İSLAM'IN DOĞUŞUNUN EŞİĞİNDE İRAN’IN DİNİ VE SİYASİ DURUŞU

İslamiyet'in ilk yıllarında İran tarihi, bu toprakların tarihinin en hassas dönemi sayılır. Bu çağda İran tarihi, Arap Müslümanların bu topraklara ayak basması ve iki farklı sosyal, kültürel ve inanç düzeninin çelişmesinden etkilendi. İran halkının eski inancını bırakıp İslam dinini kabul etme süreci ve bu sürecin getirileri bu dönemle ilgili tartışılabilecek en önemli konulardan biridir. Bu dönemde İran toplumu bin yıllık bir vahdet içindeyken yavaş yavaş değişime uğrayarak geçmişle olan bağını kopardı ve geçmişine nazaran apayrı bir imaj kazandı. Çünkü İslam'ın İran’a ayak basması ile birlikte siyasi, sosyal, kültürel ve iktisadi kurumların yapısında hissedilir değişiklikler yaşandı, öyle ki bu değişikliklerin izi günümüze dek sürdü.Bir başka tabirle bu dönem İran tarihinin geçiş süreçlerinde istisna sayılabilecek süreçlerden biridir, çünkü yüzeysel değişimin yanı sıra (yani bir sülalenin devrilip bir başka hakimiyetin iş başına gelmesi) sosyal ve siyasî temellerde de köklü değişimler yaşandı. Bu büyük değişimi kavramak için Sasanilerin son padişahının dönemine ait siyasi ve dini yapıyı bir kez daha gözden geçirmek gerekir. Çünkü dış etkenlerin dışında İran toplumunun iç şartları da bu eski imparatorluğun çöküşünde etkiliydi.
-Siyasi kriz:
Sasanî döneminin son günlerinde İran’da yaşananlar büyük ölçüde, bu düzenin iktidar yapısında baş gösteren siyasi krizden kaynaklanıp özellikle iktidarlarının doruğu yani Enuşirvan'ın reform çağında uygulamalarının sonuç ve yankılarıydı. Sasani iktidarının daha önceki iktidarlara göre en önemli özelliği olan din ve siyasetin bir araya gelmesine dayanan düzeni, İran’ın sınırlarının korunması ve bağımsızlığını doğu ve batıdan gelen düşmanların tehdidine karşı korunmasına sebep olmasına karşın çöküşü ve yok oluşunda da en önemli etken oldu. Eşkanî iktidarının son günlerinde ortaya çıkan krizlere bir tepki olarak Sasanî iktidarının oluşması, izlenen özel politikalar yüzünden siyaset, toplum ve mezhep bakımından yeni krizlerin ortaya çıkmasına yol açtı ve Kubad’ın padişahlık dönemi bu krizlerin doruk noktasıydı. Sasanilerin siyasi, dinî ve iktisadî kurumların bir araya getirilmesinde Eşkanilere kıyasla büyük başarı sağlamasına karşın iktidar oldukları dönemin başından sonuna kadar padişah ve eşraf arasında bu konu hakkında sürekli bir çekişme söz konusuydu. Bir başka tabirle Sasaniler döneminde de Eşkaniler döneminde olduğu gibi aşiret iktidarı biraz farkla devam ediyordu. Öte yandan Sasanî döneminde mahalli şahların varlığını gösteren ve şahların şahı anlamına gelen Şahenşah terimi de sonunda padişah ile eşraf arasında çatışmalara sebep oldu ve İran’ın Sasaniler döneminde sosyal ve siyasi düzen arasındaki dengenin sağlanmasını engelledi, öyle ki 36 Sasanî padişahtan sadece bir kaçı 10 yıldan fazla saltanat edebildi ve Husrev Perviz’in devrilmesinden sonraki 4 yılda 12 kişi saltanat tahtına oturdu ki bunlardan bazılarının saltanat ömrü birkaç günü bile geçemedi. Eşkanî döneminden geriye kalan aşiret anlayışının devam etmesi Sasanilerin merkezleşme eğilimi ve tüm sosyal kesimlere egemen olma arzusu ile çelişiyordu. Öte yandan aşiret anlayışını pasifize etmek ve eşrafı saraya bağımlı hale getirmek, Sasanilerin kurucularının en belirgin çalışmasıydı ve bu hanedana ait bazı güçlü padişahlarca takip edildi, ki bunlardan 1. Yezdgerd, 2. Hürmüz, Blaş, Kubad ve son olarak reformcu Enuşirvanı, ki eski eşrafın gücünü azaltmak ve merkezi iktidarı güçlendirmeyi amaçlıyordu, örnek gösterebiliriz. Buna karşın iktidarsız padişahların iş başına geldiği dönemlerde yine eşrafın saraya egemen olduğuna tanık oluyorsunuz. Sasanilerde ancak 4 padişahın kendisinden sonra tahta oturacak padişahı belirlediğine bakıldığı zaman eşrafın saraydaki nüfuzu daha iyi anlaşılır.
Kubad dönemi padişahla eşrafın çatışmasında bir dönüm noktasıydı. Gerçi Kubadı Mezdek kıyamından yararlanarak halkın öfkesini eşrafı zayıflatmaya yönlendirdi, fakat sonunda oğlu Enuşirvan sosyal ve iktisadi reformlar sayesinde ve yine küçük eşraf kesimine dayanarak eski eşrafın doymak bilmeyen hırsını büyük ölçüde kontrol altına almayı başardı. Gerçi Enuşirvan’ın uygulamaları Mezdek yanlılarının kıyamı ve onları silahsızlandırılmalarından kaynaklanıyordu, ama yine de küçük eşrafın güçlenmesi ve eski eşrafın zayıflamasına da sebep oldu ve Mezdek kıyamına son verdiği için de toplumun bazı kesimlerince olumlu karşılandı. Gerçekte bir kurtarıcı arayan ve Mezdek kıyamından umudunu kesen İran halkı güvenliği, sert bir istibdada karşın kaoslu bir ortamda özgür olmayı tercih etti.Çünkü bir despotun hükümetini bir grup despotun hükümetine göre tahammül etmek daha kolaydı. Esnek sosyal faaliyetten yoksun olan Sasanilerin kapalı toplumunda adalet her bir sosyal sınıfın konumunun korunması ve birbirine saldırmaması anlamındaydı...Eğer Sasanilerin iktidarının doruk noktasını Enuşirvan'ın dönemi sayacak olursak bu hanedanın çöküşü için geri sayımın da yine aynı döneme denk geldiği söylenebilir. Bu dönemde ortaya çıkan krizlere bir tepki sosyal, iktisadi ve siyasi reformlar gerçekleşti, ancak tüm bu reformlar krizlerin yatıştırılmasında etkili olamadı. Bir başka tabirle bu reformlar toplumun alt tabakalarının sorunlarını gidermeye yönelik değildi ve hatta var olan krizleri daha da derinleştirdi ve böylece Sasanilerin yenilmesi ve Müslüman Arapların zafer kazanmasına zemin hazırladı. 1. Husrev döneminde kısıtlanan konumlarını ihya etmek için eşrafın sarf ettiği çabalar, Enuşzad kıyamına katılmak suretiyle hız kazandı ve 4. Hürmüz döneminde doruğa ulaştı. Öte yandan 4. Hürmüz’ün din adamlarına karşı esnek davranması eşrafı öfkelendirdi ve o da babası gibi alt tabakaların öfkesinden yararlanarak çok sayıda eşraf katletmesine karşın Roma düşmanlığı ve İran’ın Roma’nın bölgedeki müttefiklerince sürekli tehdit edilmesi askerî, feodal, ruhanî ve eski yeni birçok eşrafın hoşnutsuzluğunu dile getirmeye zemin hazırladı ve bu hoşnutsuzluk Behram Çubin kıyamında tecelli buldu. Gerçekte bu kıyam Enuşirvan’ın askerî reformlarının uzun vadede kalıcı olmadığını gösterdi. Bu kıyam ayrıca askerlerin Sasanilerin siyaset alanında güç kazanması ve Enuşirvan reformlarının yenilgiye uğramasının başlangıcı oldu. Bu reformların ana ekseni askerî nitelikliydi ve hatta vergi reformu bile ordu giderlerini karşılamak için hazırlanıp uygulanmıştı. Gerçekte Enuşirvan dönemindeki Sasanî devleti yeni çıkan siyasi ve sosyal şartlar ve komşuları ile askerî rekabet çerçevesinde eşraf ve aşiret liderlerinden oluşan destekçilerini değiştirmek ve daha geniş bir kitleyi oluşturan Azadan adlı bir kesimin desteğini almak üzereydi. Gerçi Azadan toprak sahibiydi, ancak orduda hizmet etmek taahhüdü ile Şahenşah ile irtibat kuruyordu. Sonunda bu politika Sasanilerin son günlerinde saltanat işlerine fazla müdahale eden askeri bir topluluğun oluşmasına neden oldu. Behram Çubine’nin isyanı Azadan grubunun Enuşirvan’dan sonra ilk ciddi boy göstermesiydi. Buna karşın eşraf tabakası kraliyet ailesinden gelen Husrev Perviz gibi birini İran toplumunun inancına göre hükümeti gasp eden Behram Çubine’ye tercih ediyordu. 2. Husrev Perviz Romalıları ve bazı İranlı eşrafın desteği ile iktidara gelmişti, ancak Behram isyanını bastırdıktan sonra ihtiyatlı davranarak temelleri sarsılan hükümetini pekiştirmeye başladı ve saltanatın kendisine iade edilmesinde önemli rol oynayan ve akrabası sayılan Benduye ve Bestan’ı yok ederek despot padişah olduğunu kanıtladı. İktidarının güçlenmesi yolunda Beni Lahm hanedanını yok eden Husrev Perviz, İran ve Araplar arasındaki seddi kaldırarak pratikte Arapların sınırı geçmesini kolaylaştırdı ve bu durum sonunda Sasanilerin Zikar savaşında Araplara yenilmesine ve Sasanî iktidarının zafiyetinin Araplarca keşfedilmesine sebep oldu, öyle ki Noldeke bu savaşı Müslüman Arapların sonraki zaferlerinin ilki niteledi. İç kargaşaları yatıştırmak da eski düşman, yani Romalılarla yüz yüze gelmesine sebep oldu. Sasanî devletinin Roma ile son savaşı 604-628 yılları arasında gerçekleşti ve Husrev Perviz’in ilk etapta bir takım zaferler elde etmesine karşın sonunda esas galip Roma tarafı oldu. İran’ın komşuları, yani Türkler ve Romalılar bu dönemde iç sorunlarla boğuşuyor ve Sasanîler için ciddi bir tehdit oluşturmuyordu, ancak Sasanilerin esas zayıf düşmelerinin sebebi, onlara karşı gerçekleşen saldırılardı. Sasanilerin İran’daki birçok önceki devletler gibi merkezi hükümet oluşturma eğilimlerinin sebebi dış düşmana karşı iç potansiyeli güçlendirmekti. İran’ın çeşitli kavimlerin güzergahı üzerinde bulunması da bu eğilimi doğruluyor. Gerçi zamanla Sasanilerin göçmen Türklerin batıya geçmelerini engellemekteki rolü belirginleşti, ancak sonunda Sasanilerin yenilmesiyle birlikte İran’ın Türklerin saldırısına karşı savunma barajı yıkıldı ve Türklerin saldırısı batıya doğru gözetmekle beraber başladı.
Husrev Perviz'in öldürülmesi ve merkezi hükümetin çökmesiyle birlikte bir kez daha İran’da kısır döngü başladı ve muhalif güçler toplumu kaosa sürükledi ve hükümet bu zümrenin oyuncağı oldu. Öte yandan sınır çatışmasının hafiflemesi yüzünden askerler ve ordu iç işlerine müdahale fırsatı oldu ve 4 yıl içinde artarda gerçekleşen darbeler sonucu 12 kişi padişahlık koltuğuna oturdu. Bu arada Sasanilerin son günlerine doğru sınır bekçileri ve çiftçilerin gücü de bir hayli artmış ve kendi eyaletlerinde öylesine güçlü ve sağlam yerlerinde oturmuştu ki, hatta Sasanilerin çöktüğü ilk günlerde bile merkezi yönetimin yokluğunu fazla hissetmediler. Husrev Perviz’in savaş giderleri için uyguladığı ağır vergi sistemi çiftçilerin belini bükmüştü, öyle ki tarihte belirtildiği üzere halk açlıktan ölüyordu. Öte yandan 628’de Dicle’nin taşkını, kolera, Taun, kuraklık gibi doğal afetler de Sasanî düzenindeki dengesizliği körükledi. Bu şartlarda zulüm had safaya ulaştı ve çiftçiler çoğunlukla ülkeden kaçmak zorunda kaldı. Ve sonunda artan masraflar, ayrıca Romalılar, Heyatele ve Türklerle çıkan savaşların giderleri Sasanilerin içten ve dıştan çökmesine zemin hazırladı. Öte yandan daimi bir ordunun yokluğu ve Türk, Arap, Romalı ve Hindistanlı paralı askerlerden yararlanmak Sasanî ordusunun birlik ve bütünlüğünü olumsuz etkiledi. Genel bir değerlendirmede Sasanilerin çöküş sebebini bu düzenin güç yapısında aramak gerekir. Bu yapı nüfuz sahibi odakların arasında bir denge sağlayamadığı gibi hatta yapının değişmesi ve reformların ardından kendi dengesini de koruyamadı. Gerçekte reformlar, şiddetten uzak yöntemlerle düzeltmeye yönelikken, ancak Enuşirvan’ın reformlarıyla uyum sağlayamayan Sasanî düzeni kendi içinde sürtüşmeye devam etti ve önceki dengesizliğin yerini yeni bir denge alamadı ve böylesine güvensiz bir ortamda hem padişah, Bem eşraf ve şehzadeler her an birbirinden gelecek komplolardan korku içinde yaşadı. Öte yandan iç ve dış sorunlara karşı koymak için saraya bağlı kurulan askeri güç kendi başına büyük bir soruna dönüştü ve bu gücün dinî politikaları Sasanilerin siyasi yapısının kökten çökmesine neden oldu. Oysa eğer Arap Müslümanlar gelmemiş olsaydı belki de Sasanî devleti bir iç değişimle bir süre daha yaşamına devem edebilirdi. Ancak her halükarda Arapların Sasani devletinin çökmesinde ifa ettiği rolü, bazılarının önemsiz saydığı gibi, değerlendirmemek gerekir.
Dinî kriz:
Sasanilerin İran’da iktidar olması siyasi değişimin yanı sıra mezhebî değişimi de beraberinde getirdi. Kristian Sen’in belirttiğine göre resmi din olgusu Sasanilerin fikriydi. Gerçekte Sasanilerin dinî vahdet yaratma çabaları, siyasi birlik ve iktidarın tek elde toplanması çabalarının tamamlayıcısı sayılır. Bu yüzden Sasanîler iktidar olur olmaz, Helenizm ve bu inançtan doğan çeşitli türleri ve doğu kültürü ile karışan Zerdüşt dini ile mücadele etmeye başladılar ve bu dini her türlü karışımdan arındırarak gerçek şeklini kazandırmaya çalıştılar. Sasaniler bu amacı ulaşmak için bu inançta nihaî hedefi İran’ın birliği ve bütün şahları ve şahlıkları birleştiren tahriflere başladılar. Öte yandan Sasanî devleti kurulur kurulmaz İran coğrafyasında uygunsuz biçimde dağılan mezhepler bu hanedan için sorun olmaya başladı, çünkü dinî ve mezhebî çeşitlilik, Eşkani devletinin sonları ve Sasanilerin iktidarının ilk günlerinde İran toplumunun başlıca özelliklerinden biriydi. Dolayısıyla bu çeşitlilik yüzünden Sasanî krallar toplumu ortak din konusunda bir bütün haline getiremedi. Gerçekte bu politikayı uygulamak için ateş tapınaklarının arttırılması, Evesta kitabının toplanıp tedvin edilmesi ve güçlü bir sosyal sınıf olarak ruhanilerin örgütlenip takviye edilmesi Sasanilerce gündeme alındı ve dinî temsilciler olarak Zerdüştî ruhaniler siyasi temsilcilerle birlikte siyasî-dinî merkezileşmeyi takviye etmek üzere eyaletlere gönderildi ve sonuçta din ve devletin karşılıklı ihtiyaçları bu iki odağın birbirine yakınlaşmasına sebep oldu.
Sasanilerin güçlü bir merkezî devlet kurma çabalarına paralel olarak dinî kurum da böyle bir merkezî yönetimin oluşması yolunda adım atıyordu, bir başka tabirle padişah ve baş ruhaninin gücü bir eğilimin iki farklı boyutu ve anlamıydı. Gerçek Sasaniler iktidarı ele geçirmeden önce mezhebî düzende de seçkin bir konuma sahipti, ama Sasanî devletinin kurulması ruhanilerin gücü ve Sasanilerin askerî gücünün bir bileşkesiydi. Bu yüzden Zerdüşti ruhaniler Sasanilerin askerî ve siyasi gücünden kendi inançlarını dayatma ve her türlü muhalefeti açık gizli bastırma yolunda yararlandı. Ancak din ve devlet kurumları arasındaki açık gizli rekabete karşın, ki bazen de düşmanlık safhasına ulaşıyordu, merkezîleşme isteği, devletin meşruiyete olan ihtiyacı ve dinin de devlete muhtaç olması yüzünden bu iki kurum gerektiği yerde uzlaşıyor ve işbirliği yapıyordu. Nitekim devlet din kurumuna destek veriyor ve dinî azınlıkları bastırıyor ve her türlü muhalefeti susturuyordu, Bilmukabil de din kurumu devletten itaat ediyor ve eşrafını padişahın haklarını ilahî sayarak destekliyordu. Böylece saltanat ve mutlak iktidarın paralelinde olan siyasi düşünceler dinî teoriler çerçevesinde meşruiyet kazanıyordu, öyle ki Tenser, Kertir ve Azerpod gibi ünlü teorisyenler sırasıyla Erdeşir, birinci ve ikinci Şapur’un padişahlık döneminde din ve devletin gerçekte bir bütün olduğu teorisini empoze etmekle görevlendirildi. Ancak buna karşın bir süre sonra Manî ve Mezdek düşüncelerinin ortaya çıkması, Sasanilerin ağır sosyal krizlerin yanı sıra dinî krizlere de duçar olduklarını gösterdi
Manî ve Mezdek’in dinî düşünceleri sosyal boyutları dışında gerçekte Zerdüşt inancından yeni yorumlamadan doğan kitlesel düşünceye bir tepki niteliğindeydi. Çünkü Zerdüşt inancından ortaya çıkan yeni yorum din adamlarının gelişip güçlenmesi, muhaliflerin bastırılması gibi sonuçlar doğurmuştu. Gerçi Manî ve özellikle Mezdek kıyamı sonuçta Zerdüştî ruhanilerin Şaha karşı zayıflamasına sebep oldu ve görünürde istikrarlı bir düşüncesi olan toplumun çelişkiye düşmesine yol açtı, ancak aynı zamanda egemen olan inancı irticaya doğru yöneltti ve bu inancın sahiplerini her ne pahasına olsun sosyal konumlarını pekiştirmeyi yöneltti. Gerçekte üç ünlü ideologun ortaya attığı düşünceler, artık Sasanilerin döneminde düşünce durgunluğuna ve bu devletin sonlarına doğru düşünce hoşluğuna sebep oldu. Gerçekte din ve devletin bağlılığı kapalı bir kültürün oluşmasına sebep oldu ve bu kültürün ilk başta Yunan ve Roma kültürüne karşı koymayı başarmış olsa bile, zamanla esneklikten yoksun ve değişime kapalı olması yüzünden durgun bir kültüre dönüştü ve kısa bir süre sonra dinamik İslam kültürüne yenildi. Gerçekte dinin devlete bağlı olması, birinin çökmesinin öbürünün de çökmesine sebep oldu.
Mezhebî coğrafya
İçeride Manî ve Mezdek gibi yeni inançların ortaya çıkması Hıristiyanlık ve Buda gibi dış inançların da içeriye sızmasına zemin hazırlamanın yanı sıra mevcut sosyal dengenin bozulmasına da sebep oldu ve düşünce vahdeti ve istikrarından dem vuran toplumun sarsıldığını gösterdi. Gerçekte resmi dinin tüm Sasanî topraklarında üniter bir inancı egemen kılmakta başarısız kalması bu inancın o dönemde pek de yayılabilir olmayan niteliğinden kaynaklanıyordu. Çünkü bu inanç daha çok Aria ırkından gelen İranlılara aitti ve pek de cihanşümul olma iddiası taşımıyor, üstelik liderleri de insanlığı kurtaracak gibi iddiaları da yoktu. Resmî inanç son günlerine doğru tamamen savunma kalıbına girmiş ve bu dinden çıkmanın cezası ölüm veya en azından mülkiyet ve mirastan mahrum edilmekti.
Gerçi bir takım hükümlerle bir dini bırakıp başka bir dini seçmek yasaklanmıştı, ancak bu hükümler daha çok Zerdüştîlere mahsustu ve bu inancın savunmaya ve geri adım atmaya yöneldiğini gösteriyordu. Gerçekte Zerdüşt inancı yaşamının son günlerine doğru eski haşmet ve azametini kaybetmiş ve bu inançtan Hıristiyanlığa geçmek artık sıradan bir iş haline gelmişti, tabi bazı kaynaklarda bunun tersi de söyleniyor ama belki de sebebi sırf dünyevî zevklerden daha fazla yararlanmak içindi. Ancak bir süre sonra bu inanç hatta toplumun üst düzey insanları için bile çekiciliğini kaybetti, öyle ki birinci Husrev döneminde Hıristiyan bir papaz padişah sülalesinden birkaç kişiyi vaftiz ettiği için ölümle cezalandırıldı.
Sasanilerin çöküşüne doğru İran’ın mezhebi coğrafyası incelendiğinde Zerdüşt dininin eski parlaklığını kaybettiği ve yerine yeni inançların yerleştiği anlaşılır, bu da halkın yeni dinler ve inançlara psikolojik açıdan hazır olduğunu gösteriyor. Bu çerçevede Sasanilerin sonlarına doğru İran’da Zerdüştî olmayanların sayısı hakkında kesin veriler bilinmezken ama yine de diğer dinlerin Zerdüşt inancını baskı altına aldığı kesindir. Sasanilerin sonlarına doğru İran’da yer yer Hıristiyan odaklar göze çarpıyor ama bu inancın etkinlik alanı, Roma’ya yakınlığı yüzünden İran’ın batı ve güney batı eyaletlerinde daha fazlaydı, ayrıca bu yörelerde Arap ve Roma kökenli nüfusun sayısı da fazlaydı ve Zerdüştî ruhanilerin tüm muhalefetlerine karşın diğer dinleri benimsemişti. Çoğunluğu tüccar ve esnaf olan bu kesim arasında Hıristiyanlık oldukça yaygındı. Hıristiyanlık inancı 4. yüzyıla dek Ermenistan dışında Suriye, Mezopotamya ve İran’ın bir bölümünde nüfuz etmişti. İran’ın Huzestan eyaletinde hızla yayılmıştı, öyle ki Enuşirvan da bu kavmin çokluğuna itiraf ediyordu. Roma imparatorluğu tarafından yasaklanan Nesturî inancı Sasanî imparatorluğunun her yerinde merkezler kurmuştu. Hıristiyanlığın nüfuzu bundan da ileri gitti, öyle ki bir sonraki yüzyılda Araplar Buhara kentine girdiğinde karşılarında bir kilise buldu. Nesturilerin dışında Yakubiler de İran’da üslere sahipti. 1. ve 2. Husrev döneminde Yakubî esirler Horasan, Sistan, Gilan ve Teberistan eyaletlerine yerleştirildiler ve Sasanilerin son gün günlerinde Yakubî rahipler Herat Sistan ve Azerbaycan'da merkezler kurmuştu. Bu dönemde Mezopotamya, Ermenistan ve Gürcistan’da, ki hepsi İran’ın egemenliği altındaydı, Hıristiyan sayısı daha fazlaydı ve Hıristiyanlık inancı öylesine İran’a kök salmıştı ki bir çoklarına göre eğer İslam İran’a gelmesiydi, Hıristiyanlık Zerdüşt inancının yerine almış olacaktı. Türklerin İran’ın doğu ve kuzeyine yavaş yavaş yerleşmeleriyle birlikte Buda inancı da propaganda merkezleri kurarak Horasan’ın doğusunda yayılmaya başladı, çünkü Sasanîleri hakimiyeti bu yörede zayıflamıştı ve Budistler Türklerle birlikte olduğu için pek fazla tehlike hissetmiyordu. Böylece Budistlerin faaliyeti, Hıristiyanlar gibi hızla, özellikle Türkler arasında yayıldı, fakat atalarının mirası olarak Zerdüşt dinine bakan, yörenin İranlı halkı arasında pek fazla yayılamadı. Buda inancı öylesine yayıldı ki hatta Herat kentine kadar uzandı. Merv’de yapılan arkeolojik kazılarda Sasanilerin son günlerine denk gelen Sanskrit dilinde Budistlere ait bir kitap bulundu. Her halükarda Horasan’ın doğusunda Buda inancı İslam'dan önce en yaygın din ve kültürdü. Doğudaki bu eğilim yöre halkının pek de Sasanîlerle uyuşmadığını gösteriyor.
Gerçi Yahudiler de Hıristiyanlar gibi Zerdüşt inancının kin ve düşmanlığından payını alıyordu, ancak bu zümreye hiçbir zaman Hıristiyanlar gibi düşmanın adamları gözüyle bakılmadı. Çünkü Yahudi inancı propaganda yapmıyor ve başka halkları bu inanca davet etmiyordu. Eskiden beri Roma imparatorluğunun yeminli düşmanı ve İran’ın çıkarlarının savunucusu olan Yahudiler Sasanî devleti için herhangi bir tehlike oluşturmadığı gibi, hatta bazen Husrev Perviz’in Urşelim’e saldırdığı zamanda olduğu gibi Sasanî devletine destek veriyordu. İktisadî ve ticarî açıdan da Yahudiler Sasanîlerce destek görüyordu, çünkü onları doğu Roma karşısında bir koz olarak kullanıyordu. Yahudiler de Budistler gibi Mezopotamya’da dağılmış ve hatta Babil ve Fırat'ın doğusuna kadar yayılıp İran’ın bir çok yöresinde merkezler kurmuştu. Manoye, İran’ın resmi dininden sonra en yaygın inançtı ve gizlice hayatını sürdürürken etkinlik alanı Sasanilerin çöküşünden sonra yeniden varlık gösterme fırsatı bulduktan sonra ortaya çıktı. Manoye inancını izleyenler Sasanîler döneminde takibe alında ve en çok Mezopotamya bölgesine kaçtılar ve bu bölgenin hükümdarı Zerdüşt dininden olmasına karşın Budistler ve Nesturiler gibi güvenli bir ortam bulup kısmî özgürlükten yararlandılar. Gerçekte bu inancın Sasanî imparatorluğunun doğu ve batısında yayılması, anavatanında köklü bir inanç olduğunu gösteriyor.
Mezdekîlerin ve liderlerinin katliamı ile bu tarikat gizlice hayatına devam etti ve aldığı ağır darbeler bu inancın daha sonraki yüz yıllara ve hatta İslam dönemine kadar uzanmasını engelleyemedi. Bu çerçevede İbni Nedim Mezdekilerin ve Varisleri sayılan Hurremdinan’ların özellikle Azerbaycan'ın dağlık yöreleri, Deylem, Ermenistan ve hatta İsfahan ve Hemedan’da varlığı ile ilgili haber veriyor.
Sonuç olarak Sasanî döneminin sonlarına doğru çeşitli Zerdüşt tarikatlarının varlığı ile ilgili raporlar, hatta sözde resmi olan bu inançta bile tefrikaları yansıtıyor. Öte yandan eski inançlara olan güvensizlik ve isteksizlik, bu çağda yaşayan insanlarda görünen köklü değişimdi ki bu da yeni düşünce ve inançların ortaya çıkmasından kaynaklanıyordu. Bu arada Yunan felsefesinden doğan akımların dalgaları Sasani iktidarının sonlarına doğru eski inançların temelini sarstı ve kapalı zihinleri bir kez daha inançlarını gözden geçirmeye zorladı. Kaderci ve takdiri empoze eden Zervanî inancının da hızlı yayılması, dünyaya karşı kötümser bakışı geliştirirken bu çağda yayınlanan bazı risale ve tavsiye namelerin içeriğini işgal etti. İran halkı arasında yaygınlaşan ve İrfanî inançları simgeleyen dünyadan çekilme anlayışı da halk arasında yayıldıkça yaşama zevkini yok etti.
Öte yandan kadercilik anlayışı öylesine yayıldı ki hatta Husrev Perviz’in sözlerinde bile izlerine rastlamak mümkün. Bu düşünce öylesine yayıldı ve gelişti ki İranlılar topraklarının yok olacağından söz ediyor ve bunun işaretlerini depremlerde ve fırtınalarda arıyordu. Resmi inançta ise düşünceden ziyade gelenek ve göreneklere ağırlık veriliyor ve insanlar doğuştan ölünceye dek dini kuralların pençesinde esir kalıyordu. Bu tür bir anlayış halkın dinlerinden ve hükümdarlarından usanmasına sebep olurken, İslam'a yönelişin bir başka gerekçesi olarak gündeme getiriliyor. Çünkü İslam sade, öz bir inançtı ve kan, ırk ve atalardan kalan imtiyazları geçersiz ilan ediyordu. Dikkat edilmesi gereken konu, İranlıların Araplar karşısında sadece askerî alanda değil din alanında da teslim oldu.

Konular