur sonra
büyük tekerlek gibi olur. On beşinden sonra yine küçücük olur”. “Eski ayı ne yaparlar?”
deyince, Hoca: “Bunun gibi nesneyi bilemedin mi, o eski ayı uzatırlar şimşek
yaparlar, görmez misin ki gök gürleyince kılıç gibi parlar” deyince, Çoban: “Sağ ol
efendi ben de öyle sanıyordum” demiş.”
TÜBAR-XXII-/2007-Güz/Yard. Doç. Dr. Faruk ÇOLAK
70
ması konu edilmiştir. Burada şimşeğin somut bir varlık gibi düşünülmesi
de yine yerel varlık veya olaylarla açıklama olgusuyla ilişkilidir. Aynı
ilişki ay tutulmasıyla ilgili geleneklerde de göze çarpmaktadır. Ay tutulmasında
da insanlar, gökle ilgili bir olayı canavar olgusuyla izah etmektedirler
ve bu olguyla alakalı davul çalma veya tüfekle ateş etme gibi
birtakım pratikleri de uygulamaktadırlar. İnsan mantığı benzer olay ve
davranışlar karşısında benzer açıklamalar getirir. Böyle bir açıklama tarzı
ay tutulması için kabul ediliyorsa yıldız veya şimşek oluşumu için de
kabul edilmelidir. Hoca bu gerçeğin farkındadır.
Hoca’nın bir başka kozmik olayla ilgili fıkrası da oğlak burcuyla
ilgilidir (Radloff-Kunos 1998: 414)4
. Bu fıkra, Türk mitolojisinde de yer
bulan burçlar meselesini çağrıştırmaktadır. Bilindiği üzere Türk mitolojisinde
on iki burçtan birisinin adı oğlaktır (Ögel 1989: 323). Hoca’nın
oğlak burcuna teke burcu demesi yerel özellik gösteren varlık, nesne ve
olaylarla alakalıdır. Yıldızların veya bazı kozmik olayların kökeninin
Türklerde yerel varlıklara dayandığını belirtmiştik. Yukarıda verdiğimiz
gök varlıklarıyla alakalı üç fıkrada da yerel özellikler kullanılarak olayın
sebebi açıklanmıştır ki; bu açıklama tekniği, Türklerin kozmik olayları
açıklama mantığıyla örtüşmektedir. Ögel’in Türk mitolojisi ile ilgili tespitlerine
kısaca bir göz atacak olursak yıldızların, saman yolunun, büyük
ayı ve küçük ayı gibi takım yıldızlarının oluşumu ile avcının, tilkinin veya
geyiğin çektiği kızak (Ögel 1989: 577) gibi bazı kozmolojik kavramların
yerel unsurla ve mantıkla izah edildiği görülecektir. Hoca; avcı, tilki ve
geyiğin çektiği kızağın izlerinden saman yolu oluşuyorsa eski ay niçin
parçalanıp yıldız olmasın veya hilale dönmüş ay niçin şimşek olmasın,
diye düşünmüş olmalıdır veya bu düşünceyi tenkit etmiş olmalıdır. Olayları
bu şekilde izah etme mantığı da Türk mitolojisini yaratan düşünce
yapısına aykırı değildir.
Nasreddin Hoca ile ilgili anlatılan, onun niçin mizah ustası olduğunu
açıklayan bir efsanedeki kurbanın kemiklerinden yeniden diriltilmesi
motifi (Kalafat 1990: 80)5
, Türklerdeki kurban meselesi ile yakından

4
Radloff’tan sadeleştirerek aldığımız oğlak burcuyla ilgili fıkra şöyledir: “Bir gün
Hocaya: “Senin yıldızın nedir?” derler. Hoca: “Tekedir”der. “Ey efendi yıldızlarda
teke yoktur” derler. Hoca: “Ben çocuk iken anam yıldızıma baktırdıydı da oğlaktır,
dedilerdi” der. Hocaya: “ Ey ama oğlak teke değildir” dediklerinde, Hoca: “Be şaş-
kınlar o günden bu güne dek kırk elli yıl oldu. Oğlak teke olmadı mı?” demiş.”
5
Nasreddin Hoca ile ilgili mesele şu şekildedir: “Ayrıca, Nasreddin Hoca hakkında
anlatılan bir efsaneye göre, hocaları tarafında üç öğrencisine ziyafet için kullandığı
bir kuzu varmış. Yemekten sonra, kuzunun bütün kemikleri bira raya getirilir ve hocaları
el açıp dua edince, yine dirilirmiş. Hocalarının olmadığı bir gün, üç arkadaş kuzuyu
gizlice dere kenarına getirip kesmiş. Kemikleri toplamışlar ve dua etmişler, kuzu
dirilmiş. Ancak, muzip Nasreddin bir kemiği saklamış ve bu yüzden de kuzu aksayarak
yürümeye başlamış. Derler ki, Hocası, Nasreddin’e “Dünya durdukça insanlar da sa-
TÜBAR-XXII-/2007-Güz/Nasreddin Hoca ile İlgili Bazı Anlatmalarda...
71
ilgilidir. Altay ve Yakut Türklerinde kurban edilen hayvanın kemiklerinden-iskeletinden
yeniden canlandırılmasıyla ilgili efsaneler meselesi bilinmektedir
(Eliade 1999: 188-197). Hocayla alakalı bu efsanede geçen
kurbanın kemiklerinden tekrar diriltilmesi motifi ile Türk mitolojisindeki
kurbanın kemiklerinden-iskeletinden tekrar diriltilmesi meselesiyle bire
bir örtüşmektedir. Dipnotta tam metnini verdiğimiz efsanede kesilen hayvanın
bir kemiğinin muziplik olsun diye Nasreddin Hoca tarafından saklanması,
bir kemiği saklanmış hayvanın tekrar diriltildiğinde bu eksikliğe
bağlı olarak topal kalması hadisesi tenkide tabi tutulmuştur. Bu tür bir
yeniden yaratmanın mantıksızlığına işaret etmek için Hoca, yeniden yaratılacak
olan kuzunun kemiklerinden birisini saklamıştır. Böyle bir yeniden
yaratma olamayacağını düşünen ve bu düşüncesini acaba kemiklerden
birisi saklansa ne olurdu diye sorgulayan bir insanın, yaratmanın bu
kadar basit olmayacağını, yaratma sürecinin daha karmaşık ve yaratmanın
daha dikkat edilmesi gereken bir olgu olduğunu bilecek kadar bilgili ve
donanımlı olması gerekir. Dahası Hoca’nın nüktedanlığının kaynağı olarak
karşımıza çıkan bu efsanede, ona nüktedanlık yeteneğinin verilmesi
inanışa karşı gelme cezasıyla ilişkilendirilmiştir. Bu yaratma düşüncesini
nükte yoluyla tenkide tabi tutmasından dolayı Hoca’nın bilgi birikimi ve
kimliği konusu önem kazanmaktadır. Hakkında efsane teşekkül edecek
kadar toplumda saygı görmüş bir insan karşımızda durmaktadır. Bu konuda
Mikâil Bayram, Nasreddin Hoca’nın, tarihte yaşadığı bilinen Hoca
olduğunu ve bu Hoca’nın da Yunus Emre’den başkası olamayacağını
belirterek (Bayram 2001: 39), konumuzla doğrudan ilgisi olmasa da Hoca’nın
kimliği konusundaki tartışmalara farklı ve tutarlı bir boyut kazandırır.
Bütün bu bilgilerden hareketle diyebiliriz ki; Hoca hakkında anlatı-
lan bu efsane onun hayatıyla ilgili bir anekdottan kaynaklanmaktadır ve
konusu Türklerdeki kurban kesme geleneği ve kesilen kurbanın kemiklerinden
yeniden yaratılmasıyla ilgili inanışla bağlantılıdır. O esasında burada
anlatılmaya çalışılan mitolojik unsurları savunmaktan çok tenkide
tabi tutmuştur.
Hoca’nın, anneleri ölen tavukların yas tutmasını konu alan fıkrası
(Radloff-Kunos 1998: 396)6
Türk kültüründeki yas merasimleri ve bu yas
merasimleri etrafında oluşan kültür ile örtüşmektedir7
. Hoca, anneleri
ölen tavukların boyunlarına birer peştamal geçirerek yas tuttuklarını söy-
na hep böyle gülsün” diye dua etmiş”. Söz konusu fıkranın bir başka metni için bkz.
(Güzel 1990: 119).
6
Radloff’tan sadeleştirerek aldığımız tavukların yas tutmasıyla ilgili fıkra şöyledir:
“Hoca bir gün tavuklarını birer birer tutup boyunlarına birer parça peştamal delip
geçirir. Meydana bunları salı verir. Orada olanlar Hoca’nın yanına birikip: “Bunlara
ne oldu?” derler. Hoca: “Anaları öldü yasını tutarlar” demiş.”
7
Bu konuda Bkz. (Ögel 1989: 234, 243, 371, 514, 531); (Roux 1999: 238, 293).
TÜBAR-XXII-/2007-Güz/Yard. Doç. Dr. Faruk ÇOLAK
72
ler ve böylece belirli bir yas kültürüne sahip olduğunu da bize gösterir.
Fıkrada geçen boyuna peştamal geçirme motifi ölünün arkasından bayramlık
elbiselerin giyilmesi geleneğiyle örtüşmektedir. Bu konuda JeanPoul
Roux, söz konusu geleneğe bağlı olarak beyaz elbise giyilmesinin
Türk’ün hayatına geç devirlerde girdiğini, önceleri ise giyilen elbiselerin
bayramlık niteliğinde olduğunu belirtir (Roux 1999: 274, 275). Yas elbisesi
giyme geleneği bayramlık elbisenin giyilmesinden beyaz elbise giymeye,
oradan da günümüzdeki şekliyle karalar bağlamaya dönüşmüştür.
Öyle anlaşılıyor ki, fıkranın teşekkül ettiği devirde tören elbisesi kavramı
devam etmektedir. Ancak fıkranın teşekkül ettiği dönemde karalar giyme
kavramının ise henüz oturmamış olduğunu görmekteyiz.
Hoca’nın deveye kanat vermeyle ilgili fıkrası (Radloff-Kunos
1998: 393)8
genel anlamda yaratmanın sorgulanmasıyla ilgilidir. Aynı
şekilde su kabağı ile ceviz ağacının meyvelerinin gövdeleriyle uyumlu
olmadığını sorgulayan fıkrası
9
da yaratma ve yaratıcıyla ilgilidir. Mikâil
Bayram bu fıkrada anlatılmak istenen düşünceyi Hoca’nın bağlı olduğu
tasavvufî görüşle açıklar ve cemal-perestlik olarak açıkladığı bu görüşün
temsilcilerini eşyanın varlığındaki derûnî sırlar üzerine düşünmeyi yeğ-
lerler (Bayram 2001: 55) şeklinde tavsif eder. Dipnotlarda aktardığımız
yaratmayla ilgili fıkralarda Hoca, yaratmadaki hikmet üzerine düşünce
sard eder ki; bu genel anlamda yaratılış mitolojinden başka bir şey değildir.

Hoca’nın insanların neden farklı yönlere doğru gittikleriyle ilgili
soruya verdiği cevap10 dünyanın dengesi ile alakalıdır. Fıkradan anladı-
ğımız kadarıyla Hoca’nın tasavvur ettiği dünya düz bir dünyadır. İnsanların
hepsi bir yöne doğru giderlerse bu dengenin bozulacağını söyler ki; bu
denge fikri bize yabancı değildir. Altay yaratılış destanlarında geçen
“dünyanın bir (veya üç) balık” ile “bir öküzün boynuzlarında durması”
(Ögel 1989: 439, 444) motifleri bu fıkranın temel düşüncesiyle uyuşmak-

8
Radloff’tan sadeleştirerek aldığımız deveyle ilgili fıkra şöyledir: “Bir gün Hoca bir
dernekte: “Ey arkadaşlar Tanrıya çok şükür edin ki deveye kanat vermemiş, eğer deveye
kanat vereydi evlerinizin üstüne konardı da evlerinizi başınıza yıkardı” demiş.”
Bu fıkrada geçen deve yerine bazı kaynaklarda at yer almaktadır. Fıkranın tam metni
için Bkz. (Sakaoğlu 1992: 159-160).
9
“Hoca bir gün bir ceviz ağacının altında yatıyormuş. Ağaca bakarak: “Olacak şey
değil. Kocaman ağacın küçücük meyvesi var, küçücük su kabağının ise kocaman meyvesini
var.”deyince, tam o esnada bir ceviz Hoca’nın kafasına düşer. Hoca: “İyi ki
cevizde kabak yetişmiyormuş” der.” Bu fıkrada geçen ceviz ağacı yerine bazı fıkralarda
meşe ağacı görülmektedir. Fıkranın tam metni için bakınız (Sakaoğlu 1992: 159-
160).
10 “Hocaya bir gün sorarlar. “Neden insanlar hep aynı yöne doğru gitmiyorlar?” diye.
Hoca: “Herkes aynı yöne doğru giderse dünyanın dengesi bozulur. Onun için bazıları
bu tarafa, bazıları şu tarafa doğru gidiyorlar.” der.”
TÜBAR-XXII-/2007-Güz/Nasreddin Hoca ile İlgili Bazı Anlatmalarda...
73
tadır. Balıkların dünyanın altında durması; başı kuzeye bakan balığın
başının sıkıca bağlanması, bu balığın başını oynatmasıyla sel baskınları-
nın ve zelzelelerin olması düşüncesi dünyanın düz ve dengesinin çok
hassas olduğuna açıkça işaret eder. Bu hassas denge balığın başının oynamasıyla
her an değişebilmektedir. Hatta sel baskınlarının sebebi bile bu
dengenin bozulmasına bağlanır. Hoca’ya göre insanların farklı yönlere
doğru gitmesiyle bu denge korunmaktadır. Bize göre balığın başının oynamasıyla
dünyanın dengesinin bozulması mitolojik açıdan ne kadar
normal ve mantıklı ise, insanların hep aynı yöne doğru gitmeleriyle de
dünyanın dengesinin bozulacağı fikri o derece mantıklıdır. Daha cesur bir
ifade ile söylemek gerekirse, dünyanın dengesiyle ilgili Hoca’nın mantı-
ğının oluşmasında bu mitolojik bilgi etkili olmuştur.
SONUÇ:
“Nasreddin Hoca latifelerini bilimsel incelemeye ve değerlendirmeye
tabi tutanlar ve bu latifelerle Nasreddin Hocayı tanıtmaya çalışanlar
onun bilge bir kişi olduğunu, .ilmî ve felsefî meseleleri basite indirgeyerek
latifeler halinde topluma sunduğunu tespit etmektedirler.” (Bayram
2001: 64) diyen Bayram, Hoca’nın meşrebi, bilgi birikimi, felsefesi ve
dünya görüşünün fıkralarında yer aldığını, fıkralarının incelenerek onun
bilgi dağarcığının ortaya konulabileceğini bize ima etmektedir. Meseleye
sadece gülünecek bir malzeme olarak bakıp, onu çeşitli yönleriyle tahlil
etmekten kaçarsak Hoca’yı ve onun eserlerini anlamaktan çok uzak kalı-
rız. Bize göre Hoca, tasavvuf, felsefe ve zahirî ilimleri bilmesinin yanında,
iyi derecede mitoloji bilgisine de sahipti. O, fıkralarını oluştururken
sahip olduğu mitoloji bilgisini kullanmış ve fıkraların zamanı aşan özelli-
ğinden yararlanarak da sahip olduğu bilgiyi ölümsüzleştirmiştir.
KAYNAKÇA
ARMSTRONG, Karen (2005), A Short History of Myth, Cannogate Boks, Italy.
BAYRAM, Mikâil (2001), Tarihin Işığında Nasreddin Hoca ve Ahi Evren, İstanbul.

ELİADE, Mircea (1999), Şamanizm, (Çev. İsmet Birkan), İmge Yay., Ankara.
ELİADE, Mircea (2003), Dinsel İnançlar ve Düşünceler Tarihi, III C., Kabalcı
Yayınevi, İstanbul.
GÜZEL, Abdurrahman (1990), “Tasavvufî Halk Edebiyatı ve Hoca”, I. Milletlerarası
Nasreddin Hoca Sempozyumu Bildirileri, 15-17 Mayıs 1989, Kültür
Bakanlığı Yay., Ankara.
KALAFAT, Yaşar (1990), Doğu Anadolu’da Eski Türk İnançlarının İzleri, Türk
Kültürünü Araş. Ens. Yay., Ankara.
TÜBAR-XXII-/2007-Güz/Yard. Doç. Dr. Faruk ÇOLAK
74
KURGAN, Şükrü (1986), Nasreddin Hoca, Kültür ve Turizm Bak. Yay., Ankara.

OĞUZ, M. Öcal (1997), “Nasreddin Hoca: Bir Yaklaşım, Bir Problem”, Uluslararası
Nasreddin Hoca Bilgi Şöleni (Sempozyumu) Bildirileri, Atatürk
Kültür Merkezi Yayınları, Ankara.
ÖGEL, Bahaeddin (1989), Türk Mitolojisi, I. Cilt, TTK Yay., Ankara.
RADLOFF, Wilhelm- İgnaz Kunos (1998), Proben Der Volksliteratur Der
Türkischer Stamme VIII, (Haz.Saim Sakaoğlu-Metin Ergun), TDK Yay.,
Ankara.
ROUX, Jean-Paul (1999), Altay Türklerinde Ölüm, (Çev. Aykut Kazancıgil),
Kabalcı Yayınevi, İstanbul.
SAKAOĞLU, Saim (1992), Türk Fıkraları ve Nasreddin Hoca, Selçuk Üniversitesi
Yay., Konya.
TAŞ, İsmail (2002), Türk Düşüncesinde Kozmogoni-Kozmoloji, Kömen Yayınevi,
Konya.
YILDIRIM, Dursun (1999), Türk Edebiyatında Bektaşi Fıkraları, Akçağ Yay.,
Ankara.

Konular