FUZÛLÎ’NİN “SÂKÎ-NÂME”SİNDE HÂFIZ’IN ROLÜ

Asgar-i Dilberîpûr


Özet: Klasik İslâm edebiyatında gerçek ya da mecazlı anlamda şarap ve şarap aleminin övülerek anlatıldığı Sâkî-nâmelerin kaynağı Arap edebiyatın­daki hamriyyelere dayanır. İranlılara Araplardan geçmiş olan Sâkî-nâme yazıcılığı onlardan da Türklere geçmiştir. Türkler, klâsik edebi­yatta birçok konuda olduğu gibi bu konuda da Araplardan çok İranlıları örnek almışlardır. Bu makalede, Hafız’ın ve ondan esin­lenerek yazılmış olan Fuzuli’nin Sâkî-nâme’si üzerinde durulmuş, bu noktada Hafız’ın Fuzuli üzerindeki etkisinden ve her iki büyük şairin Sâkî-nâmelerindeki benzerliklerden söz edilmiştir.
Anahtar Kelimeler: Fuzûlî, Hâfız, Sâki-nâme.

Hâfez’s Role on Fuzûlî’s Sâghi-nâmeh
Summary: In this article the author expresses “sâghi-nâmeh” as a literary genre and discusses its characteristics in Arabic, Persian and Turkish literatures. Then compares the shared topics between the Sâghi-nâmehs of Hâfez of Shiraz and Fuzûlî of Baghdad and shows effects of Hafez’s poem on Fuzûlî’s Sâghi-nâmeh.
Keywords: Fuzûlî, Hâfez, Saghi-nâmeh.
الا يا ايها الساقی ادر کاساً و ناولها
که عشق آسان نمود اول ولی افتاد مشکل ها

Ey saki, şarap kadehini döndür, dolaştır, bana da ulaştır.
Zira önceleri aşk kolay göründü, fakat zorluklar ortaya çıktı.

1) Mukaddime
Sâkî-nâme, içinde gerçek ya da mecaz anlamıyla şarabın konu edildiği ve meyhanenin (meykede) anlatıldığı manzum eserlere denir. Sâkî-nâme yazıcılığının kaynağı ve temeli, cahiliyet döneminde A’şâ ve Lebîd gibi Mu‘allaka şairleri tarafından derlenmiş olan hamriyyelere dayanır.
İslâm’ın ortaya çıkışından sonra şarabın haram oluşu söz konusu olunca, Sâkî-nâme yazıcılığı alanında da bir düşüş ve zayıflama meydana geldi. Arap şairleri de bir süre için bu tür söylemlerle uğraşmaktan uzak durdular. Emevi sultanları ve Abbasi hükümdarları bu dar alanda yeni bir kapı açarak Ahtal (ö. 92/711) ve Velid b. Yezid (ö. 126/744) gibi ünlü şairlere bu alanda olanak sağladılar. Arapça söyleyen İran asıllı şair Ebu Nuvas (ö. 198/814), “Babu’l-hamr” alanında divanı şarabın tarifi noktasında üstatlık derecesine ulaşan en meşhur hamriyecilerdendir.
Sâkî-nâme yazmayı Araplardan öğrenmiş olan İranlılar, Sasaniler döne­minden itibaren bu alanda değerli eserler vermeğe başladılar. Menûçihrî-yi Dâmgânî, “Musammat-ı Subuhiyye”siyle hareketi başlatan Farsça Sâkî-nâme yazanlar kervanının öncüsüdür.
باده فراز آوريد چاره بيچارگان قومو الشرب الصبوح يا ايهاالنائمين
Çaresizlerin çaresi olan şarabı getirin. Ey gafiller sabah şarabını içmek için kalkın.
Fakat mesnevi ve mütekârib bahrinde olan Sâkî-nâmenin şekil ve kalıp yapısına dikkat edildiğinde Nizâmî’yi, Farsça Sâkî-nâme yazanların öncüsü olarak kabul etmek gerekir. Zira beşinci mesnevisinin (Şeref-nâme) ikinci bölümünde sâkî ile sohbete oturmuştur. Nizâmî dışında Hâfız, Zuhûrî, Per­tevî, ve Nev‘î gibi bağımsız Sâkî-nâmelere sahip olan başka ünlü şairler de vardır. Emir Husrev-i Dihlevî, Câmî, Urfî, Vahşî-yi Bafkî, Irâkî ve Hâtifî gibi başka şairler de bu alanda manzumeler söylemişlerdir.
Sâkî-nâme yazmayı Araplardan öğrenmiş olan İranlılar, Türkleri bu sa­natla tanıştırdılar. Türk edebiyatında Revânî’nin “İşret-nâme”si, ilk Türkçe Sâkî-nâme olarak değerlendirilmektedir. Fuzûlî, Hâletî, Cinânî, Nef‘î ve Riyâzî, diğer Türk Sâkî-nâmecilerden olup her biri bir Sâkî-nâme (ayrı olarak ya da kendi divanları içinde) derlemişlerdir. Sonradan gelenler arasından kullanılmakta olan kalıbı terk edip Sâkî-nâmeyi kaside kalıbında yazmış olan Fehîm-i Kadîm, İzzet Molla ve Namık Kemal de unutulmamalıdır.
Bu makalede ilk önce Hâfız ve onun Sâkî-nâmesinden söz edeceğiz. Daha sonra da sözü Fuzûlî’ye getireceğiz. En sonunda da Hâfız’ın onun Sâkî-nâmesi üzerindeki etkisinden söz edeceğiz.
2) Hâfız ve Sâkî-nâme Yazıcılığı
Hâfız, kimi iddialara göre, ayrı bir Sâkî-nâme derlemiş olan en meşhur İran Sâkî-nâme yazarlarından biridir. Bu Sâkî-nâmenin beyit sayısı değişik nüshalarda farklı farklıdır. Örneğin Ayasofya Kütüphanesinde (nr. 9945) mevcut bulunan ve 813/1410 senesinde yazılmış olan en eski Hâfız Divanı nüshasında Sâkî-nâme beyitlerinin sayısı on beşi geçmemektedir. Oysa Hal­hâlî baskısında (1306/1889) bu sayı 56, Hânlerî baskısında 30’a ulaşmakta­dır. Bir kısım kaynaklarda bu sayılara mübalağalı şekilde eklemelerde bulu­nulmuştur. Örneğin “Tezkire-i Meyhâne”de beyitlerin sayısı (Mugannî-nâme ile birlikte) 149’a ulaşmıştır.
Hâfız’ın kutsal dilinde şarabın (bâde) özel bir değer ve konumu vardır. Gönülden yarayı, ruhtan pası siler, hikmet hazinesini açar:
می ام ده مگر گردم از عيب پاک بر آرم به عشرت سری زين مغاک
Bana şarap ver, olur ki ayıplardan temizleneyim. bu kuyudan neşeyle ba­şımı çıkarayım.
Hâfız’ın dilindeki parlaklık ve onun ruhunda görülen heyecan, kendisi­nin fetih kimyası olarak nitelediği ve Karun’un hazinesi ile Nuh’un ömrünü bir arada gösterdiği bâde alevindendir.
بيا ساقی آن کيميای فتوح که با گنج قارون دهد عمر نوح
Gel ey saki, o fetih kimyası ki Karun hazinesiyle Nuh’un ömrünü verir.
Hâfız’ın Sâkî-nâme manzumesinde ve değerli divanında yer alan tüm beyitlerde irfan yükü ağır basmaktadır. Burada saki, şarap sahibidir. Bu da “feyyâz-ı mutlak”tan kinayedir. Hâfız’ın söz konusu ettiği bâde/şarap arıtıl­mıştır ve içinde karışıklık ve kirliliğe yer yoktur. Mevlânâ’nın deyimiyle her zekânın anlayacağı tarzda değildir.
چه ملامت رسد آن را که چنين باده خورد اين نه عيب است بر عاشق رند و نه خطاست
Böyle şarap içen kimseye eleştiri ne yazar. Rind olan aşığa, bu ne ayıptır ne de hatadır.
Hâfız’ın söz konusu ettiği şarap, kadehi olmayan ve şişeye sığmayan bir şaraptır. Ondan amaç hakka olan aşk heyecanıdır. Hâfız, değerli olan binlerce canı cananın yoluna feda eden bir sarhoştur.
ای خوشا حالت آن مست که در پای حريف سرو دستار نداند که کدام اندازد
Ne mutlu o sarhoşun haline ki sevgilinin ayağında hırkasını ve sarığını nereye atacağını bilemez.
Kendine tapmayı kötülemek amacıyla mey-perestlikten söz eder:
به می پرستی از آن نقش خود بر آب زدم که تا خراب کنم نقش خود پرستيدن
Kendine tapma etkisini yok edeyim diye mey-perestliği dile getirdim.
Bir halk mekânı olan harabata sürekli gider. Zira bu, kendini satmaktan uzak olmak demektir.
بر در ميخانه رفتن کار يکرنگان بود خودفروشان را به کوی می فروشان راه نيست
Meyhane kapısına varmak tek renklilerin işidir. Mey satanlar sokağında kendini satanlara yer yoktur.
Kaza ve kader üzerindeki sır perdesini kaldırmak için dünyayı gösteren kadehi “pir-i harabatın” elinden alır:
می بده تا دهمت آگهی از سر قضا که بروی که شدم عاشق و از بوی که مست
Şarap ver de sana kaza ve kader sırrından haber vereyim. Kimin yüzüne aşık oldum, kimin kokusundan sarhoş oldum anlatayım.
Uğursuz ve bedbahtın nefsini kötülemek için kadehi eline alır:
باده در ده چند ازين باد غرور خاک بر سر نفس نافرجام را
Şarap ver de bu gurur rüzgarından birazı ile uğursuz ve bedbahtın nefsi­nin üzerine toprak saçayım.
Riya giysisini harabat suyuna çekmek için şarap kadehine asılır:
می صوفی افکن کجا می فروشند که در تابم از دست زهد ريائی
Sufiyi atan şarap nerede satılır? Zira riya zühdü yüzünden halsiz düş­tüm.
Dalkavuk ve riyakâr kimsenin boynunu şarapla kırmak için (kadehe sa­rılır):
دل به می در بند تا مردانه وار گردن سالوس و تقوی بشکنی
Gönlünü şaraba bağla da yiğitçesine dalkavuk ve takvacının boynunu kı­rasın.
Sözün özü, Hâfız’ın divanında baştan başa arifane ve yüce Allah’ı arama hareketi söz konusudur. Şayet şarap, şarap satma tavsifi, kadeh ve sakinin vasfı ile uğraşılmış ise bu hiç şüphesiz irfanî ve ilahî bir boyut içermektedir. Bunun tersini düşünmek Hâfız’a büyük bir haksızlık ve değerbilmezlik olur. Çünkü o, sesini arş damından almaktaydı:

من آن مرغم که هر شام و سحرگاه ز بام عرش می آيد صفيرم
Ben sabah akşam, sesi arş damından gelmekte olan kuşum.
3) Fuzûlî ve Sâkî-nâme yazıcılığı
Fuzûlî, kimilerine göre, divan edebiyatının en büyük şairi, hatta Türk edebiyatının en büyük şairidir. Onun Farsça divanı içinde yer alan Sâkî-nâme’sine ilave olarak bir diğer eseri olan “Leylâ ve Mecnun” adlı eserinde de sakiye hitap eden beyitler yer almaktadır ki bu beyitler, bir tür Farsça Sâkî-nâme’nin bir bölümünün Türkçe çevirisidir. Fuzûlî’den önce de başka şairlerin Sâkî-nâme yazma işine el atmış olmalarıyla birlikte Sâkî-nâme yazı­cılığı, kelimenin tam anlamıyla Fuzûlî ile Türk edebiyatına girmiş ve Türk Sâkî-nâme yazanların büyük bir bölümü ondan etkilenmiş olup onu taklit etmişlerdir.
Fuzûlî’nin “Heft-câm” olarak da adlandırılan “Sâkî-nâme”si, 317 beyit olup Şâhnâme vezninde söylenmiştir. Bu Sâkî-nâme’nin mukaddimesinin matlaı şöyledir:
سر از خواب غفلت چو بر داشتم لوای فراست بر افراشتم
فکندم به آثار حکمت نظر به معموره صنع کردم گذر
نديدم به از ميکده منزلی چو پير مغان مرشد کاملی
Başımı gaflet uykusundan kaldırdığımda Feraset sancağını kaldırdım.
Hikmet eserlerine göz attım. Sanat bayındırından geçtim.
Meykededen daha güzel bir konak, pir-i muğan gibi mürşit bir kamil bulamadım.
Fuzûlî, pir-i muğan ile sohbetten derdinin ilacını harabatta aramak ge­rektiğini çıkarır:
بدارالشفای مغان آر روی مداوای اين علت از باده جوی
مطيع است دوران بدور قدح ز دور قدح جوی دائم فرح
منه بر دل از دير ديرينه داغ مچين جز گل جام از اين هفت باغ
Muğların şifa evine yüzünü çevir, bu derdin şifasını şarapta ara.
Devran kadeh etrafındayken itaatkârdır, huzuru her an kadeh çevresinde ara.
Eski zamandan gönle dert verme, bu yedi bağdan kadeh gülünden başka­sını toplama.
Daha sonra sıra, yedi kadehin neşelerine gelir ki ilk altı neşeden sonra bir eğlence aletiyle münazara, yedinci neşenin ardından da çalgıcı (mutrib) ile münazara yer almıştır.
Fuzûlî, Sâkî-nâme’de akıl vesvesesinden kurtaracak, alemin sırrını anla­yacak ve gönül huzursuzluğundan kurtaracak bir şarap peşindedir. O da Hâfız gibi vahdet şarabıyla sarhoş olup alemin sırrını şarap kadehinde arar:
Kimi huşyar görsen sen ona sun cami ey saki
Bihamdillah Fuzûlî mestdur vahdet şarabından.
Sâkî-nâme on beyitlik mesneviyle;
خيز ساقی بساط می بر چين می بمستان مده زياده از اين
Kalk ey saki mey yaygısını topla, sarhoşlara bundan fazlası şarabı verme.
matlaıyla sona erer ve Fuzûlî, dert dolu hatıradan kurtulmuş olmaktan mut­luluk duyar.
4) Hâfız’ın Fuzûlî Üzerindeki Etkisi
Türk edebiyatının öncüsü olan ve Türklerin Karahanlılar döneminde İs­lâm diniyle tanışmalarından sonra Maveraünnehir’de şekillenen divanî ede­biyat, İslâmî kaynaklara ilave olarak yeteri derecede Fars edebiyatından da yararlanmıştır. Türk şairleri tarafından Farsça ana kaynaklar ardından yazıl­mış olan eserler, bu etkinin ölçüsünü güzel bir şekilde göstermektedir.
Hâfız, her zaman değerli Türk şairlerin dikkatini çekmiş olan büyük şa­irlerdendir. Şeyhî’den Avnî’ye, Ahmed Paşa’dan Yahya Kemal’e kadar tümü Hâfız’ın feyiz dolu divanından feyiz kazanmışlardır. Bu şairlerden Bâkî ve Nef‘î gibi kimileri de Hâfız’ın gazellerini tahmisle uğraşmışlar, Âlî ve Şâhidî gibi kimileri de bu gazellere nazireler yazmışlardır. Bu arada Fars edebiyatı öncülerinin eteğini asla terk etmemiş olan Fuzûlî, Hâfız’ın divanına sarıl­maktan uzak durmamış ve muhtemelen onun değerli divanını sürekli el al­tında tutmuştur.
Hâfız ve Fuzûlî’nin eserlerinde göze çarpan bir kısım ifade ve kavramlar, o kadar birbirine benzemektedir ki onları tevarüt değil tercüme olarak kabul etmek gerekir.
Beyaban-gerd Mecnundan gam u derdin sual etme
Ne bilsin bahr halin ol ki menzilgahı sahildür
Hâfız’a ait olan şu beyti hatırlatır:
شب تاريک و بيم موج و گردابی چنين هائل کجا دانند حال ما سبکباران ساحل ها
(Kapkaranlık bir gece, dalgaların korkusu ve böyle korkutucu bir girdap, halimizi nerden bilsin sahillerde rahatta olanlar.)
Kimileri, Fuzûlî’nin kendi Sâkî-nâmesini hazırlarken sadece Hâfız’dan etkilendiğine inanmaktadır. Oysa onun Nizâmî-yi Gencevî’den de etkilendiği inkâr edilemez. Ayrıca Hâfız da Sâkî-nâme ile uğraşırken Nizâmî’den yardım almıştır. Sâkî-nâme yazma noktasında Fuzûlî ile Hâfız arasındaki en önemli farklılık, Hâfız’ın korkusuzluğudur. Fuzûlî onun gibi korkusuz değildi ve ihtiyat boyutunu asla elden bırakmadı. Ayrıca Hâfız gibi kavram üretemiyor ve kelimelerle oynamayı onun kadar bilmiyordu. Bu ikisinin arasındaki en temel benzerlik, ikiyüzlülük ve riya ile mücadele etmeleridir. Her ikisi de sürekli bir aşka ve daimî bir lütfa sahip olan harabat sakisinin müridi idiler. Her ikisi de sefayı gül renkli şarapta görüyor ve döşeğinden riya kokusu yükselen itikâf halindeki âbitten kaçıyordu. Her ikisi de insanlık tiynetini taşıyan aşk meyhanesinde dolaşıyordu.
بر در ميخانه عشق ای ملک تسبيح گوی کاندر آنجا طينت آدم مخمر می کنند
Aşk meyhanesinin kapısında ey tesbih çeken melik orada Adem’in çamu­runu yoğuruyorlar.
5) Ortak Yönler
Fuzûlî, “Sâkî-nâme”sinde Hâfız’ın “Sâkî-nâme”sinden etkilendiği oranda onun divanından da yararlanmıştır. Her iki Sâkî-nâme de şekil ve kalıp açısından aynı olup mesnevi şeklinde ve mütekârib bahrinde söylen­mişlerdir. Her iki Sâkî-nâmede mugannî (şarkı söyleyen) ile konuşmaya bir bölüm ayrılmıştır. Hâfız, Sâkî-nâmeden ayrı bir Mugannî-nâme derlemiş, Fuzûlî ise mutrip ile sohbete kendi manzumesinin içinde yer vermiştir.
Fuzûlî’nin Sâkî-nâmesinde ve Hâfız’ın Divan ve Sâkî-nâmesinde şarap konusunda geçmekte olan ifade ve mazmunlar, Fuzûlî’nin Lisanu’l-gayb’dan aldığı etkiyi ortaya koymaktadır. Şu ifadelerde olduğu gibi:
1) Her ikisi de içinde aklın şarap ile değiştirildiği hakikat meyhanesinden söz eder.
Akıl evini humhane ateşi ile yakan Hâfız, aklı bâdeye satar:
بهای باده چون لعل چيست؟ جوهر عقل بيا که سود کسی برد کاين تجارت کرد
La’l misali bâdenin değeri nedir? Akıl cevheri. Gel, zira bu ticareti ya­pan kimse kar etti.)
Fuzûlî de şarabı akıl karşılığında aldığından dolayı mutludur:
بيا ساقی آن لعل عالی ثمن بمن ده بها عقل بستان ز من
که ديوانه ام کرد رسوای عقل مرا بيش از ين نيست پروای عقل
Gel ey saki, o yüce değerli la’li bana ver, karşılığında aklı al benden.
Zira akıl rüsvalığı beni deliye çevirdi. Bundan öteye akla dayanacak gü­cüm yok.
2) Her ikisi de kadehin içine girdiğinde dünyayı gösterecek ve alemin sırrını açığa çıkaracak bir şarap ister. Hâfız, alemin sırlarını elde etmek için meyhane toprağını gözüne sürer:
بده ساقی آن می کزو جام جم زند لاف بينائی اندر عدم
به من ده که گردم بتاييد جام چو جم آگه از سر عالم تمام
Ey saki, o şarabı ver ki ondan Cam-ı Cem, yokluk içinde görmekten söz eder.
Bana ver zira kadehin teyidiyle tıpkı Cem gibi alemin tüm sırlarından haberdar oldum.
Fuzûlî de gönlün şarapla olan tartışmasını dile getirir ve alemin görüntü­sünü ayna misali kadehte arar:
بيا ساقی آن جام آئينه فام که عالم درو می نمايد تمام
بمن ده که تشويش دل کم کنم زمانی تماشای عالم کنم
Gel ey saki, alemin içinde tam olarak görüldüğü o ayna misali kadehi
Bana ver de gönlün sıkıntısını azaltıp bir süre alemi seyredeyim.
3) Her ikisi de kemali ortaya çıkaran bir şaraba sarılırlar:
Hâfız, cehaletten kurtulup saki eliyle kemale ulaşmak için pir-i muğana köleliği seçer:
بيا ساقی آن می که حال آورد کرامت فزايد کمال آورد
بمن ده که بس بيدل افتاده ام وزين هر دو بی حاصل افتاده ام
Gel ey saki, hal getiren, kerameti arttıran, kemali getiren o şarabı bana ver.
Zira yüreksiz hale düştüm ve bu ikisinden bir şey elde edemez oldum.
Fuzûlî de Hâfız’ın dediği şekilde kemali şarap kadehinde arar:
بيا ساقی آن منشا هر کمال که کامل ازو می شود اهل حال
بمن ده که دفع ملالی کنم درين جهل کسب کمالی کنم
Gel ey saki, her kemalin menşei olan zira hal ehli onunla kamil olur
Bana ver ki melali yok edeyim, bu cehalet içinde bir kemal bulayım.
4) Her ikisi de Genceli bilgenin ifadesiyle, göze aydınlık, gönül çırasına yağ veren şaraba âb-ı hayat gözüyle bakarlar:
Hâfız, İrem bahçesini ve âb-ı hayatı tatlı ve lezzetli şarapta arar:
آبی که خضر حيات ازو يافت در ميکده جو که جام دارد
سر رشته جان به جام بگذار کاين رشته ازو نظام دارد
Hızır’ın hayat bulduğu suyu meyhanede ara, zira kadehe sahiptir.
Canın kökünün ucunu kadehe bırak, zira bu kök onda ancak düzen bulur.
Fuzûlî de şaraptan, zatın sırrını gösteren diye söz eder ki Hızır’ı âb-ı ha­yata kavuşturmuştur:
بيا ساقی آن مظهر سر ذات که خضر خردراست آب حيات
بده زنده گردان من مرده را تر و تازه کن نخل پژمرده را
Gel ey saki, o zatın sırrının göstericisi ki Hızır âb-ı hayatı bulmuş
Diri olarak ben ölüye sun, kurumuş fidanı yeniden yeşert.
5) Her ikisi de gönül gamı ve üzüntüsünü şarapla temizleyip cilalarlar.
Kristal kadehi dar gönlün yolunun setti olarak gören Hâfız, eskimiş gamı ve kederi gam seli yerinden götürmesin diye yıllanmış şarapla yok eder:
ساقيا بر خيز و در ده جام را خاک بر سر کن غم ايام را
Saki kalk da kadehi sun, zamanın gamının üzerine toprak saç.
Fuzûlî de gam tufanını yok etmek için Nuh gibi bir kaptanın olması ge­rektiğinin bilincindedir:
بيا ساقی آن راحت افزای روح که طوفان غم راست کشتی نوح
Gel ey saki, o ruh huzurunu arttıran ki tufan gamdadır gemi ise Nuh’ta.
Aynı konuyu “Leylâ ve Mecnûnu’nda da aşağıdaki gibi dile getirir:
Saki meded et ki derdmendim
Gam silsilesine paybendim.
Gam derdine cam-ı mey devadur
Tedbir-i gam eylemek revadur.
6) Her ikisi de kendilerini unutmak, Allah’ın yarattıklarından (halkullah) kaçıp Allah’a bağlanmak için sarhoş olurlar.
Hâfız, onu kendisinden kurtaracak, biz ve ben iddiasına bir nokta koya­cak bir şarap ister:
چون ز جام بيخودی رطلی کشی کم زنی از خويشتن لاف منی
Bensizlik kadehinden bir kova çekersen kendinden ben diye az söz eder­sin.
Fuzûlî de kendini unutmayı, kemali kazanmanın şartlarından biri olarak görür ve sakiden şöyle yardım diler:
بمن ده زمن ساز غافل مرا بغم کار مگذار مشکل مرا
Bana ver, beni benden gafil kıl, benim sıkıntımı gama bırakma.
Bu güçlü iki şairin değerli eserlerindeki ortak mazmun ve ifadelerin tü­müne işaret etmek daha geniş bir fırsatı gerektirir ki bu aşamada bunu bitir­mek mümkün değildir. Bu kadarla yetiniyor ve sözün sonunu Allah’ın nu­runu muğların harabatında arayan tanışıklık hadisini aşk defterinden okuyan söz sahibine bırakıyoruz:
به کوی ميکده هر سالکی که ره دانست دری دگر زدن انديشه تبه دانست
بر آستانه ميخانه هرکه يافت رهی ز فيض جام می اسرار خانقه دانست
Meyhane sokağına gitme yolunu bilen her salik, bir başka kapıyı çalmayı boş ve gereksiz görür.
Meyhane eşiğinde bir yol bulan kişi, şarap kadehi feyzinden hankahın sırlarını bilir.

Konular