İranlı Şairin Türkiye’si

Öncülüğünü Nîmâ Yûşic’in yaptığı yeni İran şiirinin önde gelen simalarından olan Mehdi Ehavân-i Sâlis (M. Ummîd) (1928-1990), hem şiirleriyle hem de şiir alanındaki inceleme türü çalışmalarıyla haklı bir üne kavuşmuştur. Meşhed doğumlu olan şair, ilk gençlik yıllarında Meşhed’deki edebî topluluklara gidip gelmeye başlamış, klasik kalıplarda, özellikle gazel ve kaside alanlarında oldukça başarılı ürünler ortaya koymuş ve dönemin şiir üstatları tarafından eski şiirin ümidi olarak nitelenecek kadar takdirle karşılanmıştır.i Şairin şiirlerinde Ummid mahlasını kullanışının, böyle bir hatıranın yaşatılmasına matuf olması muhtemeldir.
Meşhed’de bir süre müzik öğrenimi gören şair, 1336/1957 yılında sanat okulu demircilik bölümünü bitirmiş ve ardından aynı şehirde birkaç ay demircilik ve bıçakçılık işinde çalışmıştır. Daha sonra Tahran’a yerleşerek orada öğretmenliğe başlamıştır.
Tahran’da oldukça hareketli bir edebî ve siyasî ortam egemen olmasına rağmen Ehavân-i Sâlis, bu havaya kendini kaptırmayarak eski tarzında bir süre devam etmiş ve klasik tarzda yazdığı şiirlerden oluşan ilk kitabı Erganûn’u 1330/1951 yılında yayımlamıştır. Bu kitap bütünüyle eski tarz şiirlerden oluşmaktadır. Ancak şair, bu arada yeni şiire de ilgisiz değildir. Bu bağlamda, neo-klasik (nov-kudemâyî) şiirlerini bu sıralarda ya da yukarıdaki tarihten kısa süre sonra yazmaya başladığı anlaşılmaktadır.
M. Ehavân-i Sâlis, öncülüğünü Nîmâ Yûşic’in yaptığı ve bu nedenle onun adıyla özdeşleşerek Nîmâî şiir (şi‛r-i nîmâyî) olarak anılan yeni şiirin önemli takipçilerindendir. O, sadece takipçi olmakla kalmamış, Bu şiirin Nîmâ’dan sonra en önemli teorisyeni de olmuştur. Bir başka deyişle Ehavân-i Sâlis, bilimsel bir bakış açısıyla bu şiirin ana çizgilerini tespit etmiştir.
Yeni şiirin kurucusu Nîmâ Yûşic’in şiirlerinde görülen müphem toplumsal sembolizm (nemâd-gerâî-yi ictimâ‛î), Ehavân-i Sâlis ile birlikte yetkinlik kazanarak yeni şiirde önemli bir alan işgal etmeye başlamıştır. Bir başka deyişle yeni şiirde temellerini Nîmâ’nın attığı toplumsal sembolizm, Ehavân-i Sâlis ile kemâle ermiştir.ii M. Ehavân-i Sâlis’in neo-klasik tarzdaki ilk şiir kitabı olan Zemistân’ın yayımlanmasıyla birlikte “yeni şiirde toplumsal sembolizm revaç bulur ve kara romantizmin yerini yenilgi destanları (hamâsehâ-yi şikest) alır.”iii Nîmâ’nın şiirlerinde kendini kolay kolay ele vermeyen, ama Ehavân-i Sâlis’te nesnel karşılıklarını bulunan bir sembolizme dönüşen bu sembolizmin, o dönemde aydınlar üzerinde yoğunlaşan siyasal baskılar karşısında geliştirilen sanatçı duyarlığının ürünü olduğunu söyleyebiliriz.
Öte yandan Ehavân-i Sâlis, Nîmâ’yı klasik şiir sosyetesi karşısında savunma ihtiyacıyla iki kitap kaleme alarak bir bakıma yeni şiirle klasik şiiri birbirine bağlamaya çaba göstermiştir.iv Bu kitaplar sonradan tek bir kitap haline getirilmiştir. Bununla birlikte Nîmâî tarzda pek çok başarılı şiire imza atan şairin, derinlemesine vâkıf olduğu klasik tarzdan da hiç vazgeçmediği görülür. Onun bu durumu bazı yenilikçi şairler ve şiir eleştirmenlerince yadırganmıştır.v Oysa onun tezi Nîmâ şiirinin klasik şiirden bir kopuş anlamına gelmediği doğrultusundadır. Bu bakımdan onun zaman zaman klasik tarzda da denemelerde bulunması, üstelik bu çalışmalarında son derece başarılı olması göz önünde bulundurulursa, yadırganacak bir şey değildir.
Üretken bir şair olan Ehavân-i Sâlis’in hem Nîmâî tarzda hem de klasik tarzda pek çok şiiri vardır. Eski şiir kalıplarının çoğunda (kaside, gazel, mesnevi, kıt’a, rubâi, terkib-bend vs.) ürün vermiştir. Şairin şiir kitapları arasında Erganûn (Tahran 1330/1951), Zemistân (Tahran 1335/1957), Âher-i Şâh-nâme (Tahran 1338/1959), Ezin Evistâ (Tahran 1344/1965), Şikâr (Tahran 1345/1966), Payîz der Zindân (Tahran 1348/1969), Âşikânehâ ve Kebûd (Tahran 1348/1969), Torâ Ey Kohen Bûm u Ber Dûst Dârem (Tahran) adlı kitaplarını zikredebiliriz.
Şairin yukarıda andığımız inceleme kitabından başka klasik İran şiiri ile ilgili Nakîze ve Nakîze-sâzân adlı bir kitabı daha bulunmaktadır.vi Şair makalelerinin bir bölümünü Harîm-i Sâyehâ-yi Sebz adı altında bir kitapta toplamıştır.vii
Mehdi Ehavân-i Sâlis’in, şairlik ve edebiyat araştırmacılığına ek olarak usta bir eleştirmen olduğunu da vurgulamak gerekir. O henüz bir şair olarak adını pek duyurmadığı dönemlerde (1330/1950’li yıllar) özellikle genç şairlerin yayımladıkları şiir kitaplarının neredeyse tamamına dair yeni şiir tarihi açısından göz ardı edilmesi mümkün olmayan ciddi eleştiriler kaleme almıştır.viii

***

Bu yazıda, önceki satırlarda şiirine özet bir biçimde değinilen şairin Türkiye ile ilgili duygularını dile getirdiği “Nâmeî be-Rûm” adlı şiiri üzerinde duracağız.
Mesnevi tarzında hafif bahrinde, fâilâtun mefâilun feilun/fa’lun vezninde yazılmış olan ve kırk üç beyitten oluşan bu şiir, şairin ilk şiir kitabı olup klasik tarz şiirlerini topladığı Erganûn’da yer almaktadır. Şairin adı geçen kitabın sonuna ikinci baskıda eklediği açıklamada da belirttiği gibi, bu kitapta yer alan şiirler çoğunlukla gençlik yıllarının ürünleridir.ix Kitabın ikinci baskısına şairin sonradan yazdığı klasik tarz şiirler de eklenmiştir.
“Nâmeî be-Rûm” şiiri de kitaba sonradan eklenen şiirlerdendir. Ayrıca şair, bu tür şiirleri özel dostluk çerçevesinde kaleme aldığını ve bir tür manzum mektup sayılması gerektiğini belirterekx şiirsel değerleri üzerinde pek durulmaması gerektiğini ima eder. Söz konusu şiir de şairin mektup niyetiyle yazdığı manzumelerdendir. Bu ima dikkate alınmalıysa da söz konusu şiirin şiirsellikten nasibini almadığını söylemek haksızlık olur.
Şiirin altındaki dipnotta şairin Türkiye’ye yerleşen, bir zamanlar ünlü İranlı öykücü ve sinemacı İbrahim Gülistan’ın kurduğu Gulistan Film’de birlikte görev yaptığı ve İbrahim Gulistan’ın da amcasının oğlu olan arkadaşı Mahmud-i Takevî’nin 1339 (1960) nevruz bayramı dolayısıyla şaire bir tebrik kartı gönderdiği, şairin de bu karta cevap olarak bu şiiri kaleme alıp kendisine gönderdiği belirtilir.xi Bu yazının yazılmasındaki asıl etken, şairin kitabın sonundaki açıklamasına da paralel olarak, bu şiirin şiiriyeti değil, esprisidir. Bu yazıda, bir çok çalışmasıyla adını çağdaş İran şiirinin birinci sınıf şairleri arasına yazdıran Mehdi Ehavân-i Sâlis’in söz konusu şiirinde sergilediği Türkiye ile ilgili duygularını gözler önüne sermeyi amaçladık. Yani bu yazı, bir şiir tahlili değil, bir tema irdelemesidir.
Bu irdelemeyi yaparken öncelikle şiirin başlığından başlamak yerinde olacaktır. Şiirin başlığı “Nâmeî be-Rûm”, yani günümüze uyarlayarak çevirirsek “Türkiye’ye Mektup”tur. Burada “Rûm” kelimesi üzerinde durulmalıdır. Bildiğimiz kavim adı dışında, Lugatnâme’de belirtildiği gibi, geçmişte İslam tarihçilerinin literatüründe “Rum” kelimesi ile Roma İmparatorluğunun merkezi amaçlanmaktayken zamanla Roma İmparatorluğunun egemen olduğu topraklar da bu adla anılır olmuştur. Bu imparatorluğun zamanla genişleyip Anadolu topraklarına dek uzanmasıyla birlikte bu bölgelere de “Rum” denilmeye başlanmıştır. Daha sonraki dönemlerdeyse Bizans imparatorluğunun merkezi olan İstanbul’a, bilahare Bizans topraklarının tamamına bu ad verilmiştir. Bizans topraklarının Müslümanların eline geçmesinden sonra bile bu ad kullanılmaya devam etmiş ve İslam literatüründe “Rûm” kelimesi Anadolu ve çevresi için kullanılmış, Osmanlı dönemindeyse bu kelimeyle Osmanlı toprakları kastedilmiştir.xii Kâmusu’l-A‛lâm’da da buna yakın bir açıklama yer almakta ve sonraları bu kelimenin Anadolu anlamında kullanıldığı belirtilmiştir.xiii Ancak Anadolu’ya Trakya topraklarının da eklenmesi durumunda “efrâdını câmi” bir karşılık elde etmiş oluruz. Sonuç olarak bu şiirdeki “Rûm” kelimesi, bugün için Türkiye’nin karşılığıdır.
Şair şiirine arkadaşının adını anarak başlar ve onun Tahran’dan ayrılarak Ankara’ya yerleştiğini dile getirir.
Şiirde Rûm’un adeta tarihi bir haritası çıkartılır. Bu ülkenin Yunan ve Roma’dan Osmanlı’ya serüveni özetlenir. Bu topraklar, eski çağlarda Batı’dan çok çekmiştir. Yunan’dan çok şey öğrenmiştir. Bizans’tan Selçukluların eline geçen Türkiye, eski anılarına yenilerini katmıştır.
Mevlânâ ise şair için apayrı bir değer taşımaktadır şiirde. Türkiye’nin Mevlânâ’nın ikinci vatanı olduğunu vurgulayan şair, Moğolların sürgün ettiği Mevlânâ’nın, Türklere sığındığını hatırlatır.
Bu şiiri yazmadan önce Türkiye’yi görüp görmediği konusunda bilgi sahibi olmadığımız şair, bu şiirinde “Rûm” tabir ettiği bu topraklara büyük bir ilgi ve sevgi duyduğunu, bununla da kalmayarak bu topraklarda yaşayan bütün insanları saygın bildiğini “Abartısız, orada herkes efendi ve paşa.” ifadesiyle ortaya koyar.
Sonuç itibariyle şiirin baştan sona bir Türkiye övgüsü olduğunu söylemek abartı olmaz. Şair şiirini arkadaşı için iyi dileklerle sona erdirir.

Bu şiirin tamamının çevirisini sunmak sanırım faydadan hâli olmayacaktır:

Türkiye’ye Mektup

Saygıdeğer Mir Mahmud-i Takevî
Rey şehrindendi şimdi oldu Ankaralı
Tahran şivesiyse de şivesi
Şiraz şehrindendir kökeni
Rûm’a gitti, Mevlânâ’nın Rûm’una
Mevlânâ’nın ikinci yurduna
Hazarlı, Marmara toprağına gitti
Gitti de Ankara’ya yerleşti

***

Gönlü gizlere ezgilere yuva
Rûm, ey yaşlı Rûm, selam sana
Ne mutlu sana ey kutlu ülke
Yüreği coşkulu, dudağında gülümseme
Ne mutlu sana, yaşlı Kostantin
Eski yadigarı çağların yılların
Pencerelerini açıp denize karşı
Denizin ona ayrı bir güzellik katışı
Tetiktedir İstanbul boğazı
İster ne açılmasını, ne dolmasını
Neşeli, esenlik dolu rüzgâr
Ne de çok Marmara’sında gemiler kayıklar
Ne güzel, sevgili şehir İzmir
Onu Kaşmerxiv kıskanır, hatta Keşmir
Selçuklu aldı onu Bizans’tan
Kalbinde anılar var hem bundan hem ondan
Bazen uzaktan, bazen yakından
Nasibini aldı Timur’un kamçısından
Timur toprak oldu, o hâlâ ayakta
Hep öyle gururlu, hep ışık saçmakta
Ne güzel kıvrılmış Ege sahiline
Anıları dizilir gözlerinin önüne
Ne mutlu o zarif, güzel şehre
Frenk kentlerini kıskandıran Edirne
Olmuş Eflatun’la Aristo’yla
Eski komşu, dost, arkadaş
Frenk’ten korku yaşamış
Yaşlı Yunan’dan ders almış
Yaşasın, ruhani şeyhin şehri
Konya, dünyanın ikinci Medine’si
O vefa mekanı, kutsal hazîre
Sığınaktır ümmet denen kutsal millete
Hâl, akıl ve safâ yatağı
Şur ve nevâ’nınxv tecelligâhı
Otağı aşkın, halveti melekûtun
Haremi şiirin, mahremi ceberûtun
Uyuyor onda şuhûd şehrinin emîni
Varlık denizinin en gözde incisi
Şarkılar gazeller söyleyen güzel hânende
Ölümsüzlük vardır ezelî nağmelerinde
Mânâ göğünde sevgili, ay misali
Moğol’un sürgünü, Türk’ün misafiri
Övüncü İran’ın, Rûm’un, bütün dünyanın
Sâkisi büyük küçük tüm âşıkların
Şiiriyle, coşkusuyla, şarkısıyla
Sözü, getirir ölüyü cana
Şiir ve güzellik var oldukça
Hiçbir zaman düşmez yokluğa

Hatırın hoş, talihin uğurlu
Ey Mahmud, sana ne mutlu
Ay gibi durmadan seferdesin
Nerede yol varsa ordan geçersin
Gidenlerin gittiği yoldan gidersin
Yolu bilenlerin gittiği yoldan gidersin
Akıcı ve sabırsızsın bir ırmak gibi
Değilsin benim gibi durağan ve münzevi
Hind’e yolun düşer bazen ışık ve özgürlük gibi
Bazen de İran’a, şiir ve zulüm misali
Şimdi Türkiye’desin; abartısız, orada
Herkes efendi, herkes paşa

***

Ey yüce, ey cömert yolcu
Hüzünlerden âzâd ol ve mutlu
Çok zaman olsa da gideli yanımdan
Güzel yüzün gitmez hatırımdan
Bâkidir sevgin, hâtıran da
O değerli iki armağan da
Ebu’l-Fazl’ın nesriylexvi şiiri Câmî’nin
Her ikisi de kendi çapında kâmil ve yetkin
Biri saf gümüşten bir dağ misali
Ötekiyse altın bir zincir gibi
Beyhakxvii onun fazlından pay almış
Bunun şiirinden Câmxviii şehri nam salmış
Ben bu iki zattan haz alıp yararlandıkça
Selam yollarım senin huzuruna
Dostum, artık gönlünce yaşa
Kal mutluluk ve sağlıcakla
Yiğit gönlüne övgüler bizden
Bizi unutma... çıkmazsın gönlümüzden
Tahran, 1 Ferverdin 1339 (21 Mart 1960)

Summary:
“Turkey of an Iranian Poet”
Mahdi Akhavan Salis is one of the most popular poets and critics of the modern Persian literature. The present article deals with a poem of Mahdi Akhavan Salis that expresses feelings of the poet about Turkey. Turkish translation of this poem was also given at the end of the article.

Konular