HÂFIZ–FUZÛLİ KARŞILAŞTIRMASI

ÖZET
Klasik Türk edebiyatından bahseden kaynaklar, İran edebiyatının
Türk edebiyatına etkisinden söz etmektedirler. Bu etkinin ne boyutlarda
olduğunun anlaşılabilmesi için çok yönlü karşılaştırmalara ihtiyaç
vardır. Ancak derinlemesine bir araştırma yapmadan Firdevsî,
Feridüddin Attar, Nizamî-i Gencevî, Mevlânâ, Sadî, Ömer Hayyam,
Hâfız-ı Şîrâzî, Molla Câmî gibi isimleri saymak bile bu etkiye ışık
tutacak mahiyettedir. Bu isimlerden Firdevsî’nin Şehnâme, Attar’ın
Tezkiretü’l-evliyâ ve Mantıku’t-tayr, Mevlânâ’nın Mesnevî, Sadî’nin
Bostan ve Gülistan, Molla Câmî’nin Bahâristan ve Ömer Hayyam’ın
rubaileriyle Türk şairleri üzerinde etkili olduğu bilinmekte diğer
şairlerin hangi alanda ne kadar etki ettiği pek bilinmemektedir. Bu
etkinin anlaşılmasına katkı sağlamak amacıyla biz de Hâfız ile Fuzûlî
Divanlarını birkaç açıdan karşılaştırmak istiyoruz.
İran edebiyatının büyük gazel şairi Hâfız-ı Şîrâzî ile Türk
edebiyatının büyük şairi Fuzûlî arasındaki etkileşimi anlamak için
öncelikle bu şairlerin içinde bulundukları sosyal ve siyasi şartlara bir
göz atmak yerinde olur sanırız. Sonra bu şairlerin hayatlarına ve edebi
şahsiyetlerine değinerek şiirdeki başarılarından söz etmek istiyoruz.
Hâfız 14. yüzyılda yaşamış büyük bir İran şairi, Fuzûlî ise 16.
yüzyıl Türk edebiyatının büyük şairlerinden biridir. Elbette iki ayrı
edebiyatın iki büyük ismini bütün özellikleriyle bir makale çerçevesinde
karşılaştırma imkânı olmadığının farkındayız. Bu sebeple genel bir
değerlendirmede bulunabilmek için şiirlerinin bazı yönlerine değinecek
ve örnek olmak üzere şairlerin birer gazelini ve nesre çevrilmiş biçimini
vereceğiz.
Yaşadıkları çağlar, kullandıkları diller ve işledikleri konular göz
önüne alındığında daha kapsamlı çalışmalara ihtiyaç duyulduğu
görülecektir.
Anahtar Kelimeler: Hâfız-ı Şîrâzî, Hâfız-ı Şîrâzî Divanı, Fuzûlî,
Fuzûlî Divanı, Hâfız-Fuzûlî karşılaştırması.

*Bu makale Crosscheck sistemi tarafından taranmış ve bu sistem sonuçlarına göre orijinal bir makale olduğu
tespit edilmiştir.
**Okt. Abant İzzet Baysal Üniversitesi, Türk Dili Bölümü, El-mek: tahmis@mynet.com
300 Hamdi BİRGÖREN
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 8/8 Summer 2013
THE COMPARISON BETWEEN HAFIZ AND FUZULİ
ABSTRACT
The resources mentioning the Classical Turkish Literature state
the Persian Literature’s influences on it. In order to diagnose the scales
of this influence, some multi-faceted comparisons are needed. But
before a detailed analysis, mentioning the names of such as Hafız-ı
Şirazi, Firdevsî, Feridüddin Attar, Nizamî-i Gencevî, Sadî, Ömer
Hayyam, Molla Câmî and Mevlana has an explaining character on this
influence. Among these people Attar’s Tezkirretul Evliya (Biographies of
the Saints) and Mantıku’t-tayr(The Conference of the Birds),Firdausi’s
Shahnameh(The Book of Garden), Molla Cami’s Bahārestān, rubaies
Ömer Hayyam and Mevlana’s The Masnavi are known as having
influences on the Turkish poets. However, it is not known that how
much other poets have influences on and in what realms they were
affective. So as to provide a contribution for an understanding, we want
to make a comparison between the diwans(collection of the poems) Hafiz
and Fuzuli.
In order to understand the interaction between the ghazal poet of
the Persian Literature, Hafiz Sirazi, and the great poet of the Turkish
Literature, Fuzuli, it is favorable for us to take a glance at the social and
political conditions in which they lived. After that, we want to talk about
these poets’ successes in the realm of poetry by mentioning the lives
and the literary personalities of them.
Hafiz was a great Persian poet who lived during the 14th century,
on the other hand Fuzuli was one of the great Turkish poets who lived
during the 16th century. Of course, we are aware of the fact that there is
no opportunity for us to compare the two great poets of the two different
literatures in all aspects within an article. Therefore, in order to make
general assessment, we are going to mention some points of the poems
and present each poet’s one of the ghazals and their prose versions as
examples.
When the ages in which they lived in, the languages they wrote
and the topics they mentioned are considered, it is going to be seen that
more comprehensive studies are needed.
Key Words: Hafiz Sirazi, the Diwan of Hafiz Sirazi, Fuzuli, the
Diwan of Fuzuli, the comparison between Hafiz Sirazi and Fuzuli.
Giriş
Anadolu’da oluşmaya başlayan Türk edebiyatının temelinde Farsçanın ve İran şairlerinin
etkisi her zemin ve zamanda dile getirilen bir husustur. Bu etkileşimin dini, tarihi ve sosyal
sebepleri vardır.
İslam dininin Arap Yarımadası’ndan başlayarak yayılmaya başladığı bilinmektedir.
Araplara yakın olan İranlılar, Orta Asya’da bulunan Türklere göre daha önce Müslüman olmuş ve
İslam medeniyeti dairesine girmişlerdir. Türklerse İslam’ın doğduğu Arap Yarımadası’na
uzaklıkları dolayısıyla İranlılardan sonra Müslüman olmuşlardır. Hatta Türklerin Müslüman
Hâfız–Fuzûli Karşılaştırması 301
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 8/8 Summer 2013
olmasında İranlıların etkisi de vardır. Türkler Müslüman olup İslam medeniyetine dahil oldukları
zaman İranlılar zaten bu medeniyetin bir parçasıydı.
Türkler, yeni dinin kutsal kitabı başta olmak üzere dinle ilgili kaynakların Arapça oluşu
sebebiyle Arap dilini öğrenirken aynı medeniyet içerisindeki İranlıların dili Farsçayı da öğrenme
ihtiyacı duydular. Çünkü İslam dini ve tasavvufi anlayış daha çok Fars diliyle kendilerine
ulaşıyordu.
Tarihteki Türk göçlerinin Orta Asya’dan Anadolu’ya doğru olduğu ve bu göçlerin yüzyıllar
boyu sürdüğü düşünülecek olursa Türk şairlerinin Farsça yazan şairlerden etkilenmemesi gibi bir
durum söz konusu olamazdı. Aynı coğrafyada, aynı siyasi yönetimler altında yüzlerce yıl birlikte
kalan iki ayrı kültürün birbirine tesir etmemiş olması eşyanın tabiatına aykırıdır. İran coğrafyasında
Samaniler, Gazneliler, İlhanlılar, Selçuklular, Karakoyunlular, Akkoyunlar, Safevîler vb. siyasi
yapılar altında aynı kaderi paylaşan Türkler ve Farslar, birbirlerinden her konuda etkilenmişlerdir1
.
Anadolu’ya ayak basan Türk devleti Selçukluların resmi dillerinin Farsça oluşu, Orta Asya’dan
Anadolu’ya Selçuklularla gelen Türklerin medreselerde Arapça ve Farsça öğrenerek geldikleri de
hesaba katılacak olursa Anadolu’da oluşacak Türk edebiyatının temelinde niçin Farsça etkisinin
bulunduğu kolaylıkla anlaşılabilir.
Anadolu’da Selçuklulardan itibaren Türkçe eserler yazılmaya başlandıysa da Türk yazar ve
şairleri kendilerinden önce İslam medeniyeti dairesi içerisinde büyük bir edebi seviye elde eden
İran şairlerinin emeği olan önemli eserleri incelemekten ve onları örnek alıp benzerlerini, hatta
daha iyileri oluşturmaktan da hiç rahatsızlık duymamışlardır2
. Aslında Osmanlı medreselerinde
Arapça ve Farsça bir yabancı dil olarak görülmüyordu. Medreselerde dini ve beşeri ilimler yanında
Arapça ve Farsça devamlı okutulmaktaydı. Türk yazar ve şairleri Türkçe eserler kadar Arapça ve
Farsça eserler de yazıyorlardı. Hacı Bektaş (1209-1271)’ın Makalâtı Arapça, Mevlânâ (1207-
1273)’nın eserleri Farsça, Sultan Veled (1226-1312)’in bazı eserleri Farsça, bazı eserleri Türkçe
idi. Bizim karşılaştırma konusu yapacağımız Fuzûlî’nin Arapça, Farsça ve Türkçe eserleri vardır3
.
Avrupalı yazar ve şairlerin zaman zaman eski Yunan ve Latin kaynaklarına geri dönmeleri
gibi Anadolu’daki Müslüman Türk şair ve yazarları da aynı medeniyet içerisinde daha önce yer
almış olan Fars şair ve yazarlarının eserlerine müracaat ediyorlardı. Bu anlamda eserlerine
müracaat edilen Fars şairlerinden birisi de hiç kuşkusuz Hâfız-ı Şîrâzî’dir. Hâfız’ı Şîrâzî, şiirleri
dünyanın değişik dillerine tercüme edilen büyük bir şairdir4
.
Biz bu çalışmamızda Hâfız-ı Şîrâzî ile Fuzûlî’yi bazı açılardan karşılaştıracak ve Hâfız’ın
Fuzûlî üzerindeki etkisini tespite çalışacağız. Daha önce bu alanda çalışmalar yapan Hasibe
Mazıoğlu “İslami edebiyatta kişisel yetenek çok önemlidir5
” dediği yazısında bu iki şairin
karakterlerinin şiire yansıması üzerinde durarak Hafız’ın rindane tarzla birlikte felsefi düşüncelere,
Fuzuli’ninse aşıkane duygularla tasavvufi düşüncelere ağırlık verdiğini, Hafız’ın hayata iyimser
bakmasına karşın Fuzuli’nin biraz karamsar olduğunu6 belirtmek suretiyle genel bir değerlendirme
yapmaktadır. Biz bu çalışmamızda iki şair arasındaki etkileşimin hangi temalar üzerinde
yoğunlaştığını tespit etmeye çalışacağız.
Hâfız’ın Fuzûlî üzerindeki etkisini tespit için Fuzûlî’nin Farsça Divanı’nı esas almanın
daha iyi olacağı düşünülebilir. Ancak öyle bir karşılaştırma belki Fars edebiyatı içerisindeki bir
çalışmanın konusu olabilir. Bizim yapmak istediğimiz şey Fars edebiyatının Türk edebiyatı

1 Agah Sırrı Levend, Türk Edebiyatı Tarihi, C. I, TTK, Ankara 1973, s. 218-226.
2 Hasibe Mazıoğlu, “Fuzuli’de Hafız-ı Şîrâzî Etkisi”, Fuzuli Üzerine Makaleler, TDK Yayınları, Ankara 1997, s. 201.
3 Agah Sırrı Levend, a.g.e., s. 42.
4 A.g.e., s. 50.
5 Hasibe Mazıoğlu, a.g.e., s.199-223.
6A.g.e., s. 210.
302 Hamdi BİRGÖREN
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 8/8 Summer 2013
üzerindeki etkisini tespite çalışmaktır. Çalışmamız için Divan-ı Hâfız7 ve Fuzulî’nin Türkçe
Divanı8
esas alınmış, gazeller ve beyitler bu divanlardaki sıraya göre verilmiştir. Hafız Divanı’ndan
seçilen beyitlerin Latin harflerine aktarılması ve Türkçeleştirilmesi tarafımızdan yapılmıştır.
Hafız ve Fuzuli’nin edebi kişiliklerinin oluşmasında çağlarının etkisini ortaya koyabilmek
için dönemlerine hakim olan siyasi ve sosyal yapılarla birlikte şairlerin hayatlarına da yer verilecek
ve ardından aşk, harabat, rint ve zahit, gül ve bülbül, anlam benzerliği ve dini terimleri kullanma
gibi kendi tespit ettiğimiz hususlar üzerinde durulacaktır.
Şiirlerdeki muhteva karşılaştırmalarına örnek olmak üzere her iki şairin meyhane ve şarap
konuları etrafında oluşturulmuş birer gazelini aktaracağız.
Hâfız-ı Şîrâzî
Türk edebiyatı kaynaklarında Hâfız-ı Şîrâzî ismiyle tanınan büyük gazel şairinin asıl ismi
Hoca Şemseddin Muhammed bin Bahaüddin Şîrâzî H.Ş. 706 (M.1326/27) yılında Şiraz’da dünyaya
gelmiş ve H.Ş. 769 (M.1389/90) yılında yine Şiraz’da vefat etmiştir9
.
Hayatı hakkında tezkirelerin verdiği bilgiler halk arasında dolaşmakta olan söylencelerden
öteye geçmemektedir. Aslında hayatının ve edebi anlayışının ayrıntılarına ait bilgileri yine de
Divan’ında yer alan kendi şiirlerinden çıkarmak mümkün olabilmektedir. Tezkirelerin verdiği
bilgilere göre ticaretle uğraşan bir ailede dünyaya gelmiştir. Buna göre ailesinin Hâfız’ın eğitimini
destekleyecek maddi bir güce sahip olduğu söylenebilir. Küçük yaşta Kur’ân-ı Kerîm’i ezberlediği
için Hâfız ismiyle tanınmıştır. Doğum yerine istinaden de Şîrâzî denmiştir. Hâfız, küçük
denebilecek yaştan itibaren Muzafferoğulları’nın divan katibi olarak memuriyete başlamış ve
geçimini genellikle memuriyet yoluyla temin etmiştir10
.
İran edebiyatının olduğu kadar dünya edebiyatının da önemli şairlerinden biridir. Şiirlerinin
çoğu gazel biçiminde olduğu için gazel şairi olarak bilinir. Kendisinden sonra gelen İran şairleri
üzerinde en çok tesiri olan şair Hâfız’dır dense yanlış olmaz sanırız. Gazelleri, İslam medeniyet
dairesindeki diğer dillere çevrildiği gibi 18 ve 19. yüzyıllarda Batı dillerine de çevrilmiştir. Bu
tarihten itibaren artık Hâfız-ı Şîrâzî dünya klasikleri arasında yerini almıştır. Her yıl Şiraz’daki
mezarı başında yapılan anma törenlerine uluslararası araştırmacılar ve bilim adamları
katılmaktadır11
.
Mezarı, İranlıların ziyaret ettiği önemli kutsal mekanlardan biridir. Şiirleri lisânü’l-gayb
(sırların dili) olarak kabul edilir. İranlılar tarafından mezarı, gerçek âşıkların ziyaret yeri sayılır.
Şiirlerinden fal bakmak da yine İranlılar arasında çok yaygındır12
.
Hâfız Divanı’nın defalarca Türkçeye tercümesi ve şerhleri yapılmış13, şiirlerine nazireler
yazılmıştır. Türk şairleri üzerindeki etkisini Yahya Kemal’e kadar gözleyebilmekteyiz14
.

7 Hafız Divanı için bkz. ; (www.3jokes.com)pdf.4Shared>
8 Fuzuli Divanı için bkz. Kenan Alyüz vd., Fuzûlî Divanı, Akçağ Yayınları, Ankara 1990.
9 Zindeginame-i Hafız, Zindeginame-i Şuarâ ve Dânişmendân, Şiir ve Hüner.
10 Helmut Ritter, “Hafız”, İslam Ansiklopedisi, MEB, C. V/1, İstanbul 1986, s. 65-71.
11 Ali Rıza Kerimi, Şiir ve İlim. , Tahran 1391.
12 Zindeginame-i Hafız, Zindeginame-i Şuara ve Danişmendan, Şiir ve Hüner.
13 Hâfız Divanı Şerhlerinden 16. yüzyılda Surûrî (ö.1561/62), Şem’î (ö. 1591), Sûdî (ö. 1598) ve Konevî(ö.1828)’nin
şerhleri Türk edebiyatının meşhur şerhlerindendir. Bkz. Ömür Ceylan, Tasavvufî Şiir Şerhleri, Kapı Yayınları, İstanbul
2000, s. 9.
14Yahya Kemal’in Rindlerin Ölümü başlıklı iki bendlik şiirinin ilk bendi şöyledir:
Hafız’ın kabri olan bahçede bir gül varmış,
Yeniden her gün açarmış kanayan rengiyle.
Gece, bülbül ağaran vakte kadar ağlarmış
Hâfız–Fuzûli Karşılaştırması 303
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 8/8 Summer 2013
Fuzûlî
16. yüzyıl Türk edebiyatının büyük şairlerinden biri de Fuzûlî’dir. Edebiyat kaynaklarımız
olan tezkirelerimizin bahsetmesine rağmen hayatı ile ilgili bilgiler sınırlıdır. Doğum yeri konusu
bile ihtilaflıdır. Bağdat, Kerbelâ veya Hilleli olduğunu söyleyenler vardır. Yine doğum tarihi
konusunda da farklı bilgilere rastlamaktayız. Sâdıkî’nin Mecma’u’l-havâs’ında Selçuklular
zamanında Irak bölgesine gelip yerleşen Bayat aşiretine mensup bir aileden olduğuna dair bilgi
vardır15
.
Çok sayıda eser sahibi olan Fuzûlî’nin hayatına dair ayrıntılar yine de eserleri yoluyla elde
edilmektedir. Mazıoğlu, Farsça Divanı’nda Akkoyunlu hükümdarı Elvend Bey (ö. 1504) için
yazılan kasideye istinaden bu tarihlerde en az 20-25 yaşlarında olması gerektiğini, dolayısıyla
Fuzûlî’nin doğumu için 1480 civarının verilebileceğini söylüyor16. Asıl adı Mehmet olan Fuzulî,
Matlau’l-İtikâd adlı eserinde babasının isminin Süleyman olduğunu bildirmektedir17. Türkçe ve
Farsça Divanlarının önsözlerinde küçük yaşta şiire başladığını, Fuzûlî mahlasını kendisinin
seçtiğini, “ilimsiz şiir, temelsiz duvar gibidir” düşüncesinden hareketle ilimle meşgul olmaya
başladığını öğreniyoruz18
.
İçinde doğup büyüdüğü aile, yoğrulduğu kültür ortamı ve eğitim kurumlarında gördüğü
tahsilin de etkisiyle Arapça, Farsça ve Türkçe şiir yazabilecek kadar güçlü bir şairdir. Geçim
sıkıntısından dolayı zaman zaman memleketinden ayrılmak istese de ömrünün sonuna kadar bu
bölgede kalmıştır. Geleneğe uygun olarak devlet ileri gelenlerine yazdığı kasidelerle geçimini
temine çalışmıştır. Akkoyunlu hükümdarı Elvend Bey’den başka 1508’de Bağdat’ı işgal eden
Safevî hükümdarı Şah İsmail’e de kaside sunmuştur19
.
Fuzûlî, Kânûnî’nin 1534’teki Bağdat Seferi üzerine kaside yazarak padişaha takdim
etmiştir. Kânûnî ile Bağdat’a gelen Osmanlı şairlerinin istemesi üzerine Leyla ile Mecnun’u
yazdığını, bu mesnevinin sebeb-i telif bölümünde ifade etmektedir20. Fuzûlî daha sonra Bağdat
valilerine de kasideler yazarak durumunu arz etmiştir. Evkaf gelirlerinden kendisine bağlanan çok
cüz’i bir parayı da alamaması üzerine meşhur Şikayetname’sini kaleme alarak Celalzade Mustafa
Paşa’ya ulaştırılmak üzere İstanbul’a göndermiştir21
.
Fuzûlî’nin Rüstem Paşa’ya kaside yazdığı, Kânûnî’nin oğlu Bayezit’le yazıştığı da
bilinmektedir. Hayalî Bey, Taşlıcalı Yahya gibi önemli şairlerin ve bizzat Kânûnî (Muhibbî)’nin
Fuzûlî’ye nazireler yazması, döneminde şairliğinin takdir edildiğini göstermesine rağmen, Safevî
hükümdarı Şah İsmail’e kasideler yazmasından ve belki de sahip olduğu Şiî görüşleri dolayısıyla
Osmanlı yönetiminden beklediği ilgiyi gördüğü söylenemez.
Bir zamanlar Akkoyunlu, ardından Safevî ve sonunda Osmanlı yönetimine geçmiş
coğrafyada bulunmanın sebep olduğu siyasi ve maddi sıkıntılar, Ehl-i Beyt’e duyduğu aşırı sevgi,
Kerbelâ gibi acı olaylara sahne olmuş bir bölgenin verdiği karamsarlıkla keder ve ıstırap şairi
olmuştur. Ömrünü ilim tahsili ve şiir yazma uğraşıyla geçirmiştir. Zaman zaman Osmanlı şairlerine

Eski Şîrâz’ı hayâl ettiren rengiyle.
Bkz. Yahya Kemal, Kendi Gök Kubbemiz, Yahya Kemal Enstitüsü Yayınları, İstanbul 1974, s. 93.
15 Abdülkadir Karahan, “Fuzuli”, İslam Ansiklopedisi, TDİA, C.13, İstanbul 1996, s. 240-246.
16 Hasibe Mazıoğlu, Fuzûlî ve Türkçe Divanı’ndan Seçmeler, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1986, s. 2.
17 “Hakiki ve ana konuların meşgul olmakla şeref kesbeden ve al-Fuzûlî lakabıyla anılan âciz kul, Muhammed b.
Suleyman der ki...” Fuzûlî, Matla’u’l-itikâd fî Ma’rifeti’l-Mabda’i ve’l-Ma’âd, (Haz. Muhammed b. Tâvît At-Tancî),
DTCF Yayınları, TTK Basımevi, Ankara 1962, s. 3.
18 Kenan Akyüz vd., Fuzûlî Divanı, Akçağ Yayınları, Ankara 1990, s. 14.
19 Abdülkadir Karahan, a.g.e., s.241.
20Külliyât-ı Divan-ı Fuzûlî, Ahter Matbaası, (İstanbul) 1308, s. 242.
21 KARAHAN Abdülkadir, a.g.e., s. 241.
304 Hamdi BİRGÖREN
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 8/8 Summer 2013
gıptayla bakar. Kendi kıymetinin anlaşılmamasından şikayet eder. Fırsat bulabilirse Anadolu’ya
gitmek istediğini yazar. Yaşarken maruz kaldığı karamsar duygular şiirine de yansır.
Fuzûlî, İslami konulara vâkıf, tasavvufun inceliklerine hâkim, Hazret-i Peygambere ve Ehli
Beyt’e karşı aşırı muhabbet besleyen inançlı bir şairdir. Divanı’nın başındaki tevhidi, Peygamber
için yazdığı Su Kasidesi, Ehl-i Beyt için yazdığı şiirleri onun samimi duygularını gösterir. “Geçdi
Fuzûlî” sözünün ebced karşılığı olan 963/1566 yılında Kerbelâ’da vefat etmiştir22
.
Ahdî, Fuzûlî’den bahsederken üç dilde şiir ve inşâya kâdir, âlim, fâzıl, hoş yaratılışlı,
hoşgörülü ve tatlı dilli olduğunu, zamanın ilimlerine vâkıf bulunduğunu kaydediyor23. Şiirleri ve
nesirleri herkes tarafından beğenilen Fuzûlî, alçak gönüllü, dünya malına tamah etmeyen, fakirliğin
ve kanaatin verdiği huzuru hiçbir şeye değişmeyen bir gönül adamıdır. Türkçe, Arapça ve Farsça
olmak üzere çok sayıda eserin sahibidir24
.
Türkçe eserleri: Türkçe Divan, Leylâ vü Mecnun, Beng ü Bâde, Terceme-i Hadîs-i
Erba’în, Sohbetü’l-esmâr manzumdur. Hadîkatü’s-süedâ’sı ile mektupları nesirdir.
Farsça eserleri: Farsça Divan, Sâkînâme, Hüsn ü Aşk (Sıhhat ü Maraz), Enîsü’l-kalb25
manzumdur. Rind ü Zâhid, Risâle-i Muammâ mensurdur.
Arapça eserleri: Arapça şiirleri bir divan oluşturacak kadar çoktur. Matlaü’l-itikâd ise
mensur bir eserdir.
Kerbelâ bölgesinde dünyaya gelen şair, tarihin en acıklı olaylarından birine sahne olan bu
coğrafyanın halk üzerindeki hüznü, matem duygusunu derinden hissetmiştir. İranlı şair Hüseyin
Vâiz’in Ravzatü’ş-şühedâ adlı eserine nazîre olarak yazılan Hadîkatü’s-süedâ, örnek alınan eseri
geçmesi bir yana, Kerbelâ konusunda yazılan eserlerin en başarılısı olarak yüzyıllarca Türkler
arasında makamla okunmuştur26. Bu eser, dilindeki sadelik ve akıcılık, duygularındaki samimiyet
ve okuyanlar üzerindeki tesir dolayısıyla aranan kitaplar arasında yer edinmiştir. Tefsir ve hadis
ilmine vukufiyet, Ehl-i Beyt’e karşı gösterdiği sonsuz ihtiram, Kerbela olayını anlatmadaki
samimiyet, Türkçeyi kullanmadaki başarı Alevî-Bektaşî çevrelerde yedi ulu ozandan biri olarak
değerlendirilmesine sebep olmuştur.
Fuzûlî’nin şair kişiliğini oluşturan ögeleri sayarken ilk sıralarda içinde doğup büyüdüğü
bölge halkının sürekli canlı tutmaya çalıştığı sıkıntılı ve karamsar Kerbelâ atmosferini göz önünde
bulundurmak ve yine döneminde geçerli olan tefsir, hadis, matematik, astronomi, astroloji, kimya,
İran mitolojisi vb. akli ve nakli ilimleri saymak gerekir. Türkçe yazdığı şiirler için XV. yüzyıl şairi
Necâtî (ö. 1509), Çağatay şairi Ali Şir Nevâî (ö. 1501); Farsça yazdığı şiirler için de Hâfız-ı Şîrâzî
(ö. 1390), Nizâmî-i Gencevî (ö. 1209), Molla Câmî (ö.1492) gibi isimleri zikretmek gerekir.
Ancak doğuştan gelen bir şairlik yeteneğiyle Fuzûlî, örnek aldığı şairlerin fevkinde bir
üslup ve şahsiyet oluşturabilmiş önemli şairlerimizden biridir.

22 Hasibe Mazıoğlu, Fuzûlî ve Türkçe Divanı’ndan Seçmeler, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1986, s. 11.
23 Ahdî, Gülşen-i Şuara, (Haz. Süleyman Solmaz), AKM Yayınları, Ankara 2005, s.459-461.
24 Fuzûlî’nin eserleri ve içerikleriyle ilgili bkz. Abdülkadir Karahan, “Fuzûlî”, İslam Ansiklopedisi, TDİA, C. 13,
İstanbul 1996, s. 244-246; Haluk İpekten, Fuzuli (Hayatı, Edebi Kişiliği, Eserleri ve Bazı Şiirlerinin Açıklamaları),
Ankara 1973, s. 24-55; Hasibe Mazıoğlu, Fuzuli Üzerine Makaleler, TDK, Ankara 1997, s. 24-39; Büyük Türk
Klasikleri III, “Fuzuli”, Ötüken-Söğüt, İstanbul 1986, s. 308; Cevat Heyet, Azerbaycan Edebiyat Tarihine Bir Bahış,
Tahran 1385 (April, 1980), s. 36.
25 Hasibe Mazıoğlu, Enîsü’l-Kalb’in Farsça Divan’da yer alması gereken bir kaside olduğunu belirterek Farsça Divan’ın
başına yerleştirmiştir. Bkz. Hasibe Mazıoğlu, Fuzûlî Farsça Divan, TTK Basımevi, DTCF Yayınları, Ankara 1962, s.
17.
26 Abdülkadir Karahan, a.g.e., s.245
Hâfız–Fuzûli Karşılaştırması 305
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 8/8 Summer 2013
Çağlarının şairler üzerine etkisi
Hâfız
Hâfız-ı Şirâzî’nin yaşadığı Şiraz bölgesi, uzun zaman Büyük Selçukluların yönetimi altında
kalmıştı. O sıralar Şiraz tarihte ilim, sanat ve edebiyat alanında en parlak devrini yaşıyordu. Büyük
Selçukluların zayıflayarak bölgedeki kontrollerini kaybetmelerinin ardından Türklerin Bayat
boyundan olan Salgur Atabeyleri hakimiyetlerini ilan ettiler (1147). Küçük bir beylik olan
Salgurlular, hemen yanı başlarında boy gösteren Timurluların saldırılarından emin olabilmek için
onlara haraç vererek varlıklarını sürdürmeyi denediler27. Bu sayede mevcut olan ilmi ve edebi
yapıyı bir süre daha muhafazaya çalıştılar. Hâfız’ın dünyaya gözünü açtığı devrede bölgenin gururu
ve manevi değerleri ayaklar altındaydı. Yönetimde Muzafferoğulları Beyliği vardı. Hâfız, Bu
yöneticilerin yanında divan katibi olarak saraya dahil oldu. Emir Mubarizeddin’in halka zulüm ve
baskı uyguladığı dönemde hayatın acı yüzünü tadarak kötü muamelelere maruz kalan Hâfız, lirizm
yönü güçlü, alaycı ve iğneleyici şiirlerini Emir Mubarizeddin’in riyakar ve baskıcı tutumunu
eleştirmek için kaleme almıştır. Aslında şair, halka zulmeden yöneticileri eleştirmek istemiştir.
Onun şiirleri olumsuzluklarla alay eden, kinaye yoluyla eleştiren, acı sözlerle uyaran, bir o kadar da
ıslah etmeyi amaçlayan şiirlerdir. Alaycı, iğneleyici bir üslup geliştirmiştir. Kendisinden önceki
Fars şiiri ya Sadi’de olduğu gibi âşıkâne ya da Mevlânâ’da görüldüğü gibi tasavvufî bir karakter
gösteriyordu. Hâfız’sa bu iki anlayışın birlikte kullanıldığı ve kendisine kadar bu güzellik ve
olgunlukta kullanılmayan yeni bir üslup getirdi. Onun şiiri, İran ve İslam kültürünün yeni bir
harmanlamasıdır. Firdevsî, şiirini oluştururken önünde birikmiş bir destan kültürü vardı. Ancak
Hâfız’ın önünde zulme, haksızlıklara, yolsuzluklara maruz kalmış bir çağın insanı vardı. Hâfız,
birlikte yaşadığı mazlum ve mahrum insanın macerasını şiirleştirmiştir28. Bir beytinde “Hâfız,
cihan şahının kalemi rızıkları taksim eder, geçim endişesiyle yanlış fikirlere sapma” demektedir:
Hâfız kalem-i şâh-ı cihân muksim-i rızk est
Ez-behr-i ma’îşet me-kon endîşe-i bâtıl G. 304/9
Burada da alaycı üslup kendisini gösteriyor: “Cihan Şahı (Mubarizeddin) dünyalıkları
veriyor, sen geçim kaygısıyla yanlış fikirlere sapma” biçiminde şahı övüyor gibi görünüyorsa da
aslında söylemek istediği şudur: Cihân’ın gerçek sahibi (Mâlikü’l-mülk, Allah)nin kalemi herkesin
rızkını taksim etmiştir. Öyleyse ne yiyip ne içeceğiz kaygısıyla yanlış yollara sapma.
Fuzûlî
Fuzûlî, Bağdat ve Kerbelâ civarında dünyaya gelip hayatını bu bölgede geçirdi. Tarih
boyunca baskınlara, işgallere, yağmalara dolayısıyla açlık, kıtlık ve sefalete maruz kalmış bir
coğrafyada yaşadı. 1480 civarında doğduğunu kabul edecek olursak yaşadığı bölge Akkoyunlulara
bağlıydı. Zaten Fuzûlî’nin Akkoyunlu beylerinden Elvend Bey’e yazdığı Farsça kaside bunu
göstermektedir. Aynı bölgenin 1508 yılında Şah İsmail tarafından işgal edildiğini görüyoruz. Şah
İsmail geldiği zaman Fuzûlî ona da kasideler sunmuştur. Her işgal, peşinden vergileri, açlığı,
sefaleti getirir. Bölge bir süre sessiz kaldı ise de bu sessizlik yeniden bozuldu. Bağdat Valisi
Zülfikar Han, İran şahı ile arası açıldığından 1529 yılı başlarında Kânûnî adına hutbe okutup para

27Türkler Ansiklopedisi, Yeni Türkiye Yayınları, C. 8, Ankara 2002, s. 652.
28Hafız-ı Şirazî, Sazman-ı Tebliğat-ı İslamî,
306 Hamdi BİRGÖREN
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 8/8 Summer 2013
bastırmış, şehrin anahtarlarını da İstanbul'a yollamıştı. Bunun üzerine İran şahı ordusuyla Bağdat'a
gelerek Zülfikar Han'ı idam ettirmiş, yerine de Tekeli Mehmet Han'ı vali tayin etmişti. O sıralarda
Osmanlı hükümdarı Kânûnî Sultan Süleyman, Viyana ile uğraşmaktaydı. Yine aynı zamanlarda
Bitlis ve çevresi hakimi olan Şeref Han, yönettiği toprakların Safevî toprağı olduğunu ilan etti.
Bunun üzerine Osmanlı’nın yönünü Doğuya çevirmesi farz oldu. 1533 yılında Veziriazam İbrahim
Paşa’yı İran sınırına gönderen Kânûnî 1534 yılında Irakeyn Seferine çıktı. İbrahim Paşa’nın öncü
ordusuyla Kânûnî’nin ordusu Tebriz’de birleşti. İbrahim Paşa oradan hareketle 1534’ün kasım
ayında Bağdat’a girdi. Şehirde ciddi bir direnişle karşılaşılmadı. Şehrin yağmalanması önlendiği
gibi mezar, türbe ve vakıf eserlerinin tamamı onarıldı. Fuzûlî, Kânûnî’ye 70 beyitlik bir kaside
takdim etti. Kendisine vakıf gelirlerinden 9 akçe maaş bağlandı29
.
Hazret-i Hüseyin’in şehadeti gibi Şiîler tarafından düzenlenen her muharrem ayındaki yas
merasimlerine sahne olan coğrafyanın verdiği hüzün, sık sık değişik yönetimlerin işgal girişimleri
bölge halkını karamsarlığa sürüklemiş ve çocukluğundan itibaren felaketlere, sıkıntılara maruz
kalan Fuzûlî’yi bir ıstırap şairi yapmıştır. Bu yüzden aşk konusunu işlerken bile sürekli aşkın
verdiği hüznü ve ıstırapları dile getirir. Ona göre dünya hayatı geçicidir, bu geçici hayat da insana
sürekli acı ve ıstırapları tattırmaktadır. Onun şiirlerinde ağır basan temalar aşk, aşkın verdiği
ıstıraplar, karamsarlık, dünyanın geçiciliği, bir köşeye çekilip hüznüyle baş başa kalmaktır30
.
Bir gazelinde “Bundan sonra benden dosta kavuşmanın zevkini istemeyin, çünkü ben
kavuşmanın zevkini, ayrılığın acısıyla değiştirdim. Ey bahçıvan, beni gül bahçesini seyretmekten
mazur tut, çünkü ben gül bahçesini seyretmeyi hüzünler evi (külbe-i ahzân) ile değiştirdim”
demektedir:
Dahi zekv-i visâl-i dost şevkin istemen benden
Ki ben zevk-i visâli mihneti hicrâna değşirdim
Beni ey bâğ-bân mâ’zur tut gül-zâr seyrinden
Ki ben gül-zâr seyrin külbe-i ahzâna değşirdim G. 197/2-3
Rızık konusunda da endişe etmediğini, çünkü kendisi gibi bekâ ehlinin geçici dünya ehline
kul olmaktan fariğ olduğunu söylüyor:
Her cihetten fâriğîm âlemde hâşâ kim ola
Rızk için ehl-i bekâ ehl-i fenânın çâker Kt. 42/9
Aşk anlayışları
Hâfız
Hâfız, aşk konusunu ele aldığı tasavvufî gazellerinde zaman zaman beşerî aşka, zaman
zaman ilahî aşka göndermeler yapmaktadır. Ancak onun aşk anlayışının ezelle bir bağlantısı vardır,
yani alınyazısıyla irtibatlıdır. Hâfız beşerî (mecazî) aşkı, ilahî aşka giden yolda bir perde olarak
görmektedir. Hakikî aşk bu perdenin ardındadır. Hâfız’ın dostu, başkasına söylenilmeyen mahrem
sırların paylaşılabileceği bir kimsedir:

29 Yılmaz Öztuna, “Irakeyn Seferi”, Büyük Osmanlı Tarihi, C. II, Ötüken Yayınları, İstanbul 1994, s. 412-425.
30 Cevat Heyet, Azerbaycan Edebiyat Tarihine Bir Bahış, Tahran 1385 (April, 1980), s. 38-39.
Hâfız–Fuzûli Karşılaştırması 307
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 8/8 Summer 2013
Râzî ki ber gayr ne-goftîm u ne-gûyîm
Bâ dost be-gûyîm ki û mahrem-i râz est G. 40/4
Bu gece meclise mum getirmeyin, çünkü bu gece ay yüzlü dostumuz tamamdır. Beyitte
geçen “tamam” kelimesini tevriyeli düşündüğümüzde beytin anlamını iki türlü açıklama imkanına
kavuşuruz: Bu gece ay dolunay halinde olduğu için bizim meclisimizi aydınlatacaktır, dolayısıyla
meclise mum getirilmesine gerek yoktur ya da bu gece meclisimiz sevgilinin güzel yüzüyle
aydınlandığından muma ihtiyaç yoktur:
Gû şem’ miyârîd der în cem’ ki imşeb
Der meclis-i mâ mâh-ı ruh-ı dûst tamâm est G. 46/2
Yine dostunu dile getirdiği bir beytinde, dostunun bir benzerinin olmadığını ve bu
benzersiz dostun yüzüne ayı ve güneşi ayna diye tuttuğunu ifade ediyor. Beşerî olarak
düşünüldüğünde dostunun güzelliği karşısında ayın ve güneşin bir değer ifade etmediğini
vurguluyor:
Nazîr-i dûst ne-dîdem egerçi ez-meh u mihr
Nihâdem âyinehâ der-mukâbil-i ruh-ı dust G. 58/2
Hâfız’ın sabah rüzgarına, “Ey sabah rüzgarı, eğer yolun dostun bulunduğu memlekete
düşerse dostun amber kokulu elbiselerinin kokusunu getir” sözü daha çok beşerî bir dost (sevgili)
için söylenmiş beyitlerdendir:
Sabâ eger guzerî uftadet bekişver-i dûst
Biyâr nefhaî ez-gîsû-yı mu’anber-i dûst G. 61/1
Aynı gazelin sonraki beyitlerinden birinde “her ne kadar sevgili bizim karşılığımızda hiçbir
şey vermiyor, bizi almak için bir şey vermeye yanaşmıyorsa da ben onun saçının bir teline bütün
âlemi satarım:”
308 Hamdi BİRGÖREN
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 8/8 Summer 2013
Egerçi dûst be çîzî nemî-hared mâ-râ
Be âlemî ne-furûşem mûyî ez ser-i dûst G. 61/6
Bütün bu beyitlerin tasavvufî anlamlar içerecek şekilde yorumlanmasına taraftar olanlar da
vardır31. “Şarap iç ve dünyayı bir kenara bırak, senin saçlarının kemendinden dolayı boynunu
zincire kötü kaptırmıştır:”
Mey nûş u cihân bahş ki ez zülf-i kemendet
Şod gerden-i bed-hâh-ı giriftâr-ı selâsil G. 304/7
Mademki yakasını sevgilinin kement gibi saçlarına çok kötü kaptırdı, o halde artık dünyayı
bir kenara bırakıp devamlı içki içsin. Burada da beşerî sevgilinin, gerçek aşkın önüne perde olarak
çekildiği görülür. Hâfız, bir üslup özelliği olarak somut varlıkları gösterip soyut düşünceleri
anlatma peşindedir. Bazen bunu açıkça ifade eder. “Nedim, çalgıcı ve saki hepsi odur, toprak ve
suyun hayali yolda bahanedir.” Bu beyti beşerî duygular için de ilahî duygular için de yorumlamak
mümkündür. Bu dünyanın eğlence vasıtaları vahdet içindir ya da bu dünyadaki eğlence vasıtaları
sevgili içindir biçiminde de söylenebilir:
Nedîm ü mutrib ü sâkî heme ûst
Hıyâl-i âb ü gil der reh bahâne G. 428/8
İslam medeniyetinin ortak şiir anlayışında şairler genellikle aşka, aşk dolayısıyla çekilecek
ve âşığı olgunlaştıracak sıkıntılara taliptirler. Dertler, sıkıntılar âşıkları yüceltir. Bu yüzden
dervişler de nefislerini terbiye ve tezkiye edebilmek için dünya nimetlerini bir yana bırakarak
çileye soyunurlar. Hâfız da hem mecazî hem gerçek aşk için yorumlanması mümkün olan bir
beytinde aşkın kendisini yücelttiğini söylüyor. “Aşk yolunda garip Hâfız gibi öyle bir makama
ulaştım ki sorma:”

31 Surûrî ve Şem’î, Hâfız Divanı’nı şerh ederken tasavvufî yönlerine ağırlık vermişler, ancak Konevî (ö. 1828), Divanı
tamamen tasavvufî bir bakışla şerh etmiştir. Bkz. İbrahim Kaya, “Konevî’nin Hâfız Divanı Şerhi ve Tasavvufî Yorumu
Üzerine Bazı Düşünceler”, Turkish Studies-İnternational For The Languages, Literature and History of Turkish or
Turkic-, Volume 6/1 Winter 2011, p. 1413-1432, Turkey.
Hâfız–Fuzûli Karşılaştırması 309
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 8/8 Summer 2013
Hem-çu Hâfız garîb der reh-i aşk
Be-makâmî resîdeem ki me-pors G. 270/7
Fuzûlî
Fuzûlî de aslında bir aşk şairidir. Bütün şiirlerinde aşkı bir biçimde görürüz. Aşk ve aşkın
ıstırapları, Fuzûlî’yi olgunlaştıracak, gerçek aşka ulaştıracaktır. Bir aşk kitabı olan Leyla vü
Mecnun mesnevisinde de aşk işlenmektedir. Ancak buradaki aşk, beşerî aşktan yavaş yavaş ilahî
aşka yükselmektedir. Leyla’yı, Mevla’ya giden yolda bir basamak olarak kullanmış, mecazî aşktan
ilahî aşka uzanmasını bilmiştir. İlk bakışta beşerî aşkı ele alıyor gibi görünen beyitlerin, aslında
ilahî aşkı işlediği fark edilir. Bir beytinde “Ben zamanın en akıllısı iken aşk belasına düştüm ve
başkaları şimdi benden aldıkları nasihati bana yapmaktalar” demektedir:
Düştüm belâ-yı aşka hıred-mend-i asr iken
İl imdi benden aldığı pendi bana verir G. 109/2
Yine âşıkları tarif ederken aşkın belasına gönüllü olarak talip olanları sayar. Ayrılık
vaktinin sıkıntılarını isteyenlerin âşık sayılacağını, yoksa ay yüzlü sevgiliden merhamet
bekleyenlerin sayısının çok olduğunu söylüyor:
Âşık oldur kim temennâ-yı belâ-yı hecr ede
Yoksa çoktur mihr eden ol mâh-ı tâbândan tama’ G. 143/4
Leylâ vü Mecnun’da anlatıldığına göre babası, mecnunluk halinden kurtulması için oğlu
Kays’ı hacca götürür ve orada Allah’a dua etmesini ister. Kays ise elini açıp aşk derdinin artması
için şöyle yalvarır:
Ya Rab belâ-yı aşk ile kıl âşinâ beni
Bir dem belâ-yı aşktan etme cüdâ beni32
Klasik edebiyat geleneğinde âşığın aşkını olgunlaştırması ve sevgiliye ispatlayabilmesi için
ondan gelecek her türlü eza ve cefaya hazırlıklı olması, hatta bu sıkıntılara gönüllü olarak talip
olması gerekir:
Edemen terk Fuzûlî ser-i kûyun yârin
Ne kadar zulm yeri ise bana hoştur vatanım G. 204/7
Hazret-i Peygamber için yazılan Su Kasîdesi’nde zahirî gözle bakıldığında beşerî bir
sevgiliden bahsedildiği zannedilir. Oysa memduh, Hz. Peygamber’dir. Somut varlıkların, tasavvufî
duyguların önüne bir perde gibi yerleştirildiği görülür. Fuzûlî, “Sarhoşların susadıkça şarap
istemesi, ayık olanların da su istemesi gibi ben de sevgilinin dudaklarını arzulamaktayım, zâhit
olanlarsa Kevser suyunun peşindedir” diyor. Burada “leb” kelimesinin tasavvufî yaklaşımla vahdet
anlamında yorumlanması, asıl kast edilenin, gösterilenden farklı olduğunu ortaya koymaktatır. Ben
vahdet peşindeyim, her şeyin yaratıcısı Allah’tır, benim amacım hakikî varlık olan Allah’ın
cemalidir; oysa kesretin ardındaki gerçek varlığı, vahdeti fark edemeyen zâhid, dünya hayatında
yapmaya çalıştığı ibadetlerin ücretini (Kevser) istemektir. Zâhidin bu yaklaşımı bir nevi ticarettir.
Yunus Emre’nin “Cennet cennet didükleri birkaç ev ile birkaç Huri; İsteyene virgil anı, bana seni
gerek seni33” ifadesi de bu anlama işaret etmektedir. Fuzûlî’nin beyti:
Ben lebin müştâkıyım zühhâd kevser tâlibi
Nitekim meste mey içmek hoş gelir huş-yâre su K. 3/9

32Külliyât-ı Divan-ı Fuzûlî, Ahter Matbaası, (İstanbul), 20 Rabiüssânî 1308, s. 270.
33 Mustafa Tatçı, Yunus Emre Dîvânı –Tenkitli Metin-, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1990, s. 384.
310 Hamdi BİRGÖREN
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 8/8 Summer 2013
Harabat anlayışları
Harap kelimesi yıkık dökük, virane yer anlamınadır. Şiirlerde meyhane yerine
kullanılmaktadır. Pîr-i mugan, saki, mey kelimeleriyle birlikte ele alındığında görevlileriyle birlikte
bir meyhaneyi tasvir ettiği kadar, içinde ikiyüzlülüğün bulunmadığı, gerçek aşka yönelen insanların
yer aldığı mekan biçiminde de düşünülebilir. Bu iki şairin harâbât (meyhane) kelimesine hangi
anlamları yüklediklerine bakalım.
Hâfız
Hâfız’ın yaşadığı çağın sosyal ve psikolojik yapısını da iyi değerlendirmek gerekir. Manevî
değerlerin yok olma tehlikesiyle yüz yüze geldiği, insanların ikiyüzlülük yapmayı âdet edindikleri,
bazı derviş geçinenlerinse biçimsel yaşamayı ve somut düşünmeyi din olarak algıladıkları bir
çağdır. Hâfız’ın asıl itirazı ve isyanı bu ikiyüzlü yapıyadır. Bu olumsuzlukları eleştirirken biraz
alaycı, biraz ironik bir dil kullanır. “Bir iki üzümün suyuyla sarhoşluk benim durumumu izah
edemez, ben yaşlı meyhâne pîrinin büyüttüğü birisiyim:”
Mestî be-âb-ı yek du ineb vaz’-ı bende nîst
Men sâlhurde pîr-i harâbât-perverem G. 329/17
Gerçek aşkı ve vahdeti harabatta bulduğunu ifade eden Hâfız, başkalarının göremediği bir
nur gördüğünü söylüyor. Şairin bakış açısıyla o çağdaki ham sofuların bakışında farklılık vardır.
“Ben pîr-i muganın mekanı olan harabatta Tanrı’nın nurunu görüyorum, bu acayip bir bakış ve
görüştür, bu nasıl bir nurdur ve nereden görüyorum? Ey kendisini hac sultanı zanneden kişi bana
büyüklük taslama, sen baktığında bir ev görüyorsun, bense baktığımda Tanrı’nın evini
görüyorum:”
Der harâbât-ı mugân nûr-ı Hudâ mî-bînem
În aceb bîn ki çe nûrî z’kocâ mî-bînem
Cilve ber-men me-furûş ey melikü’l-hâc ki tû
Hâne mî-bînî ve men hâne Hudâ mî-bînem G. 357/1-2
Hâfız’a göre sadece zâhire bakıp insanları değerlendirmek, insanları katı kurallara boyun
eğmeye zorlamak bağnazlıktır. “Gönül ehli olanlar, tekke ile harabat arasında bir fark gözetmez,
bütün insanlara aynı gözle bakar. Allah şahittir ki her nerdeyse onunlayım:”
Hâfız–Fuzûli Karşılaştırması 311
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 8/8 Summer 2013
Tû hânkâh ve harâbât der-miyâne me-bîn
Hudâ guvâh ki her câ ki hest bâ-ûyem G. 379/6
Fuzûlî
Fuzûlî’nin içinde yaşadığı XVI. yüzyılın başlarında Irak bölgesinin siyasî ve sosyal
yapısıyla din anlayışına bakacak olursak orada da iç açıcı bir tabloyla karşılaşamayız. Bu ortam,
insanı karamsar yapmaktadır. Böyle bir yerde değerlerin aşınma göstereceği de bir gerçektir. Şiî-
Sünnî ayrımının keskinleştiği, bu yüzden savaşların yapıldığı bir bölgedir. İnsanların, bırakın farklı
dinden olmayı, aynı dinin farklı kolundan oldukları için birbirlerini öldürdükleri bir bölgedir.
Mutlaka orada anlayışsızlık da yaygındır. Fuzûlî dini yönü güçlü olmasına, tasavvufa yatkın
bulunmasına rağmen geleneğin şairidir. Dolayısıyla kendisini geleneğin kalıpları içerisinde ifade
edecektir. “Aşk kadehinin harabıyım, benim halimi senin baygın gözlerin bilir; çünkü harabat
ehlinin durumunu meyhanenin pirinden sormak gerekir:”
Harâb-ı câm-ı aşkım nergis-i mestin bilir hâlim
Harâbât ehlinin ahvâlini hammâr olandan sor G. 84/6
Fuzûlî de ikiyüzlü insanlardan şikayetçidir. Meyhaneye giden insanlarda riyadan eser
yoktur. Bu insanlar başkalarının kusurları peşinde olmadıklarından kendilerini de huzursuz
etmezler. “Harabata gelip içki dağıtana bak, onun temiz yüzünde ve saf şarabında safâdan başka bir
şey yoktur:”
Gel harâbâta nazar sâkiye kıl kim yoktur
Ruh-ı sâf ü mey-i sâfında safâdan gayrı G. 272/3
Harabat dekoru pîr-i mugân, saki, kadeh ve sunulan mey ile tamamlanır. Aslında bunların
hepsi insanları riyakarlıktan kurtaran vesilelerdir. Pîr-i mugân da insanı yaratılış amacına uygun
davranmaya davet eder:
Ey Fuzûlî menzil-i maksûda yetsem ne aceb
Hidmet-i pîr-i mugan irşâdı reh-berdir bana G. 14/8
Yok özünden haberi kim ki gelir dünyâya
Bezmden taşra komaz pir-i muğan hüş-yârı G. 269/5
Rind ve zâhid anlayışları
İnsanların dünyayı algılama ve değerlendirme biçimleri farklıdır. Kimisi dünyayı geçici bir
mekan olarak algılayıp var gücüyle öbür âleme hazırlık yapar. Kimisi, madem ki insan dünyaya
gelmiştir, burası onun için bir imkan ve fırsat yeri diye düşünür. Zahitler, bu dünyanın öbür tarafa
hazırlanmak için uğranılan geçici bir mekan olduğunu, rintlerse bu dünyanın bir imkan ve fırsat
yurdu olduğunu söyler. Her iki şairin de kendisini rint tipiyle özdeşleştirdiğini görüyoruz. Aslında
rint, İslam ortak edebiyatlarında olumlu tipin, hoşgörülü insanın sembolüdür. Buna mukabil zâhid,
vâiz, hoca, gammâz, muhtesip olumsuz tiplerin sembolüdür.
312 Hamdi BİRGÖREN
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 8/8 Summer 2013
Hâfız
Hâfız’ın rind anlayışının pîr-i mugân, câm-ı Cem gibi mitolojik temelleri vardır. Bazen
rint, tasavvufî anlamıyla “kâmil insan”a işaret eder; bazen katı kurallara karşı başına buyruk
yaşamayı tercih eden insandır. Aslında bu haliyle insanı kıskıvrak kuşatan sahte kurallara karşıdır.
Hâfız, yeni bir kişilik oluşturabilmek için rindi, zahidin karşısına çıkarır. Hâfız’ın rindi melamî
özelliklere de sahip kalender bir kişiliktir. Onun rindi, hayatın inceliklerini ve güzelliklerini
görebilen, işleri kolaylaştıran, tevekkül sahibi, aşk ehli bir kimsedir; geçici dünyanın makam ve
mevkilerinin peşinde koşmaz. Maddi menfaat elde edebilmek için sahte yollara, ikiyüzlülüğe
başvurmaz.
Râz-ı derûn-ı perde ze-rindân-ı mest pors
K’în hâl nist zâhid-i âlî-makâm-râ G. 7/2
“Perdenin ardındaki sırları sarhoş rintlerden sor, çünkü bu durumu makamı yüce zâhidin
anlaması ve söylemesi mümkün değildir.”
Hâfızâ mey hor ve rindî kon ve hoş bâş velî
Dâm-ı tezvîr me-kon çûn digerân Kur’ân-râ G. 9/10
“Ey Hâfız, şarap iç, rintlik yap ve neşeli ol, fakat eline Kur’ân’ı alıp başkalarını aldatma
yoluna tenezzül etme.”
Fursat şumâr tarîka-ı rindî ki în nişân
Çûn râh-ı genc ber heme kes âşkâr nîst G. 72/6
“Rintlik yolunu (tarikat) fırsat say, çünkü bu hazine yolu üzerinde bir işarettir ve herkesin
bildiği bir yol da değildir.”
Maslahat nîst ki ez-perde berûn ofted râz
V’er ne der-meclis-i rindân haberî nîst ki nîst G. 73/8
Hâfız–Fuzûli Karşılaştırması 313
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 8/8 Summer 2013
“Rintler meclisinin üzerinden sır perdesinin kalkması doğru değildir, yoksa rintler
meclisinden de hiçbir eser kalmaz.”
Zâhid er rindî-i Hâfız ne-koned fehm çe şod
Dîv be-gorîzed ez ân kavm ke Kur’ân hânend G. 193/10
“Zahit, Hâfız’ın rintliğini anlamasa ne olur ki Kur’an okuyan bir kavimle karşılaştıkları
zaman dev kaçar.”
İran kaynaklarının ifadesine göre Hâfız’ın kabri üzerine de yazılmış şu beyit, şairin
geleceğe dönük kerameti olarak gösterilmektedir. Zaten Hâfız Divanı’na fal amacıyla bakmak, bu
gün halâ İran halkının başvurduğu yollardan biridir.
Ber-ser-i türbet-i mâ çûn guzerî himmet hâh
Ki ziyâret-geh-i rindân-ı cihân hâhed bûd G. 205/3
“Bizim kabrimizin yakınından geçersen himmet iste, çünkü bu türbe ilerde dünya
rintlerinin ziyaret mekanı haline gelecektir.”
Fuzûlî
Fuzûlî de yaşadığı dönemin şekilci ve baskıcı atmosferini teneffüs etmiş bir şairdir. Irak
bölgesinin siyasî yönetimler arasında sık sık el değiştirmesi, hatta aynı dinin farklı mezhepleri
arasında el değiştirmesi ve bu amaçla savaşlara sahne olması, bölge insanları üzerinde olumsuz etki
bırakmıştır. Fuzûlî ise bu farklılaşmanın etkisini ruhunun derinliklerinde hisseder. Toplum
içerisindeki ikiyüzlü insanları zâhit adı altında eleştirir. Asıl yakındığı riya ve riyakarlıktır. İkiyüzlü
ve şekilci zahitlerin sema yapmasından bir şey ele geçmez, asıl mutluluk verici olan, şarap içen
rintlerin içki şişeleriyle yaptıkları oyunlardır:
Riyâyî zâhid-i huşkün semâîndan n’olur hâsıl
Hoş ol kim rind-i mey-hâre içip câm-i şarâp oynar G. 70/5
Dünyada kokusu, rengi güzel şarap içen rintlerin öbür dünyada Kevser peşinde koşmalarına
bile gerek kalmaz. Dünyada içtikleri erguvan renkli şarap onların susuzluğunu gidermiştir:
Ukbâda kevser istemesin rind-i mey-kede
Dünyâda bes değil mi mey-i ergavan içer G. 77/4
Şarap içmeyen kimse rintler meclisinin sırlarına vakıf olamaz. Ey Fuzûlî, sen de rintler
meclisine katılmak ve onların sırlarını paylaşmak istiyorsan ya ayağını meclisten çekeceksin ya da
ayaklı mey kadehini çekeceksin:
Mahrem olmaz rindler bezminde mey nûş etmeyen
Ey Fuzûlî çek ayağ ol bezmden ya çek ayağ G. 145/7
314 Hamdi BİRGÖREN
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 8/8 Summer 2013
Aşık olan kimse rint olmaktan ve rint olduğu için rezil olmaktan kaçmaz. Devir icabı aşk
sırrını gizlemeye gerek yoktur. Fuzûlî ise çılgınlık derecesine varmış bir rinttir, hem âşık hem
rinttir, bunca zamandır içinde bulunduğu bu durumdan bıkmadığına göre onun nasıl bir sevda
olduğunu kendisine sorun:
Âşık isen rind ü rüsvâlıktan ikrâh etme kim
Aşk sırrın iktizâ-yi devr pinhân istemez G. 115/5
Fuzûlî rind-i şeydâdır hemîşe halka rüsvâdır
Sorun kim bu ne sevdâdır bu sevdâdan usanmaz mı G. 264/7
Fuzûlî kendisini âşık ve rint olarak gösterirken toplum içerisindeki olumsuz tipleri zâhit,
vaiz kelimeleriyle kınar. Zaman zaman karşılaştırma yapar, zaman zaman içi dışına uymadığı,
söylediklerini kendisinin bile yapmadığı için eleştirir. Zâhit bize soracak olursa meyden murat
nedir, bize mutluluk, kendisine sıkıntı veren şeydir:
Zâhid su’âl ederse ki meyden nedir murâd
Bizde safâdır anda küdûret cevâb ana G. 8/2
Sahtekar, ikiyüzlü kimseler riyakar zahide benzerler, çünkü onların da dışları takva ile
süslü ama içleri haram doludur:
Bir riyâyî zâhide benzer birûnun kim ola
Taşrası takvâ ile zibâ içi dolu harâm K. 35/11
Hâfız’ın da Fuzûlî’nin de dile getirdiği ve yakındığı şeylerden birisi, riyakar insanların
diğer insanları Kur’ân ile aldatmalarıdır. Bunlar insanlara Kur’ân’ı, Kur’ân’ın söylediklerini
anlatmak yerine sürekli ibadetle meşgul olmanın faydasını anlatırlar. Namaz içinde de sürekli
maddi kazanç elde etmeye katkı sağlayacağını düşündükleri duaları tekrarlarlar:
Verir Kur’an yerine sıhhat-i tâ’at eger zâhid
Namâz içre du’â-yı devletin vird-i zebân eyler K. 36/19
Toplumda hoşgörülü insanlarla anlayışsız insanların bir arada bulunduklarını, herkesin
kendi anlayışına göre tavsiyelerde bulunduğunu söylüyor. Güzel yüzlü rintler kadeh tut derken
zahitler kadehin bırakılmasını söylüyor, ey gönül bu nasihatlerden hangisinin tutulmaya layık
olduğuna karar vermek lazım:
Câm tut der sâki-i gül-çihre zâhid terk-i câm
Ey gönül fikr eyle gör kim hansıdır tutmalı pend G. 63/6
Fuzûlî’de de zaman zaman vahdet şarabından bahsedildiğini görüyoruz. Bu manada zahide
hitaben diyor ki ey zahit, vahdet şarabını “kötülüklerin anası34” sayıp da muvahhitlere bu içkiyi
yasaklamaya kalkışma:
Muvahhidlere kılma inkâr zâhid
Mey-i vahdeti sanma ümmü’l-habâ’is G. 47/3

34
“İçki, bütün kötülüklerin anasıdır.” Hadis-i Şerif. Bkz. İsmail b. Muhammed b. Abdulhadi (Aclunî), Keşfü'l Hafâ,
l/382, Hadis No. 1225, Beyrut 1351.
Hâfız–Fuzûli Karşılaştırması 315
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 8/8 Summer 2013
Davranışlarla düşünce arasında da bir uyum vardır. İkiyüzlü kimselerin içlerindekilerle
dışlarındakilerin farklı olduğundan onların samimiyetine güvenilmez. Ya yapmadıklarını söylerler
ya yaptıklarını söylemezler. Zahire baktıkları için ne dinin özünü kavrayabilirler ne insanların iyi
düşüncelerine vâkıf olabilirler. “Zâhidin Kabe’ye gitmek üzere ihrama girdiğini söylediler, biraz
araştırınca onun bağladığı şeyin ihram değil zünnâr olduğunu gördüm:”
Ka'be ihrâmına zâhid dediler bel bağladı
Eyledim tahkik anun bağlandığı zünnâr imiş G. 132/4
Gül ü bülbül
İslam medeniyetinin ortak edebiyat anlayışında ve buna bağlı gelişen klasik Türk şiirinde
âşıklar (şairler) kendilerini bülbüle ve sevgililerini güle benzetirler. Dolayısıyla Hâfız ve Fuzûlî
arasındaki ortak yönlerden birini belirlemede bu hususu da her iki şairin divanlarından
araştırıyoruz.
Hâfız
Hâfız, bülbül ve gülden bahsederken onlarla ilgili başka bağlantılar da kurar. Gülün
bulunduğu bağ, gülün yaprakları, gülün güzelliği, bülbülün ötüşü vb. bağlantılardan da bahseder.
“Sabah vakti gül dermek için bahçeye gittim, ansızın kulağıma bir bülbül sesi geldi:”
Reftem be-bâğ subh-demî tâ çînem gulî
Âmed be-gûş-ı nâgehem âvâz-ı bulbulî G. 465/1
Âşık ile bülbül arasında bir benzerlik vardır, âşık ya da şair, sevgilisine karşı duyduğu
aşktan dolayı feryat edip şiirler kaleme alırken bülbül de güle karşı duyduğu sevgiden dolayı feryat
etmek (ötmek)tedir. “Miskin bülbül de benim gibi bir gülün aşkına müptela olmuştur, bu sebeple
onun feryadının sesi bütün çimenliği doldurmuştur:”
Miskîn çü men be-aşk gulî geşte mübtelâ
V’ender çemen fikende ze-feryâd gulgulî G. 465/2
Bazen gül, rengi ve biçimi dolayısıyla şarap kadehine benzetilir. “Şimdi gülün elinde saf
şarap bulunan bir kadeh vardır, bu durumu gören bülbül yüz binlerce dille onun özelliklerini ortaya
koymaya çalışır:”
Kunûn ki ber-kef-i gul câm-ı bâde-i sâf est
Be-sad hezâr zebân bulbuleş der-evsâf est G. 44/1
316 Hamdi BİRGÖREN
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 8/8 Summer 2013
Bülbülle birlikte onun kapatıldığı kafes de akla gelir ve şiirde kullanılır. “Kafesteki bülbül
gibi sürekli şaşkın ve çılgındır, aşktan dolayı şeker ve badem sever bir papağanım:”
Vâlih u şeydâst dâyim hemçü bulbul der-kafes
Tûtî-tab’am ze-aşk şekker u bâdâm-dûst G. 62/2
Fuzûli
Fuzûlî de dertli âşık (şair) ile bülbül arasında bir ilişki kurar. Yine âşığın sevgilisi güldür.
Güle karşı duyduğu aşktan dolayı bülbül feryat eder. “Gül bahçesinde sabah vakti bülbüllerin
feryadı boşuna değildir, onlar Fuzûlî’nin yanmakta olan gönlünün feryadına ahenk tutmaktadırlar:”
Seher bülbüller efgânı değil bî-hûde gül-şende
Fuzûlî nâle-i dil-sûzuna âheng tutmuşlar G. 69/7
Bülbüllerin feryadı güle duyulan aşktandır. “İçerideki dertleri açıklayıp ortaya koymak için
gül yapraklarının her biri bir dildir, yoksa her gül görüşünde bülbülün feryat etmesi boşuna
değildir:”
Bir zebândır şerh-i gam takrîrine her berg-i gül
Eylemez bî-hûde gül gördükde efgân andelib G. 34/2
Güle karşı duyduğu aşktan dolayı gül etrafında dolaşan bülbülün meskeni bazen gülün
dikenidir, bazen kafestir. Böyle bir aşka sahip olan bülbülün ettiği feryattan bütün çalı çırpının ateş
alması gerekir. Fuzûlî diyor ki “seni engelleyen diken ve çubuklardan yapılan kafestir, sen nasıl bir
âşıksın ki feryadınla bunları yakıp kül etmiyorsun:”
Mesken ey bülbül sana geh şah-ı güldür geh kafes
Nice âşıksın ki âhından tutuşmaz hâr ü has G. 125/1
Anlamca benzer beyitleri
Hâfız ile Fuzûlî’nin şiirlerine bakıldığında anlamca birbirini çağrıştıran beyitlere
rastlanmaktadır. Bu benzerliği, birinin diğerinden intihali şeklinde yorumlamaya imkan olmadığı
kanaatindeyiz. Belki Hâfız’ın Divanı’nı okuyan Fuzûlî’nin ondan etkilenmesi ya da ayrı mekan ve
zamanlarda yaşayan şair ve yazarların benzer mazmunları kullanması (tevârüd) biçiminde
düşünmek gerekir.
Hâfız:
Be-bîn ki sîb-i zenahdân-ı tû çe mî-gûyed
Hezâr Yûsuf-ı Mısrî fütâde der-çeh-i mâst G. 23/3
Hâfız–Fuzûli Karşılaştırması 317
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 8/8 Summer 2013
“Senin çene çukurunun ne söylediğini bir gör, (o diyor ki) bizim kuyumuza binlerce Mısırlı
Yusuf düşmüştür.”
Fuzûlî:
Bakma ey dîde zenâhdânına mahbûbların
Gezme gâfil hazer et düşmeyesin çâhlara G. 243/6
“Ey göz, güzellerin çene çukurlarına bakma, gafil gezip dolaşmaktan sakın ki kuyulara
düşmeyesin.”
Hâfız:
Devr-i Mecnûn guzeşt u nevbet-i mâst
Her kesî penc rûz nevbet-i ûst G. 56/8
“Mecnûn’un devri geçti, nöbet bize geldi, herkesin beş günlük ömrü vardır.”
Fuzûlî:
Sürdü Mecnun nevbetin şimdi benim rüsvâ-yi aşk
Doğru derler her zaman bir âşıkın devrânıdır G. 86/2
“Mecnun nöbetini savdı, şimdi aşktan rezil olma sırası bende, ‘her zaman başka bir âşığın
dönemidir’ diye doğru söylerler.”
Hâfız:
Nâsih be-ta’n guft ki rû terk-i aşk kon
Muhtâc-ı ceng nîst berâder nemî-konem G. 353/5
“Nâsih, kınayarak ‘aşktan yüz çevir’ dedi, savaşmaya gerek yok birader, yapmıyorum.”
Fuzûlî:
Ey Fuzûlî aşk men’in kılma nâsihten kabûl
Akl tedbîrdir ol sanma ki bir bünyâdı var G. 75/6
“Ey Fuzûlî, nasihat edenin aşkı yasaklamasını kabul etme, akıl bir tedbirdir, yoksa onun
temeli var zannetme.”
318 Hamdi BİRGÖREN
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 8/8 Summer 2013
Hâfız:
Nâsiham guft ki cüz gam çe hüner dâred aşk
Be-rev ey hâce-i âkıl hünerî bihter ez în G. 404/4
“Nasihat edicim dedi ki aşkın, üzüntüye sebep olmaktan başka ne hüneri (marifeti) var; ey
akıllı hoca, git işine, hüner bundan iyidir:”
Fuzûlî:
Aşk aybını bilübsen hüner ey zâhid-i gâfil
Hünerin aybdır ammâ dediğin ayb hünerdir G. 106/3
“Ey zahid, sen aşkın ayıbını hüner (marifet) sayıyorsun, oysa senin hünerin ayıptır ama
ayıp dediğin şey hünerdir.”
Hâfız:
Men ne-hâhem kerd terk-i la’l-i yâr u câm –ı mey
Zâhidân ma’zûr dârîdem ki înem mezhebest G. 31/6
“Ben sevgilinin dudağını ve şarap kadehini terk etmeyeceğim, bu hususta zâhitleri mazur
görüyorum, bu da bir mezhep (yol, tarz)tir.”
Fuzûlî:
Mey-i gülgûnu dedin akla ziyandır zâhid
Bu mudur akl ki terk-i mey-i gül-gûn ettin G. 167/2
“Ey zahit, gül renkli şarabın akla zarar vereceğini söyledin; akıllı olmak gül renkli şarabı
terk etmek midir?”
Hâfız:
Du çeşm-i şûh-ı tû ber-hem zede Hatâ vü Habeş
Be-çîn-i zülf-i tû Mâçîn ü Hind dâde harâc G. 97/2
“Senin iki şûh gözün Habeş ve Hıta ülkesini birbirine kattı, senin saçının kıvrımına Maçin
ve Hindi haraç verdi.”
Hâfız–Fuzûli Karşılaştırması 319
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 8/8 Summer 2013
Fuzûlî:
Bir perî zülfün tutup hâlinden alsan kâm-ı dil
Tut ki Çin mülkünü tutdun Hind’den aldın harâc G. 49/4
“Bir güzelin saçlarını tutup yüzündeki beninden gönlünün isteğini almak, Çin ülkesini
tutup da Hind’den haraç almak gibidir.”
Ruhsârıma döktü merdüm-i çeşmim kan
Hindû’yu görün lâ’l verir Rûm’a harac R. 10/2
“Gözbebeğim yüzüme kan dökmektedir, bu haliyle Hindu’nun Rum’a haraç vermesine
benzer.”
Dini terimler
Hâfız da Fuzûlî de dini terimleri kullanır, ancak onların kullanma amacı fakihlerin,
vaizlerin kullanma amacından farklıdır. Onlar, zâhire bakan ulemayı eleştirmek için kullanırlar. Bu
tarz kullanım da olayların arkasına nüfuz edemeyen şekilcileri rahatsız eder.
Hâfız:
Ger be-bînem ham-ı ebrû-yı çu mihrâbeş bâz
Secde-i şukr konem v’ez pey-i şukrâne revem G. 360/6
“Kaşlarının kavisini mihrap gibi açık görürsem, şükür secdesi ederim ve şükretmiş olmanın
ardından giderim.”
Fuzûlî:
Kıldı benden ref’ teklif-i namâzı mestlik
Saldı Hak bir neş’e-i câm-i mey-i gül-gûn bana G. 13/2
“Sarhoşluk benden namaz teklifini kaldırdı, Hak bana gül renkli şarap kadehinin neşesini
verdi.”
Hâfız:
Hâfız eger secde-i tû kerd me-kon ayb
Kâfer-i aşk ey sanem günâh ne-dâred G. 126/10
“Ey sanem (put, put gibi güzel), Hâfız eğer sana secde ederse ayıpla, çünkü o aşk kâfiridir,
ona günah yoktur.”
320 Hamdi BİRGÖREN
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 8/8 Summer 2013
Fuzûlî:
Seni koyup büte eyler ibâdetin kâfir
Azâb-i dûzaha ol vechden olur kâbil G. 176/5
“Kâfir, seni bırakıp puta ibadet eyler, cehennem azabına o yüzden müstahak olur.”
Hûblar mihrâb-ı ebrûsuna meyl etmez fakih
Ölse kâfirdir müselmanlar ana kılman namaz G. 114/2
“Fakih, güzellerin kaşlarının kavisine meyletmez, ölse kâfirdir; bu yüzden Müslümanlar
ona namaz kılmaz.”
Örnek gazeller
Hâfız’ın Gazeli
Menem ki gûşe-i meyhâne Hânkâh-ı men est
Du’â-yı pîr-i mugân verd-i subh-gâh-ı men est
“Ben öyle bir kimseyim ki meyhane köşesi benim tekkemdir; pîr-i muğanın duası benim
sabah açan kırmızı gülümdür.”
Gerem terâne-i çeng-i sabûh nîst çe bâk
Nevâ-yı men be-seher âh-ı özr-hâh-ı men est
“Sabah çenginin içi ısıtan şarkısı yoksa ne olur? Benim şarkım, seher vakti özür dileyen
âhımdır.”
Ze-pâdişâh u gedâ fâriğam bi-hamdillâh
Gedâ-yı hâk-ı der-i dûst pâdişâh-ı men est
“Allah’a hamd olsun ki padişahtan da dilenciden de uzağım, dost kapısındaki toprağın
dilencisi benim padişahımdır.”
Garaz zi-mescid u meyhâneem visâl-i şomâst
Cüz în hıyâl ne-dârem Hudâ guvâh-ı men est
“Mescit ve meyhanemden murat, sana kavuşmaktır; bundan başka bir hayalim yoktur,
Tanrı benim şahidimdir.”
Meger be-tîg-ı ecel hayme berkonem v’er nî
Remîden ez-der-i devlet ne resm u râh-ı men est
“Ecel okuyla çadır kurmadıkça (ecel okunu hayat çadırın direği yapmadıkça) benim devlet
kapısından korkup kaçmak ne yolumdur ne âdetimdir.”
Ez-ân zamân ki ber în âstân nihâdem rûy
Firâz-ı mesned-i hûrşîd tekye-gâh-ı men est
“Ben bu eşiğe yüz sürdüğümden beri, güneşin yüksek dayanağı benim tekkemdir.”
Günâh egerçi ne-bûd ihtiyâr-ı mâ Hâfız
Tû der-tarîk-ı edeb bâş u gû gunâh-ı men est
Hâfız–Fuzûli Karşılaştırması 321
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 8/8 Summer 2013
“Ey Hâfız, günah bizim tercihimiz değildir, sen edep yolunda (tarikat) ol ve benim
günâhım budur de.”
Fuzûlî’nin Gazeli
Döküldükçe kanımı okun ol âsitân içer
Bir yerdeyim esîr ki toprağı kan içer
“Senin okun kanımı döktükçe o eşik içer, ben öyle bir yerde esirim ki toprağı kan içer.
Yani âşık sevgilinin eşiğini beklemektedir ve o sevgilinin bulunduğu yer su yerine kan içmektedir.”
Ehl-i zamâne kanına çok teşnedir zemîn
Kanın kimin dökerse felek ol zamân içer
“Zemin, zamane halkının kanına çok susamıştır, felek kimin kanını dökerse onu zaman
içer.”
Mey içmeden açılmaz imiş bâb-ı mağfiret
Sevgendler bu bâbda pir-i muğan içer
“Mağfiret kapısı şarap içmeden açılmazmış, bunun böyle olduğuna dair pîr-i muğan
(meyhane pîri) yeminler içer.”
Ukbâda kevser istemesin rind-i mey-kede
Dünyâda bes değil mi mey-i ergavan içer
“Rint olup meyhaneye giden kimse ahirette kevser istemesin, onun dünyada içtiği erguvan
renkli şarap yetmez mi?”
Gamzen görünmeyib göze kanlar içer müdâm
Zâhid kimi ki bâdeni elden nihân içer
“Şarabı el âlemden gizli saklı içen zâhit gibi senin yan bakışın da göze görünmez ama
daima kanlar içer.”
Meyden eğerçi tevbe verir el Fuzûlî’ye
Ey serv sen kadeh sunar olsan revân içer
Gerçi el âlem Fuzûlî’ye şaraptan tevbe etmesini söylüyorsa da ey servi boylu, sen kadeh
sunacak olursan o hemen içer.”
Sonuç
Hâfız ve Fuzûlî, ölüm tarihleri esas alındığında 150 yıllık bir farkla birisi 14. yüzyılda,
diğeri 16. yüzyılın ilk yarısında yaşamış iki büyük şairdir. Aynı medeniyet dairesine mensup
olmaktan başka Feridüddin Attar, Hakîm Senaî ve Mevlânâ gibi eski şairlerin eserlerinden
beslenmişlerdir. İslam Medeniyetinin ortak nazım şekillerinden kaside, gazel, rubai gibi şekilleri
kullanmak bir yana aynı konuları aynı dünya görüşüyle ele alıp şiirleştirmişlerdir.
İki şair arasındaki benzerliğe daha önce dikkat çeken H. Mazıoğlu, her ikisinin de
gazellerine Arapça mısralarla başlamasını ve anlam benzerliği olan beyitlerden bazılarını
Fuzûlî’nin Hâfız’dan etkilenmesine delil olarak göstermektedir. Hâfız Divanı başta İran, Hindistan,
Afganistan, Pakistan ve Türkiye olmak üzere İslam dünyasında çok okunduğu ve şerhlerinin
322 Hamdi BİRGÖREN
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 8/8 Summer 2013
yapıldığı kadar Batı dünyasının da yakından tanıdığı, okuduğu ve etkilendiği bir şairdir35. Bu
çerçeveden bakıldığında Fuzûlî’nin Hâfız Divanı’nı okumamış olmasını düşünmek mümkün
değildir. Ancak anlam benzerliği olan beyitleri birbirinden aşırma (intihal) biçiminde
düşünmektense Hâfız’ı okuyup ondan etkilenme biçiminde düşünmek daha doğru bir yaklaşım
olacaktır. Zaten güçlü bir şair olan Fuzûlî’nin başkasının şiirinden söz veya anlam aşırmaya da
ihtiyacı yoktur.
Hâfız’ın yaşadığı çağda da Fuzûlî’nin yaşadığı çağda da din, mezhep ve tarikat adına
hareket ettiğini ileri süren anlayışsız kişiler dikkat çekmekteydi. Bu konulara bigâne kalamayan her
iki şair de şiirlerinde din, mezhep ve tarikat kelimelerini daha çok bu anlayışsız ve ikiyüzlü
insanları eleştirmek amacıyla kullanmışlardır.
Hâfız ile Fuzûlî’yi tasavvufî yönü itibarıyla ele alan araştırmacılar İran’da da Türkiye’de de
vardır. Bunlardan bazıları bu şairlerin tasavvufî yönüne değinmektedirler. Bazı araştırmacılar
kendilerinin tasavvufla doğrudan bağlantısının olmadığına, ancak tasavvufî kavramları şiirde
malzeme olarak kullandıklarına işaret etmektedir. Biraz da şairlerin üslubu bu değerlendirmeye
sebep olmaktadır. Çünkü bu şairler, herkesin yakından bildiği somut varlıkların arkasına kendi
soyut düşüncelerini gizlemektedirler.
Her iki şair de kullandıkları dile, bağlı bulundukları edebiyata hâkim, bilgili ve inançlı
kimselerdir. Aşka dair söyledikleri mecazî olarak da hakikî olarak da yorumlanmaya müsaittir.
Hâfız da Fuzûlî de İslam medeniyetinin ortak malzemesini en iyi kullanan, kendilerinden sonra
gelenlere âşıkane ve rindane gazel tarzını miras bırakan şairlerdir.
Kaynağını ve örneğini Fars edebiyatından alan klasik Türk edebiyatının 16. yüzyıldaki
büyük şairlerinin ön sıralarında yer alan Fuzûlî, bir yandan İslam medeniyetinin ortak
kaynaklarından beslenirken diğer yandan Türk edebiyatının şaheserlerini vermeye devam ediyordu.
KAYNAKÇA
AKYÜZ Kenan vd., Fuzûlî Divanı, Akçağ Yayınları, Ankara 1990.
AMÎD Hasan, Ferheng-i Amîd I-II, Müessese-i İntişârât-ı Emîr Kebîr, Tahran 1364.
Âşık Mehmed Çelebi, Meşairü’ş-şuarâ, Ankara Adnan Ötüken İl Halk Kütüphanesi, istinsah tarihi
1323 (1904), 06 Hk 218.
BEYATLI Yahya Kemal, Kendi Gök Kubbemiz, Yahya Kemal Enstitüsü Yayınları, İstanbul 1974.
Büyük Türk Klasikleri, C. III, “Fuzuli”, Ötüken-Söğüt, İstanbul 1986.
CANIM Rıdvan, Latîfî Tezkiretü’ş-şuarâ ve Tabsıratu’n-nuzamâ (İnceleme-Metin), AKM, Ankara
2000.
CEYLAN Ömür, Tasavvufî Şiir Şerhleri, Kapı Yayınları, İstanbul 2000.

Divan-ı Hafız,
Divan-ı Hafız,

35 Alman şairi Geothe, Doğu-Batı Divanı (West-östlicher Divan) adlı eserini Hafız Divanı’na nazire olarak yazmıştır.
İslam Ansiklopedisi, TDİA, C. 14, İstanbul 1996, s. 100.
Hâfız–Fuzûli Karşılaştırması 323
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 8/8 Summer 2013
Fuzûlî, Matla’u’l-itikâd fî Ma’rifeti’l-Mabda’i ve’l-Ma’âd, (Haz. Muhammed b. Tâvît At-Tancî),
DTCF Yayınları, TTK Basımevi, Ankara 1962.
Fuzûlî, Rind ü Zâhid, (Haz. Kemal Edip Kürkçüoğlu), DTCF Yayınları, TTK Basımevi, Ankara
1956.
GÖLPINARLI Abdülbâkî, Fuzûlî Divanı, İstanbul 1962.
Hafız-ı Şirazî, Sazman-ı Tebliğat-ı İslamî,
HEYET Cevat, Azerbaycan Edebiyat Tarihine Bir Bahış, Tahran 1385 (April, 1980).
İNCE Ömer, “Hâfız’ın Bir Gazelini Modern Yaklaşımla Açımlama (Şerh/Tahlil) Uygulama
Denemesi, Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and
History of Turkish or Turkic-, Volume 4/6 Fall 2009, s.251-274.
İPEKTEN Halûk, Fuzûlî Hayatı, Edebi Kişiliği, Eserleri ve Bazı Şiirlerinin Açıklamaları, Atatürk
Üniversitesi Yayınları, Ankara 1973.
KARAHAN Abdülkadir, “Fuzuli”, İslam Ansiklopedisi, TDİA, C.13, İstanbul 1996.
KAYA İbrahim, “Konevî’nin Hâfız Divanı Şerhi ve Tasavvufi Yorumu Üzerine Bazı Düşünceler”,
Turkish Studies-İnternational For The Languages, Literature and History of Turkish or
Turkic Volume 6/1 Winter 2011, p. 1413-1432.
KERİMİ Ali Rıza, Şiir ve İlim. , Tahran 1391.
Kınalızâde Hasan Çelebi, Tezkiretü’ş-şuara, C. II, (Haz. İbrahim Kutluk), TTK, Ankara 1989.
Külliyât-ı Dîvân-ı Fuzûlî, Ahter Matbaası, (İstanbul), 20 Rabiüssânî 1308.
LEVEND Agah Sırrı, Türk Edebiyatı Tarihi, C. I, TTK, Ankara 1973.
MAZIOĞLU Hasibe, Fuzûlî Farsça Divan, TTK Basımevi, DTCF Yayınları, Ankara 1962.
MAZIOĞLU Hasibe, Fuzûlî Üzerine Makaleler, TDK Yayınları, Ankara 1997.
MAZIOĞLU Hasibe, Fuzûlî ve Türkçe Divanı’ndan Seçmeler, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara,
1986.
MAZIOĞLU Hasibe, Fuzûlî-Hâfız, İki Şair Arasında Bir Karşılaştırma, Türkiye İş Bankası
Yayınları Kültür Yayınları, Seri 1, No. 3, TTK Basımevi, Ankara 1956.
ÖZTUNA Yılmaz, Büyük Osmanlı Tarihi, C. II, Ötüken Yayınları, İstanbul 1994.
RİTTER Helmut, “Hafız”, İslam Ansiklopedisi, MEB, C. V/1,İstanbul 1986, s. 65-71.
SAFÂ Zebîhullah, Târîh-i Edebiyât-ı İran (Telhis Ez-Muhammed Turabî), C. II, Firdevs-Tahran
1378.
SOLMAZ Süleyman, Ahdî ve Gülşen-i Şu’arâsı (Metin-İnceleme), AKM Yayınları, Ankara 2005.
TARLAN Ali Nihat, Fuzûlî Divânı Şerhi, C.I. Ankara, 1985.
TARLAN Ali Nihat, Fuzûlî’nin Farsça Dîvânı (Tercümesi), Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1950.
TATÇI Mustafa, Yunus Emre Dîvânı –Tenkitli Metin-, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1990.
YAZICI Tahsin, “Hâfız-ı Şirâzî”, İslâm Ansiklopedisi, TDİA, C.15, İstanbul 1997.

Konular