İRAN SİNEMASI VE DİLİ

1900 yılında “Mirza İbrahim Han Akkasbaşi” , Kaçar şahı “Muzafferuddin Şah” ın emriyle film kamerasını ilk olarak İran’a getirerek, İran’da sinemanın kurucusu ünvanını kazandı.

Böylece İran’da filme alınan ilk görüntüler, Mirza İbrahim Han’ın, Şah ve saray halkını eğlendirmek için hazırladığı görüntülerdi. İran’ın ilk uzun, konulu filmi ise 1929 yılında “ Avans Oganyats”'ın yönetmenliğinde çekilen “Mavi ve Rabi” idi.

Bu dönemde Hindistan’da da , “Erdeşir İrani” ve “Abdulhuseyn Sapanta” gibi orada yaşayan İranlılar tarafından Farsça filmler yapıldı . Bunların en önemlisi Sapanta’nın yapımı olan “Lor Kızı” (1932)
adlı filmdir. Bundan sonra İran sineması on yıllık bir durgunluk döneminin ardından , İran’da çekilen ilk sesli film olan “Hayat Fırtınası” filmiyle 1948 yılında yeniden sahneye dönerek, 1979 yılındaki İslam Devrimi’nin gerçekleşmesiyle farklı bakış açılarını barındıran yeni bir döneme adım atıncaya dek yoluna devam etti.

1900–1979 yıllarını İran sinemasını çocukluk yılları olarak adlandırabilir. Bu dönem filmlerinin pek çoğunun karakteristik özelliği, sinema dili ve tekniğinin basit şekilde kullanıldığı, biraz da cinsellik ve şiddet katılmış, yüzeysel ve özensiz melodramlar olmalarıdır.

Bu dönemde, İran sinemasının o yıllardaki genel gidişatından ayrılan, değerli yapımlar da göze çarpmaktadır, örneğin; “Şehrin Güneyinde” (1958) ve “Uğursuz Gece” (1964) (Farrohkh Gaffari), “Balçık ve Ayna” (1965 - İbrahim Golestan ), “Ahu Hanım’ın Kocası” (1968 - Davud Mollapur) , “İnek” (Daryuş Mehrcui) , “Kayser” (Mesud Kimyai) , “Sağanak” (Behram Beyzai), “Cansız Tabiat” (Sohrab Şehid-e Sales) , “Sutedelan”(Ali Hatemi) vd...

1970 yılında Venedik Film Festivali’nde ödül alan “İnek” filmi, zengin ve sanatsal bir içerik ve yapıma sahiptir.

1979 yılında gerçekleşen İslam Devrimi ile İran sineması yaşamının yeni bir aşamasına girdi.

Ülkenin siyasal ve kültürel yapısında meydana gelen köklü değişimlerle, sinemanın yaşadığı süreçte de değişiklik yaşandı.

Bu dönemde İran sineması kısa bir duraklamanın ardından çalışmalarına yeni baştan başladı. “Nasır Takvai” , “Ali Hatemi” , “Abbas Kiyarostemi” , “Daryuş Mehrcui”, “Khosrov Sinai” , “Behram Beyzai” ve bunlar gibi, İran'da İslam Devrimden önceki önemli ve yetişmiş film yapımcıları, “ Kaptan Khorşid” (Nasır Takvai) , “Kemal’ul-Mulk” (Ali Hatemi) , “Kirazın tadı” ve “Dostun Evi Nerede” (Abbas Kiyarostemi) , “Hamun” ve “Sara” (Daryuş Mehrcui) , “Ateşin Gelini” (Khosov Sinai) , “Belki Başka Zaman” , “Yolcular” ve “Köpek Avı” (Behram Beyzai) gibi övgüye layık eserler yaratmaya koyuldular.

Zamanla İran sineması yeni kimliğine kavuştu ve gerek form gerekse içerik bakımından kimi iniş çıkışlardan sonra bugünkü yere ulaşarak, tüm dünyanın övgüsünü kazandı. Yeni İran sineması, evrensel ve insani bir yöneliş benimseyerek, yeni kavramları ele alarak ve dünya sinemasında yaygın olan sahte çekiciliklerden (cinsellik ve şiddet) kaçınarak, yeni bir sinema türünü dünyaya tanıttı.

İran, sinema sanatının öneminin bilinciyle denetim, yönlendirme ve destekleme mekanizmalarının kullanılması , yerli sinemanın nitelik ve niceliğinin yükseltilmesi için “Farabi Sinema Kurumu” nun kurulması (1983) , “Sinema Evi”(1995) ve sinema meslek örgütlerinin kurulmasına yardım edilmesi , film yapımcılarına sübvansiyon uygulanması , genç sinemacıların desteklenmesi , her yıl Uluslararası Fecr Film Festivali’nin düzenlenmesi , ülke içi ve dışından sinema teknik araç gereçlerinin temin edilmesi , dünyanın en uzak noktalarındaki film festivallerine dahi İranlı film yapımcılarının katılımının desteklenmesi... gibi girişimlerle , başarılı İranlı film yapımcıları ile omuz omuza , “Yedinci sanat” İran’da yükselmeye başladı.

İran sineması 80’li yılların ortalarından ( İslam Devriminin ilk yılları) bugüne değin 300’ün üzerinde uluslararası ödül kazanmış ve bir kısmı seçkin , 4000’den fazla uluslararası festivale katılmıştır.

İran sinemasının uluslararası alandaki en önemli başarılarından, “Mecid Mecidi” yapımı “Gökyüzünün Çocukları” filminin Oskar adayı olması , “Abbas Kiyarostemi”nin eseri olan “Kirazın Tadı” filminin Cannes Film Festivalinde Altın Palmiye ödülünü alması , “Semira Makhmelbaf ”ın “Kara Tahta” filminin 2000 yılında UNESCO’dan “Federico Fellini” madalyasını alması , “Muhsin Makhmelbaf ”a Fransa Kültür Bakanlığı tarafından “ Sanat ve Edebiyat Adamı” nişanının verilmesi , “Huşeng Kavusi” , “Abbas Kiyarostemi” ve “Cafer Panahi”ye Fransa Kültür Bakanlığı tarafından “Şovalye” nişanının verilmesine işaret edilebilir.

Zamanla İran sinemasından “Muhsin Makhmekbaf” , “Semira Makhmekbaf” , “İbrahim Hatemikiya” , “Rakhşan Beni İtimad” , “Ebulfazl Celili” , “Mecid Mecidi”, “Cafer Panahi” vb. gibi ünlü yönetmenleri dünya çapında tanınmaya başladı.

Bu arada İran’ın yeni dönem sinemasında kadınların varlığı da göz ardı edilemez.

Sinemacı İranlı kadınların son yirmi yıldaki kapsamlı çalışmaları , söz konusu yıllarda kadın sanatçıların İran’da etkin olarak yer alması için hazırlanan uygun zemini ortaya koymaktadır.

Bunların pek çoğu , sanat kariyerlerinde değerli yapımlar kaydeden ve kimi zaman dünyanın önemli festivallerinden ödüller alan yetenekli , zeki ve meşhur yönetmenlerdir .

“Rakhşan Beni İtimad” , “Tahmine Milani” , “Semira Makhmelbaf” ve “Puran Derakhşende” gibi yetişmiş sanatçılar ... 18 yaşında , Cannes Film Festivalinin resmi bölümüne kabul edilen dünyanın en genç yönetmeni olan Semira Makhmelbaf İranlı meşhur yönetmen Muhsin Makhmelbaf’ın kızıdır.

Bugünkü İran sinemasının göz kamaştırıcı ilerlemeleri , yönetmenlik , kameramanlık , derleme , laboratuar , müzik... gibi tüm aşama ve alanlarda üretim kalitesinin yükselmesiyle bağlantılıdır.

Bu ilerlemeler , sadece günümüz dünya sinemasına değil , İran sinemasının geçmişine de kıyasla değerlendirilmelidir.

Oyunculuk , ses kaydı , seslendirme , titraj , dekor ve kostüm hazırlanması ve özel efektler gibi diğer alanlarda da ilerleme kaydedilmiştir.

Bunlara ek olarak , Devrim öncesinin aksine bugün yönetmenler sesli çekimlere yönelmişlerdir ve bu tek başına , filmin niteliğinin yükselmesi ve oyunculuk gücünün artırılması sonucunu ortaya çıkarmaktadır.

İran sineması gerek geniş halk kitleleri gerekse toplumun seçkin kesimleri arasından kendine çok sayıda muhatabı kendine çekmeyi başarmıştır.

Film yapım eğitimi veren merkezlerin (gerek akademik gerek kısa dönemler şeklinde) günden güne çoğalması , sinemayla ilgili uzmanlık yayınlarının görülmemiş artışı ve ülke genelinde yayın yapan yüksek tirajlı gazetelerin sinema özel sayfalarına yer vermeye yönelmeleri , sinemanın izleyiciler yanındaki önemini ortaya koymaktadır.

Sonuç olarak , evrensel insani değerlerin sanat diliyle ifade edilmesine gönül veren ve muhataplarına olan saygısından ötürü değersiz ve yüzeysel duygu ve heyecanlardan kaçınan İran sineması kendine has nitelikleri ve yapımlarıyla, sinema dünyasında yeni bir tecrübedir. İran sineması sadece gişeyi düşünmemekte, sinemanın çerçeveleri ile sanat dili ve ahengini koruyarak insaniilişkiler, savaşsız bir dünya, doğayla uyumlu yaşam ve bu gibi kavramları yaygınlaştırıp yerleştirmeyi de konu edinmektedir.

Konular