“TÜRK VE FARS” İLE “İRAN’IN ÇOK ULUSLULUĞU” MESELESİ

Perviz-i İktişâfî


“Türk ve Fars” meselesi siyasî bir mesele olup on dokuzuncu yüzyılda ilk kez aşırı Rus ve Osmanlı nasyonalistleri tarafından gündeme getirildi ve yirminci yüzyılın sonunda, Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra Sovyet Azerbaycan Cumhuriyeti pantürkistleri tarafından şiddetlendirildi. “Türk ve Fars” meselesini gün­deme taşımanın hedefi Azerbaycan’ı İran’dan ayırmaktır. Bu mevzu on dokuzuncu yüzyılda Çarlık Rusya’sının Kafkasya’ya asker sokması sonucunda ortaya çıkmış oldu.
Anahtar Kelimeler: Türk, Fars, İran, çok ulusluluk.

“Turk and Fars” and the Question of Multi-nationality in Iran
The Turk and Fars question is a political problem and radical nationalists of Ottoman and Russia have appeared it first time in the 19th century and have been intensified by Panturkists of Soviet Azerbaijan after the 20th century. The basic goal of Turk and Fars question is to separate Azerbaijan from Iran. This subject has been appeared after Russia’s inserting of soldier to Caucasians in the 19th century.
Keywords: Turk, Fars, Iran, multi-nationality
“Türk ve Fars” meselesi Azerbaycan Demokrat Fırkası hükümetinin 21 Âzer 1324/11 Aralık 1945 tarihinde iş başına gelmesinden önce siyasî bakımdan İran’da söz konusu değildi. Çünkü şehir ve köylerdeki sosyal mahfillerde, okullarda, devlet dairelerinde, fabrikalarda, tarlalarda, atölyelerde ve meskun yerlerde Fars dili ve yerel diller bakımından, bu cümleden olarak Türk dili bakımından İran halkı arasında hiçbir ayırım yapılmıyordu. Rıza Şah ve Muhammed Rıza Şah Pehlevi dönemlerindeki ka­binelerde de başbakanların ve bakanların çoğu Azerbaycanlıydı. Nitekim ülkenin gü­venlik güçlerinde, bu arada orduda subay ve astsubayların büyük bir yüzdesini Azer­baycanlılar oluşturmaktadır. İran kamuoyunda irapta mahalli olmayan bir kavram varsa, o da millî zulümdü. Devlet çalışanları Azerbaycan’dan Belûçistan’a, Hora­san’dan Hûzistan’a, Kürdistan’dan Kirman’a, Gîlan’dan Fars’a kadar bütün eyalet­lerde her sosyal katmandan gelir ve siyasî ve medenî eşit haklara sahiptir. Kültür ku­rumlarında, bakanlıklarda, üretim merkezlerinde, atölyelerde ana dili Farsça olanların ana dili Türkçe olanlara ya da bir başka deyişle Farsların Azerbaycanlılara zulmünden söz edilmezdi. Elbette bu konuda Fars dili ortak resmî dil olarak bütün İranlıların or­tak dilidir. İtalya, Fransa, Almanya, İspanya, İngiltere, Çin, Japonya gibi ülkelerde de ortak bir resmî dil vardır. Aynı zamanda bu ülkelerde resmî ortak dilin yanı sıra yerel diller de mevcuttur. İran’da da halkın resmî dili olarak Farsça’nın yanı sıra Gîlekçe, Mâzenderânca, Kürtçe, Belûçça, Lorca gibi lehçelerden başka Türkçe, Arapça gibi diller de konuşulmaktadır.
Ancak, “Türk ve Fars” meselesi siyasî bir mesele olup on dokuzuncu yüzyılda ilk kez aşırı Rus ve Osmanlı nasyonalistleri tarafından gündeme getirildi ve yirminci yüzyılın sonunda, Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra Sovyet Azerbaycan Cumhuriyeti pantürkistleri tarafından şiddetlendirildi. “Türk ve Fars” meselesini gün­deme taşımanın hedefi Azerbaycan’ı İran’dan ayırmaktır. Bu mevzu on dokuzuncu yüzyılda Çarlık Rusya’sının Kafkasya’ya asker sokmasından, 1228/1813 ve 1243 h.k./1827 yıllarında Gülistan ve Türkmençay antlaşmalarının zorla imzalattırılmasın­dan sonra ve yine Azerbaycan ile İran’ın batı bölgelerini ele geçirmek için çıkan Os­manlı-İran savaşlarının neticesinde ortaya çıkmış oldu. Ama bu mesele 1917 yılında Çarlık Rusya’sında Ekim Devrimi zaferinden ve Osmanlı İmparatorluğu’nun Birinci Dünya Savaşı sonunda dağılmasından sonra soğumaya yüz tuttu. “Türk ve Fars” iddi­alı meselesinin aslını Azerbaycan’da Türk dilinin varlığı, tabir caizse Farsların Azer­baycanlılara zulmü teşkil eder. Bu konunun iddiacıları Azerbaycan Türk dilini ileri sürerek Medlerden günümüze değin süregelen apayrı uydurma bir tarih yoluyla ve si­yasî ve edebî tahriflere tevessül ederek Azerbaycan halkını İran milletinden ayrı bir milletmiş gibi göstermeye çalışmaktadırlar. Fakat onların Türk dili ve Azerbaycan’ın ayrı bir tarihi hakkında ileri sürdükleri deliller tümüyle müptezel ve saçmadır. Çünkü tarihî belgelere göre Moğol saldırısından önce Azerbaycan, Arran ve Anadolu (bu­günkü Türkiye) sakinleri Türkçe konuşmuyorlardı. Moğollar sekiz yüz yıl önce İran’a saldırdılar ve kanlı savaşlardan sonra İran’ın doğu bölgelerini, sonra tüm ülkeyi, bu arada Azerbaycan’ı ellerine geçirdiler. Moğollar Azerbaycan bölgesini Kafkasya’ya ve Anadolu yarımadasına saldırmak için ana üs haline getirdiler. Cengiz Han’ın kuv­vetleri Moğollardan ve muhtelif Türk kabilelerinden oluşuyordu. Moğolların Azer­baycan’a hakim olmasından sonra burada yaşayanlar Moğol ordusunun korkunç bas­kısı altında kaldılar. Bu ordunun Azerbaycan’da uzun bir süre toplanması ve şiddetli baskısı buralarda yaşayanların Türk dilini öğrenerek şiddetli baskılardan bir dereceye kadar kurtulmalarına neden oldu. İşte bu şekilde tedricen Türk dili yani bir yabancı dil, cebir ve korku ile bu topraklarda yaşayan halkın ana dilinin yerini almış oldu. Azerbaycan halkına zorla Türk dilinin öğretilmesine rağmen onların eski diline ait birçok kelime hâlâ varlığını sürdürmektedir. Bir taraftan günler, aylar ve nevruzla il­gili kelimelere, buralardaki uzak ve dağlık yörelerdeki yerel İran lehçelerine bir bakış Azerbaycan’a Türk dilinin zorla öğretilmiş ve sonradan gelmiş bir dil olduğunu ka­nıtlamaya yeter.
Bildiğimiz gibi Sâmânîler döneminde Sâmânî emirlerinin saraylarına Türk “gulam”lar girmeye başladı. Bunların bir kısmı önemli askerî makamlara yükseldiler. Hatta Sâmânî emirlerinin azil ve atanmalarına da karışır oldular. Ve yine biliyoruz ki Gazneliler hanedanının kurucusu Gazneli Mahmud’un soyu da bu Türklere kadar uzanır. Öte yandan, hicrî beşinci yüzyıldan itibaren Türkmenler İran içlerine göç etti­ler ve bunların bir kısmı Azerbaycan’a yerleşti. Fakat Moğol saldırısından önce İran halkının dili hiçbir yerde ve bu arada Azerbaycan’da “Türkçe” olmamıştır. Bu ne­denle Pantürkistlerin Azerbaycan ve Arran’da Türkçe’nin eskiliği hakkındaki iddiaları tarihsel kuyruklu bir yalandır. Bu konu Sovyetler Birliği’nde, Moskova’daki Oryanta­listlik Enstitüsü’nün dil, edebiyat ve tarih ile ilgili araştırmalarının bir kısmına yansı­mıştır. Şöyle ki; Moğol saldırısından önce, Moğol topraklarının güney ve batı kom­şusu olan Orta Asya bölgelerindeki halkların dili Türkçe’nin lehçelerinden biriydi. Bu enstitüde birkaç İranlı, bu arada Abdulhuseyn-i Nûşîn ve siyasî sığınmacı olan Serheng Âzer, Eski Fars Dili ve Edebî Eserleri bölümünde araştırma yapıyorlardı ve bunların Sovyet meslektaşları da vardı.
İkinci Dünya Savaşı’ndan günümüze kadar “Türk ve Fars” Meselesi:
Nazi Alman ordusunun Stalingrad ve Leningrad’da yenilmesinden sonra Sovyet Komünist Partisi’nin Politbüro’su Stalin’in emriyle Sovyet ordusunun bu ülkedeki iş­gal bölgelerini ilhak hususunda, bundan sonra uygulanmak üzere bir plan hazırlattı. Bu plana göre Marksist-komünist, Sosyalist ve İşçi partileri bu isimlerden birini seçe­cek ve işgal bölgelerindeki kültür ve sanayi gelişimi düzeyi ile uyumlu olarak parti kurulacak ve bu partilerin kanalıyla Sovyetler Birliği’nin kuklası olan devletler iş ba­şına geçecekti. Üstüne üstlük bu partileri, işgal bölgelerinin uyruğunda olan, aynı za­manda Sovyetler Birliği’nden sığınma isteyen ve Sovyetler Birliği’nde sosyal ve siya­sal bilimler eğitimi görmüş kimseler kuracaklar, bunlar KUTW denilen Moskova’daki eğitim sürecinden geçmiş olacaklardı. Bu plan doğrultusunda İkinci Dünya Savaşı’nın sonunda Doğu Avrupa’da ve İran’da -bu ülkenin hassas stratejik konumunu göz önünde bulundurarak sadece Azerbaycan işgal bölgesinde- hızla Marksist partiler ku­ruldu. Azerbaycan’daki Demokrat Parti, Pîşeverî ve kendisiyle hemfikir olanlar tara­fından ve özellikle Bakü göçmenlerinin ve Sovyetler birliğinin yardımıyla 1324/1945 yazında kuruldu ve Sovyet Komünist Partisi’nin Tûde Partisi’ne verdiği talimata göre Azerbaycan’daki Tûde partisinin eyalet kuruluşu kaldırılıp üyeleri Demokrat Fır­kası’na katıldı. Tûde Partisi de Azerbaycan Demokrat Fırkası’na her yönden yardım ulaştırmakla görevlendirildi. Bu talimatı icra ederken Tûde Partisi askerî ve sivil kad­rolarının bir kısmını Sovyetlerin yardımıyla gizlice Azerbaycan’a gönderdi. Demokrat Fırkası kısa bir süre sonra Sovyetlerin açıkça himayesi sayesinde 21 Âzer 1324/11 Aralık 1945 tarihinde teşekkül etti ve Farsların Azerbaycanlılara zulmü bahanesiyle İran devletine muhalefete başladı. Bu sırada Sovyetler kendini dünya barışının, de­mokratik hakların, milletlerin özgürlüğünün savunucusu, sömürünün, ülkelerin top­raklarının elde edilmesi ve savaş çıkarılmasının muhalifi olarak tanıttı ve bu doğrul­tuda önemli ve bariz bir dayanak da buldu. Bu cümleden olarak Sovyetler Nazi Al­manya’sının yenilgisi sırasında yirmi milyondan fazla insanını kaybetmişti. Azerbay­can Demokrat Fırkası işte bu şartlarda doğdu. Dikkat çekici olan hususa gelince, yal­nız İran’da değil, hatta tüm dünyadaki aydınlar Sovyetlerin yayılmacılık siyasetini anlamamışlardı. Çünkü Sovyetlerin dünyada hâlâ iyi bir görünümü vardı. Bildiğimiz gibi Azerbaycan Demokrat Fırkası’nın ömrü kısaydı ve bir yıldan fazla da sürmedi (12 Âzer 1324 - 21 Âzer 1325/2 Aralık 1945 -11 Aralık 1946). Bu hükümetin çok hızlı dağılışının sebebi, Sovyetlerin himayesini kaldırmasıydı. Sovyetler Birliği İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, yaptığı üçlü antlaşmaya göre ordusunu İran’dan çekecekti. Sovyetler bazı bahaneler ileri sürerek bu işi yapmadı. İran, Amerika ve İngiltere’nin desteğini alarak Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ne şikayette bulundu. Stalin baskı altında kaldı. İran temsilciler heyeti başbakan Kıvam’ın başkanlığında Mos­kova’ya gidip Stalin’le görüştü. Stalin Kıvam’la yaptığı görüşmede Sovyet ordusunun İran’dan çıkış şartlarını ele aldı. Bu şartlardan biri de İran’ın kuzey bölgesindeki pet­rol imtiyazının Sovyetlere verilmesiydi (Elbette Millî Şûra Meclisi’nin onayı alına­caktı.) Kıvam İran’a döndü ve Tûde partisinden üç kişiyi, yani İskenderî, Dr. Kişâverz ve Dr. Yezdî’yi kendi kabinesine bakan olarak soktu. Sovyet ordusu İran’dan çıktı an­cak Millî Şûra Meclisi petrol imtiyazının Sovyetlere verilmesine ilişkin devlet tekli­fini reddetti. Burada açıklanmasına gerek yok; Demokrat Fırka’nın hükümet dönemi sona erdi ve İran ordusu Azerbaycan’a girdi. İki üç gün zarfında hemen hemen yirmi bin Fırka ve Tûde üyesi eski Sovyet Azerbaycan Cumhuriyeti’ne kaçtı. İran’da “Türk ve Fars” meselesi de böylece kapanmış oldu. Tûde partisi Demokrat Fırka’yı himaye nedeniyle derin bir bunalıma girdi ve partide bölünmeler başladı. Tûde partisi yeni du­rumdan korktuğu için gizli askerî örgütten ayrıldı. Bu ayrılık Muhammed Rıza Şah’a 15 Behmen 1327 /3 Şubat 1949 tarihine kadar devam etti.
Yazarın Sovyetler’de “Türk ve Fars” Meselesiyle Karşılaşması ve İran’ın Çok Uluslu Olma Meselesi
Bu makalenin içeriğinin daha iyi anlaşılması için önce yazarın kısa bir biyografi­sinin verilmesi zorunludur. 1334/1955 yılı baharında sınır ırmağı Etruk yoluyla Sov­yetler’e gittim ve siyasî sığınmacı olarak kabul edildim. Sovyetler’de 22 yıl kaldım. İran’da gizli askerî örgütün kuruluşunun başlangıcında buranın üyesiydim. 1324/1945 ve 1325/1946 yıllarında Tahran’da Hava Kuvvetleri’nin bir kolu olan beş kişilik so­rumlular kanadında bulunuyordum. Önceleri 5 kişilik bir subay ekibinin ve 1325 /1946 yılında iki ayrı 5 kişilik subay ekibinin ve 5 kişilik de astsubay ekibinin so­rumlusuydum. 1331 yılında Hava Kuvvetleri’nde binbaşı ve Gorgan müstakil tugayı­nın hava danışmanı ve gizli askerî örgütün buradaki sorumluluğunu üstlenmiştim. Sovyetlerde iki yıl sonra Rusça’yı öğrendim. 1356/1977 yazından Sovyetlerden ayrı­lana kadar Moskova’da Moskova Radyosu’nda, Novosti basın ajansında, Progres ha­ber ajansında ve Sovyet Bilimler Akademisi’nde Farsça bölümünde basın propaganda ve araştırma işleriyle ilgilendim.
İlk kez Moskova’da, 1957 yılında İran’ın “çok uluslu” olması meselesiyle karşı­laştım: Tûde partisinin Moskova’daki merkez komitesi Tûde partisi üyelerine bir an­ket verdi ve onlardan bu anketteki sorulara cevap vermelerini, altını imzalamalarını ve partiye geri göndermelerini istedi. Bu ankette “İran çok uluslu bir ülkedir; Farslar, Azerbaycanlılar, Kürtler vs.” yazılmıştı. Bu anket şiddetli ve geniş bir itirazla karşı­laştı. Bu anketi hazırlayanların İhsan-ı Taberî ve Ahmed-i Kâsımî oldukları ve Tûde partisinin Moskova’daki merkez komitesine onaya gönderdikleri anlaşıldı. Önce İh­san-ı Taberî ve Ahmed-i Kâsımî ile ve daha sonra Râdmeniş ve İrec İskenderî ile gö­rüştüm ve bu ankette “İranlı”dan bahsedilmediğini sordum ve “İran’ın çok uluslu ol­ması için hangi delilleriniz var? İran’daki geniş kültürel, tarihî ve toplumsal bağlar si­zin İran’ın çok uluslu olması iddianızla örtüşmüyor. Neden “millet”in Marksist tanı­mını dikkate almıyorsunuz? Lenin, Stalin’in bir milletin varlığının özellikleri hakkın­daki açıklamasını bu konudaki en iyi tanım olarak belirtmedi mi? Marksist tanımda bu şartlar belirlenmiştir. Ortak dil, ortak gelenek ve görenek, ortak coğrafî bölge, ortak kültür ve üretim ilişkileri. İran’da olan bu şartları neden görmezden geliyorsunuz? Ül­kenin her bölgesinde ortak dil Farsça’dır, gelenek ve görenekler ortaktır, coğrafya or­taktır, kültürel ve üretimsel ilişkiler ortaktır. Üstelik kendinizi İranlı görüyorsunuz, neden İran’da İranlı’dan söz etmediniz? Bu anketinize göre benim milliyetime ge­lince, Reştliyim, Gîlan’da doğmuşum ve yerel dilim Gîlekçedir, Fars’tır. Hayır, ben İranlıyım ve İran milliyeti İran’ın her yöresindeki insanların ortak özelliğidir.” dedim.
Kısacası, bu anket Moskova’daki İranlı sığınmacıların şiddetli itirazlarıyla karşı­laşınca, rafa kaldırıldı. Kuşkusuz Tûde partisi merkez komitesi Sovyetler Birliği’nin emri ile bu anketi düzenlemişti. Parti merkez komitesi üyesi bu dört kişi ile görüş­memde bu anketteki soruların içeriğinin sıhhati hakkındaki dayanaksız ısrarlarına şa­şırdım. Bu anketin hedefi, İran’da birçok ulusların olduğu ve ulusların ayrılma hakla­rının bulunduğuydu. Bu anketten sonra Moskova’da yaşadığım sürece “Türk ve Fars” meselesiyle ve aslında Sovyetlerin emniyet-parti makamları tarafından ustaca gizle­nen Azerbaycan’ın ayrılması ve ülkenin parçalanması meselesiyle karşılaştım. “Türk-Fars” meselesi farklı şiddetlerde fakat sürekli olarak daha çok Bakü’de ve daha az şiddetle Moskova’da ve Duşanbe’de İranlı sığınmacılar arasında yaygındı. Gerçek şu­dur: “Türk ve Fars” meselesiyle İran’ın “çok uluslu” olma meselesi karşılıklı olarak birbiriyle ilgilidir. Çünkü bu iki meselenin hedefi bu ülkede birçok ulusun varlığını ileri sürerek bazı bölgeleri İran’dan ayırmaktır. Bu konuyla ilintili olarak Moskova’da parti ile ilgili birkaç siyasi olaya işaret edeceğim.
1. Tûde partisinin dördüncü geniş polinomu yetmiş kişinin katılımıyla 1957 Temmuz/11 Tîr 1346’da Moskova’nın banliyösünde bulunan bir sanatoryumda ger­çekleşti. Ben de bu polinoma katılmıştım. Bu polinom tarihi boyunca Parti’nin bir araya geldiği en önemli toplantı idi. İlk gün, genel kurulda gündemin şu konuları içer­diği bildirildi: Parti yönetimi ile ilgili dahilî uyuşmazlıklar, petrol ve Musaddık, Millî Cephe ve 28 Mordad darbesi. Azerbaycan meselesi polinomun gündeminde yer almı­yordu. Fakat polinomun dördüncü çalışma günü petrol ve darbe meseleleri görüşül­dükten sonra ansızın parti merkez komitesi Azerbaycan meselesinin görüşülmesi için dört saat vakit bulunduğunu bildirdi. Azerbaycan meselesini o güne kadar gün yüzüne çıkartmamışlar ve polinom hemen hemen üç hafta sürmüş ve gündemdeki meseleler yeterince dikkat gösterilerek görüşülmüştü. Ama Azerbaycan meselesini son güne ka­dar gizlemişler ve kasıtlı olarak bu meseleye az bir zaman ayırmışlardı. Oysa Azer­baycan meselesi Tûde Partisi üyeleri arasındaki en müzmin konuydu. Zaten bu da, Azerbaycan ve Azerbaycan Demokrat Fırkası meselesi üzerinde Sovyet parti ma­kamlarının büyük bir hassasiyetle durduklarını gösteriyordu. Azerbaycan meselesi ile Demokrat Fırka’nın adı, Tûde Partisi ile Demokrat Fırka’nın birleşmesinin görüşül­düğü dört saat boyunca Tûde Partisi’nin Merkez Komitesi ile kadrolar arasında, hele hele parti adının olduğu gibi kalması hususunda şiddetli kavgalar yaşandı. Kadrolar iki partinin birleşmesinin, fırkanın adının hazfedilmesi ve üyelerin Tûde Partisi’nin arasına dahil olması esasına dayanmasını istiyorlardı. Ama herkesten ziyade Râdmeniş, İskenderî, Kâmbahş, Kiyânûrî, Cevdet, Bokrâtî ve Rûstâ polinomun mer­kez komiteye Demokrat Fırka ile birleşme hakkında görüşme yapma ve görüşmenin sonucunu daha sonraki bir geniş polinomda bildirme yetkisini vermesi hususunda ıs­rar ediyorlardı. Dördüncü geniş polinom bu durumdayken sona erdi. Bu hadise, Tûde Partisi’nin bağımlı ve itaatkâr bir parti olduğunu, Sovyetlerin yayılma siyasetini uy­gulama doğrultusunda Azerbaycan’ın ayrılması için girişimde bulunduğunu ve bu arada “Türk ve Fars” meselesinin Sovyet dış siyasetinde ne denli derin kökleri bulun­duğunu göstermektedir.
2. Tûde Partisi’nin yedinci geniş polinomu 1959 yazında altmış kişinin katılı­mıyla Moskova’nın banliyösündeki aynı yerde gerçekleştirildi. Bu polinomun günde­minde sadece bir temel mesele vardı: Demokrat Fırka’nın Tûde Partisi’ne katılması. Bahis konusu olan şey de, İran genelinde tek bir marksist partinin bulunabilmesi için Azerbaycan Demokrat Fırkası’nın Tûde Partisi’ne ne şekilde bağlanmasıydı. Bu me­sele gündeme gelince anladım ki yine fırkanın adını bırakmak istiyorlar. Bu polinomda, aralarında ben de dahil olduğum halde yaklaşık on beş kişi fırkanın adı­nın atılarak, yanlış mazinin defterden silinmesi gerektiği üzerinde şiddetle durdu. “Böyle olmazsa, mesela Gîlan’da da parti teşkilatına başka bir isim vermemiz, Hûzistan’da başka, diğer illerde başka başka isimler vermemiz gerekecek. Tûde Par­tisi’nin Azerbaycan’daki eyalet teşkilatının adının fırka olması doğru değil. Bir ülkede iki ayrı adda iki işçi partisinin bulunduğu marksizmin neresinde görüşülmüş?” Muha­lif kadroların güçlü karşı tezleriyle fırkanın adının saklı tutulması hususunda bir yere varılamadı. Tûde Partisi merkez komitesi bir hafta süren yedinci polinomunun son çalışma gününde, Azerbaycan Demokrat Fırkası’nın adı korunurken Tûde Partisi’nin Azerbaycan’daki eyalet teşkilatı olarak tanınmasını, fırka üyelerinin Tûde Partisi’nin üyesi sıfatıyla bu partinin toplantılarına katılma haklarının bulunduğunu ve Tûde Par­tisi’nin Azerbaycan’daki eyalet teşkilatının adının Demokrat Fırka olduğunu bildirdi. Daha o gün, Sovyetlerin fırkanın adını ileride Azerbaycan’ı ayırma hedefine ulaşmak için saklı tuttuğunu, Tûde Partisi’nin bağımsız bir parti olmadığını, Sovyet Komünist Partisi’nin bir kolu olduğunu, Sovyetlerin emri üzerine İran’da yayılma siyasetini uy­gulamak için kurulmuş bir parti olduğunu, İran’ın tüm temel sorunlarının arkasında Sovyetler Birliği’nin bulunduğunu anladım.
3. Yedinci geniş polinomdan sonra bu görüşler içinde Moskova’da yaşadığım yere döndüm ve bir fırsatını bulup ailemle birlikte Sovyetler’den Batı Avrupa’ya ta­şınma düşüncesine kapıldım. Yedinci geniş polinomdan iki üç ay sonra Tûde Par­tisi’nin Moskova merkezinde, Stalinizmin İran’daki komünist ve işçi hareketinde et­kili olup olmadığı meselesi gündeme geldi. O sıralarda Moskova merkezinde Tûde Partisi’nin iki seksiyonu vardı. Biri Moskova Üniversitesi’nde, diğeri Moskova mer­kezinde. Ben Moskova merkezindeydim ve yüksek öğrenim için Bakü'’en Moskova'’a gönderilen partililer bu parti seksiyonuna katılıyorlardı ve Demokrat Fırka’nın seçkin kadrolarındandı. Yedinci polinomdan sonra Fırka üyeleri aynı zamanda Tûde Par­tisi’nin üyeleriydi ve Tûde Partisi’nin toplantılarına katılma hakları vardı. Moskova merkezindeki parti seksiyonunda, İran’da Stalinizm -kişiye tapma kültünün- etkisi konusunun gündeme gelmesinden sonra İran komünist ve işçi hareketinde kişiye tapma kültünün etkisine ilişkin bir rapor hazırlayarak sonraki toplantıda sunma görevi bana verildi. O zamanlar kişiye tapma kültü, Rusça “kultlitschnosti” teriminin tercü­mesi olarak Kruşçev (Hruşef) döneminde eski “stalinizm” terimi yerine kullanılı­yordu. Altı sayfalık bir rapor hazırladım. Sonraları partililer bundan “O altı sayfalık rapor” diye söz ettiler. Bu raporu parti kanadı toplantısında okudum. Bu raporun esası şuydu: İkinci Dünya Savaşı’nda Sovyet Ordusu İran’ın kuzey bölgelerine, Azerbay­can’a, Gîlan’a, Mâzenderan’a ve Horasan’a girdi. İngiltere ve Amerika da ordularını İran’ın güney ve batı bölgelerine soktular. İran’ın kuzey bölgelerine ilk sosyalist ülke girişinin İran’daki komünist, sol ve işçi hareketine yardım etmesi gerekiyordu. Bu du­rumdan doğru dürüst istifade edilmeliydi. Halk sol ve işçi hareketine çekilmeli, bu si­yasi cereyanın sürekli ve genel yönü bulunmalı, nasyonalist ve bölünmeci özelliği ol­mamalıydı. Sovyet ordusu bu bölgelere yerleşti. Sovyetler, Tûde Partisi’nin teşkilatı olmasına rağmen Azerbaycan’da Demokrat Fırka adında bir parti kurdular. Oysa bu durum Marksizm-Leninizm ilkelerine ters düşüyordu. Bu ilkelere göre her ülkede işçi sınıfının sadece bir partisi bulunmalıydı. Birkaç ay sonra, aslında bir gecede, fırka hü­kümetini kurdular. Bu nedenle Azerbaycan halkı ve İran’ın diğer tüm bölgelerinin halkları Tûde Partisi’ne, sol akıma ve sosyalist demokrasiye muhalif oldular. Çünkü bu siyasi akımın hedefinin İran’ın topraklarından bir bölümünü bu ülkeden ayırmak olduğunu anladılar. Açıkçası bu siyasi girişim doğru değildi. Aksine Sovyet ordusu­nun İran genelinde demokrasi hareketinin yayılması ve İran’da parlamenter demokra­sinin temellerinin atılması için İran’ın kuzey bölgelerinde girişimde bulunması gere­kiyordu. Ayrılıkçı değil, böyle çalışmalar yapılmalıydı. Ben raporumda Demokrat Fırka gazetelerinin parçalama yanlısı yazılarına ait belgeleri de sundum. Parti kana­dındaki toplantılar ile dördüncü ve yedinci polinomlarda açıkça ve önyargısız olarak meseleleri ele aldığım ve konu herkes tarafından bilindiği için Moskova merkezinin parti kanadı, bu raporun hazırlanmasını bana havale etmişti. O günlerde yani Kruşçev (Hruşef) döneminde siyasi görüşlerin açıklanması yönünde bir dereceye kadar da olsa özgürlük ortamı doğmuştu. Bu nedenle, bu siyasi özgürlüğün tanıdığı sınırlar içinde kalarak politika ve parti ile ilgili görüşlerimi yansıtabilirdim. Her halükârda bu raporu yaklaşık kırk kişinin katıldığı parti kanadı toplantısında okudum. Bu raporun zımnî mefhumu şuydu: Sovyet ordusu İran’ın kuzey bölgelerinde demokrasi taraftarlığına ilişkin rolünü iyi oynamamış ve bunun aksine davranmıştır. Sovyetler, Demokrat Fırka’yı ve Azerbaycan Fırkası hükümetini kurma yoluyla bu eyaleti İran’dan ayır­mak istiyordu. Elbette bu, söz konusu raporun dolaylı mefhumuydu. Bu raporu oku­duktan sonra toplantıda bulunan hemen hemen on partili bana şiddetle sataşarak “Bu rapor önyargılıdır” dediler. Her partili aleyhimde bir şey dedi. Biri “Yoldaş İktişâfî benimle tokalaşırken, adeta kalbimi sökmek istiyor” dedi. Bir başkası “Yoldaş İktişâfî benimle tokalaşırken, sanki bıçaklıyor beni” dedi. Bir başkası da “Yoldaş İktişâfî ga­liba Azerbaycanlı karşıtı” dedi. Bir diğeri ise “Yoldaş İktişâfî Fars şovenizmini uy­guluyor” dedi. Ama bu parti toplantısındaki Tûdeliler, bu cümleden olarak Tûde Par­tisi merkez komitesinin iki üyesi Emîrhîzî ve Nûşin ile parti kadrolarından Emîr Hosrovî ve Rasadî beni destekleyerek fırkalılara “Mantıklı ve kanıtlı konuşmalısınız; suçlamak doğru değil” dediler. Parti toplantısı bu durumda sona erdi. Beş gün sonra “Filan yerde olağanüstü toplantı yapılacak” diye haber verdiler. Bu habere şaşırdım. Parti kanadının bir sonraki toplantısında partinin birinci sekreteri olan Râdmeniş’in bulunduğunu gördüm. O, Leipzig’den gelmişti. Fırkanın lideri Gulam Yahya Dânişiyân da Bakü’den gelmişti. Hepsinden önemlisi, Sovyet Komünist Partisi’nin bir temsilcisi de bu toplantıda bulunuyordu. Onlar bu sayfalık raporda bu kadar şikayet edilecek konunun ne olduğunu anlamak istiyorlardı. Besbelli, fırkalılar Sovyet ma­kamlarına ve Gulam Yahya Dânişiyan’a şikayette bulunarak “İktişâfî, Demokrat Fırka’nın kuruluşunun doğru olmadığı, bu işin İran sol hareketine zarar verdiği, Azer­baycan Demokrat Fırkası’nın kurulmaması gerektiği, Sovyet ordusunun Azerbay­can’da bu fırkayı yanlış biçimde himaye ettiği vs. hususlarında bir rapor hazırlamış” diye bilgi vermişlerdi.
Parti kanadı toplantısı başladı. Önce Râdmeniş kürsüye çıktı ve şöyle dedi: “Yol­daş İktişâfî’nin bu parti kanadı toplantısında altı sayfalık bir raporu gündeme getir­diği, kişiye tapma kültü ve İran’daki izlerine ilişkin açıklamalarda bulunduğu ve kimi yoldaşları eleştirdiği hakkında bir rapor iletildi. Parti merkez komitesi bu raporun içe­riğini bilmek istiyor. Azerbaycan Demokrat Fırkası ile birleştiğimize göre ihtilafları bir yana bırakmalıyız. Çünkü ihtilaflar birliğimize zarar vermektedir. Yoldaş İktişâfî, raporunuz hakkında açıklama yapınız.”
Ben kürsüye çıkıp raporumun dayandığı ilkeleri açıkladım ve yerime oturdum. Râdmeniş tekrar kürsüye çıktı; birliği güçlendirmenin zorunluluğu üzerinde durarak “Yoldaşların onar dakika konuşma hakları var. Yoldaş İktişâfî’yi eleştirmek isteyen­ler, konuşabilirler” dedi.
Râdmeniş ile Sovyet temsilci ön sırada oturuyorlardı. Tûde Partisi merkez komite üyesi birkaç kişi daha vardı. Sovyet temsilcinin adını tam hatırlamıyorum; galiba Simonenko idi. Tûde Partisi üyesi birkaç kişi kürsüye çıkıp söz konusu raporu teyiden “Bu genel mahiyette bir rapordur” dediler. Daha sonra sıra yaklaşık on kişiden oluşan fırkalılara geldi. Onlar sırayla kürsüye çıkarak bu raporun neresinin yanlış ol­duğu yolunda hiçbir kanıt getirmeksizin suçlamada bulundular. Biri “Bu rapordan anladığıma göre Yoldaş İktişâfî Azerbaycan karşıtı”, diğeri “Yoldaş İktişâfî’de Fars şovenist ruhu var; Farsların büyüme isteyişi ruhu var"” bir başkası "Yoldaş İktişâfî'’e Rus karşıtı ruhu var"”dedi. Kısacası her fırkalı bir suçlamada bulundu. Daha sonra bana cevap hakkı tanındı. Kürsüye çıkarak şöyle dedim: "Bu yoldaşlar hiçbir kanıt getirmedikleri gibi, sadece yakıştırmada bulundular. Bu raporun neresinin yanlış ol­duğunu söylemediler. Böyle konuşmak doğru değil.”
Önce fırkalılar sözlerine Türkçe başladılar ve kürsüden tüm İran ulusunun ortak dili olan Farsça konuşmak istemediler. Eşim yerinden kalkarak “Eşim Türkçe bilmi­yorum. Herkes Farsça konuşmalı” diye itiraz etti. Daha sonra Râdmeniş itirazla “Bu, partinin genel toplantısıdır ve İran’ın ortak dili Farsça olduğu için herkes Farsça ko­nuşmalı” dedi. Fırkalılardan biri yine “Yoldaş İktişâfî benimle tokalaşırken sanki kal­bime bıçak saplıyor” dedi. Rasadî ona sataşarak “Böyle suçlamada bulunma hakkınız yok. Yoldaş İktişâfî dürüstçe davranmış ve bir rapor hazırlamış. Ona yüklenmek mantıklı değil. Üstelik Gulam Yahya Dânişiyan’ın Bakü’den buraya parti toplantısına gelmesi de doğru değil.” Dedi. Bunun üzerine Gulam Yahya Dânişiyan söz alarak kürsüye çıktı. Fakat Râdmeniş de kürsüye çıkarak “Yoldaş Rasadî, Gulam Yahya Dânişiyan hakkında böyle konuşmamalısınız. Sizin geçmişte, Bakü’de onunla iyi iliş­kileriniz vardı.” Dedi. Râdmeniş, Rasadî’nin Gulam Yahya Dânişiyan ile Bakü’deki eski ilişkileri hakkında açıklamada bulundu. Ardından Gulam Yahya Dânişiyan kür­süden şunları söyledi: “Devrimimiz iyi bir aşamaya gelmiştir. Devrim, içine nohut, fa­sulye eti konulup iyice pişene kadar yavaş yavaş kaynaması gereken âbguşt yemeğine benzer. Bu kaynamayı harap etmemek gerek. Yoldaş İktişâfî’nin hazırlayıp bu kanatta okuduğu rapor devrim hareketimize zarar veriyor. Demokrat Fırka’nın kuruluşunun yanlış olduğu iddiası doğru değil. Bu sözün sonu kötü olacak.”
Gulam Yahya Dânişiyan tehditkâr sözlerden sonra kürsüden inip yerine oturdu. Ben elimi kaldırıp söz aldım. Kürsüye çıkarak şöyle dedim: “Yoldaş Râdmeniş, siz de görüyorsunuz işte, şimdi Tûde Partisi’nin bir eyalet teşkilatı olarak tanınan Azerbay­can Demokrat Fırkası lideri Gulam Yahya Dânişiyan nasıl tehditkâr sözler ediyor. Ben onunla ilk kez bu parti toplantısında karşılaştım. Ama onun Bakü’deki parti ka­nadı toplantılarında aslında halkı tehdit ettiğini ve halkın onun karşısında konuşmaya cesaret edemediklerini duymuştum. Mademki şimdi bu parti toplantısında kadrolar var ve burası Bakü değil, Moskova ve mademki Sovyet temsilcisi de burada ve Tûde Partisi merkez komitesi üyelerinden birkaçı da burada, aslında o beni tehdit etmiş ve “Bu raporun sonu kötü olacak” demiştir. Mantıklı konuşup raporun zayıf noktalarını gösterecek yerde beni tehdit ediyor. Yoldaş Dânişiyan! Burası Bakü değil, burası Moskova. Burası Tûde Partisi’nin teşkilatı. Sizin kimseyi tehdit etmeye hakkınız yok. Edemezsiniz de!”
Ben bunu söyler söylemez Gulam Yahya yerinden kalkıp Râdmeniş’e “Ben böyle bir kanatta oturmuyorum ve bu toplantıyı terkediyorum.” Dedi ve salona doğru yü­rüdü. Râdmeniş “Yoldaş Dânişiyan, toplantı bitmedi; şimdi gitmeyin” dedi. Gulam Yahya “Artık daha fazla kalamam; gidiyorum” dedi ve toplantıyı terketti. Bu parti toplantısı da bu şekilde sona erdi.
Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra Bakü’de Stalinizm ve eski Sovyet Ya­yılmacılık Ekolünün izinden gidenler, Rus siyasal kültürüyle kaynaşan “oğlu”, “zade” anlamlarına gelen ve soyadlarında kullanılan Rusça son ek “of”u alan Haydar Aliyof ve kendisiyle hemfikir olanlar Sovyet dönemine göre daha şiddetli bir şekilde “Türk ve Fars” meselesi ile İran’ın “çok uluslu” olma konusunu kendi hayallerindeki ülküler doğrultusunda izlemekte, genel olarak Çarlık Rusya’sının on dokuzuncu yüzyılda Kafkasya’daki uzun süreli ve kanlı askeri harekatını ve Aras’ın kuzeyindeki İran top­raklarının bir kısmını kasıtlı olarak işgal etmesini göz ardı etmektedirler. Onlar şu apaçık gerçeği kavrayamıyorlar: Eski Sovyet Azerbaycan Cumhuriyeti halkı soyca İranlıdır. Eninde sonunda o Pantürkizm hayalperestleri ve petrol kartelleri ile Ameri­kan gücünün himayesine girmek isteyenler Aras nehrinin kuzeyindeki siyaset meyda­nında tepetakla olacaklar, başlarına eski liderleri “Bâkıraf”ın yazgısı gelecek, birleşik Azerbaycan’a ilişkin mevhum coğrafî haritaları tarihin uydurma belgeler arşivine gi­recek ve tarihteki kendi derin kökleriyle olan bağlarını İran halkıyla ihya ve takviye edeceklerdir.
Berlin, 26 Ağustos 1998

Konular