FARS EDEBİYATINDA ŞEHRÂŞÛB I

Özet: Bu makale klasik Fars edebiyatında tarihi süreçte şehir, bölge ve halkları ile meslekler hakkında söylenen bazı hicivleri konu edinmiş ve bunların nedenleri üzerinde durulmuştur. Özellikle şehrâşûb ve şehrengîz kavramları incelenerek konuyla ilgili şiirlerden örnekler verilmiştir.
Anahtar kelimeler: Şehrâşûb, şehrengîz, şehir, bölge ve halkları hicvi.
Shahr-ashub in Persian Literature
Summary: This article is conserved with some satirical pieces of poetry which, in the course of history ridiculed and criticized some regions, settlements with their inhabitants and particularly their occupations in the Classical Period of Persian literature. The terms “shahhrasub” and “shahrangiz” are particularly analyzed and emphasized with selected examples of poetry.
Key words: “Shahrashub”, “shahrangiz”, satire of cities and settlements.

A- Tanımı, Türü, İşlevi ve Şekli
a) Tanımı ve Muhtevası
Edebiyat ve belâgatla ilgili eski kaynaklarda şehrâşûb ve şehrengîz kelimeleri edebî kavramlar şeklinde ele alınmamışlari. Bu nedenle bu kavramların edebî boyutları konusunda sonradan yazılmış eserler ile çağdaş kaynaklardan istifade edilecektir.
Farsça şehrâşûb, kelime olarak izâfet-i maklûb türünden birleşik murahham (kesik) bir sıfat (şehr+âşûb, âşûbende-i şehr, şehr+âşûbende) olup şehri karıştıran, şehri bozan ve fitneye sokan; güzelliği ve cemâliyle şehri velveleye veren, karıştıran, düzenini bozan kişi ve sevgili anlamında kişiye hem sıfat, hem de mevsufun yerine geçtiği yerlerde de isim olarak kullanılmıştır. Şair ve yazarlar ilk başlarda bu birleşik sıfatı, güzel kadınlar veya kendi sevgililerini nitelemek, onların güzelliklerinin cilvelerini açıklamak için kullanmışlar ve zamanla sıfat isimleşerek sevgili, şâhid ve civân anlamını kazanmıştırii.
Örneğin bu bileşik kelimeyi birçok yerde kullanmış olan Sa‘d-yi Şîrâzî bir beyitte şöyle der:
جهان از فتنه وآشوب يکچندی برآسودی اگرنه روی شهرآشوب وچشم فتنه انگيزت
Senin şehri karıştıracak kadar güzel (şehrâşûb) yüzün ve fitne koparacak kadar güzel gözün olmasaydı; dünya bir süre fitne ve kargaşadan uzak kalacaktıiii.
Bu kelimeyi şiirinde defalarca kullanmış olan Hâfız-i Şîrâzî de bir beytinde şöyle der:
رسم عاشق کوشی و شيوه شهرآشوبی جامه ای بود که بر قامت او دوخته بود
Âşığı öldürme âdeti ve şehir karıştırma (şehrâşûbluk) şivesi; tam ona göre biçilmiş bir kaftan idiiv.
Yukarıda işaret edildiği gibi şairler, ilkin bu sıfatı kendi sevgililerini nitelemek için kullanmışlar ve zamanla kelimenin anlamı genişleyerek edebî ıstılahta şekil açısından değil de muhteva olarak bir kısım şiirlere ad olmuştur.
Edebî kavram niteliğini kazandıktan sonra çağdaş edebiyatçıların, şehrâşûb için yaptıkları tanımlar başlıca iki kategoride değerlendirilebilir:
I. M. Ca‘fer-i Mahcûb’a göre “şairlerin içinde bir şehir halkını övdükleri veya yerdikleri şiirdir.”; bu konuda bir eser yazmış olan Ahmed-i Gulçîn-i Me‘ânî’nin Bahr-i ‘Acem’den naklederek verdiği benzer bir tanıma göre de “şairlerin içinde bir şehir halkının genelini övdükleri veya yerdikleri şiirdir”v.
II. Yukarıda adı geçen Gulçîn-i Me‘ânî bu kısa tanımı yeterli görmeyerek şu ikincisini verir:
“Şehrâşûb veya şehrengîz, başında bu adı taşamasalar bile, bir şehrin sanatkarlarını anlatmak ve onların meslek ve sanatlarını övmek maksadıyla söylenen şiirlerdir”vi.
Gerçek methiyeleri ve hicviyeleri hariç tutarsak, şehrâşûb türü şiirde amacı ne olursa olsun şair, şehir halkını veya sanatkârını över gibi görünse de sonuçta ya söz konusu övgüler içerisinde kapalı veya açık tariz ve yergiye de yer verir yahut muhataplarına sevgili ve benzer kelimelerle hitap ederek kendisiyle onlar arasındaki aşkı dile getirdiği için muhataplarını küçük düşürmüş sayılır. Böylesi bir hitap tarzı ile aşk ilişkisinin iki tarafı erkek veya şairin kendisi kadın olunca, mecazî anlamda da olsa toplum tarafından asla kabul edilmeyen bir durumu arz ettiği açıktır. Konuyu ilk ele alanlardan çağdaş araştırmacı Abdulhuseyn-i Zerrînkûb türün muhtevasından methiyeyi çıkararak şu tanımı verir:
“Bu tür şiir, molla, kadı ve aristokratlardan tutun işçi, tüccar ve gündelikçiye kadar bir şehrin bütün kesimlerini alaya alan ve hicveden rubaî ve kıtalardan ibarettir; çok defa şair pervasıca ve tedbirsizce bu tabakalardan her birinin gençleriyle aşktan ve başka şeylerden söz ederdi”vii.
Bu tanımlardan farklı olarak Pakistanlı araştırmacı Seyyid Abdullah da türe, içinde oluştuğu ortamın sosyal, siyasal ve iktisadî yapısı boyutlarına dikkat çekerek şu tanımları vermektedir:
“Şehrâşûb, bir şehir yahut ülke ve halkıyla ilgili (sosyal-siyasal) değişimlerin, düzensizliğin veya refahın anlatıldığı şiirdir”
Yazar devamla şu ikinci tanımı da yapmıştır:
“Bir ülkedeki iktisadî ve siyasî huzursuzluk ve düzensizliği yahut bir şehrin muhtelif tabakalarının durumunun hezel, kara mizah (tanz) ve hiciv diliyle anlatıldığı şiirdir”viii.
Ünlü Fars şairlerden Mes‘ûd-i Sa‘d-i Selmân (ö. 515/1121)’ın şehrâşûbunu örnek alarak detaylı şekilde açıklayan yazar devamla şehrâşûb için şu şartları dile getirir:
“Bu tür şiirde ilk şart, bir şehir veya ülkenin muhtelif kesimlerinin özellikle sanatkâr, meslek sahipleri ve işçilerinin anlatılmasıdır ve eskiden bu şart, şehrâşûb yazmak için yeterliydi.
Fakat daha sonra şu ikinci şart da buna eklendi: şehrâşûb, iktisadî, siyasî, dinî huzursuzluğun yahut başka cereyanların varlığı sebebiyle siyasî ve sosyal karışıklıklara yol açmalıdır”ix.
Seyyid Abdullah’ın tanımları, özellikle Hint bölgesinin kendine has sosyal ve edebî muhitin şartları dahilinde oluşturulan şehrâşûblar için geçerli olsa da, İran edebiyatında mevcut şehrâşûb örneklerine bakılırsa söz konusu tanımların daha çok bu türün oluşmasını sağlayan faktörler ve sebeplerle ilgili olduğu ve özellikle Safevîler (X./XVI. Yüzyıl)’den itibaren yazılan şehrâşûblar için söz konusu olabileceği söylenebilir.
Diğer çağdaş araştırmacılar da aşağı yukarı aynı tanımları tekrarlamışlar. Özet olarak;
a) Bir şehri ve onun halkının genelini öven veya hicveden şiirler;
b) Bir şehrin veya yörenin sanatkarları, işçileri, meslek sahipleri ve daha farklı insan tabakaları ve onların sanat ve mesleklerini yahut onlardan güzel yüzlü olanları öven veya hicveden ve hatta bu anlatılan şahıs ve sanatkârlara karşı şairin aşkını dile getiren (ki şair onlara sevgili şeklinde hitap eder) şiir parçaları veya mecmualarına şehrâşûb veya şehrengîz denilirx diyebiliriz.
Hakikaten elimizde, şehri velveleye vererek kargaşaya sebep olmuş ve şehir halkını şairin aleyhine kışkırtmış şehrâşûb örnekleri az değildir. Çünkü aşağıda da görüleceği üzere, Belh’in hicvini içeren kıtanın, şehir halkını Enverî (Evhaduddin Muhammed bin Muhammed ö. 581/ 1158)’nin aleyhine kışkırttığını, Isfahan’ın hicvini içeren Muciruddin-i Beylekânî (ö. 586/1190)’nin kıtalarının bir hayli kargaşaya yol açtığını; Âgehi-yi Horâsânî (ö. 932/1525)’nin Herat’ın ileri gelenleri hakkında ve Harfi-yi Isfahânî (ö. 971/1563)’nin, Gîlân ve halkı hakkında yazdığı şehrâşûbu nedeniyle dillerinin kesildiğini biliyoruzxi.
Kaynaklara göre, Enverî’nin rakibi ve çağdaşı Futûhi-yi Mervezî adlı şair Belh’in de içinde yer aldığı Horasan hakkında aşağıdaki şiiri yazıp Enverî’ye nisbet ederek etrafa yaydı ve bu nedenle Belh’in halkı galeyana gelip Enverî’ye saldırmış ve şair şehrin kadısının araya girmesiyle canını zar zor kurtarmıştır:
Enverî’ye ait gösterilen şiirin çevirisi şöyledir:
Horasan’ın dört tarafında, aralarındaki mesafe yüzde yüz eşit olmayan dört şehir vardır.
Bayındır ve harabesinin tamamında insanlar varsa da şeytan ve kurdu barındırmayan da değildir.
İnci ve cevher madeni kurşunsuz ve mercansız olmadığı gibi, Elbette büyük şehirde iyi ve kötüsüz olmaz.
Her ne kadar Belh, serseri ve rintlerle dolu ise de bütün şehir ve çevresinde bir akıllı yok değildir.
Merv, her şeyi düzenli bir şehirdir; ciddisi ve hezeli eşittir. Heri (Herat) de fena sayılmaz.
Ne hoştur Nişabur şehri, çünkü Allah’ın mülkünde, bir Cennet varsa orasıdır, yoksa zaten yokturxii.
Mucîruddîn-i Beylekânî de, resmî sıfatla vergi tahsili için gittiği Isfahan’da, halk ve elit tarafından beklediği ilgiyi görmeyince, Isfahan’ı hicveden şiirler yazdı ve bu nedenle Isfahanlı şairler, sadece onu değil, hocası Hâkânî’yi de yerdilerxiii. Söz konusu şiirlerden birinin çevirisi şöyledir:
Dedim ki, Isfahan’dan cana medet gelir. Çünkü mürüvvet akikinin çıktığı bir ocaktır.
Nereden bileyim ki, Isfahan halkı kördür. Bu nedenle Isfahân’dan sürme çıkarxiv.
Şair Âgehi-yi Horâsânî Herât'a gider. Yöneticilerden ilgi görmeyince, Herat'ın ileri gelenleri ile şehrin valisi Emîr Hân, şair Ahmed Tabesî ve Hâce Mu‘în Mîkâl hakkında şehrâşûb tarzında bir hiciv oluşturur. Bu nedenle şairin dili ve eli kesilir ve dört yıl sonra ölürxv. Şair, Herat şehrini abartılı olarak övdükten sonra şöyle der:
Eğri yürüyen feleği gör ki onun etkisiyle böyle bir şehir, kısır zamânenin perişan cemaatinin meskeni olmuştur.
Daha sonra Hâce Mu‘în Mîkâl hakkında şöyle der:
Mu‘in’in yüzünde pislikten binlerce iz gör; kötü talihinden o kötü bahtlının yüzü cüzzamlıdır.
Çirkin yüzü Nemrûd’un mutfağında eskimiş bir kepçe gibidir; fakat pislikte kullanılmaya lâyıktır.
Ahmed Atûn olarak bilinen vali Emîr Hân hakkında da şöyle der:
Ahmed Atûn, bazen Sünnî bazen da Şiî olur; altı ay dişi ve altı ay erkek olan çaylak kuşu gibixvi.
Bu örneklerden de anlaşılacağı üzere, türün adı, bizzat onun muhtevası, doğurduğu sonuçlar ve onlara göre ortaya çıkacak muhtemel tepkilere göre anlam kazanmıştır.
Ayrıca bu çalışmada bir şehri ve ülkeyi yahut halklarını öven şiirlerle ilgilenmeyeceğiz. Çünkü bizi daha çok kavramın gerçek anlamına uygun düşen muhtevadaki şiirler ilgilendirir.
Şehrengîz (şehr+engîz’den birleşik kelime) kavramının da aynı anlama gelerek şehir halkının genelini öven veya yeren şiir olduğuxvii şeklindeki sıkça tekrarlanan genel tanımına ek olarak Berthels’in eserindeki bir dipnotta, A. Mirzayof’un, sanat ve meslek temalarını işleyen şehrengîzlerin, hiciv karışımı kasidelerden oluşan şehrâşûblardan farklı olduğunu, ileri sürdüğü, fakat her ikisini de şehrâşûb kavramıyla karşıladığı şeklindeki ayrıntıyı belirtmekde fayda vardırxviii.
Farsça’da tür için mübalağa amaçlı kullanılan ‘âlemâşûb, dehrâşûb, cihânâşûb, felekâşûb ve benzeri kelimeler de aynı anlama gelmektedirxix. Nitekim Takiyuddin Evhadî (Muhammed Huseyni-yi Belyâni-yi Isfahânî ö. 1042/1633) söz konusu muhtevada yazdığı kasidesini âlemâşûb; daha sora gelen Yektâ-yi Lâhorî (Ahmed Han Hûşâ ö. 1147/1735) Âlemgîr Pâdşâh’ın mersiyesinde yazdığı mesnevîsine cihânâşûb; ve Âşûb-i Şâhcihânâbâdî (Mîrzâ Muhammed Bahş ö. 1199/1785) söylemiş olduğu hacimli bir kasidesine felekâşûb adını koymuşturxx
Türkçe’de adı geçen şiir ve bu şiirlerden oluşan mecmular için daha çok şehrengîz kavramı kullanılmakta ve kısaca söyle tanımlanmaktadır: “…şehrengîz maşûk (sevgili) anlamında kullanılmış ve edebî tür olarak şehrengîz; bir şehrin güzellerini, tabiî ve sosyal özelliklerini tasvir maksadıyla yazılan nazım türüdür…”xxi.
b) İçerik Olarak Türü ve İşlevi
Eski kaynaklarda şehrâşûbun şekli ve muhtevasıyla ilgili hiçbir bilgi yer almazken, çağdaş araştırmacılar tarafından, muhteva açısından farklı türler içinde değerlendirilmiştir.
Bu kısım şiiri ilk defa araştırma konusu yapan M. Ca‘fer-i Mahcûb ve bu konuda bir eser yazmış olan A. Gulçîn-i Me‘ânî konuyu başlı başına ele alarak, bilinen türlerden herhangi birine dahil etmemişlerdir. Hatta Ca‘fer-i Mahcûb şehrâşûb ıstılahı ve anlamı şiirin şekli (kalıbı)’yle değil anlamıyla ilgili olduğunu belirtmiştirxxii. Yine bu kısım şiire eserlerinde yer veren ilk araştırmacılardan Abdulhuseyn-i Zerrînkûb şehrâşûb veya şehrengîz içerikli şiiri “Halk şiiri ve gösteri (tiyatro)” başlığı altında değerlendirerek “bazen heyecan ve kargaşa ile sonuçlanan bir tür halk eğlencesi” şeklinde nitelemiştirxxiii. Safâ, bu türü mutlak anlamda şiir konularından biri sayarkenxxiv diğer çağdaş araştırmacılardan Sîrûs-i Şemîsâ bu kısım şiiri, fer‘î türlerden yani hicvin bir dalını sayar ve hatta mizah ve komedinin de alt dallarından sayılabileceğini ve mutlak anlamda “bir şehir ve halkının hicvinden ibaret” olduğunu belirtirxxv. M. Restgâr-i Fesâ’î ve diğer bazısı daha spesifik davranarak bu kısım edebiyatı içerik olarak, methiye, hiciv, mersiye ve benzerleri gibi lirik edebiyatta müstakil bir tür olarak işlemiştirxxvi.
Bütün bunlarla birlikte elimizde bulunan örneklere bakılırsa, şehrâşûbların hem hiciv ve mizahla hem de halk kültürü ve edebiyatıyla yakın ilişkisi olduğu görülür. Diğer taraftan bir şehrin veya yörenin sanatkârları ve sanatlarıyla ilgili kendine has bazı ayrıcı özellikleri itibariyle de muhteva olarak lirik edebiyatta farklı bir türü teşkil ettiği söylenebilir.
Halkın umumî zevki edebiyata hakim olduğu dönemlerde (örneğin Safevîler zamanında) bu tür şiir daha çok rağbet görerek halkın bir tür eğlencesi olmuştur. Yukarıda da işaret edildiği ve ileride de görüleceği gibi, bazen de şairin darp veya sürgünle cezalandırılmasına yol açmıştır. Şiirin veya hedefi olan halkın etkili olmayışı nedeniyle tepkisiz kalmıştırxxvii.
Ayrıca bir şiirin veya şiir mecmuasının şehrâşûb tarzına girmesi için başında böyle bir ismi taşıması da şart değildir. Nitekim Seyfi-yi Buhârî (ö. 909/1503)’nin şehrâşûbu Sanâyi‘u’l-bedâyi‘ adını ve Lisâni-yi Şîrâzî (ö. 941/1534)’ninki ise, Mecma‘u’l-esnâf adını taşımaktadırxxviii.
Safevîler döneminde şehrâşûb yazmak veya bu tarzı içeren mecmua oluşturmak yaygın bir hal aldıysa da, Fars edebiyatında ilk şehrâşûbun kesin olarak hangi şaire ait olduğu bilinmemektedirxxix. Fars edebiyatında şehrâşûblarla ilgili eserinde, Gulçîn-i Me‘ânî, 39 şair kaydetmişse de, türle ilgili ortaya çıkacak kayıp şiir mecmuaları veya yazmaların incelenmesiyle bu sayının artacağı kesindir.
Sanatkârlar ve onların sanatlarıyla ilgili şehrâşûblar sanatlar ve onların gereksinimleriyle ilgili terimleri ve kendi zamanı toplumlarıyla alâkalı sosyolojik bilgiyi içermeleri bakımdan, bir şehir ve halkıyla ilgili olanlardan daha üstün sayılırlar. Çünkü içinde yazıldıkları dönemin sosyal yapısı, geçerli ve yaygın meslek ve sanatları ve bu sanatlarda kullanılan aletlerle ilgili kelimeler ve teknik terimler bakımından oldukça önem arz ederlerxxx.
Belirtilmesi gereken bir diğer husus da sanat ve meslek erbabına yönelik bu tür şiir yazmış olan şairlerin hitap biçimi ve sanattaki yetenekleriyle ilgilidir. Şehrâşûb şairi genellikle sanat erbabını şûh, meh-rûy (ay yüzlü), mahbûb, but (güzel), dilber, dildâr ve benzeri kelimelerle anarxxxi.
Örneğin düzenli şehrâşûb söyleyen ilk şair Mes‘ûd-i Sa‘d-i Selmân’ın bu içerikteki kıtaları, amber satıcı, rakkâs, sûfî, güreşçi, sâkî, asker, şair, çiftçi, kuyumcu, kimyager, fakih, dülger, nakkaş, okçu, çalgıcı, demirci, kasap, atâr, bahçıvan, doktor, müneccim… sevgili veya dilber hakkındadırxxxii.
Demirci dilberin vasfı:
اگر آهنگری است پيشه تو با من ای دلربای در ده تن
از دل خويش وز دلم برساز از پس کار کوره و آهن
کآهنی نيست سخت چون دل تو کوره نيست گرم چون دل من
Eğer demircilik ise senin mesleğin; teslim et bana tenini ey gönül çelen.
Benim gönlümden ve senin gönlünden yap; işten sonra ocak demir.
Çünkü yoktur, senin gönlün gibi sert bir demir; benim gönlüm gibi sıcak bir ocakxxxiii.
Tabip dilberin vasfı:
ای يار ماهروی طبيبی و حاذقی دردست تست جان پدرجان هرکسی
فرمان تو روان شده بر هرکسی و باز بر تو روان نبينم فرمان هر کسی
درمان ما بدانی کز تست درد من آری طبيب داند درمان هر کسی
Ey ay yüzlü sevgili, tabipsin ve mahir; babanın canı da ve herkesin canı senin elindedir.
Herkes senin emrini dinler oysa; senin kimsenin emrini dinlediğini görmüyorum.
İlacımızı bilirsin, çünkü hastalığım sendendir; evet tabip bilir herkesin derdinixxxiv.
İlk defa rubai tarzında şehrâşûb söylediği ve diğer şairlerin, bu hususta kendisini taklit ettiği belirtilenxxxv Mehsiti-yi Gence’î (VI/XII.)’nin; çömlekçi, ayakkabıcı, terzi, kasap, marangoz, nalbant, müezzin, okçu çırakları vb. Gence pazarı esnafı ve şehrin sanatkârları hakkında, şehrâşûb tarzında yazdığı rubailerden birkaç örnek:
Bir kasap çırağı hakkında şöyle der:
آن دلبر قصاب دکان می آراست استاده بدند مردمان از چپ و راست
دستی به کفل بر زدوخوش خوش می گفت احسنت، ذهی دنبه فربه که مراست
O kasap dilber, dükkanı süslüyordu; insanlar da sağdan ve soldan (sıraya) durmuştu.
Kalçaya bir el vuruyor ve hoş hoş diyordu: “Ne güzel, benim böyle semiz bir kuyruğum olması ne hoş”.
قصاب چنانکه عادت اوست مرا بفکند و بکست کاينچنين خوست مرا
سر باز بعذر می نهد بر پايم دم می دمدم تا بکند پوست مرا
Adeti olduğu üzere, kasap beni yere yatırdı, kesti ve “Çünkü adetimiz böyledir” (dedi).
Özür dileyerek, ayağıma baş koydu, derimi soyuncaya kadar kendimi şişiriyordumxxxvi.
Mehsitî’nin, biraz kaba da olsa, kadılar hakkında, sosyal hiciv içerikli şu şiiri de çok tatlı bir letafetlidir:
Hanımı hamile olunca kadı zar zar ağladı; kızarak, “Bu da nedir?” dedi.
“Ben yaşlıyım ve aletim, asla uyanmamaktadır; bu kahpe de Meryem değil; öyle ise, bu çocuk kimden?”xxxvii.
Aynı zamanda sanat yapmak ve sanatsal yeteneğini göstermek amacıyla şair, bir demircinin alet ve edevatının yavan ve ruhsuz tanımının o kadar zevk verici olmadığını kavradığı için, her sanatkâr ve meslekçiden, fitneci ve şehir-karıştırıcı bir tip oluşturarak aşk ve aşıklıktan söz etmiştir.
Örneğin Lisâni-yi Şîrâzî, bir demirci veya çırağı hakkında şöyle der:
آهنگر من غم من آخر نشود تا نيک و بد رقيب ظاهر نشود
راز دل آن دغل نيايد بيرون تا انبر گرم و سرد حاضر نشود
Ey demirci (sevgili)’m, benim gamım bitmez; râkibin kötülüğü ve iyiliği ortaya çıkmadıkça.
O hilekârın içindeki sır ortaya çıkmaz; sıcak ve soğuk maşa hazır olmadıkça.
آهنگر من دست من و دامن تست خون دل من چوطوق درگردن تست
آهِ من مبتلا که زنجير بلا ست درگردن من کز دل چون آهن تست
Ey demirci (sevgili)’m, elim seni eteğinden tutmuş; gönül kanım, gerdanlık gibi boynuna sarılmış.
Belâ zinciri olan benim âhım; senin (ağır) demir kalbin gibi, boynumu sarmışxxxviii.
Şairin, bu tür şiirlerde şehrin çeşitli sanatkârları ve diğer kesimlerle dile getirdiği aşkının gerçek olduğu söylenemez. Yoksa bir kişi nasıl olur da yüzlerce sanatkâr ve meslek erbabına birden aşık olur. Aksine amaç yeteneğini deneyerek yeni bir şeyi icat etmek ve sanat yapmaktırxxxix.
Bu nedenle Ahmed Gulçîn-i Me‘ânî, bu yanlış anlaşılmayı dile getirerek şöyle der: “…şehrâşûbdan habersiz bazı tezkireciler ve (çağdaş) biyograflar, Mehsiti-yi Gencevî’ye ait gördükleri bu türden birkaç rubaî nedeniyle, adı geçen şairenin fahişe ve genelev kadını olduğunu; kasap, nalbant, marangoz vb. sanatkârlarla aşk ilişkilerine girdiğini; ona ait her bir rubaînin, sanatkârlarla olan o yasak ilişkilerini hikâye ettiğini sanmışlardır…”xl.
c) Şekil Olarak Türü
Şehrâşûblar için kalıp açısından özel bir şiir türü veya vezin de söz konusu değildir. Fars edebiyatındaki örneklerinden anlaşıldığı kadarıyla şehrâşûb muhtevalı şiirler büyük çoğunlukla kıta, kaside, rubaî, mesnevî ve gazel ve kaside türü formlarda kaleme alınmıştır. Ancak bu şekiller arasından, özellikle sanatkârlar ve onların sanatını konu alan şehrâşûblarda daha çok rubaî ve kıta, bir şehir halkının hicvi veya methi hakkında yazılanlarda ise genelde kıta, kaside ve mesnevî kalıplarının kullanıldığı görülürxli; Enverî ile Mucîr’in bu tarz şiirleri kıta şeklindedirxlii.
Kıta: Bununla birlikte muhtevasına uygun biçimde sanatkârlar ve onların sanatlarıyla ilgili düzenli ilk şehrâşûb yazan Mes‘ûd-i Sa‘d-i Selmân’ın bu türden şiirleri farklı vezinlerdeki (iki ila dokuz beyit arası 91 kıta) kıtalardan oluşurxliii. Ferruhi-yi Sîstânî (ö. 429/1037)’nin Semerkant hakkındaki şiirixliv ve Horasan’ın hicvine dair Enverî’ye nisbet edilen şiir de kıta şeklidedir. Hâkâni-yi Şirvânî (ö. 582/1186 veya 595/1199)’nin Bağdat, Mucîruddîn’ın Isfahan ve Abdurrahman-i Câmî (ö. 898/1492)’nin Bağdat’ı hicveden şiirleri kıta şeklindedirxlv.
Rubaî: Yine gerçek anlamda muhtevasına uygun olarak VI/XII. asrın ünlü kadın şairi Mehsiti-yi Gencevî, Gence pazarı ve esnafı hakkında şehrâşûb tarzı şiirlerini rubaî şeklinde yazmıştır. Bu şaireden sonra gelen Emîr Husrev-i Dihlevî (ö. 725/1325), Lisâni-yi Şîrâzî (Mecmau’l-esnâf’ını), ‘Işki-yi Hâfî (XI./XVII. yüzyıl başları) ve daha birçok şair bu tarz şiirlerinde rubaî şeklinden istifade etmiştirxlvi.
Mesnevî: Şehir ve şehir halkından bazı kesimlerin hicvini içeren ünlü şair Senâ’î (ö. 525/1130 veya 535/1140)’nin Kârnâme-i Belh’i mesnevî şeklinde kaleme alınmıştır. Yukarıda adı geçen Mes‘ûd-i Sa‘d-i Selmân, kıtalar şeklindeki şehrâşûbuna ek olarak Sultan Şîrzâd b. Mes‘ûd ve onun saray erkânı ile eğlence meclisinin tasviri hakkında mesnevî şeklinde de bir şehrâşûb yazmıştırxlvii. Feğfûr-i Lâhîcânî (ö. 1029/1620) de şehrâşûbunu aynı şekilde mesnevî tarzında yazmıştır. Meşhurlardan Kelîm-i Kâşânî (Hemedânî, ö. 1061/1650), Vahîd-i Kazvînî (ö. 942/) ve Eşref-i Mâzenderânî (ö. 1081/1670), Nakîb-i Şîrâzî (ö. 1300/1883, Deh Bâb adında bir eser yazmış) gibi şairler de şehrâşûblarını mesnevî kalıbında kaleme almışlardırxlviii.
Kaside: Elimizdeki örneklerden anlaşıldığı kadarıyla, şehir ve şehir halkıyla ilgili özellikle hiciv ve sosyal eleştiri içerikli şehrâşûbların çoğu kaside kalıbında yazılmıştır. VI./XII. asrın ikinci şairlerinden Kemâleddin-i Kotâhpây, Bedehşân’ın Kînûs şehri ve halkının hicvinde söylediği şehrâşûbu (36 beyitlik bir) kaside kalıbındadır. Aynı şekilde Âgehi-yi Horâsânî, Hayreti-yi Tûnî (ö. 962/1554), Râzi-yı Isfahânî (Muhammed Kâsım ö. 979/1572), Reşki-yi Hemedânî (ö. 991/1583), Hakîm Şifâ’i-yi Isfahânî (ö. 1037/1628), Şûrîde-i Şîrâzî (1273/1858’te yaşıyormuş) ve benzeri birçok şair söz konusu muhtevadaki şiirlerini kaside kalıbında yazmışlardırxlix.
Gazel: Seyfi-yi Buhârî (ö. 909/1502) gazel kalıbında şehrâşûb yazan ilk şair olarak kabul edildiği gibi, şehrâşûbu gazel tarzında yazmanın da icatçısı sayılmıştır. Nitekim Senâyi‘u’l-Bedâyi‘ adlı şehrâşûbu yüzden fazla sanatkâr ve meslek erbabından her biri için söylediği gazellerden oluşurl.
Mensur Şehrâşîb: Mîrzâ İ‘câz-i Herâtî’nin (Isfahan hakkında), ve Safevîler zamanında yaşamış Mîrzâ Muhammed Şefî‘’in değerli sosyolojik bilgiler içeren birer mensur şehrâşûbu bulunduğu kaydedilmektedirli.
Neticede Bîdil-i ‘Azîmâbâdî (Mîrzî Abdulkadir 1054-1133) şehrâşûb tarzındaki şiirlerini muhammes şeklinde yazmış; yukarıda adı geçen Nakîb-i Şîrâzî zamanın siyasal ve sosyal yapısını eleştiren mezkur türden şiirlerini mesnevî kalıbında Deh Bâb adı ve tarzıyla yazmıştırlii.

Konular