Son Dönem Osmanlı Aydınlarında Farsçanın Tesiri ve İbnülemin Mahmud Kemal (ö. 1957) Örneği

Divan Edebiyatı Araştırmaları Dergisi 15, İstanbul 2015, 167-194.
ÖZET
Farsça, Selçuklu ve Gazneliler gibi Türklerin kurduğu
devletlerde yazı dili olarak kullanılmıştır. Hükümdarların
bazı zaferleri Şehname tarzında yazılmış, sünnet ve evlilik
gibi törenler Farsça olarak minyatürlere işlenmiştir. İran
ile yüzyıllarca süren savaş ve düşmanlık bile bazı Osmanlı
padişahlarının Farsça şiirler yazmasına engel olmamıştır.
Osmanlı sarayında İran asıllı pek çok sanatçı bulundurulmuş
ve sanatlarını burada icra imkânı sağlanmıştır. Kültür
ve sanat çalışmalarına paralel olarak, Fars dilinin öğrenimi
için gerekli kitaplardan olan pek çok Farsça gramer ve
sözlük çalışmaları da aralıksız olarak devam ettirilmiştir.
Son dönem Osmanlı ulemasından olan İbnülemin Mahmud
Kemal İnal da Farçanın tesirinde kalan aydınları-
mızdan biridir. İbnülemin Mahmud kemal İnal’ın Osmanlı Devletinde Son Sadrazamlar isimli eserinde yer alan
Farsça beyit ve deyişleri bir araya getirilince Farsçanın o dönem aydınları arasındaki kuvvetli etkisi açıkça görülebil- mektedir. Farsçanın Osmanlı dönemindeki etkisi farklı
çalışmalarda incelenmiştir. Burada, son devir Osmanlı
aydınlarında Farsçanın tesiri ve İbnülemin’in hayatı ve eserlerinden kısaca söz edildikten sonra onun Farsçaya
olan ilgisi, Son Sadrazamlar adlı eserindeki örneklerden
hareketle ortaya konulmaya çalışılacaktır
ABSTRACT
Many Turkish rulers like Seljuks or Ghaznavids used Persian as a written standard language. In Shah-Name
books the Sultan’s victories were recorded. Celebrations
on the occasions of a circumcision or wedding were
depicted in Persian miniature. In spite of the wars and
hostilities continuing for centuries between the two
Empires, some of the Ottoman Sultans wrote poems in
Persian language. Many Persian artists stayed in the
Palace and pursued their activities there. Besides these
occupations, language was being also investigated
scientifically and works on grammar and dictionaries
were being published. The number of these books is
incredibly high. Besides that, commentaries and
explanations, footnotes to the monumental Persian works,
as well as books about this must not be omitted.
The numerous publications of İbnülemin Mahmud Kemal
İnal in which he has critically disputed with
predominantly historical Turkish coevals pointed out
mistakes and or incomplete representation of historical persons or connections and conducted a corresponding
correction. Sometimes he wrote a hole opus to disprove
such a mistake. Ibnü’l-emin Mahmud Kemal Inals work:
„The Ottoman Empires last vizier“ involves persian
poetries and maxims. It’s exemplary for other intellectual
people’s works in time of Ottoman Empire. This indicates to influence of persian language. The influence of Persian
language to Ottoman people was tested in different
works. The short explanation shows the authors Ibnü`lemin
Mahmud Kemal Inals life, work and interest to
Persian language.
ANAHTAR KEL İ MELER
İbnülemin Mahmud Kemal, Son Sadrazamlar, Farsça- nın etkisi.
KEYWORDS
Ibnülemin Mahmud Kemal Inal, The Ottoman Empires
last vizier, Influence of Persian language.
*
Doç. Dr., İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslâm Tarihi Ana Bilim Dalı,
(nurettingemici@hotmail.com).
NURETTİN GEMİCİ*
Son Dönem Osmanlı
Aydınlarında Farsçanın Tesiri
ve İbnülemin Mahmud Kemal
(ö. 1957) Örneği
The Influence of Persian Language on
Intellectuals During Ottoman Empire’s Last
Period and Ibnü`l-Emin Mahmud Kemal
168 ● DİVAN EDEBİYATI ARAŞTIRMALARI DERGİSİ
A. Farsça ve Türkler
Türklerin Farsça ile yakın teması için kaynaklar incelendiğinde bu
ilişki Gazneliler zamanına kadar götürülebilir. Firdevsi Meşhur “Şehnamesi’ni
Gazneli Mahmud’a sunmuş ve bu dil ile münasebet İran topraklarında
hakim olan diğer Türk devletlerinin hakimiyet dönemlerinde de
devam edegelmiştir (Kartal 2008: 6-15). Bunlar arasında en etkili dönem
hiç şüphesiz Selçuklular devri olmuştur. Selçukluların en önemli sultanlarından
Alpaslan'ın ordusunda yer alan şairler onun zaferini Farsça
olarak ifade etmişlerdir.
Mülk râ Şehinşâh u sultân çonîn bâyed çonîn
Geh nehîb-i û be Mısr u geh sipâh-ı û be Çîn
"Ülkeye; haykırışı Mısır'a, askeri Çin'e kadar gidecek bir Şehinşah
ve sultan gerek (Riyahî 1995: 21).
Bazı araştırmalara göre Türkler arasında Farsçanın artan etkisinin
muharrik unsuru Alpaslan'ın Malazgirt savaşını kazanarak Anadolu'ya
yerleşmesidir. Bu zaferle birlikte İran'da yaşayan bütün milletlerin yanı
sıra İran asıllı kimseler de Anadoluya gelerek Farsçanın yayılmasına
hizmet etmişlerdir.
Bu dönemden sonra Anadolu’da ve Selçuklu hakimiyetinin olduğu
topraklarda hızla artarak gelişen Farsça, önce şehirlerde daha sonra da
saray ve ilim çevrelerinde kısa zamanda hakimiyet kazanmıştır (Kartal
2008: 33-34).
Bahse konu devirde yazılan bazı kitaplara göz attığımızda bu
durumu kavramamız kolaylaşmaktadır. Misal olarak İbn Bibi Tarihi,
Eflâkî'nin Menâkibü’l-Ārifin vb. diğer kitaplar bu listeye eklenebilir (İbn
Bibi 1956: 77).
Anadolu Selçuklu devletinin son zamanlarında ortaya çıkan bir isim
vardır ki Farsça yazanların en önemlisi olarak kabul edilir. Türk asıllı
olmakla birlikte eserlerinde Farsçayı en güzel ve edebi tarzda kullanan
Mevlânâ Celâleddin Rumi bu halkanın en parlak temsilcisidir (Kartal
2007: 312-326).
Osmanlı Aydınlarında Farsçanın Tesiri ● 169
Farsça özellikle Selçuklularla başlayan etkisini o devirde kaleme
alınan tarih eserlerinde ve Fütüvvet (Gölpınarlı 1949: 181-203) ve Menkâbe
kitaplarında ağırlıklı olarak göstermektedir (Ateş 1945: 94-135).
Ayrıca Farsça, bu dönemlerde müstakil bazı çalışmalarda da söz
konusu edilmiştir. Edebiyatın bütün şubelerinde yaygın olarak kullanı-
lan Farsçanın altın çağı hiç şüphesiz Selçuklular zamanına rastlar. Bu
devirde kullanılan Farsça isimler ve ünvanlar Konya’da sarayda çok
rağbet görmüş ve teba arasında da yaygınlık kazanmıştır. Selçukluların,
Selçuk’tan başlayarak Alparslan’a kadar uzanan hükümdarlarının ve
önemli komutanlarının isimleri Türkçedir. Ancak kısa bir müddet sonra
bu manzara değişmiş; Çağrı, Tuğrul, Alparslan, Yağmur bey, Çavlı,
Afşin vb. isimler yerini Melikşah, Keykubad, Keyhüsrev, Pervane vb.
adlara yerini bırakmıştır (Kartal 2001: 55-70).
Selçuklu hükümdarı İzzeddin Kılıçarslan’ın (1156-1188) zamanında
Konya, Fars dili ve kültürünün merkezi olmuştur. Sultanlara takdim
edilmek üzere Farsça yazılmış edebi değeri haiz kitaplar devre damgasını
vurmuştur. İran topraklarından binlerce kilometre ötede Türkiye
Selçuklularında Farsça’nın etkisinin kaynağı hiç kuşkusuz Büyük Sel-
çuklulardır (Z. Korkmaz 1974: 20-21). Burada, Anadolu Selçuklularının
son dönemlerinde ortaya çıkan Cimri isyanından bahsetmek yerinde
olur. O dönemde Türkçenin yüceltilmesi ve Farsçaya karşı bazı tedbirler
içeren kararlar alınması dikkat çekici bir durumdur. Bu olayı İbn Bibi
şöyle nakleder: Cimri, devlet töreniyle tahta oturtulunca "Hiç kimse
bundan böyle divanda, dergahda, bargahda, meclisde ve meydanda
Türkçeden başka bir dil konuşmayacak" şeklinde karar alındı (İbn Bibi
1956: 696).
Farsçanın Türk halkı üzerinde sağladığı erişilmez üstünlüğünü, hiç
şüphesiz büyük mutasavvıf Mevlânâ'ya borçludur. Farsçanın, Türkçe
üzerinde yüzyıllarca süren etkisinin, bugün de Türkçede görülen pek
çok kelimenin varlık sebebi Mevlana‘dır. Farsçanın yaygınlaşması, Mevlânâ'nın
Mesnevi‘si ile onun takipçilerinin kurduğu Mevleviliğin Cumhuriyet‘in
ilk yıllarına (1924) kadar süren etkisinde aranmalıdır. Tabii bu
arada Divan Edebiyatımızı ve Osmanlı ulemasının, şuârasının ve diğerlerinin
muazzam katkılarından bahsetmemek olmaz. Bu güçlü etki
bizzat yeni Cumhuriyet idaresi tarafından bütün tekkelerin kapatıl-
170 ● DİVAN EDEBİYATI ARAŞTIRMALARI DERGİSİ
masına ve Farsçanın da içinde yer aldığı Arap harfli eserlerle ilgili
yasaklar getirmesine rağmen bugün bile tamamen kaybolmamıştır.
Mevlevilik de daha sonra diğer tekke ve tarikatlardan ayrı değerlendirilerek
zaman zaman devlet tarafından destek görmüş, Mevlânâ adına
devlet törenleri düzenlenmiş ve devlet yayınlarında öncelikli yerini
koruyabilmiş, neticede bu imtiyaz onun şahsında Farsçanın Türkçede
olan etkisini uzatmıştır (Kartal 2002: 682-695).
Osmanlı döneminde Farsçanın yerini incelediğimizde karşımıza şu
durumlar çıkmaktadır: Farsça yazı dili olarak kullanılmış ve Osmanlı
padişahlarının bazı zaferleri “Şehnâme” tarzında yazılmış, Osmanlı
sünnet ve evlilik törenleri Farsça minyatürlere işlenmiştir. Bazı Osmanlı
Padişahları Farsça şiirler yazmış ve İran ile yüzyıllar süren savaş ve düş-
manlık bile bu hızı azaltamamıştır. Osmanlı sarayında İran asıllı pek çok
sanatçı bulundurulmuş ve sanatlarını burada icra imkanı sağlanmıştır
(Karaismailoğlu 2001: 53-58).
Kültür ve sanat çalışmalarına paralel olarak ayrıca Fars dilinin
öğrenimi için gerekli kaynaklardan pek çok Farsça gramer ve sözlük
çalışmaları ortaya konulmuştur. Dikkat çeken nokta şudur ki bir nevi
Osmanlı-İran münasebetlerine nispet yaparcasına Farsçaya önem verilmesi
ilginçtir. Kütüphane kayıtlarına göz atılacak olursa İran edebiyatının
manzum eserlerdeki hakimiyeti ve tesiri çok büyüktür. Kütüphanelerimizde
mevcut Farsça yazılmış kitapların sayısı oldukça yüksek bir
yekun teşkil etmektedir. Bunun yanı sıra Farsçanın; Şehname, Gülistan,
Bostan, Mesnevi vb. abidevî eserlerine yazılan şerh ve haşiye tarzındaki
çalışmalar da bu sayıya eklenirse bu etkilenmenin büyüklüğü tamamıyla
ortaya çıkacaktır (Riyahî 1995: 211-225).
Tanzimatla birlikte başlatılan yenileşme girişimlerinin tesiriyle
oluşturulan ve günümüze kadar gelen modern denilebilecek eğitim
kurumlarında Farsça, ilk ve orta dereceli okullar başta olmak üzere açı-
lan yüksekokulların müfredatlarında ders olarak yer almıştır.
Osmanlılar pek çok Farsça eseri Türkçeye tercüme etmişlerdir. Bu
tercüme çalışmaları kısmen de olsa Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan
sonra da devam edegelmiştir (Milli Kütüphane: 1971). Tanzimatla
birlikte ders programları içinde Farsçanın yer alması bu etkinin resmi
boyutunun bir göstergesidir. Bu birkaç saate sığdırılan eğitim Cumhu-
Osmanlı Aydınlarında Farsçanın Tesiri ● 171
riyet’ten sonra 1928 yılında Türkiye’de gerçekleşen yazı devrimiyle birlikte
resmi yasak kapsamına alınmış ve bu sonun başlangıçı olmuştur.
Bu yasak sebebiyle Farsça veya Arap alfabesi ile yazılı eserlerin baskı-
sının yapılamaması bir tarafa, bu tür eserlerin bulundurulmasının keyfi
tasarruflarla engellenmesi bu tesiri azaltan yegane amil olmuştur. Bu
tarz yaklaşımlar haliyle kıymetli bazı eserlerin kaybolmasına da yol aç-
mıştır. Aslında Farsça kaleme alınmış eserler vasıtasıyla Osmanlı kültürünü
ve İran coğrafyasında hakimiyet kurmuş eski Türkler hakkında
bilgi edinmenin yegane yolu bugün de Farsça öğrenmekten geçmektedir.

Farsça geç dönemlerde imam-hatip okullarında tekrar yaşatılmak
istenilmişse de kısa zaman sonra bundan vazgeçilmiştir (Kreiser 1993:
123-131). Şunu belirtmekte yarar vardır ki Türk edebiyatı ve Türkçe aynı
şekilde İran edebiyatını ve İranlı aydınları da etkilemiştir. Bu etki Osmanlı
topraklarında yaşayan ve buralarda kalan aydınlar arasında tabi
olarak daha çok müessir olmuştur. Bunlardan bazıları kurdukları dernekler
ve yayımladıkları dergiler aracılığıyla bu etkinin boyutlarını
eserlerinde ortaya koymuşlardır (Riyahî 1995: 211-225).
Osmanlı aydınlarında Farsçanın etkisinin ne denli büyük olduğunu
görebilmek için kütüphanelerde yer alan pek çok Farsça esere bakmak
yeterli olur. Osmanlılar döneminde Aydınlar arasında Farsça okumayı
ve yazmayı sevdiren Mevlânâ’nın etkileri Osmanlı ile sınırlı kalmamış,
Cumhuriyet Türkiye’sinde bile takipçileri olmuştur. Mesnevisi başta
olmak üzere eserlerinin tamamını Farsça yazmış Mevlana’nın bu
dönemde Türk edebiyatı ve Türkçe yazan şairlere tesiri inkâr edilemeyecek
kadar büyüktür. Bunda Mevlevi meşrep olan devlet adamlarının
hatta padişahların himayesinin de rolü büyüktür. Osmanlı Dönemi
Divan Edebiyatının en önemli isimlerinin Farsça şiirler yazması ve
eserler ortaya koyması bu dilin tesirinin boyutlarını gözler önüne serer.
Fevrî, Cevrî, şeyh Galip, Nefi, Itrî, Osman Dede, Dede Efendi gibi pek
çok isim buraya dâhil edilebilir. Şüphesiz, Mevlana’nın kişiliği ve
eserlerinin yanı sıra Farsça yazan Hafız, Nizami vb. pek çok isim de Divan
edebiyatının her sahasında etkili olmuştur.
Osmanlı aydınları arasında XIV. Yüzyıldan başlayarak yükselen
Farsça ilgisi ve etkisini özellikle Mesnevi türünde verilen eserlerde
172 ● DİVAN EDEBİYATI ARAŞTIRMALARI DERGİSİ
görmemiz mümkündür. Aslen Arap Edebiyatında ortaya çıkmış aruz
vezninin edebiyatımızda yaygınlık kazanmasında Farsçanın ve Farsça
manzum eserler kaleme almış şairlerin tesiri oldukça fazladır. Buna örnek
olarak sekiz binden fazla beyitten oluşan Ahmedî’nin Divanı ve
Nizamî’nin tesirinde kaleme aldığı 8250 beyitten oluşan İskendername’si
örnek olarak gösterilebilir. Farsçanın şaheserleri arasında yer alan Firdevsi’nin
Şehnamesi, Attar’ın Mantıku’t-Tayr ve Esrarnamesi, Sa’di’nin
Bostan ve Gülistan’ı yanı sıra Senaî, Nizamî ve Mevlana’nın eserlerinin
gerek çevirisi ve gerekse bunlara yapılan nazireler Osmanlı edip ve
şairlerinin üzerinde etkin olmuştur. XIV- XV. yüzyılda Divan şiirinde
etkisi sınırlı olan Farsça kelime kullanımı ilerleyen XVI. yüzyıldan başlayarak
artmıştır. XV. yüzyıldan başlayarak XX. yüzyıla kadar Osmanlı
şairleri, eserlerinde ele aldıkları konuların seçiminde bile İranlı şairlerin
Farsça yazılmış eserlerinden esinlenmişlerdir (Aksan, Doğan 2000, 117).
Bu konuda meşhur Türkolog Vambery’in bir tespiti de şöyledir:
“Türkler bir vakit inşâlarında pek çok Arabî ve Farisî kelimeler isti‘mâl
edüp hattâ bu uğurda kendi lisanları mevcûdâtından olan lügâtı bile
terk ederler idi.” (Küçük 2006: 35-39).
Osmanlı şairlerinin manzum eserler meydana getirirken aruz veznine
meyletmeleri, ölçüyü denk getirmek kaygısıyla Farsça ve Arapça
kelimeleri daha sık tercih etmeleriyle neticelenmiştir. Bugün galat olarak
söylenen Osmanlıca, yani Osmanlıca Türkçesinin Esperanto bir dil
olmasının temelinde bu arayış yatmaktadır. XVII- XVIII. yüzyıllarda
zirveye ulaşan Farsçanın edebiyatımıza tesiri sadece edebi eserlerde
değil vakanüvislerin kaleme aldığı tarihi eserlerde veya dini metinlerde
de etkisini göstermiştir.
İbnülemin Mahmud Kemal’in selefleri olan şairlerin hayatlarından
söz eden ve eserlerinden örnekler veren şuarâ tezkirelerinin ortaya
çıkışında bu türün İran’da meydana getirilmiş örnekleri etkin olmuştur.
Câmî’nin Bahâristân’ı ve Devletşâh (öl. 1495)’ın Tezkiretü’ş-Şuarâ’sı
buna örnek gösterilebilir.
Osmanlı şairlerinde Farsça etkisini en iyi anlatan bir olgu da Safevi
baskısından bunalan İranlı şairlerin XVII. yüzyılda Hindistan’a göçleri
sonrası geliştirdikleri ve Sebk-i Hindî adını verdikleri yeni tarzın doğru-
Osmanlı Aydınlarında Farsçanın Tesiri ● 173
dan takipçileri olmalarıdır. Nâilî, Şehrî, İsmetî, Neşâtî, Fehîm-i Kadîm,
Nedim ve Şeyh Galip gibi şairler buna örnek verilebilir.
Farsçanın tesiri XIX. yüzyılın tamamında ve cumhuriyetten sonra
yazı devrimine kadar süregelmiştir. XIX. yüzyılın neredeyse son
çeyreğinde doğan İbnülemin Mahmud Kemal de özel Farsça dersleri
almıştır. Osmanlı aydınları içinde makaleye söz konusu edilen
İbnülemin Mahmud Kemal’in seçilmesinin ana nedeni Farsça bilgisine
dair örnekleri Son Sadrazamlar başta olmak üzere bütün eserlerinde
göstermesidir. XIX. yüzyılın neredeyse son çeyreğinde doğan İbnülemin
Mahmud Kemal de resmi ve özel Farsça dersleri almıştır. Farsça hocası
Hüseyin Hüsni Efendi’dir. Bu zat sonraları Selçuklu tarihi sahasında
önemli çalışmalar yürüten Necati Lugal’in babasıdır. Son Asır Türk
Şairleri’nde İbnülemin Farsça hocasının Hüsni Efendi olduğundan bahseder
ve kendisinden Farsça dışında klasik usulde Tefsir, Hadis dersleri
de okuduğunu belirtir (İbnülemin, 1988, 670-680). Babası Mehmet Emin
Paşa’nın, Tanzimatın güçlü sadrazamlarından Arapgirli Yusuf Kamil
Paşa’nın mühürdarı oluşu ve yüksek devlet kademelerinde vazifeleri
nedeniyle seçkin bir grupla bir arada olmasının sağladığı avantajla
seviyeli ve nitelikli sohbetler vasıtasıyla Farsça şiir, darbımesel, deyimler
ve kelam-ı kibarlar nevinden örneklerle sık sık muhatap olması ve
karşılaşması onun da eserlerindeki üslubuna sirayet etmiştir.
Farsçanın Osmanlı aydınları üzerindeki etkisi kesin olmakla birlikte,
döneminin velûd bir yazarı olan İbnülemin Mahmud Kemal özelinde
bu etki değerlendirilecek olursa, oldukça esaslı bir tesirden söz
edilebilir. Tarih, edebiyat ve biyografi türündeki eserleriyle, dini-ahlaki
kaygılarla kaleme alınmış çalışmalarıyla İbnülemin Mahmud Kemal,
yakın tarihimizin en seçkin ve renkli kişiliklerinden biridir denebilir. O,
yakın tarihimizde tezkire (biyografiler) tarzında hazırladığı eserleriyle
bir yandan tarihe mal olmuş şahısların hayatını bize anlatırken; diğer
taraftan tarihteki gizli kalmış pek çok hadiseyi de bize aktarmaktadır.
Onun kaleme almasıyla meçhuliyetten kurtulan aydınlar ve şahısları
müsteşrikler şu şekilde betimler: “Ölüleri dirilten adam veya mezarlıklara
hayat veren kişi (Toros 1992:33).”
174 ● DİVAN EDEBİYATI ARAŞTIRMALARI DERGİSİ
B. İbnülemin Mahmud Kemal İnal’ın Hayatı ve Eserleri
Hakkında Yapılan Değerlendirmeler
1870 yılında İstanbul’da doğan müellifimiz bazı istisnai durumlar
dışında İstanbul’dan ayrılmamış ve 1957 yılında 87 yaşında aynı şehirde
vefat etmiştir. Bir başka açıdan bakılırsa müellif Tanzimat – Meşrutiyet
ve Cumhuriyet (1870- 1957) dönemlerini görmüştür. Bu uzun ömür
sayesinde pek çok olaya bizzat kendisi yaşayarak şahitlik etmiştir.
Ayrıca pek çok konuda birinci elden bilgi verebilmiştir (Şeker, Şemsettin
2009: 7-13). İbnülemin hakkında son zamanlarda yapılmış önemli bir
çalışma da Hüseyin Vassaf’ın kaleme aldığı Kemalü’l Kemal ismindeki
eseridir. Bu çalışmanın değerini artıran giriş bölümünü gözardı etmek
olmaz. Fatih M. Şeker ve İsmail Kara tarafndan hazırlanan Bir Eski
Zaman Beyefendisi, İbnülemin Mahmud Kemâl Kemâlü'l-kemâl, adlı eserin
hiç şüphesiz en kıymetli bölümü Fatih M. Şeker'in "İbnülemin İçin Bir
Entelektüel Portre Denemesi: Osmanlı'dan Cumhuriyet'e Sahih Bir
Köprü" başlıklı yazısıdır (Şeker 2009: 15-66).
İbnülemin‘in eserlerini inceleyenlerin ilk olarak tespit ettikleri, onun
eserinde takındığı kendine has olan üslûbudur (sui jeneris). Bu üslû-
bunu bütün eserlerinde görmek mümkündür. Ayrıca bu yazılarda yaşadığı
yıllarda konuşulan İstanbul Türkçesi hakkında bilgi edinebiliriz.
Özellikle İstanbul Türkçesini yazı devriminden sonraki eserlerinde
Latince olarak yazmaktan geri durmamıştır. “Epi, Pencuşenbih. Füad,
Areb, kındil, haste, heman, heva, oğramak, remezan, veraka, biyaz, Şemsüddin,
selahuddin, nümro” kelimeleri buna örnek olarak verilebilir.
Buradaki seslendirmelerde imla kurallarını, Türk dil kurumundan
bağımsız olarak, imlayı yazar kendisi belirler. Bu kelimelerin okunu-
şunda ve bazı kelimelerin imlasında yaşayan Türkçeden farklılıklar
görülür. Örneğin: Nurüddin, fekat, hisab vb.
İbnülemin Mahmud Kemal İnal’in babası Mehmed Emin Paşa deği-
şik devlet memuriyetlerinde bulunmuştur. Fakat o, daha çok sadrazamlardan
Yusuf Kamil Paşanın mühürdarlığıyla tanınmıştır. Bu sebeple
İbnülemin Mahmud Kemal İnal’i seven dostları onun oturduğu sokağın
eski ismi olan “Muradiye” ismini “Mühürdar Emin Paşa” sokağı olarak
değiştirtmişlerdir. Darülkemal ismini verdiği evinin yaygın adı Sarı
Osmanlı Aydınlarında Farsçanın Tesiri ● 175
Konaktır. İbnülemin, küçük yaşlarda ciddi anlamda tahsil hayatına şair
Mehmet Akif Ersoy’un babası İpekli Tahir’in yanında başlamıştır. Mehmet
Akif’le ders arkadaşlığı ve dostluklarının çok erken bir dönemde
gerçekleşmesi bir tarafa, hemen hemen aynı yaşlarda şiire başlamış-
lardır. Buna rağmen İbnülemin Mahmud Kemal hususi sohbetlerde
hiçbir zaman onu tam anlamıyla bir şair olarak kabullenmediğini ifade
eden cümleler sarf etmiştir.
Arapça öğreniminin yanında yazı sanatı ile ilgili ilkyazı derslerini
almıştır. Dönemin eğitim sistemine göre ilk, orta ve lise eğitiminden
sonra Hukuk eğitimine başlamışsa da devam edememiştir. Bir ara Mülkiye’de
öğrenimine devam ettiyse de bu eğitimini de değişik nedenlerden
dolayı tamamlayamamıştır. Fakat dışarıdan hususi olarak aldığı
derslerle öğrenimini devam ettirmiştir. Bu tahsili sırasında öğrendiği
dersler arasında Tefsir, Hadis ve Farsça v.d. sayılabilir. Musikiyle olan
ilgisi daha gençlik zamanlarında başlamıştır. Bu arada döneminde hayli
popüler olan Fransızcayı da öğrenmiştir. Babasının memuriyetleri
nedeniyle Anadolu’nun bazı vilayetlerinde bulunmuştur. O zaman ki
usûle uyarak kitabetinin düzgün olması nedeniyle ilk devlet memuriyetine
ücret almaksızın iki yıl süreyle devam etti. O günkü adıyla
Babıâli’de en küçük memuriyetlerden başlayarak pek çok birimde görev
aldı. Çalıştığı görevlerden bazıları şöyle sıralanabilir: Sadaret Mektubî
Kalemi, Eyalet-i Mümtaze ve Muhtare Kalemi Müdürlüğü ve Beylikçilik.
Bu resmî görevlerinin yanında geçici olarak yarı resmî kuruluşlarda
Türk-İslam Eserleri müzesi yönetiminde azalık, müdürlük gibi bazı fahri
görevlerde bulundu. Uhdesindeki bu görevlerin en önemlileri arasında
şunlar yer almaktadır: Sultan İkinci Abdülhamit Han’ın hal edilmesinden
sonra Yıldız sarayında bulunan resmi evrak ve jurnalleri tasnif ve
inceleme işi, arkadaşlarıyla beraber Evkaf-i İslamiye Müzesini yani
bugünkü tabirle İslam Eserleri Müzesini kurması; Arkeoloji müzesinde
komisyon üyeliği ve Danıştay üyeliği, Takvim-i Vekâyî gazetesi müdürlüğü
ve Divan-ı Hümayun beylikçiliği. Bu çok farklı alanlardaki görevlerinin
yanında bir süre Düyûn-i Umumiye’de memur olarak çalışmıştır.
Cumhuriyetten sonra Topkapı Sarayı’nda bulunan “Hazine-i Evrak”
denilen arşivin tasnifinde bulundu. Kurucusu olduğu İslamî Eserler
Müzesi’nden 1935 yılında emekli oldu. Uluslararası yapılan değişik
176 ● DİVAN EDEBİYATI ARAŞTIRMALARI DERGİSİ
kongrelerden davetler aldı. Bunlardan ikisi çok önemlidir. Congres de
International des sciences antropologieques et ethnologiques (Londra
1934 und 1938 in Danimarka).
Ölümüne kadar ilmî çalışmalarını sürdürdü. Vefatından çok kısa
süre önce “Hoş Sadâ” ismi verilen son dönem musikişinaslarının biyografilerini
hazırlamakla meşguldü. 1957 yılında İstanbul’da vefat etti.
Yazmış olduğu eserlerden matbu olanların nerdeyse birkaç katı gayri
matbu eserleri mevcut olup bunlardan bazıları yakın zamanlarda neşre
hazırlanmaktadır.
Çocukluğunda arkadaşlıkları olmakla beraber ileri yaşlarda bir
türlü yıldızları barışmadığı Mehmet Akif Ersoy’la birlikte şiir söylemeye
başladı. Devrinin en önemli gazete ve dergilerinde değişik konularda
kaleme aldığı yazıları yayınlandı. Resimli Gazete’nin kurucularındandır.
Bu gazetenin kurucuları arasında Mehmet Akif Ersoy, Yenişehir Fenerli
Hüseyin Haşim ve kendi kardeşi Ahmet Tevfik (ö. 1921) sayılabilir.
Yaptığı önemli işlerden birisi de senelerce büyük bedeller karşılı-
ğında topladığı bütün kitap, dergi, gazete, hat, levha ve resim koleksiyonunu,
tarihî önemi olan yazışmalarını İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi’ne
bağışlamasıdır.
Devrindeki yazarlardan onu farklı kılan veya onların arasında onu
farklı kılan özelliklerin başında namusluluğu, fazileti, zekâsı, hafızasının
sağlamlığı, iyi kalpliliği, tok sözlülüğü, görev kapmak mevki kazanmak
için aşırı hırslı olmayışı ve kimseye karşı yaltaklanmaması ve tabasbustan
uzak duruşu sayılabilir. Özellikle açık sözlü oluşu zaman zaman
dostlarıyla arasındaki kırgınlığın sebebi olmuştur. Hammâmizâde İhsan,
Halil Edhem Eldem ve benzerleri bu isimler arasında zikredilebilir. Aynı
şekilde dönemindeki aydınlarla karşılaştırıldığında İbnülemin, içkiden
uzak olmayı ve bekârlığı tercih etmiştir. İzdivaç konusunda yapmış
olduğu bir iki teşebbüsün arkası gelmemesi de onun bu konuda kasdî
hareket etmediğini gösterir. Evli olmayışı pek çok eserler vermesini
sağlamışsa da muhafazakâr ve değerlerine bağlı Osmanlı toplumunda
bu durum, onun yükselemeyişinde önemli bir rol oynamış ve akranları
gibi önemli devlet görevlerinden göz ardı edilmesine neden olmuştur.
Ayrıca sakal bırakmaması da bunu etkileyen unsurlar arasında
zikredilebilir. Aynı dönemlerde yaşamış olan Zeynelabidin Reşid Bey’in
Osmanlı Aydınlarında Farsçanın Tesiri ● 177
Taktuka isimli eserindeki ifadeler, İnal’ın bu durumuna ışık tutması
bakımından önemlidir: “Avrupa’da bir Osmanlı ile İzzet Paşa’nın konuş-
masından “Bir kaç ay geçer geçmez Dâhiliye nezaretini tebşir ederim, ancak
nasihatımı tut! Sakalını büyüttükçe büyüt! Kıyafet yoksulu çehre züğürdü
olanları gösterecek sakaldır. Başka değil. Şimdi yasdık otunda döşek doldurmaya
kâfi görülsün yeter. dedi.” (Z. Reşid Bey 1327: 4)
İbnülemin Mahmud Kemal, soyadı kanunundan sonra İnal soyadını
aldı. Çalışma sahalarının çok çeşitli ve zengin olmasına rağmen
eserlerini en çok tezkire, edebiyat ve tarih alanında vermiştir. Eserlerini
eski bir geleneğin tesiriyle kendi ismiyle uygun bir şekilde isimlendirmiştir.
Bu onun biraz da Tanpınar’ın deyişiyle “su jeneris” yönüne
işaret eder. Bu duruma örnek olarak Kemâlu’s-Sudûr (Son Sadrazamlar)
Kemâlü’ş-Şuarâ (Son Asır Türk şairleri), Kemâlü’l-Hattatîn (Son Hattatlar),
Kemâlü’l-Hikme adlı eserleri; ismini kullanmadığı ve ismini çağrıştırmayan
diğer eserlerine örnek olarak da Evkaf ve Terâcim-i Ahvâl-i Nüzzâr,
Hoş Sadâ, ve diğerleri... sayılabilir.
İbnülemin Mahmud Kemal İnal’ın Farsçaya ilgisi erken yaşlarda
başlamıştır. Yetişmesinde en önemli katkıyı oluşturan hususi ders almalarında
Farsçaya da yer vermiştir. Son Asır Türk Şairlerinde İbnülemin
Farsça hocasının Hüsni Efendi olduğundan bahseder ve kendisinden
Farsça dışında klasik usulde Tefsir, Hadis dersleri de okuduğunu belirtir
(İbnülemin, 1988, 670-680). Onun Meşrutiyet’ten sonra yıkılan Şehzade
Rüşdi Mektebinde Farsça dersleri alırken yılsonu sınavlarına Farisi
Mümeyyizi sıfatıyla Hüseyin Hüsni Efendi gelmiştir. Aynı zatla Mülkiye
mektebine devam ederken de karşılaşmıştır. Buradaki ders işleyiş
metodundan uzun uzadıya bahseden İnal, resmi kurumlarda talebemuallim
ilişkilerinin sonraki dönemlerde de hususi derslerde devam
ettiğini, aynı zattan Tefsir, Hadis gibi temel İslam bilimlerine ait dersler
okuduğunu Son Şairler isimli eserinde anlatmaktadır. Hocasından bahsederken
eserinde yazdığı satırlar, İbnülemin gibi müşkilpesent birisi için
önemlidir: “Arap ve Fürs lisanlarına hakkile vakıftı, İran şairleri tarzında
şiir okurdu. Çünki onlarla uzun müddet ihtilat etmişti, lisanın
şivesini tamamıyla almıştı. O lisanın edebiyatında emsali nadir idi
(İbnülemin, 1988, 676).
178 ● DİVAN EDEBİYATI ARAŞTIRMALARI DERGİSİ
C. İbnülemin Mahmud Kemal İnal’in Son Sadrazamlar isimli
eserinde yer alan Farsça beyitler /sözler:
İbnülemin Mahmud Kemal’in eserlerinin tamamında yeri geldikçe
Türkçe, Farsça ve Arapça beyitler, kelam-ı kibarlar kullandığını
görmekteyiz. Aşağıdaki bölümdeki alıntılar onun Kemalu’s-Sudûr (Son
Sadrazamlar) adlı çalışmasında yer alan Farsça beyitleri kapsamaktadır.
Bu beyitler içinde Mevlânâ’ya ait olanlar olduğu gibi devrinin şairlerine
ait örnekler de yer almaktadır. Burada yer alan mısra, beyit, atasözü ve
deyiş kabilinden olan cümlelerin bir araya getirilmesinin nedeni, yukarıda
ileri sürülen Farsça etkisinin boyutlarını göz önüne sermektedir.
Ayrıca İbnülemin Mahmud Kemal İnal’in eserinde zikrettiği edebî
cümleleri bugünkü Türkçeye çevirmemesi, bu çalışmadan istifade
edenlerin işini zorlaştırmakta ve metni doğru anlamalarını güçleştirmektedir.
Bu çalışmayla araştırmacıların, metinde geçen Farsça alıntıları
kavraması sağlanmış olacaktır. Her ne kadar konu içinde geçen meselenin
siyak ve sibakından bunun anlaşılabileceği iddia olunsa da bu
biraz tartışmalıdır. Zira Cumhuriyet’ten sonra Farsçanın uzunca bir
süredir ihmalinden dolayı bunların çevirisi ancak yabancı eser çevirilerinde
verilmektedir. İbnülemin’in özellikle bu çalışmasında kullandığı
dil ve üslup ile kendine has kullanımların getirdiği zorluklara, eserinde
kullandığı Farsça beyitler de eklenince anlatılan veya kasdolunanı
kavramak ve doğru yorumlamak güçleşmektedir. Doğru bir okunuşun
ve çevirinin verilmesine bu çerçevede ihtiyaç duyulmuştur. Aynı mısra,
beyit ve cümlelerin tekrarına yer yer işaret etmekle birlikte az bir
bölümünün tekrarı verilmemiştir. Aslında çevirilerinde görüleceği üzere
Türkçemizde de buna benzer pek çok edebî satırlar, beyitler bulunmaktadır.
Fakat burada geçen Farsça etkisinde kullanılan atasözleri, mısra ve
beyitlerin Osmanlı aydını üzerindeki tesiri de açıkça görülmektedir.
Buradaki beyitler kitaptaki sayfa numaraları takip edilerek sıralanmıştır.
Son dönem Osmanlı aydınlarında Farsçanın tesirini göstermek
amacıyla örnek olarak bir aydın seçilmiştir. O aydının, zamanında
herkes tarafından bilinen, tanınan ve Farsça bilgisiyle şöhret bulmuş biri
olmasına dikkat edilmiştir. Belirtilen bu özellikleri üzerinde taşıyan
aydınlardan biri, şüphesiz İbnülemin’dir. Zira İbnülemin, aydın kişili-
ğinin yanında dönemindeki aydınlara nazaran eser verme noktasında,
Osmanlı Aydınlarında Farsçanın Tesiri ● 179
velut bir şahsiyettir. Sadece tezkire tarzında kaleme aldığı eserler bile
dönemindekilere göre karşılaştırılamayacak ölçüde fazladır.
İbnülemin Mahmud Kemal’in bütün eserlerinde onun Farsçayla
olan ilişkisini gösterecek veriler vardır. Ancak eserlerinin tamamı üzerinden
yapılacak bir çalışma makale sınırlarını aşacağı için tek bir eseri
Son Sadrazamlar seçilmiştir.
İbnülemin Mahmud Kemal İnal’in Son Sadrazamlar isimli eserinde
yer alan Farsça beyitleri şöyle sıralayabiliriz:
.Ûøدو אمŘ ïŰآ óÖ אÜ ħÝĘóŜ دijì אمŘ کóÜ
Terk-i kâm-ı hod-râ giriftem tâ ber-âyed kâm-ı dûst (Hâfız)
Sevdiğimin arzusu yerine gelsin diye, kendi zevk ü safamdan feragat
ettim (İbnülemin 1982: 139, 829).
אرŜروز īŰدر ÛùŰאÖ دو óĩĐ رא įýűŊ óĭİ ïĭĨدóì دóĨ
.אرřÖ دیóÖ įÖóåÜ یóŜد אÖ ůÝìijĨآ įÖóåÜ ůřŰ įÖ אÜ
Merd-i hıredmend-i hüner-pîşe-râ ömr do bâyest der in rûzgâr
Tâbe yekî tecribe âmûhtî bâ digerî tecribe bordi be-kâr
Kabiliyetsiz fakat akıllı adamın iki ömür sürmesi gerekir.
Bu ömrün birinde tecrübe kazanacak, diğerinde bu tecrübelerini tatbik
edecektir (İbnülemin 1982: 256).
.ÛøijřűĬ دور אز Û×éĀ įĬאĨز ģİא אÖ Ûøدو یóűŜ ħŘ įĬאĨز įŘ įÖ آن
An beh ki zamâne kem gîrî dûst bâ ehl-i zamâne sohbet ez-dûr nîkûst
Menfaat üzerine kurulu arkadaşlıklar yerine, çok az samimi arkadaş edinmen
daha hayırlıdır (İbnülemin 1982: 256).
.אدÖ ïŰõĨ تóĩĐ و ÛĤدو įýűĩİ ůĜאÖ
Bâkî hemîşe devlet u ömret mezîd bâd.
Devletin daim, ömrün uzun olsun (İbnülemin 1982: 303).
180 ● DİVAN EDEBİYATI ARAŞTIRMALARI DERGİSİ
.ÛøאïűŊ אرشıÖ אز ijřűĬ אلø
Sâl-i nîkû ez-bahâreş peydâst.
Bir senenin iyi mi kötü mü olacağı baharından bellidir (İbnülemin 1982:
341).
Ûøא فóè īŰא óűùęÜ ůÝűŜ دو ûŰאøآ
ّÖ ėא دĭĩüאن ïĨאرא
Öא دوÝøאن ĉĥÜ
Asâyiş-i do gîtî tefsîr-i in harf est
Bâ-dûstân talattuf bâ-düşmenân mudârâ
İki dünyada da saadetin anahtarı şu iki kelimenin manasında gizlidir;
Sevdiklerinle hoşça, düşmanlarla da sû'-i zann ve gazap makulesini ketm
edip hüsn-i mu'âmele ve iltifat etmektir (İbnülemin 1982: 398).
.ردõŝÖ õűĬ īŰא
În nîz beguzered.
Olacak olan olur (İbnülemin 1982: 463).
.ÛùŰو یijø ÷ĭåÖ ÷Řóİ ģűĨ
Meyl-i herkes be-sûy-ı cins-i veyst.
Herkesin temayülü kendisi gibi olanadır (İbnülemin 1982: 465,1133).
ĬאïŰïŊ אÛø در אęĤאظ و đĨאijĀ ûűĬאب
ّ ل Üא آóì אو ijıø و ĉìאÛø
ůĭđŰ אز אو
Nâ-pedîd est der-elfâz u meâniyeş savâb
Ya’nî ez-evvel tâ âher-i û sehv u hatâst
Onun sözleri ve tanımlamalarının tamamı doğruluktan uzaktır.Yani
onun söylediklerinin hepsi baştan sona yalan dolandır (İbnülemin 1982: 478).
įĨאíÖ دردم ĿāĜ ïŰאűĬ
وĭĥĜ ijĤא אijŰ ůĤم אل űĜאįĨ
Osmanlı Aydınlarında Farsçanın Tesiri ● 181
Ne-y-âyed kıssa-i derdem be-hâme
Ve lev kulnâ ilâ yevmi’l-kıyâme
Çektiğim acılardan kıyamete kadar bahsetsem kalemimle bunların hiç birisini
yazmama imkan yoktur (İbnülemin 1982: 495, 1211).
įŘ óİ زÖאûĬ دóŝŰ و دل دóŝŰ
óŝä óÖ ûĬزد ïŰא×Ö ēűÜ
Her ki zebâneş diger u dil diger
Tîg be-bâyed zedeneş ber-ciger
Kimin dili başka kalbi başka söylüyorsa o zaman ol kimsenin kalbine bir
hançer saplamak gerekir (İbnülemin 1982: 497).
.ÛùűĬ óŝŰد ħĭĨ
Menem diger nîst.
Benim dışımda hiç kimse bunu edemez, yapamaz, çünkü ben bu işte
herkesten daha iyiyim (İbnülemin 1982: 559).
.ůĩĥùّ Ĩ אتóÖ ïĬא אدهïĬ رא ÷Ř
Kes-râ ne-dâde end berât-ı müsellemî
Kimsenin masum olduğuna dair elinde beratı yoktur (İbnülemin 1982:
563).
īÝìijĨآ īĘ و ħĥĐ رא óıŜ ïÖ
دאدن ÛøïÖ ůĕűÜ رאõİن
Bed güher-râ ilm u fen âmûhten
Dâden tîgî be-dest-i râh-zen
Ahlakı bozuk birine ilim ve fen öğretmek; yol kesen bir eşkiyanın eline kı-
lıç tutuşturmaya benzer (İbnülemin 1982: 581).
182 ● DİVAN EDEBİYATI ARAŞTIRMALARI DERGİSİ
وאی وאی åŘא åĨאل óűÖïÜ
óűåĬز אرõİ ïĀ و دنóŜ ŗŰ
Vay vay! Kocâ mecâl-i tedbîr
Yek gerden u sad hezâr zencîr
Vay benim başıma gelenler ki vay, nereden [bu meseleye] bir çözüm
bulayım ki, bir tek boynumda yüzbin zincir dolanmış (İbnülemin 1982: 586).
دijýĬ אنøآ įŘ ÛùűĬ ůĥřýĨ
دijýĬ אنøאóİ įŘ ïŰאÖ دóĨ
Müşkili nîst ki âsân şeved
Merd bâyed herâsân neşeved
Halledilmesi zor hiç bir mesele olmaz, fakat insanoğlu da her şeyin de
kolayca çözüme kavuşamayacağını da iyi bilmesi gerekir (İbnülemin 1982: 714).
ü įĘóĈאóŜدی įŘ درس ůĨ دïİ אÝøאد رא.
Turfe şâgird ki ders mî dehed üstâd râ
Dün mektebe başlamış talebe, bugün hocasına ders vermeye kalkıyor.
(İbnülemin 1982: 818)
.אدÖ آ אدÖ įŒ óİ
Her çe bâd – â – bâd!
Ne olursa olsun! (İbnülemin 1982: 826).
.Ûøدو אمŘ ïŰآ óÖ אÜ ħÝĘóŜ دijì אمŘ کóÜ
آóűü įœĬאن رא ïĭŘ روõĨ įÖאج
אűÝèאÛùä אűÝèאÛùä אűÝèאج
Ançe şîrân râ koned rubeh mizâc
Ihtiyâcest ihtiyâcest ihtiyâc
Arslanların mizacını değiştirip tilkiye döndüren şey başkasına muhtaç
olmaktır (İbnülemin 1982: 879).
Osmanlı Aydınlarında Farsçanın Tesiri ● 183
אìژאژ אنűıÝĭĨ ijŜ زهóİ אنŰïÝ×Ĩ
Mübtediyân herze-gû, müntehiyân jâjhâ.
Bidayette gelenler küstah, nihayette olanlar ise yalancı (İbnülemin 1982;
928).
رijíĨ ħĔ īđĭŘ įÖ ïŰآ אزÖ įÝýŝĩŜ ėøijŰ
رijíĨ ħĔ אنÝùĥŜ روزی دijü אنõèא Ŀ×ĥŘ
Yûsuf-ı gomgeşte bâz âyed be Ken’an gam me-hôr
Külbe-i ahzân şeved rûzî gulistân gam me-hor
Kaybolan Yusuf tekrar Kenan iline dönecek, hüzün harabeleri artık tekrar
gülistana dönecek (kederlenme) (İbnülemin 1982: 928).
èאýĨّ ÛäאĈא ÛùűĬ روی دل آرאم رא.
Hâcet-i meşşâta nîst rûy-ı dil-ârâm râ
Güzel bir yüzün makyöze ihtiyacı olmaz (İbnülemin 1982: 1098).
Řאر ŊאŘאن رא űĜאس אز ijìد óűŝĨ.
Kâr-ı nâ-pâkân râ kıyâs ez hod me-gîr.
Merd-i hakkı nefsine tutma nazir. (Çelebioğlu 1967: 11)
Temiz kişilerin işini kendine kıyas tutma. (İbnülemin 1982: 1103).
.ÛùŰو یijø ÷ĭåÖ ÷Řóİ ģűĨ
Ű įÖijÜא رب אز دروغ óĘ ůÖوغ.
Tevbe Yâ Rab! Ez durûğ-ı bî-fürûğ.
Ey Allah‘ım, bu keder verici faydasız yalanlardan sana tövbe ediyorum.
(İbnülemin 1982: 1147).
.אدïĬ یõűŒ אóĨ īűùéÝÖ õä
Cüz be tahsîn me râ çîzî ne-dâd.
Kuru bir övgüden başka bize bir şey vermedi. (İbnülemin 1982: 1148).

184 ● DİVAN EDEBİYATI ARAŞTIRMALARI DERGİSİ
ģŜ אی رijíĨ אن×ĔאÖ ÛűÖóÜ ÕŰóĘ
.ïİאijì ůĨ بŻŜ א
ّ
Ĩא ïİد ůĨ آب įŘ
Ferîb-i terbiyet-i bâğbân me-hor ey gül
Ki âb mî-dehed ammâ gulâb mî-hâhed.
Ey gül, bahçıvanın seni yetiştirmek için gösterdiği çaba ve gayret seni şa-
şırtmasın.
Öyle ki o sana su verir, lakin senden buna karşılık gül suyu ister.
(İbnülemin 1982: 1151)
.دאرد ůĬאĕĘ įÝ×Ĥא ردijì ůĩìز įŘ óİ
Her ki zahmî hored elbette figânî dared.
Yarası olan elbet figan ve feryad eder (İbnülemin 1982: 1160).
.نïŰد ïĭĬאĨ دijÖ ůŘ نïűĭü
Şenîden key boved mânend-i dîden
Duymak hiç bir zaman görmek gibi değildir (İbnülemin 1982: 1190).
دوÝøאن رא دïŰه İאی ïűüijŊ ÕűĐه אÛø
ijì ÕűĐد رא אز زÖאن دĭĩüאن Öאïűĭü ïŰ.
Dûstân râ dîdehâ-yı ayb pûşîde est
Ayb-ı hod râ ez zebân-ı düşmenân bayed şenîd
Dostlarımız kusurlarımızı görmezden gelirler, kusurlarımızı ancak düş-
manlarımızdan işitmemiz gerekir (İbnülemin 1982: 1342).
ėŘ در אدتıü ÛýŝĬא ijœĩİ
Hemcû engüşt şehâdet der keff-i tersâ garîb
Garip bir Hıristiyan’ın avucundaki şehadet parmağı gibi". (İbnülemin
1982: 1547).
ĭŜאřİאر و ijìدرאی ijıüت ÛøóŊ
ÛùĨ رijĩíĨ روز و Õü ÛĥęĕÖ
Osmanlı Aydınlarında Farsçanın Tesiri ● 185
Günahkâr u hodrây şehvet-perest,
Be-gaflet şeb u rûz mahmûr mest.
Günahlara dalmış, şehvetin batağında ve üstüne üstlük gece gündüz, zil
zurna sarhoş (İbnülemin 1982: 1568).
אرijø ijĬ ģęĈ ijŒ رא ÛĬאĭĐ دאرد یóŝŰد
įŒóŜ در ČאĭĐ óİאن אűÝìאر دאده אïĬ
Diğeri dâred inânet-râ cevv-i tıfl nev-süvâr
Gerçi der zâhir inân ihtiyâret dâd-end.
Senin bineğinin dizginleri başkasının elindedir, tıpkı ata yeni binen
çocuk gibi, gerçi görünüşte dizginler onun elindedir (İbnülemin, 1982, 1570).
ÛùűĤאì įŘ ó×Ĩ אنĩŜ įýűÖ óİ
.ïüאÖ įÝęì śĭĥŊ įŘ ïŰאü
Her bîşe gümân me-ber ki hâlist
Şâyed ki peleng hofte bâşed.
Sanma ki Orman sahipsizdir, belki ormanın içinde bir panter (Kaplan)
uyumaktadır. (İbnülemin 1982: 1581).
روی אŻøم ĩĬאïŰ دل ŘאóĘ دאرد.
Rûy İslâm nümâyed dil-i kâfir dâred.
Zahiri Müslüman gösteriyor fakat kafir bir kalbi var (İbnülemin 1982:
1660).
אāÝìאر אوÛùűĤ در ä óİא ز ĝĨ ģŰijĉÜאل
Ihtisâr evlâst der her câ ze-tatvîl-i makâl.
İhtisar etmek sözü uzatmaktan her zaman yeğdir (İbnülemin 1982:1710).
אلĩŘ ħùŰijĬ ijŒ אیïä درد ĿāĜ
אïä įĨאĬ אïä įĨאì ïĭŘ įĤאĬ אïä دل
Kıssa-i derd-i cüdâyî çü nevîsem Kemâl
Dil cüdâ nâle koned hâme cüdâ nâme cüdâ
186 ● DİVAN EDEBİYATI ARAŞTIRMALARI DERGİSİ
Ey (İbnülemin Mahmud) Kemal Firkat acısını bahsetmeye yazmağa kalksam,
kalbim onun ayrılık acısıyla sızlar, kalemim yas tutar, yazdığım mektup dahi
şikayet eder. (İbnülemin 1982: 1789).
Öאźی óøش ز ïĭĩüijİی
یïĭĥÖ אرۀÝø ÛĘאÜ ůĨ
Bâlâ-yı sereş ze-hûşmendî
Mî-tâft sitâre-i bulendî
O öyle zeki ki, başının üzerinde mutluluk yıldızı parlamaktadır
(İbnülemin 1982: 1833).
.õűŝĬא įĭÝĘ Ûøرא אز įÖ õűĨآ ÛéĥāĨ دروغ
Durûğ-i maslahat-âmîz bih ez râst-ı fitne-engîz
Faydalı bir yalan, mesele çıkartan, fitne koparan bir gerçekten daha iyidir
(İbnülemin 1982: 1847).
ijýÖی אی óìدïĭĨ אز آن دوÛø دÛø
.Ûùýĭĩİ دijÖ ÛĬאĭĩüد אÖ įŘ
Be-şûy ey hıredmend ez ân dûst dest
Ki bâ-düşmenânet boved hem-nişest
Ey akıllı adam, O dosttan uzak dur ki senin düşmanlarınla sürekli oturup
kalkar. (İbnülemin 1982: 1847).
אزÖ אÖ אزÖ óÜij×Ř אÖ óÜij×Ř - ÷ĭåĤא ďĨ ÷ĭåĤא
El cins ma’al cins. Kebûter bâ-kebûter, bâz bâ-bâz
Cins cinsi ile her kuş alayıyla uçar, güvercin güvercinle, şahin şahinle
birlikte olur. (İbnülemin 1982: 1921).
ęÜ īűÖאوت ره אز åŘא Üא åřÖא
Beyn-i tefâvüt-i reh ez kocâ tâ be-kocâ!
İki yolun birbirinden ne kadar farklı olduğuna dikkatlice bak (İbnülemin
1982: 1997).
Osmanlı Aydınlarında Farsçanın Tesiri ● 187
ůĬאĩűýŊ آرد אژÖ įŘ אریŘ ïĭŘ ģĜאĐ אóŒ
Çerâ âkil koned kârî ki bâj âred peşîmânî
Pişmanlık duyacağı işi akıllı adam niye yapar? (İbnülemin 1982: 2003).
óĨغ ijŒن زóŰک įÖ دאم אÖ ģĩéÜ ïÝĘאïŰش
Morg çün zîrek be-dâm ofted tahammül bâyedeş.
Akıllı tavuk tuzağa düşüp yakalanınca, (kurtulmak için) sabretmek
zorundadır (İbnülemin 1982: 2007).
ïĭÝøאì óÖ و ïĭÝęŜ و ïĭÝùýĬ
Nişestend u goftend u berhâstend.
Oturdular, konuştular, sonra kalkıp gittiler (İbnülemin 1982: 2042).
Ûøא وی ÷ĭä یijø įÖ ÷Řóİ ģűĨ
÷ĭä אل אنŘ ijĤو ÷ĭä אل ďĨ ÷ĭä אل
Meyl-i herkes be sûy-ı cins-i vey est
El-cins ma’al cins velev kânel-neces
Herkesin temayülü kendisi gibi olanadır. Her cins ancak kendi cinsini
çeker, meğer pislik bile olsa. (İbnülemin 1982: 2071).
رijąè įĩİ ůĜאÖ و یÉűè ůÖ įčéĤ ŗŰ
Yek lahza bî-hayâî u bâkî heme huzûr.
Bir an için de olsa utanmazlık insanı ömür boyu rahat ettirir. (İbnülemin
1982: 2074).
ïĭŘ ůĨ אijİ įÖ دم īűĨز įÖ óø
ïĭŘ ůĨ אŰر ćùÖ ïŰóĘ ůĭđŰ
Ser be-zemîn dom be-hevâ mî-koned
Ya’nî Ferîd bisat riyâ mî-koned
(Damat) Ferid [sözde] başı secdede sırtı göğe dönük,
fakat riyakarlık yapıyor. [Aslında din ile diyanetle bir alakası yok.]
(İbnülemin 1982: 2085).
188 ● DİVAN EDEBİYATI ARAŞTIRMALARI DERGİSİ
אبóü نijŒ ůĨאóè óİ دیijĩĬ ůÝùĨ óŜא آه
آن زĨאن ijĥđĨم ůÝýŜ در ıäאن űýİאر ÛùűŘ
Ah eger mestî nümûdî her harâmî çün şarâb
An zemân ma’lûm geştî der cihân huşyâr kîst
Bu beytin Esad Muhlis Paşa tarafından vezinli mükemmel bir
çevirisini de burada zikretmek gerekir.
Mey gibi her bir harāmın sekri olsaydı eğer
Ol zaman mālum olurdu mest kim, huşyār kim
Eğer işlenen her günah insanı şarap gibi sarhoş etseydi, O zaman günah
işlemeyenler günah işleyenlerden kolayca ayırt edilebilirdi. Kimin sarhoş kimin ayık
olduğu hemen anlaşılırdı. (İz 1990: 183) (İbnülemin 1982: 2091).
ůÖאóĐ אی į×đŘ įÖ ůøóĬ ħøóÜ
.ÛùĬאÝøóęŘ įÖ روی ůĨ ijÜ įŘ ره īŰאŘ
Tersem ne-resî be Ka’be ey Arabî
K’in reh ki to mî-revî be-küfristânest
Ey Arabi korkarım Kabe’ye erişemezsin, çünkü senin yolun Küfristana
gitmektedir (İbnülemin 1982: 2091).
.آب óÖ ûĝĬ
Nakş ber-âb.
Su üzerine yazı yazmak (İbnülemin 1982: 2093).
אīŰ אل óàی و אل Űóàא אåŘ īŰא و آن åŘא
Eyne’s-serâ ve’s-süreyyâ. İn kocâ vü ân kocâ?
Yer nerede? Süreyya yıldızı nerede?
O nerede bu nerede (İbnülemin 1982: 2099).
ÛùűĬ ůøر אدŰóĘ و دمóŘ ůùÖ אدŰóĘ
ÛùűĬ ůùŘ وزهóűĘ Ŀ×Ĝ īŰא در įŘ אŰijŜ
Osmanlı Aydınlarında Farsçanın Tesiri ● 189
Feryâd besî kerdem u feryâd resî nîst
Gûyâ ki der în kubbe-i fîrûze kesî nîst
O kadar çok feryad-ı figan ettim ki, kimse yardımıma koşmadı,
Sanki bu masmavi gökkubbede hiç kimse yok, yaşamıyor (İbnülemin
1982: 2129).
İbnülemin Mahmud Kemal yukarıdaki beyitlerin her birisine Son
Sadrazamlar isimli eserinde münasebet ve ilgi kurmanın yanında, beyitleri
yer ve durum gözeterek de zikretmiştir. Eskilerin “muhtasar yapacak
kadar vaktim yok“ sözüne masadak sayılabilecek bazen birkaç kelimeden
oluşan bir deyim, söz veya vecize sayfalar dolusu verilebilecek bilgiye
karşılık gelebilmektedir.
Müellif de bu hakikati göz önüne alarak burada geçen Farsça
ibarelerin yanı sıra konuya uygun olmak şartıyla Türkçe ve Arapça
edebi beyitler ve ifadeleri de kullanmıştır. Fakat Farsça beyitlerin ve ibarelerin
derlenmesine bizi sevk eden amil bunların diğer dillerde olan
örneklere göre çeşitliliğinin fazla oluşu olmuştur.
Burada bazı beyitlerin seçilme nedenlerini ilgili sayfalarda
anlatılanlar ışığında anlamak daha kolaydır. Mesela eserinde ilk defa
geçen Farsça cümle “Terk-i kâm-ı hod-râ giriftem tâ ber-âyed kâm-ı dûst
(Hâfız): Sevdiğimin arzusu yerine gelsin diye, kendi zevk ü safamdan
feragat ettim.“ örneğinde şuna vurgu yapılmaktadır: İbnülemin, Tanzimat’ta
sonra Sadrazamalık görevine gelmiş olan Mehmed Rüşdü
Paşa’nın dönemini anlattığı ve ona ait hususiyetlerden söz ettiği ilgili
sayfalarda kendisinin bazı menfi özelliklerinden birisi olarak mesuliyet
almaması ve fedakar olmayışını zikreder ve bu tutumunu tenkit eder.
Devletin gaileli zamanlarında Mehmed Rüşdü Paşa’nın vazifeden kaç-
tığını ve kendisini ve şahsi menfaatini öne çıkardığını bu beyit ışığında
açıklar ve beytin öncesi ve sonrasını, “Devlet ve millet uğrunda nefsini
tehlükeye oğratmaktan ve menfaati ammeye fida etmekten sakınanlar
bu sözün iddia ettiği şeye uygun hareket etmediklerinden halka dair
idari işlerde yöneticilik hakkına sahip olamazlar.“ diyerek sözü tamamlar.
Doğru olanın idareceinin vatan, millet menfaatine canını malını her
şeyini feda etmesi olduğunun altını çizer. (İbnülemin 1982: 138-139).
190 ● DİVAN EDEBİYATI ARAŞTIRMALARI DERGİSİ
Aynı sözün geçtiği diğer bir yerde Mehmed Esad Safvet Paşa’nın
Osmanlı-Rus Harbi sırasında şavaşa girilmemesi hakkındaki reyinde
sebat edememesi ve görevi bırakmaktan korkması ve istifası halinde
Midhat Paşa gibi sürgüne gönderilmekten çekinmesini doğru bulmayarak
burada şahsi menfaatlerini hesaba katmadan hareket etmesinin
yerinde olduğunu teyiden aynı cümleyi tekrar eder. (İbnülemin 1982:
829).
Yusuf Kamil Paşa’nın anlatıldığı bölümde geçen Farsça beyit
hakkında şunlar söylenebilir: Kamil Paşa gibi kıymetli bir devlet adamı,
İbnülemin’in yerinde sanki iki hayata sahipti. Birinci ömründe hükümet
idaresi bağlamında gerek Mısır’da bulunduğu sırada gerekse İstanbul’a
geldikten sonra uzun yıllar değişik görevlerde bulunmuştu. Sadaret
öncesi yaptığı bu görevler onu her bakımdan geliştirmiştir. Bu sayede
vezirazam olarak görev yaptığı süreçte oldukça başarılı olmuştur.
Karşılaştığı olağanüstü hadiselerde bocalamayarak üstesinden gelmiştir.
Bunu edebi olarak ifade etmek isteyen İbnülemin de aşağıdaki beyitle
bunu sade bir şekilde ifade edebilmiştir. “Merd-i hıredmend-i hünerpîşe-râ
ömr do bâyest der in rûzgâr/Tâbe yekî tecribe âmûhtî bâ digerî
tecribe bordi be-kâr“. Kabiliyetsiz fakat akıllı adamın iki ömür sürmesi
gerekir, /Bu ömrün birinde tecrübe kazanacak, diğerinde bu tecrübelerini
tatbik edecektir. Bu beyti verdikten sonra “ … Mentuku gibi Kamil
Paşa sanki iki ömre nail olmuştu. Zira alem-i hükümetde nazarî ve
tecribî vükufu pek mükemmel idi (İbnülemin 1982: 256).
Aynı sayfada yer alan “An beh ki zamâne kem gîrî dûst/ bâ ehl-i
zamâne sohbet ez-dûr nîkûst: Menfaat üzerine kurulu arkadaşlıklar
yerine, çok az samimi arkadaş edinmen daha hayırlıdır.“ Beyitinden
hareketle Yusuf Kamil Paşa’nın dostlarının azlığı söz konusu edilecek
olursa şahsi çıkarlara dayalı suni dostlukların kalıcı olamayacağına
işaret ederek asıl dostluğun samimi ve içten olmasının önemine işaret
eder (İbnülemin 1982: 256).
Yusuf Kamil Paşa bu düstura sıkı sıkıya bağlı olduğundan içinde
taşıdığı bazı özel hallerini açtığı gerçek dostları oldukça azdı. İbnülemin
bir Arapça sözü de buna ilave eder: El-âkil la yetekellemü illâ li-hucceti
evi’l-hâceti; Akıllı insan bir delile dayalı olarak veya gerektiğinde konu-
şur. İbnülemin’in yazdığı konuların geçtiği yerlere göre alıntıladığı bir
Osmanlı Aydınlarında Farsçanın Tesiri ● 191
beyit veya bir cümle bazen de bir kelime sayfalara sığmayacak izahatı
okuyucuya verebilmektedir.
Son Sadrıazamlar isimli eserin Midhat Paşa bölümünde verdiği “ Sâli
nîkû ez-bahâreş peydâst. Bir senenin iyi mi kötü mü olacağı baharından
bellidir (İbnülemin 1982: 341), sözüyle sadrazamlık makamına getirilen
zatın göreve başlamasında yağmurlu bir güne tesadüf etmesinden
hareketle bu sözü söylemektedir. Aslında Midhat Paşa‘nın sadaret görevine
getirilmesinin doğru bir seçim olmadığının bir işareti olarak atandığı
gün yaşanan hava muhalefeti ve şiddetli yağmur delil gösterilerek
hem kendisi hem de herkes için zor zamanların başlayacağına telmihte
bulunmaktadır.
Yine Midhat Paşa‘yı anlattığı yerde, onun doğruluk ve doğru
sözlülüğünün başına işler açtığını ifade ederken cari olan usule riayet
etmediğini Sadi-yi Şirazi’nin bir beytiyle anlatmaktadır. “Asâyiş-i do gîtî
tefsîr-i in harf est/Bâ-dûstân talattuf bâ-düşmenân mudârâ: İki dünyada
da saadetin anahtarı şu iki kelimenin manasında gizlidir; Sevdiklerinle
hoşça, düşmanlarla da sû'-i zann ve gazap makulesini ketm edip hüsn-i
mu'âmele ve iltifat etmektir (İbnülemin 1982: 398). Bu bahse delil olarak
ayrıca Yusuf Kamil Paşa’nın İbnülemin’in babası Mehmed Emin Paşa
olan nasihatını delil olarak getirmektedir. “İnsan minare gibi doğru olup
da sadematı rüzgâre karşı durarak yıkılmakdan sakınmalıdır. Serv gibi
doğruluğu muhafaza ile beraber biraz da rüzgâre mümaşat etmelidir“
(İbnülemin 1982, 397).
İnal, bütün eserlerinde açıklamaya muhtaç veya yeri geldiğinde uygun
bulduğu örnekleri sadece Farsçadan seçmemiştir. Günümüzde
kaleme alınmış benzer ilmi eserlerde rastlanmayacak bir tarzda Arapça,
Türkçe manzum dörtlükleri, kıtaları, beyitleri, deyiş ve vecizeleri eserine
serpiştirmiştir. Üslup olarak o günün mantığıyla yazılmış eserlerle metot
benzerliği taşımaktadır. Metin içind verilen örneklerin tamamı yerli
yerinde olup metnin anlaşılırlığına katkı sunmaktadır. Aynı üslup bizde
çoğunlukla konuşma dilinde anekdot nakli olarak tebarüz etmektedir.
Yazılı dilde verilen örnekler alıntı esaslarına bağlı olarak bir metin
parçası veya ifadenin değişik biçimlerde nakli şeklindedir.
192 ● DİVAN EDEBİYATI ARAŞTIRMALARI DERGİSİ
Sonuç
İbnülemin Mahmud Kemal İnal’in eserlerinde Farsça edebi beyitler
ve cümleler kullanması Osmanlı aydınları arasında tek bir örnek
değildir. Buna dair dönemin diğer güçlü kalemlerinin çalışmalarına
veya devre ait kaleme alınmış hatıra nevinden eserlere de bakıldığında
benzer örneklere rastlamak mümkündür. Burada İbnülemin’i farklı kılan
husus -devrindeki pek çok aydına göre- tarih, biyografi, roman, hatırat
nevinden gerçekleştirdiği yayınlarında yer yer başta Türkçe olmak üzere
Farsça ve Arapça beyitler ve veciz cümleleri kullanmış olmasıdır.
Aslında bu Osmanlı yazım geleneğinde yüzyıllardır devam edegelen şiir
ve edebiyatın hayatın ortasında yer almasıyla da alakalıdır.
Osmanlı’dan devrolunan bu miras Cumhuriyetin ilk yıllarında
Osmanlı bakiyesi ilim adamları ve aydınlar tarafından bir süre daha
devam ettirilmişse de yeni dönemde Farsça eğitiminin tatil edilmesi
sebebiyle birlikte yirminci yüzyılın ikinci yarısından itibaren bu örnekler
kaybolmaya yüz tutmuştur. Her ne kadar Farsça, imam- hatip okullarında
tekrar ders olarak okutularak yeniden ihya edilmek istenilmişse
de zihniyet inkılabı ve batıya yüzünü çevirmiş bir yeni Türkiye’de
kendisine yer bulamamıştır.
Eskilerin cevami’ü’l-kelîm diyerek takdir ettikleri ve az sözde çok
manalar belirtme çabasının güzel örnekleri, İbnülemin Mahmud Kemal
İnal’in eserlerinde, yerinde kullanılan veciz bir cümle, deyim ya da beyitte
görülmektedir.
Osmanlı Aydınlarında Farsçanın Tesiri ● 193
Kaynaklar
AKÜN, Ömer Faruk (2000), “İbnülemin Mahmud Kemal“, DİA, Ankara,
XXI, 249-262.
ATEŞ, Ahmet (1945),“Hicri VI-VIII (XII-XIV) asırlarda Anadolu'da Farsça
eserler“, Türkiyat Mecmuası, VII-VIII, İstanbul.
DANKOFF Robert (1990), Evliya Çelebi in Bitlis. Leiden 1990.
GÖVSA, İbrahim Alâeddin (1934), Meşhur Adamlar, İstanbul 1934, II, 763.
GÖVSA, İbrahim Alâeddin (1946), Türk Meşhurları, Yedigün Matbaası, İstanbul.
1946.
GÖLPINARLI, Abdülbaki (1949) “İslam ve Türk illerinde Fütüvvet Teşkilatı
ve kaynakları“, İ.Ü. Iktisat Fakültesi Mecmuası, XI, 1-4, 3-354.
HÜSEYİN VASSÂF, Kemâlü'l-Kemâl (2009), İbnülemin Kitapları, nr. 3314.
HÜSEYİN VASSÂF, Sefîne-i Evliyâ-yı Ebrâr, I-V, Süleymaniye Ktp., Yazma
Bağışlar, I, 214-220
IBNİ BİBİ (1956), el-evāmīrü’l- ‘Alā’iye, tıpkıbasım, Ankara.
İNAL, İbnülemin Mahmud Kemal (1942) Son Asır Türk Şairleri, İstanbul, XII.
cüz, 2201-2242.
İNAL, İbnülemin Mahmud Kemal (1958), “20 Nisan 1910 (7 Nisan1326) tarihinde
kendi dilinden hal tercümesi”, Hoş Sadâ, s.XVI-XVII; İstanbul.
İNAL, İbnülemin Mahmud Kemal (1982), Osmanlı devrinde Son Sadrazamlar,
İstanbul.
İZ, Fahir (1971), "İnal, İbn al-Amin Mahmud Kemâl", EI2(İng.], s.1199-1200;
İZ, Mahir (1990), Yılların İzi, İstanbul.
KARAİSMAİLOĞLU, Adnan (2001), “Gecikmiş bir Tenkit: Osmanlı Topraklarında
Fars Dili ve Edebiyatı Kitabı” Yedi İklim, 137; 53-58.
KARTAL, Ahmet (1999), “Farsça’da Türkçe Kelimeler ve Fars Edebiyatı’nda
“Türk” Kavramı ile İlgili Unsurlar”, Bilig, 1999, 11, 31-54.
KARTAL, Ahmet (2002), “Karahanlı, Gazneli ve Selçuklu Saraylarındaki
Edebi Faaliyetler üzerine Düşünceler”, Bilig, 2001, 13, 21-65.
KARTAL, Ahmet (2002), “Anadolu’da Farsça Şiir Söyleyen Şairler (XI-XVI.
Yüzyıllar) Türkler”, 2002, VII, 682-695.
KARTAL, Ahmet (2007), “Türk Fars Edebî ilişkileri”, Türk Edebiyatı Tarihi, I,
İstanbul.
194 ● DİVAN EDEBİYATI ARAŞTIRMALARI DERGİSİ
KARTAL, Ahmet (2008), Şiraz’dan İstanbul’a, Türk Fars Kültür Çoğrafyası Üzerine
Araştırmalar, İstanbul.
KARATAY, Fehmi Edhem (1962), Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi farsça
Yazmalar Katalogu, İstanbul.
KOÇU, Reşad Ekrem (1958), “Abdülhamid II devrinde kaba sakal modası”,
İstanbul Ansiklopedisi, I, İstanbul, 82-83.
KREİSER, Klaus (1993), “Persisch als Schulsprache bei den osmanischen
Türken“, Sprach- und Kulturkontakte der türkischen Völker, Materialien
der zweiten Turkologen Konferenz (13-16 Juli 1990) Wiesbaden.
KÜÇÜK, Mustafa (2006), “Vambery, Casus bir Türkologun Türkiye ve
Avrupa’ya bakışı“, Arşiv Dünyası, İstanbul, 5; 35-39.
MARDİN, Yusuf (1988), Kocataş Yalısı Anılarım, İstanbul.
ORTAÇ, Yusuf Ziya (1963), Bir Varmış Bir Yokmuş: Portreler, İstanbul .
RİYAHİ, Muḥammed Emin (1995), Osmanlı Topraklarında Fars Dili ve Edebiyatı,
çev: Mehmet Kanar, İstanbul.
RÖMER, Claudia (1981), „Der Einfluss der Übersetzungen aus dem
persischen auf die Entwicklung des osmanischen im 14. Und 15.
Jahrhundert“, Wiener Zeitschrift, 73, Wien, 89-114.
ŞEKER, M. Fatih, Kara İsmail (2009), Bir Eski Zaman Efendisi İbnülemin Mahmud
Kemal (Hüseyin Vassaf’ın Kemalü’l-Kemal adlı eseri), İstanbul.
ŞEKER, Şemsettin (2009), „İbnülemin Mahmud Kemal İnal’in Tarihî Romanı:
Sabih“ basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi Türkiyat
Enstitüsü.
TANPINAR, Ahmet Hamdi (1958), “İbnül Emin Mahmut Kemal'e Dair“,
Hoş Sadâ içinde, XLV1-LV; İstanbul,
TOROS, Taha (1992), Mazi Cenneti, İstanbul, 31 -48;
TOROS, Taha (1998), Türk Edebiyatından Altı Renkli Portre, İstanbul, s. 87-116
ÜYEPAZARCI, Erol (2000) “İbnülemin Mahmud Kemal’in Sadrazam Yusuf
Kamil Paşa ile ilgili bir risalesi” Müteferrika, sy. 17, İstanbul, 47-50,
“Kamil Paşa’nın sadareti ve Konak meselesi”, 51-71.
YENİ TÜRK ANSİKLOPEDİSİ (1985), “İnal“, Ötüken yayınları, IV, 1438.
YÜCEL, Hasan Âli (1958) “Üstad İbnülemin Mahmut Kemal İnal”, Hoş Sadâ,
s. XI-XXXIV; İstanbul.
ZEYNELABİDİN REŞİD BEY (1327/1911), Taktuka, Halep.

Konular